İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - velasr

Sayfa: [1]
1
DİNİ PROGRAMLAR / Kuran-ı Kerim Meali Masaüstü programı
« : Mayıs 10, 2009, 11:55:13 ÖÖ »
SELAMUNALEYKUM..sevgili kardeşlerim çok güzel bir masa üstü meal programı hatminiz bol olsun inş...aşağıdaki  linkten indirebilirsiniz .. :)

Kuran-ı Kerim Meali Masaüstü v.3.4 indir.

http://www.kurantefsiri.org/kuran_download.aspx?pid=111

2
DİNİ BİLGİLER / CENNET VE CEHENNEM
« : Mayıs 10, 2009, 11:38:20 ÖÖ »
CENNET VE CEHENNEM


Allahû Tealâ’ya hamdeder sükrederiz ki bizleri bir defa daha Allah’in zikir sohbetini yapmak üzere Yüce Rabbimiz biraraya getirdi. Bugünkü konumuz “cennet ve cehennem.”
Biz insanlar bu dünyada belli bir süre yasariz. Bu sürenin beklenenden çok daha ötede oldugunu düsünün. Yüz sene olsun, yüzelli sene olsun. Bu dünyada yasadiginiz bu hayat, sizin geleceginizi tayin eden bütün esaslari muhtevidir. Bu dünyada kazandiginiz dereceler, kaybettiginiz derecelerden fazla olursa kiyâmet günü yapilacak olan hesaplasmada “sevaplariniz günahlarinizdan fazla olacak” demektir. O taktirde Allahû Tealâ sizi cennetine alacak ve sonsuza kadar mükâfatlandiracaktir. Yani su dünyada yasayacaginiz süre içinde kazançlariniz ve kayiplariniz asildir. Bunlar sizi ya sonsuz mutluluga götürecektir, ya da sonsuz mutsuzluga götürecektir.
Demek ki, insanlar için söz konusu olan sey, su dünya hayatini yasarken cennete gitmenin standartlarina kavusmaktir. Bu da kazandiginiz derecelerin, (iktisap ettiginiz derecelerin) kaybettiginiz derecelerden daha fazla olmasiyla gerçeklesen bir olgudur.
Cennet nedir?
Cennet, bu dünya hayatinda sevaplariniz fazla olursa, kiyâmetten sonra ulasacaginiz âlemin adidir.
Cehennem nedir?
Cehennem, bu dünya hayatinda günahlariniz fazla olursa, kiyâmetten sonra ulasacaginiz âlemin adidir.
Birisi sonsuz bir mutlulugu hedef alir, birisi de sonsuz bir huzursuzlugu, mutsuzlugu ve sikintiyi hedef alir. Su dünyada nasil bir yasanti takip ederseniz, dünya mükâfatini veya mücazatini, kiyâmetten sonraki devrede mutlaka görürsünüz. Eger mükâfat söz konusuysa Allah’in cenneti sizin olacaktir. Eger mücazat (cezalandirma), söz konusu olacaksa o zaman da cehennem sizi alacak muhtevasi içine.
Öyleyse insanlar bu dünyada yasarlar. Yasarken de dereceler kazanirlar veya kaybederler. Ne demek istiyoruz? Bir insan, su dünyadaki hayatinin her saniyesinde, ama her saniyesinde devamli derecat kaybetmektedir veya derecat kazanmaktadir. Derecat kazanmadigi veya kaybetmedigi hiçbir saniyesi geçmez insanoglunun.
“Ben su anda evet ibadet etmiyorum, ama bir günah da islemiyorum. Öyleyse ne derecat kazaniyorum ne de kaybediyorum” diye düsünüyorsaniz, aldanirsiniz. Derecat kaybedersiniz; eger zikir yapmiyorsaniz. Çünkü Allahû Tealâ Nisa Suresinin 103. âyet-i kerimesiyle daimî zikri farz kilmistir:
“Fezkürullahe kiyâmen ve ku’ûden ve alâ cünûbiküm.”
Otururken de ayaktayken de, yanüsütü yatarken de hep Allah’i zikredin.
Mademki bir insan ancak üç halde bulunabilir; ayakta olmak, oturmak ve yatmak hali, bunlarin üçünde de Allahû Tealâ zikri emrettigine göre demek ki sonsuz zikir emrolunmustur. Iste bu sebeple kalbinizin her çift atisinda “Allah” kelimesini söylemek üzere Allahû Tealâ emrini vermistir. Su anda hiçbir sey yapmiyorsaniz, tabiatiyla zikir de yapmiyorsaniz, o zaman her saniye derecat kaybediyorsunuz demektir. Öyleyse zikirsiz geçen her saniyeniz derecat kaybetmenizi ifade eden bir özellik tasir. Zikir yaptiginiz zaman, namaz kildiginiz zaman, oruç tuttugunuz zaman, zekât verdiginiz zaman, Allah’in emirlerini yerine getirdiginiz zaman hep derecat kazanirsiniz. Allah’in emrettiklerini yaptiginiz sürece her yaptiginiz amel size derecat kazandirir. Allah’in yasak ettiklerini yaptiginizda (bunlar günah istikametindeki olaylardir) o günahin büyüklügüne göre devamli derecat kaybettirir.
Öyleyse hayatlari devamli derecat kazanmakla veya devamli derecat kaybetmekle geçen insanlarsiniz. Ya derecat kazanirsiniz her saniye veya derecat kaybedersiniz. Önemli mi? Son derece önemli. Çünkü Allahû Tealâ Mü’minun Suresinin 102. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki,
“Femen sekulet mevâziynühü feülâike hümülmüflihûn.”
O zaman (kiyâmet günü kimin mizani (sevaplari) agir gelirse iste onlar felâha erenlerdir (cennete gidenlerdir).
Kiyâmet günü kimin günah tartilari hafif gelirse onu cennetimize aliriz.
Günah tartilarinin hafif gelmesi demek, sevap tartilarinin agir gelmesi demektir. Mü’minun Suresinin l03. âyet-i kerimesinde ise söyle buyuruyor;
“Ve men haffet mevâziynühü feulâikelleziyne hasirû enfüsehüm fiy cehenneme hâlidûne men haffet mevâziynühü feulâikelleziyne hasirû enfüsehüm fiy cehenneme hâlidûn.”
Kimin mizani (sevap tartilari) (kiyâmet gününde) hafif gelirse onlar nefsleri hüsranda olanlardir, onlar cehennemde ebediyyen kalacaklardir.
Öyleyse kiyâmet günü bir hesaplasma olayi var. Nasil bir olay bu? Kisaca kiyâmet günkü olgulara beraberce bakalim:
Kiyâmet günü hayatta olan insanlar (o devirde yasayacak olanlar) Israfil Aleyhisselâm’in sur’a birinci defa üfürmesiyle birlikte ölürler. Bu onlarin ilk ölümleridir. Daha evvel yasayan insanlarin da hepsi ölmüslerdir. Bu dünyada yasamislar ve ölmüslerdir.Kiyâmet günü sur’a birinci üfürülme, kiyâmetin baslamasini ifade eden bir faktördür.
Kiyâmetin baslamasi ne demek? Zamanin tersine çalismasi demek. Allahû Tealâ Enbiya Suresinin 30. âyet-i kerimesinde;
“Evvelce yerlerle gökler bir idi, Biz onlari fetkettik, (mekânlarindan kopardik) ve kâinati yarattik.” diyor.
Bir tek noktadan baslayan ve bütün kâinati vücuda getirmek üzere harekete geçen bir sistem bu. Demek ki bir hareket var. Bulunulan noktadan, bir tek noktadan, bütün kâinati olusturmak üzere, sonsuz kilometrelerce uzayan bir hareket. Iste bu büyüme hâlâ devam etmektedir. Devam ettigi için de zaman geçmisten gelecege dogru uzanir. Kiyâmet günü zamanin uzamasi için, maddenin (bu zahirî âlemin) genislemesi için ona verilen enerji sona erecektir. Enerjinin sona ermesiyle bir duraklama noktasi, sonra da geriye dönüs... Yani kâinatin büyümek yerine küçülmesi. Iste bu küçülme boyunca da zamanin tersine çalismasi...
Böylece sur’a birinci defa üfürüldügünde ölen herkes, kendi yasadiklari zaman devresine geri döndügünde (zamanin geri dönmesinde), bu kisiler tekrar canlanacaktir. Böylece zaman baslangiç noktasina ulastiginda, Âdem A.S’dan baslayarak bütün insanlar tekrar hayatta olacaklardir. Iste bu hayata gelis, herkesin öldügü sekliyle hayata gelistir. Bu hayata gelisin sonunda, Israfil Aleyhisselam, ikinci defa sur’a üfürecektir. Ve ikinci defa sur’a üfürmesiyle birlikte herkes yeniden ölecektir. Bu, ikinci ölümümüzdür. Ve Allahû Tealâ, Israfil Aleyhisselâm’a bir üçüncü defa sur’a üfürtecektir. Ve bu sefer herkes, o ölüm halleriyle degil, cennet veya cehennem hayatini yasayacaklari sekilde yeniden canlandirilacaklardir. Biliniz ki bu canlandirmada hanimlar da, erkekler de ayni yasta olacaklardir. (Bu yas için 19 deniyor veya 33 deniyor. Iki tane rakam söyleniyor. Fakat Kur’ân-i Kerim’imiz bir rakam vermemis. Bu itibarla “genç yasta” demek meseleyi çözer.) Herkes genç yasinda tekrar canlanacaktir. Herkes ayni yasta. 5 yasinda ölen çocuk da yasasaydi o genç yasinda hangi durumda olacaksa o haliyle canlandirilacaktir. 100 yasinda ölen adam da, o yasta oldugu zamanki hali neyse o haliyle canlandirilacaktir. Ve böylece bütün insanlar iç organlari tamamen degismis bir sekilde cennet veya cehennem hayatini yasamaya hazir olacaklardir.
Cennet veya cehennemdeki hayat buradaki gibi midir? Hayir degildir. Biz burada kan dolasimi yapan bir kalbin sahibiyiz. Akcigerlerimiz var, aldigimiz havayi temizliyor. Aldigimiz hava alyuvarlarimizi temizliyor ve temiz kan dolasiyor. Tekrar kirleniyor, tekrar temizleniyor. Yani biz insanlar oksijen alan, karbondioksit veren bir özelligin sahibiyiz. Ayrica vücudumuzda baska organlar da var.Kalbimiz, böbreklerimiz, midemiz vs.
Öyleyse bütün bu organlara ihtiyacimiz var mi cennete veya cehennemde? Hayir yok. Bu organlarin hiçbirisine ihtiyacimiz yok. Çünkü orada ne nefes alacagiz, ne nefes verecegiz. Böyle bir sistem orada geçerli degil. Iç organlarimiz tamamen degismis, cennet veya cehennem hayatini yasayacak sekilde dizayn edilmis insanlar olarak Allahû Tealâ hepimizi yeniden yaratacak.
Sonra ne olacak? Bu yeniden yaratilisla beraber ölüm aninda berzah âlemine giden nefsler, oradan tekrar geri dönecekler. Geri dönen nefsler fizik vücutlarin tekrar içine girecek. Su anda hepinizin nefsi, fizik vücutlarinizin içinde. O zaman da böyle olacak. Öldügünüz an, nefsiniz vücudunuzdan ayrilir. Ve 40 gün fizik vücudunuzla beraber kalir. Kiyâmetten evvel ölmüsseniz olay aynen böyle cereyan edecektir. Ve bir hesaba çekilmeniz söz konusudur. Neticede de manevî bir azap yasarsiniz, günahlariniz sebebiyle. Bunun adi kabir azabidir. Cennetlik de olsa insanlar, eger günahlari varsa kabir azabini mutlaka manevî olarak yasarlar. Yasamayanlar sadece salâha ulasanlardir.
Allahû Tealâ’nin kiyâmet günü yaptiklarina bakarsak, demek ki herkes ölür kiyâmet aninda. Zaman geriye çalistigi için tekrar canlanilir. Sur’a ikinci üfürülüsünde tekrar ölünür ve üçüncü üfürülüsünde tekrar canlanilir. Ama cennet veya cehennem hayatini yasayacak sekilde. Ve herkese hayat filmleri saglarindan veya sollarindan teslim olunur. Konumuzla hayat filmleri son derece alâkali.
Sahip olunan bütün dereceler nasil kazanilir? Hayatimiz devamli olarak filme çekilir. Sag tarafimizda kiramen kâtibin melekleri var. Sol tarafimizda gene kiramen kâtibin melekleri var. Bunlardan sagdakiler yalniz sevaplari, derecat kazandiran olaylari, hayirlari klase ederler, biraraya getirirler sira dahilinde. Sol taraftaki kiramen kâtibin melekleri ise, günahlar biraraya getirirler, klase ederler.
Böylece kümülâtif olan rakamlar (birbirinin arkasindan toplanarak gelen rakamlar) her an son durumumuzu gösterir. Günahimiz; o güne kadar ne kadar günah toplamisiz? Sevabimiz; o güne kadar ne kadar sevap toplamisiz. Ikisi de aninda bellidir. Iste kiyâmet günü kiramen kâtibin melekleri, bu son rakamlara bakarlar. Hayatimizin filmindeki sevap ve günahlarin toplam rakamlarina bakarlar ve hangisi çoksa kitabin bütünü, yani hayat filmimizin bütünü o tarafta toplanacaktir.
Öyleyse sevaplari çok olan bir insanin hayat filmi sag tarafindaki kiramen kâtibin melekleri tarafindan teslim alinir ve günahlar saga geçtigi için, (sevaplar tarafina geçtigi için) film bütünlenmistir. Her zaman parçasi ait oldugu yerde olmak üzere, kronolojik bir sira takip eder. Yani zaman, o kisinin dogumundan ölümüne kadar o filmde tamamlanir. Halbuki ondan evvel sag tarafta günahlar yoktu, film eksikti. Sol tarafta da sevaplar yoktu, film gene eksikti.
Baska bir insan düsünün. Bu baska insanin da günahlari fazla olsun. O zaman kirâmen kâtibin meleklerinden soldakiler filmin sahibi olacaklardir. Dolayisiyla sagdaki kiramen kâtibin melekleri, ellerindeki hayat filminin sevaplarla alâkali olan bölümlerinden olusan bütün filmi sol tarafa vermek mecburiyetindedirler. Ve sol tarafta zaten günahlar mevcuttu, sevaplar da oraya gelince, günahlar ve sevaplar veya hayirlar ve serrler veya kaybedilen derecelerle, kazanilan dereceler biraraya gelir, kisinin hayatinin bütününü olusturur. Iste eger bu film sagda toplaniyorsa, (sagdaki kiramen kâtibin melekleri toplamissa) filmin teslimi de onlar tarafindan yapilir. Yani hayat filminiz sagdan verilir. Burasi sag omzunuzun hizasindan saga yapilan bir dikmeden tam 90 derece önünüze kadar gelen bir alani kaplar. Yani sagdan kitaplari verilen hiç kimsenin filmi arkadan verilmez, sagdan ve önden verilir. Soldan verilen film, vücudunuza paralel olarak sol kolunuzu ileri uzatiginizda 90 derece geriye dogru bir çizgi çizeceginiz alani kapsar. Soldan ve arkadan verilir.
Iste hayat filmleri sagdan verilenler, sagdan itibaren daha üst cennetlere gideceklerdir. En önden verilenler en üst cennete gideceklerdir. Soldan verilenlerinse hayat filmleri soldan itibaren baslar, arkaya kadar gider. Soldan verilenler, en üst kattaki cehenneme giderler. En arkadakiler en alt kattaki cehenneme giderler. (7 tane cennet ve 7 tane cehennem söz konusudur.)
Böylece sunu görüyoruz. Allahû Tealâ’nin Kur’ân-i Kerim’inde hersey kristalize olmus, sekillenmis durumdadir. Allahû Tealâ Kur’ân-i Kerim’le bize herseyi bildirmistir. Kiyâmet günü ne olacaktir? Iste bunlar olacaktir. Ve sonra hayat filminiz yaklasik 50 cm. önünüzde oynamaya baslar. Bu hayat filminiz üç boyutludur. Derinligi vardir, genisligi vardir ve yüksekligi vardir. Nasil siz su anda üç boyutluysaniz, hayat filminizde de üç boyutlusunuz. Yani bir resimdeki gibi iki boyutlu degilsiniz. Derinligi olan bir heykel gibi, hareket eden bir heykel gibi boslukta, dogusunuzdan itibaren bütün olaylarinizi Allahû Tealâ size tekrar gösterecektir. Ve bu gösteris tabiî çok kisa bir zaman devresi içinde olacaktir. Çünkü buradaki bin yil, oradaki bir güne esittir. Öyleyse hayati 100 sene yasayan bir insan, bin yilin onda birini yasadigi için, buradaki saatlere göre 2,4 saat içerisinde o kisinin bütün hayati tamamlanacaktir. Çünkü 2,4 saat, 24 saatin onda biridir, 100 sene de bin senenin onda biridir. Bu sebeple 100 sene yasayan bir insanin hayat filmi orada 2,4 saatte oynayacaktir. Allahû Tealâ bu konuda diyor ki,
“Hiç kimsenin yaptiklari baskalarindan gizli kalamaz.
Onlarin agizlarini mühürleriz.
Uzuvlari yaptiklarini gösterir.
Biz hepinize yaptiginiz herseyi kiyâmet günü yeniden gösterecegiz.”
Ve böylece görüyoruz ki, Allah’in bütün yaptiklarinizi ortaya koydugu bir hayat filminiz su anda üzerinizde sekillenmis durumda. Yasadiginiz sürece bu hep devam edecek. Ve kiyâmet günü herseyi yeniden yasayacaksiniz.
Ondan sonra ne olacak? Ondan sonra ister cehenneme, ister cennete gidecek olsun, bütün insanlar Meryem Suresinin 70 ve 71. âyet-i kerimelerine göre, evvela cehenneme gidecekler.
“Ve in minküm illâ vâridühâ, kâne alâ rabbike hatmen makdiyyâ.”
Içinizden hiçbiri hariç olmamak üzere hepiniz cehenneme varacaktir. Bu Rabbinizden kesinlesmis bir hükümdür.
Sözüme dikkat edin: “Cehenneme gidecek olanlar cehenneme girer.” demiyorum. Hem cennete gidecek olanlar, hem cehenneme gidecek olan, herkes, hepimiz, bütün insanlar (peygamberler dahil), evvela cehenneme gidecekler. Niye cehenneme gidecekler? Cehenneme gidecek olanlar, orada kalacaklari için; cennete gidecek olanlar da “hallerine sükretsinler” diye. Ve Allahû Tealâ, herkesin cehenneme gitmesinden, herkesin cehennemin bütün katlarini görmesinden sonra, sunu söylüyor: “Cehenneme gidecek olanlari yüzleri üstü, burunlari üstü, sürüyerek cehenneme sokariz. Cennete gidecek olanlari da oradan aliriz ve cennete ulastiririz.”
Demek ki kiyâmet günü bütün insanlarin cehenneme gitmesi asildir. Cennete gidecek olan insanlar niçin cehenneme gidiyorlar? Cehennemde olanlari görsünler, insanlarin ne kadar büyük isdiraplar içine düstüklerini görsünler, Allah’in emirlerini dinleyip, hem dünya saadetine ulastiklari, hem de cennet saadetine ulasacaklari için sevinsinler, Allahû Tealâ’ya hamd ve sükretsinler diye. Demek ki herkesin cehenneme gittigi bir ortam. Cehennemde kalacak olanlar, burunlari sürtünmek suretiyle, yüzüstü sürüne sürüne cehenneme sokuluyor. Ondan sonra cennete gidenler oradan ayriliyorlar ve cennete ulasiyorlar. Herbiri, ait olduklari cennetlere gidecekler.
Simdi de Allahû Tealâ’nin her cennetin çift olusundan ve her cehennemin çift olusundan niye bahsettigine bakalim.
7 kattaki 7 tane cehennem, 7 kattaki 7 tane cennet çifttir. Neden? Bir cennet insanlar için, bir cennet cinler için. Bir cehennem insanlar için, bir cehennem cinler için.
Insanlar gibi serbest iradeli bir baska mahlûk grubu da cinlerdir. Onlarin da serbest iradeleri, onlarin da nefsleri var. Bizden eksiklikleri ruhlarinin olmamasi. Iste bu cinlerin de cennetleri var, cinlerin de cehennemleri var. Bu sebeple Allahû Tealâ,
Allah iki dogunun da iki batinin da sahibidir, buyuruyor ve her katta iki tane cehennem, her katta iki tane cennet oldugundan bahsediyor.
Demek ki insanlar ve cinlerin, yaratilislari farkli boyutlardadir. Insanlar zahirî âlemin varliklaridir. Cinlerse gayp âleminin varliklari. Iste zahirî âlemin varliklari olan insanlarin cehennemleri ve cennetleri bu fizik vücutlarina göre ayarlanmistir, iç organlara göre degil.
Cinlerin de cennetleri ve cehennemleri onlarin fizik vücutlarina göre yapilmis ki, insanin fizik vücudu topraktan yapildigi halde, cinlerin fizik vücutlari dumansiz atesten yani enerjiden yaratilmistir. Bu sebeple insanlar ölürler ve topraga dönüsürler. Cinlerse yanarlar ve enerjiye dönüsürler. Öyleyse hersey aslina rücû eder. Allahû Tealâ diyor ki, “Bütün insanlar, hersey fani olacaktir. (Küllî men aleyha fan.) Zülcelâli vel ikram olan Rabbinin Zat’i bakî kalacaktir.” Öyleyse hersey, neticede yok olacak, sadece Allah’in Zat’i baki kalacaktir.
Baslangiçta yalniz Allahû Tealâ vardi. Allah’tan baska hiçbir sey yoktu. Allah yaratmayi diledi ve enerjiyi yaratti. Bu enerjiyi bir tek noktadan dagitti, kâinati yaratti. Sonra dünya sekillendi, insanlarin yasamasina müsait bir ortam aldi. Bunun için trilyonlarca sene geçti. Denizlerde baliklar ve her çesit hayvan, karalarda hayvanlar, bitkiler olustu. Sonra insan var edildi Allahû Tealâ tarafindan. Âdem Aleyhisselam topraktan yaratildi. Ama cinler dumansiz atesten yani enerjiden yaratildilar.
Olayi bütünlediginiz zaman neyi görüyorsunuz? Insanlarin vücutlari topraktan gelmistir, öldükleri zaman mutlaka topraga geri dönecektir. Cinlerse, enerjiden (dumansiz atesten) meydana gelmislerdir, tekrar enerjiye dönüseceklerdir (yanacaklardir).
Cinlerin vücutlari insan vücudundan farkli oldugu için Allahû Tealâ onlara insanlarinkinden farkli bir cennet ve farkli bir cehennem koymustur her kata. Insanlar için de cinler için de her katta cennet vardir. Cennetin ait oldugu 7 kat yukaridaki âlemde. Cehennemin ait oldugu 7 kat asagidaki âlemde ise, gene 7 kat cehennemin herbirinde insanlar için bir cehennem, cinler için baska bir cehennem söz konusudur.
Öyleyse ne gördük? Demek ki cennet var, demek ki cehennem var. Su anda cennette kimse var mi? Iki kisi var insanlardan. Birisi Hz. Isa, birisi Hz. Idris. Biliyorsunuz Hz. Idris cenneti görmeyi diliyor Allahû Tealâ’dan. Allahû Tealâ diyor ki, “Göstereyim.” Onu fizik vücut olarak götürüyor cennete. Hz. Idris de diyor ki, “Çikmam.” Allahû Tealâ kabul ediyor çikmama talebini. O hâlâ orada. Bir de kim var? Hz. Isa var. Onun disinda ölenlerden hiçbir insan henüz cennete gitmedi. Cennete gidis, kiyâmetten sonraki bir hadisedir. Ölen herkesin ruhu Allah’tadir. Nefsi, berzah alemindedir. Fizik vücudu ise topragin altindadir. Ama Idris Aleyhisselâm’la Isa Aleyhisselâm, hayatlarindayken oraya alindiklari için, cennettedirler. Kiyâmetten evvel Hz. Idris dünyaya inmeyecektir. Ama Hz. Isa mutlaka inecektir.
Hz. Isa’ya onun için dikkat edin ki, su anda dünyada annesi veya babasi olan herhangibir kisi Hz. Isa olamaz. Hz. Isa’nin ne bu âlemde nüfus kâgidi vardir, ne su anda yasamakta olan bir annesi veya bir babasi vardir. Çünkü onun annesi ikibin sene evvel yasadi. Arkadan kim bilir ne kadar nesil geçti.
Öyleyse yaSadI¼ImIz devre dIkkatle bakIn kI, dünyanIn sonlarIna do¼ru yaklaSIyoruz. KIyâmet artIk çok uzaklarda de¼Il.
21. asir mutlaka bir Islâm asri (Allah’a teslim olanlarin asri) olacaktir. Islâm’in kendisine sahip çiktigi, dünya üzerindeki en büyük gücü olusturdugu ve bir üçüncü cihan savasini kazandigi, ama çok sehit verdigi bir olaylar silsilesi yasanacaktir. Ve neticede mutlaka ikinci bir asr-i saadet. Ve neticede mutlaka sabikûn-el ahîriyn. Biliyorsunuz ki Allahû Tealâ, “sabikûn-el evvelîyn” diye sahâbeden bahsediyor. O sahâbe sabikûn-el evveliyndi. Evvelki sabikûnlar. Hayirlarda yapilan müsabakalarda birinci gelenler, ikinci gelenler ve üçüncü gelenler, daimî zikrin sahipleri. Kimler? Salihler, en üst makam. Sonra muhlisler, ikinci makam. Sonra ulûl’elbab, üçüncü makam. Bunlar sabikûndur. Ortak özellikleri daimî zikrin sahibi oluslaridir. Ortak özellikleri kalp gözlerinin açik olusudur. Ortak özellikleri kalp kulaklarinin açik olusudur. Irsada ulasmis olmalaridir ve iste bu insanlarin Kur’ân-i Kerim’deki adlari hikmet sahipleridir. Kur’ân-i Kerim’deki adlari salihlerdir, muhlislerdir ve ulûl’elbabtir. Üç grubun hepsi ulûl’elbabtir. Çünkü hepsi lübblerin (Allah’in sirlarinin) sahibi olmuslardir, kalp gözleriyle ve kalp kulaklariyla...
Iste sonraki devirde (gelecek yillarda) 2000’li yillarin hemen ötesinde olaylar var. Bu olaylar, bir büyük cihan harbinin sonunda Islâm’i (Allah’a teslim olmayi) yasayan insanlarin bir dünya saadetine, muhtesem bir bolluga mutlaka ulasmalaridir. Iste onlar “sabikûn-el ahiriyn” diye aniliyor Kur’ân-i Kerim’imizde.
Öyleyse kiyâmetle birlikte vücuda gelecek olaylarda sunu da gördünüz ki, ancak kiyâmetten sonra insanlarin fizik vücutlarina nefsleri tekrar geri dönecektir. Allahû Tealâ, herkesi cehenneme götürdükten sonra kim cennete gidecekse onlari cennetine götürecektir. Öyleyse cennet su anda bütün insanlardan arinmis durumdadir, sadece iki kisi var.
Öyleyse Hz. Isa 2000 sene sonra indigi zaman kaç yasinda olacaktir? Hz. Isa 30 yasinda öldü diyelim. 30 yasindan iki gün almis olacaktir sadece. Çünkü dünyadaki 1000 yil oradaki bir güne esittir sadece.
Öyleyse Allahû Tealâ’nin söylediklerine dikkatle bakalim, hani bazi insanlar çikiyorlar “Ben Isa’yim.” diyorlar. (Hatta Mehmet Ali Agca bile “Ben Isa’yim” demisti.) Aslinda Hz. Isa’nin bu dünyada su anda mevcut bir anne ve babadan dogmasi mümkün degil. Öyleyse palavralari bos versinler. Hz. Isa henüz inmedi.
Cennetler 7 tane kati içerir. Ve her kat, yukariya dogru çiktikça bir alttakinden çok daha güzel sartlarin sahibidir. Bütün cennettekiler çok iyi sartlarin içinde yasayacaklardir. Istedikleri hersey emirlerindedir. Mutlaka cennette onlara verilen evler vardir. Iki grup ev oluyor. Altin evler veya seffaf evler. Mutlaka onlara hizmet edenler olacaktir. Hizmetçilerin bir kismi “huri” adini aliyor. Bir kismi “gilman” adini aliyor. Kisinin makami yükseldikçe, ona hizmet edenlerin sayisi artiyor. Orada öyle büyük sofralar kuruluyor ki, yüzlerce kisiyi misafir edebilecek olan özellikte. Ve beyaz tül elbiseler içinde hizmet edenler var. Bu hizmet edenlerin sayisi bazi kisiler için yüzlerceyi buluyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nin cennet dedigi yere dikkatle bakin. Bu yerler her katta birbirinden biraz farklidir ama yaklasik ayni seyleri göreceksiniz. Çaglayanlar göreceksiniz. Her çesit agaç göreceksiniz, yesillik göreceksiniz, bahçeler göreceksiniz, orada kuslar göreceksiniz ve isigin kaynagini kesfedemezsiniz. Tipki cehennemde karanligin kaynagini kesfedemeyeceginiz gibi. Ve her çesit yiyecekten almaniz için elinizi uzatmaniz yeterlidir. Hersey size yakin gelecektir. Peki ama diyeceksiniz, ya hazim sistemimiz. Hazim sisteminiz yok, ona ihtiyaciniz yok. Aldiginiz seyleri tekrar iade ediyorsunuz. Bunlar terleme suretiyle çikiyor vücudunuzdan. Buradaki insanlari rahatsiz eden faktörlerden hiçbirisi, orada mevcut degil.
Öyleyse cennet dedigimiz zaman bir muhtesem hayat düsünün ki, hiçbir probleminiz yok. Bir kere bütün bir kâinati, eger var olsaydi, aninda dolasmak gibi bir imkâniniz var. Cennetin 7 katina üst kattakiler gidebilir ama orada kalamaz. Daha baska bir ifadeyle, üst kattakiler alt katlara gidebilir, ama alt kattakiler üst katlara gidemez. Ne var ki onun disinda bütün sistem açiktir. Sonsuz hizla hareket eden bütün fizik vücutlar için bir uçus her zaman mümkündür, her zaman her yerde bulunmak mümkündür. Yani tayyi mekân, bütün cennet ehline Allah’in ihsan ettigi bir hediyedir. Öyleyse cennet dedigimiz zaman bir muhtesem hayat düsünün ki hiçbir probleminiz yok.
Nefsinizin afetleri olmadigi için, yani nefsinizin negatif tesirleri olmadigi için, asla bir huzursuzlugun içine girmezsiniz. Nefsiniz olmadigi için demiyorum çünkü bir kisim insanlar oraya nefslerinde afetlerle beraber gidecekler. Ama o afetlerin orada hükmü yok. Yalniz konunun zevke mütedair hükümleri var.
Iste cennet dedigimiz yer öyle bir yerdir ki, herkesin cenneti bu açidan degisiktir. Nefslerine tâbî oldukça insanlar, nefslerini tatmin zemini hazirlayan cennetlerde kalacaklardir. Nefsleri yok oldukça, daha üst âlemlerde onlara ihtiyaç olmayan yeni bir üst statü cereyan eder. Ve insanlar hep muhtesem bir saadet içinde hiçbir problemleri olmaksizin yasantilarini devam ettirirler. Bu yasanti sonsuzdur. Bizim ölçülerimize göre, insan ölçülerine göre rakamsal olarak ulasilmasi mümkün olmayan seneler boyunca sürer. Diyelim trilyonlarca, trilyonlarca ya da bunlarin çarpiminca seneler. Bu sonsuz senelerin hiç sonu yok mudur? Vardir. Çünkü Allahû Tealâ, cennetin de, cehennemin de sonunun gelecegini söylüyor.
Iste öyle bir gün gelecek ki, cennet de cehennem de son bulacak. Bu son bulus, onlarin enerjiye tekrar dönüsmesi sekliyle vücut bulacak. Iste cennet ve cehennemin tekrar enerjiye dönüsmesiyle, orada yasayan insanlarin da tekrar enerjiye dönüsmesi söz konusu. Öyleyse kiyâmetteki son dirilmemizden (ikinci dirilmemizden) sonra bir daha ölüm yok.
Allahû Tealâ cehennemi Kur’ân-i Kerim’de tarif ediyor ve evliyasina da gösteriyor. Orasi igreneceginiz, tiksinti duyacaginiz, midenizin kabaracagi, çok büyük huzursuzluklarla dolu bir yer. Insanlarin hep huzursuz oldugunu ve günahlari agirlastikça onlara iskence de edildigini göreceksiniz. Ve bu sizi tabiatiyla üzecek. Ilk defa cehennemi gördügünüz zaman çok korkacaksiniz. Hatta belki soracaksiniz. “Ya Rabbi, yoksa buraya mi gidecegiz?” diye. Ama O diyecek ki, “Hayir, size buralarini da göstermemiz lâzim.” Yani Allahû Tealâ’nin kalp gözü açilan, sabikûn olan bütün evliyasi hem cenneti görmüslerdir, hem cehennemi görmüslerdir. Içleri ürpererek görmüslerdir cehennemi, nefret ederek, tiksinerek görmüslerdir. Ve Allah’a onu gördükten sonra çok hamd ve sükretmislerdir.
Öyleyse cehennem dediginiz zaman, her katinda giderek karanligin arttigi bir sistem düsünün. Asagiya dogru inen katlar boyunca 7 katta 14 tane cehennem. Birinci katta insanlarin cehennemi ve cinlerin cehennemi. Size ayri ayri gösterilir. Sonra asagi inersiniz. Ikinci kat, üçüncü kat, yedi tane kat. Giderek daha karanliklasacaktir. Yedinci katta ise, esfel-i sâfilin, orada hiçbir isik göremezsiniz. Hersey zifiri karanligin içindedir. Bir sonsuz karanliga hersey gömülmüstür ve insanlar sonsuz bir azap içindedir. Buradaki insanlar için çok özel seyler söylüyor Allahû Tealâ: “Onlarin derileri ve vücutlarindaki bütün etler yanarak yok olur. Onlar ölmek isterler ama ölemezler. Tekrar etle doldururuz onlari. Sonra tekrar yanarlar. Ayni istirabi tekrar tekrar yasamaktir cezalari. Cehennem yok olana kadar (sonsuza kadar) onlarin cezasi budur.”
Insanlar cennet ve cehennem konusunda ne yazik ki büyük hatalarin sahipleridir. Meselâ bir tanesi söyle bir düsünce: “Müminler cehenneme girerler ama mutlaka Allah onlari mü’min olduklari için cezasini çektikten sonra cennetine alacaktir.”
Bu dogru mudur? Dogrudur. Eger kisi mü’minse, gerçekten cehenneme gidip oradan çikacak midir? Hayir. Cehenneme hiç gitmeden dogrudan cennete gidecektir. Öyleyse “aynen dogrudur” demekle neyi kastediyoruz? Bir insan mü’min olmussa kiyâmet günü cehenneme ugradiktan sonra Allah onlari alip cennetine götürecektir. Öyleyse hangi açidan bu insanlar cehenneme gitseler bile mutlaka cennete gideceklerini zannediyorlar? Çünkü Mü’min Suresinin (40 numarali sure) 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki;
“Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fiyhâ bigayri hisâb.”
Onlar ki nefs tezkiyesine baslamislardir, iste onlar mü’mindirler. Kadin olsun, erkek olsun bütün mü’minleri Allah cennetine alacak ve hesapsiz riziklandiracaktir.
Iste mü’min kavramini Allahû Tealâ burada veriyor. Amilüssalihat adiyla, islâh edici ameller yapanlar, onlar, cennetime gidecek olan mü’minlerdir, diyor. Bir insanin mü’min olusunu üç tane ana sart ortaya koyar: Birisi kalbine Allah’in îmân yazmasi; mürsidine ulastigi gün gerçeklesir. Ikincisi ruhunun vücudundan ayrilarak Sirat-i Müstakiym’e ulasmasi; mürsidine ulastigi gün gerçeklesir. Üçüncüsü nefs tezkiyesine baslamasi; mürsidine ulastigi gün gerçeklesir.
Hangi mürside? Hacet namazi kilip sorarak, Allah’in gösterdigi o mürside ulasmasi halinde kalbine îmân yazilacak Mücadele 22’ye göre, mü’min olacak. Kisi nefs tezkiyesine baslayacak, Mü’min Suresinin 40. âyet-i kerimesine göre mü’min olacak. Ruhu vücudundan ayrilip Sirat-i Müstakiym’e ulasacak. En’am Suresinin 152 ve 153. âyet-i kerimesine göre ve Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre kisi gene mü’min olacak. Mü’min olduguna göre zaten cennete gidecek. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki, “Onlar ki nefs tezkiyesine baslamislardir (amilüssalihata), iste onlar mü’minlerdir. Allah bütün mü’minleri kadin olsun erkek olsun cennetine koyacak ve hesapsiz riziklandiracaktir.”
Öyleyse degisen ne? Degisen mü’min kavrami. Insanlar mü’min olmayi tek bir sarta baglamislar zamanimizda. Diyorlar ki, “Kim Allah’a inaniyorsa o mü’mindir.” Oysa ki söyledik ki mü’min olmanin 3 ana sarti vardir. (Aslinda 7 tane kalp sarti, 7 tane inanç sarti ve 3 tane vasif sarti vardir.) O 3 sartin sahibi olmayan hiç kimse mü’min olamaz. Kalbine Allah îmâni yazmadikça, nefs tezkiyesine baslamadikça, ruhu vücudundan ayrilip Sirat-i Müstakiym’e ulasmadikça hiç kimse mü’min olamaz. Mü’min olamazsa cennete gitmesi mümkün degildir. Eger kisi mü’minse, bu sartlarin sahibiyse, kiyâmet günü yapilan tartilarda mutlaka onun sevaplari günahlarindan fazladir. O kisi mutlaka Allah’in cennetine girecektir, Mü’minun Suresi 102. âyet-i kerimesi geregince.
Eger kisinin günahlari sevaplarindan fazlaysa, yani mü’min olmak sartlarina sahip degilse, söyledigimiz o 3 sartin sahibi degilse, Allah’a inanmis olmasi onu kurtaramaz. Unutmayin putperestler de Allah’a inaniyorlar, hristiyanlar da Allah’a inaniyorlar. “Allah vardir ama üç tanedir.” diyorlar. Baba Allah diye, Allah’i kastediyorlar. Putperestler de Allah’a inaniyorlar. Ve “Biz bu putlari bizi Allah’a yaklastirsin diye yaptik.” diyorlar.
Insanlarin mü’min olmalari için mutlaka Allah’tan mürsidlerini sormalari, o mürside ulasmalari, o mürsidin önünde diz çöküp tövbe etmeleri gerekiyor. Bu yapilmazsa kisi 3 ana sartin sahibi olamaz.
Hangi 3 ana sart? Kalbine iman yazilmaz, nefs tezkiyesine baslayamaz, ruhu vücudundan ayrilip Sirat-i Müstakiym’e ulasamaz. Öyleyse insanlar asla mü’min olamazlar.
Iste mü’min olanlar mi? Mutlaka cennete gidecekler. Ama cehennemde bir süre kaldiktan sonra degil. Kiyâmet günü yapilan hesaplasmada, onlar mutlaka cennetlik olduklari için, kiyâmet günü cennete ulasacaklar ve ebediyyen cennette kalacaklar. Dikkat edin Allahû Tealâ kiyâmet günü yapilan bu hesaplasmada kisinin ya cennete gidecegini ebediyyen orada kalacagini söylüyor (Mü’minun 102). Veya cehenneme gidecegini, bu sefer de ebediyyen cehennemde kalacagini söylüyor (Mü’minun 103).
Hepsi bu kadar mi? Hayir. Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 80, 81 ve 82. âyet-i kerimelerinde söyle söylüyor:
“Ve kalu lentemessenennaru illâ eyyamen ma'dudeh. Kul ettehaztüm indallahi ahden fe lenyuhlifallahü ahdehü em tekulüne alallahi ma lâ ta'lemun.” Bakara-80
Ve (o emaniye'ye tâbî olanlar); "Ates bize ancak sayili birkaç gün dokunacak... (Günahlarimiz kadar yanip sonrada cennete girecegiz.)" dediler. De ki; "Allah katindan bir ahd mi edindiniz?" (Eger böyle bir ahd, kesin bir söz almissaniz) Allah kendi ahdinden asla dönmez! (Allah'in ahdinde hilâf olmaz) Yoksa, Allah'a karsi bilmediginiz bir sey mi söylüyorsunuz?...
“Belâ men kesebe seyyieten ve ehatat bihî hatietühü fe ülaike eshabünnari, hüm fiha halidun.” Bakara-81
Hayir. (Durum hiç de onlarin anladigi ve iddia ettigi gibi degil.) Kim, günah kazanmis da, hatalari kendisini kusatmissa; iste onlar, ates halkidir ve içinde de devamli kalacaklardir.
“Sizler için de durum budur. Cehenneme giren sizler, ebediyyen orada kalacaksiniz. Asla cehennemden çikmaniz söz konusu degildir.” diyor Allahû Tealâ. Gerek Mü’minun Suresinin 102 ve 103. âyet-i kerimeleri, gerekse Bakara Suresinin 80, 81 ve 82. âyet-i kerimesi, bize kesin bir olguyu haber veriyor: Bir insan bir defa cehenneme atilmaya görsün, oradan çikip cennete ulasmasi hiçbir sekilde söz konusu degildir.
Insanoglunun cenneti öyle bir yerdir ki, insanoglu kiyâmette oraya ulastiktan sonra oradan çikmasi asla mümkün degildir. Ya cehennem? Cehenneme ulasan bir kisinin de cehennemden ayrilip cennete alinmasi hiçbir zaman söz konusu degildir.
Meryem Suresinin 70 ve 71. âyet-i kerimesinde geçen olaya dikkat edin. Orada bütün insanlar cehenneme konuluyor. Niçin konuluyor? Cennete gidecek olanlar cehennemi görsünler diye. Ve hemen cehennemden çikarilip cennete ulastiriliyorlar. Orada bir iskenceye tâbî tutulmadiklari gibi, ibret almalari ve sükretmeleri için oraya götürülüyorlar. Iste buradaki, cehenneme gidip de oradan çikmayi insanlar kendilerine göre degerlendirmisler. Demisler ki, “Bütün insanlar cehenneme gider ve bir süre orada kalir. Cezasini çektikten sonra oradan alinip cennete ulastirilir.” Oysa ki Allahû Tealâ, cehennemine aldigi kisilerin de oradan çikmadigini, cennetine aldigi kisilerin de oradan çikmadigini söylüyor. (Tam 31 âyette)
Öyleyse cennete girecek olan insanlar, girecekleri yer cennet olduguna göre niçin cehenneme konsunlar? Cehenneme gidecek olan insanlar da, gidecekleri yer cehennem olduguna göre hiçbir zaman cennete gitmeleri söz konusu degil.
Öyleyse herkesin aklini basina toplamasi lâzim. Kur’ân-i Kerim’in Allah’in koydugu hükümleri 14 asirda insanlar tarafindan degistirilmis. Ve insanlar hurafelere inanir olmuslar. Iste bu hurafelerden bir tanesi de bu: “Biz Allah’a inaniyoruz öyleyse mü’miniz.” Hayir degilsiniz.
Allah’a inanan kisi mü’min olamaz. Mü’min olmanin birinci basamagindadir daha. Neye inanacak baska?
2-Allah’in kitaplarina
3-Allah’in resûllerine
4-Allah’in meleklerine
5-Basü badel mevte (kiyamet günü yeniden dirilecegimize)
6-Hayrin Allah’tan, serrin insanin nefsinden olduguna
7-Ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulasacagina, inanacak.
Bu yedi tane inancin sahibi olan kisi mü’min olabilir mi? Hayir olamaz. Kalbine îmân yazilinciya kadar, hiç kimsenin mü’min olmasi mümkün degildir. Kalpte 7 sartin olusmasi gerekir.
1-Allah ekinneti kalpten alacak
2-Yerine ihbat koyacak.
3-Kalbin nur kapisini Allah’a çevirecek.
4-Gögüsten kalbe nur yolu açacak..
5-Kalbin mührünü açacak.
6-Küfür kelimesini kalpten alacak.
7-Iman kelimesini kalbe yazacak.
Ancak kalbinize îmân yazildigi gün 3 vasif sarti gerçeklesir.
1-Nefs tezkiyesine baslarsiniz.
2-Ruhunuz Allah’a dogru yola çikar Sirat-i Müstakiym’e ulasir.
3-Fizik vücudunuz seytana kul olmaktan kurtulur, Allah’a kul olmaya baslar.
Üç tane sizi mü’min edecek vasif sarti biraraya gelir ve mü’min olursunuz. Yedi tane inancin ötesinde bu sartlarin sahibi olmak mecburiyetindesiniz mü’min olabilmek için.
Öyleyse mürsidine ulastigi an kisi bütün bu sartlarin sahibi olur. O kisi cennete girer mi? Elbette girer. Ama cehenneme atildiktan sonra bilmem kaç milyon sene orada ceza çektikten sonra degil. Derhal Allahû Tealâ onlari cennetine alacaktir.
Öyleyse cehenneme bir defa atilan bir bedbaht, oradan çikartilip da cennete gidecegini bosuna zannetmesin. Böyle bir imkân hiçbir zaman mevcut degildir, Kur’ân-i Kerim hükümlerine göre. Yüzlerce Kur’ân-i Kerim âyet-i kerimesi cennet ve cehennemden bahsediyor. Hepsini tek tek inceledik. Hiçbir âyet-i kerimede Allahû Tealâ, “Biz insanlari cehenneme attiktan sonra oradan çikartiriz da cennetimize aliriz.” demiyor. Tam aksine. “Cehenneme birini attik mi ebediyyen cehennemde kalir, cennete birini attik mi, o da ebediyyen cennette kalir.” diyor, 31 adet âyet-i kerime. Degisim asla söz konusu degildir.
Öyleyse yardimlar, farkliliklar buradan geliyor. Kiyâmet günü demek ki günah tartilarinizla sevap tartilariniz ortaya konulur. Hesaplariniz meydandadir. Sevaplariniz fazlaysa gideceginiz yer derhal cennettir, sonsuza kadar orada kalirsiniz. Peki günahlariniz dolayisiyla Allahû Tealâ sizi cezalandirmaz mi cehennemde? Hayir cezalandirmaz. Cennete gidecek olan hiç kimseyi Allah cehenneme atip da cezalandirmaz. Insanlar zannediyorlar ki bir insan ne kadar günah islerse o kadar cehenneme gider cezalanir, ne kadar sevap islerse o kadar da cennete gider mükâfatlanir. Böyle bir olay yok. Günahlari fazla olan, sevaplarina ragmen cehenneme gidecektir asla cennetin yüzünü göremeyecektir. Sevaplari fazla olan ise Allah tarafindan cennetine alinacak, asla cehenneme konmayacaktir günahlari dolayisiyla.
Peki günahlarinin cezasini hiç mi ödemez? Kat, kat öder. Kabir azabindaki 40 günlük süre içinde bir manevî azaba, cennete gidecek olanlar da mutlaka muhatap olurlar.
Ayrica bir kisi günah isleyince, daha günahi isler islemez ruhun nefse azabi var. Vicdan azabi. O kisiyi huzursuz eder. Ondan önce her günah isleyen kisi huzursuz olur, tipki hayir isleyen kisinin mutlu olusu gibi. Öyleyse kisiler manevî azaplara tâbî tutuluyor. Günah isleyen herkes, bu günahi isledikten sonra huzursuz olur. Ilk azabi budur. Arkadan ruhu nefsine azap eder. Ikinci huzursuzlugu budur. Arkadan ölümden sonra mutlaka kabir azabina tâbî tutulur, manevî bir azap. Üçüncü azabi budur. Sadece cehenneme gidenler dördüncü azaba (cehennem azabina) tâbî tutulurlar. Ama kisi cennete gidecekse görecegi 3 azap vardir her günahi sebebiyle. Ama bir kisi cennete alindiktan sonra orada ebediyyen kalir. Ve dikkat edin cennetin ve cehennemin insanlara tahsis edildigi gün, bu ayirimin kesin olarak degismez bir sekilde tatbik edildigi gün, kiyâmet günüdür. Kiyâmet günü insanlar ya cehenneme giderler ya da cennete giderler. Cehenneme giden sonsuza kadar cehennemde kalir, cennete giden de sonsuza kadar cennette kalir.
Allahû Tealâ’nin bu istikametteki sözleri kesindir. Insanlarsa bir hurafeye inaniyorlar. Cehenneme atilan kisiler oradan çikacaklar, mü’minlerse, yani kendilerini mü’min zannediyorlarsa oradan mutlaka cennete gidip sonsuza kadar cennette kalacaklardir. Sadece hakiki mü’minler için kiyâmet günü cennete gitmek vardir. Yoksa cehenneme bir süre girdikten sonra, cehennemde bir süre azap gördükten sonra hiç kimsenin ama hiç kimsenin cehennemden çikip da cennete gitmesi söz konusu degildir. Böyle bir husus Kur’ân-i Kerim’imizde yer almiyor. Ne yazik ki böyle bir yanlis, kitaplarda yazilmis ve insanlara kabul ettirilmis.
Oysa ki bütün kitaplarin sahibi Kur’ân-i Kerim’dir. Kur’ân-i Kerim’e ters düsen bütün kitaplarin hükmü bâtildir. “Keen lemyekündür.” “Yazilmamis” hükmündedir. Öyleyse insanlar, içinde bulundugumuz devirde Kur’ân-i Kerim’i ögrenmek mecburiyetindedirler. Ne, “Kur’ân-i Kerim’e ters düsüyor,” ne, “Kur’ân-i Kerim’e uygundur.” bunlari teker teker tahkik etmek mecburiyetindedirler. (Özellikle biz bunlari söyledikten sonra.)
Cennetin sonuçlariyla, cehennemin sonuçlari birbirinden tamamen ayrilir. Cehennem bir azap müessesesidir. Nedir azap? Islediginiz günahlarin karsiliginda size yapilan bir davranis biçimi. Cezanizin ödenmesi sadedinde size yapilan bir davranis biçimi. Cehennemdeki herkes huzursuzdur, azaptadir. Azapta olmak üzere cehenneme konmustur. Yaptiklarinin bedelini ödemek mecburiyetindedir herkes. Ilâhi adalet mutlaka tecelli edecektir ve insanlar eger günahlari sevaplarini asmissa, yani günahlari onlari kusatmissa, mutlaka cehenneme atilacaklardir ve oradan asla çikip da cennete gitmeleri mümkün degildir.
Ne yazik ki insanlar bu söylediklerimi arastirmak geregini duymuyorlar. Arastirip da halis niyetin sahibi olan herkes, söylediklerimizin ne kadar dogru oldugunu Kur’ân-i Kerim’den tahkik etmektedir. Ama bir kisim insanlar nefsleri sebebiyle, bir kisim insanlar da cahiliyetleri sebebiyle, söylediklerimizin dogru olmadigini zannetmektedirler. Ve seytanin, baska insanlara yazdirdigi “emaniye” adi verilen kitaplarin yazdiklarinin dogru oldugunu zannetmektedirler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor. “Benim hadislerim mutlaka birgün tartisilacaktir. Kur’ân-i Kerim’e bakin. Benim hiçbir davranisim Kur’ân-i Kerim’e aykiri olamaz. Hiçbir sözüm Kur’ân-i Kerim’e aykiri olamaz.”
Iste Kur’ân-i Kerim böyle söylüyor. Kiyâmet günü insanlarin sevaplariyla günahlari karsilastirilir. Günahlari fazla olanlar kiyâmet günü, cehenneme atilir ebediyyen cehennemde kalirlar. Sevaplari fazla olanlar da ayni gün, cehenneme ugradiktan sonra, (cehennemin muhtevasi gösterildikten sonra) ayni gün cehennemden alinir, cennete konulur ve sonsuza kadar cennette kalirlar. Oradan ayrilip da cehenneme gitmeleri mümkün degildir.
Öyleyse iki büyük yanlis mutlaka düzeltilmelidir.
Birinci büyük yanlis: Günahi olan kisi, günahi kadar cehennemde kalir. Ondan sonra cennete alinir. Sevabi kadar da cennette kalir, sözü yanlistir. Günahi olan kisinin, sevaplari günahlarindan fazlaysa hiç cehennem azabina duçar olmadan o kisi dogrudan Allah’in cennetine alinir. Bu sebeple yanlistir.
Ikinci büyük yanlis: Mü’min olmayi yalniz Allah’a inanmakla hudutlandirmak. Yukarida gördük ki mü’min olmanin 7 tane kalp sarti, 7 tane inanç sarti ve 3 tane vasif sarti var. Bu sebeple insanlarin, “Allah’a inanan herkes önce cehenneme gidecektir ama sonra mutlaka Allah’in cennetine gidecektir.” diye düsünmeleri büyük bir yanlistir.
Böyle düsünenler bakiyorlar simdi. “Ben Allah’a inaniyor muyum?” diye soruyor kisi kendisine. Samimi, inaniyor. “Inaniyorum, bana ne dendi? Allah’a inanan mü’mindir. Öyleyse ben mü’minim.” diyor. Iste âyet-i kerime, Mü’min Suresinin 40. âyet-i kerimesi: “Allah mü’min kullarini kadin olsun erkek olsun cennetine alacak, ebediyyen riziklandiracaktir, hesapsiz riziklandiracaktir” diyor. Öyleyse diyor, ben mü’min olduguma göre mutlaka neticede cennete gidecegim. Iyi ama ben Allah’in yasak ettigi fiilleri isliyorum. Her türlü günahlari isliyorum, Allah’a ibadet de etmiyorum, Allah’in emirlerini yerine getirmiyorum. “O zaman ben nasil cennete gidecegim.” diye düsünüyor samimiyetle kisi. “Aaa diyor tamam anladim. Ne kadar günahim varsa Allah beni cehennemine o kadar koyacak, bir süre cehenneminde birakacak. Ondan sonra da alacak cehenneminden cennetine atacak. Beni de... Yasasin!”
Iste bu, seytanin bir tuzagidir. Bakiniz bugün reenkarnasyon denilen sisteme inananlari seytan nasil tavlamis. Diyor ki, “Hersey tekâmül eder, ruh da tekâmül eder. Ruhlar devamli baska baska vücutlarda dolasarak tekâmül eder. Halbuki bir ruh bir defa bir tek vücutta yasar, bir daha baska bir vücutta dünyaya gelmesi söz konusu degildir. Iblis diyor ki, ruhlar da tekâmül eder vücutlarda. Binlerce vücutta tekâmül eden ruhun neticede tekâmülü tamamlanir. Bir gün bütün ruhlarin tekâmülü tamamlanacaktir. Allah o zaman kiyâmeti kopartacaktir ve herkes tekâmülünü tamamladigi için herkesi cennetine alacak, cehenneme kimseyi koymayacaktir.”
Iblis bu zavalli insanlara bunlari inandirmis. Halbuki Araf Suresinin 169. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki;
Biz cehennemi insanlarin ve cinlerin çogu için yarattik.
Ne demek bu? Her 1000 kisiden en az 501 kisi cehenneme gidecek. En az 501 kisi cehennem, en çok 499 kisi cennet. Öyleyse insanlarin çogu için yaratilmis cehennem.
Öyleyse cehennem var mi? Allah’in evliyasina sorun ki size anlatsinlar. Kur’ân-i Kerim’e sorun ki size söylesin. Yüzlerce âyet-i kerime cennetten veya cehennemden bahsediyor. Öyleyse insanlarin çogu cehenneme gidecekse, hangi saf inanir ki seytanin bu safsatasina. Ama inanan profesörler bile var.
Bu inanan insanlar, reenkarnasyona inaniyorlar, insan ruhunun defaatle vücut degistirdigini ve devamli tekâmül ettigini, neticede tekâmülün devam edecegini. Ve tekâmülün sonunda da herkesin cennete gidecegine bu insanlar inanmis durumdalar. Yani Kur’ân-i Kerim’e açik ve kesin bir sekilde ters düsüyorlar. Kur’ân-i Kerim hükümlerini ihlâl ediyorlar.
Öyleyse Allahû Tealâ niçin Kur’ân-i Kerim’i son kitap olarak indirmis de, o kitaptaki muhtevayi sonsuza kadar bakî kilmis? Çünkü orada diyor ki, “Bu kitabi Biz indirdik, O’nun muhafizi da Biziz.” Ve kiyâmete kadar Kur’ân-i Kerim hükümlerini hep devam ettirecektir.
Öyleyse Allahû Tealâ’nin söylediklerine dikkatle bakin. Bu söyledikleri, bir büyük gerçektir ki, hurafeleri Allahû Tealâ yok ediyor. Nedir hurafe? Insanlarin, kitaplari tahrif etmek suretiyle, kendi yazdiklari kitaplari, sözleri insanlara yutturmalaridir.
Iste Allahû Tealâ Kur’ân-i Kerim’i indirmis ki, kiyâmete kadar duracak olan bu kitapta, o kitaba aykiri hiçbir sey geçerli olamaz. Iste söyledigim bu hususlar, Kur’ân-i Kerim’e açik ve kesin bir sekilde aykiridir. Kur’ân-i Kerim hükümlerine ters düsmektedir.
Öyleyse Kur’ân-i Kerim’in gerçeklerine dikkatle bakin ki, yanlislarla avunan insanlar, hele bu yanlislari baskalarini da aldatiyorsa, ögretmek durumundalarsa, hele bu hakikatler kendilerine bizim tarafimizdan söylendikten sonra ayni sekilde devam ediyorlarsa, iste bu insanlar omuzlarina büyük veballer aliyorlar. Sadece kendi günahlarindan degil, onlarin da günahlarindan azap çekmeleri söz konusudur.
Öyleyse Allahû Tealâ’nin indinde bir cennet olayi var, bir de cehennem olayi var. Ve insanlar, serbest iradeleriyle ya kendilerini cennete ulastiracak olan yolu seçiyorlar. Bunun için Allah’a ulasmayi dilemeleri kâfi. Arkadan gelenler onlari mutlaka oraya ulastirir. Veya kendilerini cehenneme götürecek olan yolu seçiyorlar.
Kim Allah’in irsad yolunu seçerse, o kisi mutlaka Allah’in cennetine ehil olacaktir.
Hepinizin cennet saadetine ulasmasini ve dünya saadetine ulasmasini Allahû Tealâ’dan dileyerek, bu yazimizi burada insaallah tamamlamak istiyoruz.
Dualarimizla.


3
DİNİ BİLGİLER / KALU BELA GÜNÜNÜN SIRRI
« : Mayıs 10, 2009, 11:36:10 ÖÖ »
KALU BELA GÜNÜNÜN SIRRI

İslâm, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan için hayat dinidir. Hayat dini olan İslâm’ın, insanlara vermek istediği sadece saadet ve huzurdur. Bizi yaratan Allah’ın, biz insanlar için seçtiği İslâm dinine baktığımız zaman, sadece teslimiyeti görürüz.
İslâm; sin, lâm ve mim harflerinden müteşekkil, silm kökünden türeyen bir kelimedir.
İslâm’ın iki temel manası vardır. Birincisi teslim, ikincisi bu teslimlerin sonucunda Allah’ın insanlar için dilediği ahiret saadetine ve dünya saadetine ulaşmaktır.
Allahû Tealâ’nın eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insana baktığımız zaman, insanın Allah tarafından üç emanetle yaratıldığını görüyoruz. Hayat kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’in Hicr Suresinin 26. âyet-i kerimesinde;
"Ve lekad halaknel’insâne min salsâlin min hamein mesnûn"
Salsalin denilen kuru bir topraktan ve şekillenir bir balçıktan biz insanı (bir fizik bedenle yarattık) halkettik.
İnsan, şu zahiri aleme ait olan bir fizik bedenle yaratılmıştır.
Allahû Tealâ Şems Suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde;
"Ve nefsin ve mâ sevvâhâ"
Biz insanı bir nefsle dizayn ettik, buyuruyor.
İnsan, berzah alemine ait olan bir de nefsin sahibidir. Zahiri aleme ait olan fizik beden, Berzah alemine ait olan nefse ilâveten, Allah Secde Suresinin 9’uncu âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor;
"Ve nefeha fiyhi min rûhihi."
Biz insana ruhumuzdan üfürdük.
İşte İslâm dininin, teslim dininin muhatabı olan ve eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan üç emanet, serbest irade ve aklın standartları içerisinde yaratılmış.
Allahû Tealâ’nın insan için seçtiği İslâm dininden muradı, İslâmla insanın ahiret saadetine ve dünya saadetine ulaşmasıdır. Allah, zamandan münezzehtir, Allah mekândan münezzehtir. Zaman ve mekâna bağlı olan insanın, Allah’a bir fayda vermesi nasıl mümkün değilse, Allah’a zarar vermesi de mümkün değildir. O halde Yüce Rabbimiz eşref-i mahlûkat olarak yarattığı ve en çok sevdiği insanın kesinlikle mutlu olmasını istiyor.
İnsan üç tane emanetle yaratılmış en şerefli varlıktır. Dünya hayatını yaşarken Allah’ın zatına ulaşma yetkisi sadece insana verilmiştir. Bu açıdan da insan en şerefli varlıktır. Ve secde olayı ki, secde sadece Allah’a yapılır. Allahû Tealâ’nın yarattığı mahlûkat içerisinde, Allah’a en yakın olan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan varlığın insan olduğunu ispat sadedinde Allah Ademi, insanı yaratıyor ve huzurundaki meleklere ve cinlere: "Ona secde edin," emrini veriyor. Bu secde olayı meleklerin ve cinlerin insana secde etmesi emrinin Allah’tan gelmesi, insanın mahlûkat içerisinde de en şerefli olduğunun bir başka teyididir.
Allahû Tealâ Bakara Suresinin 29’uncu âyet-i kerimesinde;
"Hüvelleziy halaka leküm ma fiyl’ardı cemiy’an."
Ey insanlar! Yeryüzünde canlı ve cansız neyi yarattıysam, hepsini sizin için yarattım.
Yeryüzünde yaratılanlar, kâinat dizaynı içerisinde belki bir toz zerresi. Acaba Allah kâinatın bütününü kim için yarattı? Rabbimiz, bu sualin cevabını da Casiye Suresinin 13’üncü âyet-i kerimesiyle bize veriyor.
"Ve sehhare leküm mâ fiyssemâvâti ve mâ fiyl’ardı cemiy’an minh,"
Göklerde ve yerlerde ve bunun arasında yarattığımız canlı ve cansız herşeyi insanın emrine musahhar kıldık.
O halde bu iki âyet-i kerimeden bir sonuca ulaşıyoruz. Allah, kâinatı insan için yaratmışsa, en çok insanı seviyor ve en sevdiği varlık olan insan için Allah’ın bir tek isteği var; insanların saadeti ve insanların huzuru... 
Allah’ın biz insanlar için dilediği mutluluksa, acaba insanlar neyin peşinden koşuyor? Evet,  bu suali kendinize sorarsanız, bu suali bütün insanlara sorarsanız, alacağınız bir tek cevap var: Bütün insanlar da huzur ve saadetin peşinden koşuyorlar. Eğer bütün insanlar huzur ve saadeti arıyorsa, eğer Allah da bütün insanlar için, şartlar ne olursa olsun, huzur ve saadeti istiyorsa neden acaba bugün insanlar huzursuz ve mutsuz? İşte bu sualin cevabını bu yazımızda size vermek istiyorum.
Müslüman demek, Allah’a teslim olan kişi demektir. Halk arasında "Ne zamandan beri müslümansınız?" dendiğinde bizim cevabımız "kalubelâ gününden beri" dir. Nedir bu "kalubelâ" günü veya bir başka adıyla "Elestübi rabbiküm günü?"
Allahû Tealâ Araf Suresinin 172. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor;
"Ve iz ehaze rabbüke min beniy âdeme min zuhûrihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim, elestü birabbiküm, kaâlû belâ, şehidnâ, en tekuûlû yevmelkıyâmeti innâ künnâ an hâzâ gaâfiliyn."
Allahû Tealâ Adem (A.S)’ın zahrında onun bütün zürriyetini yaratıyor. Kadın olsun, erkek olsun herkesi huzurunda üç ceset olarak topluyor. Ve onlara şöyle sesleniyor: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Hepimiz, kadın olsun erkek olsun "kalubelâ" diyoruz. Evet şahit olduk. Bu, kıyamet günü "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Allahû Tealâ Maide Suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde bizden ikinci bir şey daha istiyor. Yani kalubelâ gününün devamı Maide suresinin 7. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
"Vezkürû ni’metallahi aleyküm ve miysâkahülleziy ve esekaküm bihî iz kültüm semi’na ve eta’nâ."
Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ve misaklerinizi de hatırlayın. "İşittik ve itaat ettik." demiştiniz.
Araf 172’yle Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesi arasında ilişki Araf 172’de üzerimize şahit olanlar, Maide suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde nimet olarak ifade edilmiştir. Allahû Tealâ: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği zaman hepimiz "kalubelâ" diyoruz. Öyleyse "Bana yeminler verin, sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz "semina" işittik, diyoruz. "Öyleyse itaat edin" buyuruyor.
Üç emanetle yaratılan Adem (A.S)’ın zürriyeti kadın-erkek bütün insanlar, ruhen Allah’a misak veriyorlar. Fizik beden olarak, Allah’a ahd veriyorlar ve nefs olarak, Allah’a yemin veriyorlar.
Allah ruhumuzdan aldığı misak, fizik bedenimizden almış olduğu ahd, nefsimizden almış olduğu yeminle, bizi kendisine bağlıyor. Adem (A.S)’ın zürriyeti içerisinde irşada memur ve mezun kılınan kişileri de o gün Allah, üzerimize şahit kılıyor ve o şahitler de "şehidna" diyorlar.
İçinde yaşadığımız zahirî âlemle alâkalı bir misal vermek istiyorum, bu misali vermemin sebebi, bu meseleyi daha basite indirgemek, daha anlaşılır hale getirmek içindir. Diyelim ki, siz bir kişiyi bir yere davet ediyorsunuz.
- Gelir misin? diyorsunuz. O da:
- Gelirim, diyor. Ama gelmesini kesinleştirmek için siz diyorsunuz ki:
- Bana söz ver. O da:
- Söz, mutlaka geleceğim, diyor. Onunla beraber olan bir arkadaşı daha var. Ona da diyorsunuz ki:
-Bak, ben onu davet ettim ve bana söz verdi, sen de şahit ol!..
İşte "kalubelâ" günü de böyle bir dizayn içerisinde gerçekleşiyor. Allah evvel emirde hepimizi Adem (A.S)’ın zahrında yaratmış ve hepimize "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuş. Hepimizin bu suale cevabı "belâ".
Allah’ın teslim dinini yaşamamız için, bizler için aldığı ikinci tedbir "Öyleyse bana yeminler verin, sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz "işittik". "Öyleyse itaat edin ve yeminlerinizi verin bakalım! diyor.
Niye bir tek yemin değil de üç tane yemin? Çünkü, Allah bütün insanları üç tane vücutla yaratmış: Ruhumuzdan Allah misak almış, fizik bedenimizden Allah ahd almış ve nefsimizden Allah yemin almış. Üçünün de yemin anlamına gelmesi sebebiyle yeminler diyor. Madem ki üç vücut bize aittir ve madem ki üçü de yemindir; bir tek yemin yeter, diyebilirsiniz ama Allahû Tealâ’nın bize bahşettiği bu vücutların iç yapısına baktığımız zaman ait olduğu alemlerin farklılığı sebebiyle iç dünyaları birbirinden farklı.
Ruhumuz tamamen nurdan yaratılmış, ruhumuzun iç yapısında 19 tane haslet var; ilim, cömertlik, ketumiyet, edep, kanaat, itaat, meziyetler, sevgi, tevazu, iman, ihlas, şükür, sekinet, vefa, sabır, doğruluk, hakikat ve adalet. 19 tane hasletle mücehhez tamamen nurdan yaratılan ruhu Allah, tekamülün en üst noktasında ahsen standartlar içerisinde yaratmış. Ahsen olmak, Arapça bir kelime olup iki manaya gelir.
Birinci manası, "çok güzel". O halde Allah’ın yarattığı mahlûkatın içerisinde en güzel olan insan ruhudur. Allah insan ruhundan daha güzel bir şey yaratmadı.
İkinci manası ise Allahû Tealâ’nın "yap" dediği emirleri %100 yapabilen ve yasak ettiği hiç bir fiili de yapmayan bir yapıya sahip olmasıdır. İşte ruh ahsen standartlar içerisinde yaratıldığı için bu iki özelliğin sahibidir. Hem çok güzeldir, hem de kesinlikle başlangıç noktasında Allah’ın bütün emir ve nehiylerine uyabilen, itaat edebilen bir yapının sahibidir.
İşte Allah böylesi standart içerisinde ruhu bize üfürmüş ve ruhtan bu sebeple aldığı misakin muhtevası; dünya hayatında ruhumuzun Allah’a ulaşmasıdır. Çünkü, insan ruhunun Allah’tan başka bir talebi yok. Tekamülün en üst noktasında yaratılmış olan ruha, dünyayı versen, zaten dünyanın fevkinde yaratılmış. Tekamülün en üst noktasında yaratılan ruha, cenneti versen, zaten cennetin fevkinde yaratılmış. Herşeyin fevkinde yaratılan insan ruhunun sadece ve sadece bir tek dileği var; Allah’a ulaşmayı diliyor, tek talebi Allah’a ulaşmayı gerçekleştirmek. İşte bu sebeple insan ruhunun Allah’a verdiği misakın muhtevası, dünya hayatında Allah’a ulaşmaktır.
Fizik bedenimiz bu zahirî aleme aittir. Fizik bedenimiz, et ve kemikten yapılma, iç organlarla mücehhez, beyinle kaim, aklın kumandasında çalışan beş duyu organıyla dizayn edilen bir yapıya sahiptir. Başlangıç noktasında bütün insanlar nefs-i emmarede ve nefs-i emmarede olan bir insanın her olayda nefsin aklı ikna etmesi hasebiyle aklın fizik bedene vermiş olduğu emir, şer emirdir ve kişi şer işliyor. İşte bu özelliği sebebiyle başlangıç noktasında insan, şeytana kul durumunda. Allah’ın emrettiğini yerine getirdiği zaman, o noktada Allah’a kulluk etmektedir. Bu sebeple fizik bedenin Allah’a verdiği ahdin muhtevasında: "Yarabbim, şeytana kul olmayacağım mutlaka Sana kul olacağım" var. O halde fizik bedenin tek gayesi nedir? Tek gayesi kesinlikle Allah’a kul olmaktır.
Nefsimizin Allah’a verdiği yemin ise, nefsin iç yapısına uygundur; 7 kademede tezkiye olmaktır, temizlenmektir, arınmaktır. Acaba nefs, bu yemini neden böyle veriyor. Çünkü, nefsin manevî kalbinde 19 tane hastalık vardır. Cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, içki, kumar, fal okları, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm. Yapısındaki bu 19 tane hastalık sebebiyle nefs tamamen karanlıklardan müteşekkil. Bu nedenle Allah’ın nefsten aldığı yemin "Yarabbim, 7 kademede tezkiye olacağım" şeklindedir.
İşte nefsin Allah’a verdiği  yemin bu 19 tane kapıyı kontrol altına almak, talepleri %51 azaltmak, yani nefsi 7 kademede tezkiye etmek.
 Kim misak, ahd ve yemini yerine getirirse onun ahiret hayatında yeri cennettir. Kim de bunları yerine getirmezse onun ahiret hayatında gideceği yer cehennemdir. Bunun Kur’ân-ı Kerim’deki delilleri; işte  Fecr Suresinin 27, 28 ve 29’uncu âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"Yâ eyyetühennefsülmutmainne irci’ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh fedhuliy fiy ibâdiy vedhuliy cennetiy."
Ey mutmain olan nefs! Sen Rabbinden razı ve Rabbin senden razı olarak Rabbine dön! Ey fizik beden! Sen de bana kul ol ve cennetime gir.
Bu âyetten anlıyoruz ki kişi kesinlikle nefs-i emmareyi aşmış, nefs-i levvameyi aşmış, nefs-i mülhimeyi aşmış ve mutmain olmuş. Allah mutmain olan bu kişiye sesleniyor: "Sen mutmain oldun şimdi zikrini daha artır, Rabbinden razı ol. Rabbinden razı olan kişiye de Allah "Ey benden razı olan kulum, Ben de senden razıyım" diyor ve Allahû Tealâ "Tezkiye ol!" emrini veriyor.
Allah kulun sözüne bakmaz, Allah kulun malına bakmaz, Allah kulun şekline bakmaz; Allah daima kulun kalbine bakar. Kulun kalbî talebi neyse Allah’ın da o kul için talebi odur.
Kalbinde Allah’ın zikri varsa Allah da:
"Vezkûri niy ezkürtüm."
Beni zikret, ben de seni zikrediyorum, diyor.
O halde bizi yaratan Allah’ın biz insanlar için dileği tamamen kalbî taleplerimizle orantılı. Taleplerimiz iki şekilde olabilir:
1- Kalbî taleplerimiz ruhanî olabilir.
2- Kalbî taleplerimiz nefsanî olabilir.
Kalbî taleplerimizin ruhanî olması halinde, Allah bizim için ruhanî talepte bulunur. Kalbî taleplerimizin nefsanî olması halinde, Allahû Tealâ yardımını çekiyor ve orada bizi nefsimizle başbaşa bırakıyor. 
O halde her daim Rabbimizle beraber olmak istiyorsak, her zaman kalbî talebimizin, ruhun talebi olması gerekiyor.
Kalubelâ günü bununla bitiyor mu? Hayır! Üçüncü tedbir: "Eşhedehüm alâ enfüsehim"
Onları sizin üzerinize şahid kıldım.
O halde bu şahidler kimlerdir?      Bu şahitler de bu dünya hayatında Allahû Tealâ’nın tâbî olmamızı istediği mürşidlerdir. Allah bu dünya hayatında mutlaka mürşidimize tâbî olmamızı istiyor.
İşte Allahû Tealâ’nın nefsten istediği tezkiye olma olayı 7 kademede gerçekleşiyor:  Nefs emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye ve marziye kademesine ulaştığı zaman tezkiye kademelerine paralel olarak ruhumuz da, 7 gök katında seyr-i sülûku gerçekleştirerek Allah’a ulaşıyor. Nefs tezkiye olup, ruh da Allah’a ulaşınca fizik beden de Allah’a kul olmuş oluyor. İşte Fecr Suresinin 27, 28 ve 29’uncu âyet-i kerimelerinde:
Cennetime gir, emri veriliyor.
"Yâ eyyetühennefsülmutmainne irci’ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh fedhuliy fiy ibâdiy vedhuliy cennetiy."
O halde görülüyor ki Allahû Tealâ kalubelâ gününde bunları boşuna bizden almamış; misaki bizden almakla, ruhumuzu Kendisine ulaştırmak istiyor. Ahdi bizden almakla, fizik bedenimizin Allah’a kul olmasını istiyor. Ve yemini bizden almakla bizi ahiret hayatında cennete almak istiyor.
O zaman misak, ahd ve yemini yerine getirenler, ruhlarını Allah’a ulaştırıp Allah’a kul oluyor ve cennete gidiyorlarsa, kim misakini yerine getirmezse ruhu Allah’a ulaşamaz. Hayatta kim ahdini yerine getirmezse, şeytana kul olmaktan kurtulamaz ve kim yeminini yerine getirmezse, asla cennete gitmez!
Al-i İmran Suresinin 77’nci âyet-i kerimesinde Allah şöyle buyuruyor:
"İnnelleziyne yeşterûne bi’ahdillahi ve eymânihim semenen kaliylen ulâike lâ halâka lehüm fiyl’âhireti ve lâ yükellimühümullahü ve lâ yanzuru ileyhim yevmelikıyâmeti ve lâ yüzekkiyhim ve lehüm azâbün eliym."
İnnelleziyne: Onlar ki,
Yeşterûne: Satın alırlar
Bi’ahdillahi ve eymânihim: Ahd ve yeminleriyle,
Semenen kaliylen: Az bir dünyalık satın alırlar.
Ulâike lâ halâka lehüm fiyl’âhireti: Bunların ahirette nasibi yok, o kişi ahirette cennete giremez.
Ve lâ yükellimühümullahü: Allah bu kişiyle konuşmaz, ruhunu (hayatta iken) Allah’a ulaştırmaz,
Ve lâ yanzuru ileyhim yevmelikıyâmeti: Kıyamet gününde de Allah bu kişiye bakmaz.
O zaman,
Ve lâ yüzekkiyhim: Allah onun nefsini tezkiye etmez,
Ve lehüm azâbün eliym:  Nefsini tezkiye etmediği için, o kişi elim bir azabın içindedir.
Nefsini tezkiye etmemesinin sebebi, yeminini saptırdığı içindir. Kıyamet gününde Allah’ın kendisine bakmamasının sebebi kendisinden almış olduğu ahdi nakzetmesinden dolayıdır.
Ve lâ yükellimühümullahü, Allahû Tealâ’nın kendisiyle konuşmaması, irci’ıy emrine icabet etmemesi sebebiyledir.
O halde görülüyor ki, insan hayatında kalubelâ gününün çok ama çok önemli bir yeri var. Halk arasında: "Ne zamandan beri müslümansınız, ne zamandan beri Allah’a teslimsiniz?" sorusuna bizim "kalubelâ" cevabını vermemiz boşuna değil. Kalubelâ gününde Allah’a teslim olmuşuz, kalubelâ gününde "Sen bizim Rabbimizsin" demişiz. Kalubelâ gününde misakle Allah’a bağlanmışız, ahd ile Allah’a bağlanmışız, yeminle Allah’a bağlanmışız ve kalubelâ gününde mürşidi üzerimizde Allah şahid tayin etmiş. Sadece ve sadece kalubelâ gününde bu olayların dünya hayatında tarafımızdan yaşanması istenmiştir.
 Kul ile Allah arasındaki ilişkiye baktığımız zaman 28 basamaktan oluşuyor. Kul ile Allah arasındaki ilişkilerden 28 basamağın ilk 21’i bizim misak, ahd ve yeminlerimizle alâkalı. O halde bu 21 basamağı gerçekleştirmemiz için acaba ne yapmalıyız? Allahû Tealâ’nın üzerimize şahit tayin ettiği ve bu dünya hayatında tâbî olmamızı istediği mürşid, âyet-i kerimelerle misakımızı bize hatırlatır.
Misakin muhtevası, Allah’a dünya hayatında ulaşmak. Çünkü ruh tekamülün en üst noktasında yaratılmış, dünyanın fevkindedir ve cennetin fevkindedir. Herşeyin fevkinde yaratılan insan ruhunun talebi, sadece Allah’ı dilemektir ve Allah’a ulaşmaktır. O halde Allahû Tealâ bu istikamette etrafımızda olayları vücuda getiriyor. Dış dünyamızda Allahû Tealâ olayları öyle yaşattırıyor ki, bizlerin bu mesajı idrak edebilmesi için. İçimizden ruh vasıtasıyla, Allah’a ulaşma talebi geliyor; dışımızdan yaşadığımız olaylarla Allah’a ulaşma talebini Allah ulaştırıyor. Sonunda aklımız bir karar veriyor; içten ruhun talebine uyan, dıştan Allah’ın mesajlarını gerçekleştiren insan aklı, üçüncü basamakta Allah’a ulaşmayı dilediği zaman Allah da; "Ben de seni kendime ulaştırmayı diliyorum" diyor. İşte Resulullah’ın hadis-i şerifi:
 "Men habbebe likaallahi habbeballahü likai: Kim dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilerse Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı diler."
O halde bu daveti âyet-i kerimelerle bize ulaştıran Allah’ın şahiti mürşid. Bu talebi dileyen bizleriz ama bu dileği gerçekleştirmemiz için Allah’ın yardımı  gerekiyor:
99 tane esmanın sahibi Allah "Er Rahim" esmasıyla üzerimize tecelli ediyor. Ve bizdeki, nefsimizdeki hicaben mesture denilen perdeyi kaldırıyor. Kulaklarımızdaki vakra denilen engeli kaldırıyor. Kalbimizde ekinnet denilen perdeyi kaldırıyor. Allahû Tealâ’nın her Allah’a ulaşmayı kalben dileyen kişiden bu 3 engeli kaldırması o kişiyi amenu kılıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın hitabı amenu olanlaradır:
"Ya eyyühelleziyne amenû" yani;
Allah, siz amenu olduğunuz zaman  sizinle konuşur.
  Eğer Al–i İmran Suresinin 77’nci âyet-i kerimesinde:
"Allah onlarla konuşmaz." diyorsa bu kişiler amenu olmamışlardır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de amenu olan insanla konuşuyor.
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlerle konuşmuyor. Kâfirlerle konuşmadığını nereden biliyoruz?
Allahû Tealâ Kâfirûn Suresinde doğrudan doğruya "Yâ eyyühel kafirûn" demiyor;
"Kul yâ eyyühelkafirûn" bir vasıtayla onlara hitap ediyor. Bu vasıta resuldür 
İşte bu açıdan amenu olmak gerçekten bir dönüm noktası... Amenu olmanız ve ilk 7 basamağı geçebilmeniz için ruhun talebine uymanız lâzım.
İkinci 7’li basamağı geçmeniz için kesinlikle Allahû Tealâ’nın sizden almış olduğu ahdi yerine getirmeniz lâzım. Ahdin muhtevası şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmanız ama bu, Allah’ın tayin ettiği mürşid olmadan gerçekleşemez! İşte o zaman Allah’a ulaşmanın bir vesilesi olan mürşide ulaşmayı dilediğimiz an mutlaka Allahû Tealâ bu basamakları sizin için gerçekleştiriyor. Evvela Allahû Tealâ’nın mürşidi âyet-i kerimeleri size okumak suretiyle bu talebi yapmanızı gerçekleştiriyor. Yani talep bizden, talebin oluşmasını gerçekleştiren himmet mürşidden, sonuçları tahakkuk ettiren yardım Allah’tan.
Bizim mürşidi talep etmemiz için, evvela bu konuda, bizi ikna etmeye çalışıyor, ilgili âyetleri tilavet ediyor. Maide 35’de:
"Vebteguû ileyhilvesiylete.."
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o vesileyi istesin, arasın!
Cin 14’de:
"Femen esleme feülâike teharrev reşedâ"
Kim teslim olmayı dilerse mürşidini arasın ve,
Nahl 9:
"Ve alallahi kasdüssebiyli ve minhâ cair, ve lev şâe lehedâküm ecma’ıyn"
Allah’a giden yolun tayini Allah’a aittir.
O halde kesinlikle Allah’a ulaşmak, Allah’a teslim olmak, Allah’a yaklaşmak ve Allahû Tealâ’nın yolunda olmak mutlaka bir mürşidle tahakkuk ediyor. İşte bu sebeple kişi:
"Rabbim, ben sana ulaşmayı diliyorum ama sana ulaşabilmem için herşeyden evvel sana ulaşmış olan mürşide tâbî olmam lâzım. Beni sana ulaştıracak mürşidi hacet namazıyla ben senden istiyorum." dilediğinde bulunuyor.
Görülüyor ki, evvela mürşid devreye giriyor, bizde bu talebi oluşturuyor. Mürşidin himmeti, bizim talebimiz, gayretimiz ve sonuçta Allah’ın nusreti...  Allahû Tealâ’nın nusreti nasıl geliyor?
Allah mürşid talebinde bulunan kişinin kalbine hidayeti koyuyor. (Tegabün 11); Allah o kalbi kendisine çeviriyor (Kaf 33), Allah o kalbe giden rahmetin yolunu açıyor (En’am 125), Allah o kalbe açılan yoldan nurunu gönderiyor (Zümer 22), ve Allahû Tealâ ulaşan nurla o kalbi huşuya ulaştırıyor. (Hadid 16).
Huşu sahibi olan kişi Bakara 45’e göre hacet namazı kılarsa Allah ona mürşid gösteriyor. (Bakara 45) ve kişi gidip o mürşide intisap ediyor. (Furkan 70) Onun önünde tövbe ediyor.
Bundan sonra kesinlikle sizin, nefsinizi tezkiye etmeniz lâzım, hep vasıta emirleri yerine getirmeniz lâzım. Vasıta emirleri yerine getirdiğiniz zaman, mürşide tâbî olduğunuz zaman Allah’tan 7 hediye alırsınız.
Birinci hediye; mürşidin ruhu başınızın üzerine gelir yerleşir. (Mümin 15)
İkinci hediye; o güne kadar işlemiş olduğunuz bütün seyyiatleri Allah hasenata tebdil eder. (Furkan 70) 
Üçüncü hediye; Allah kalbinize imanı yazar. (Mücadele 22)
Dördüncü hediye; mürşidin ruhu başınızın üzerine koruyucu bir fanus olarak gelip yerleşir. Allahû Tealâ Mücadele 22’de belirtiyor. Ve,
Beşinci hediye; Mümin 40’a göre ıslah edici amellere başlarsınız.
Islah edici amellere Allah’ın yardımı 1’e 700 (Bakara 261), ve altıncı hediye; o günden itibaren Allah’ın ismi kalbinizde tekrar eder. Çünkü yedi tane kalp şartının sahibi olduğunuzdan artık zikretmeye başlarsınız. Zikirle birlikte kalbinize rahmet, zikirle birlikte kalbinize fazl ve zikirle birlikte kalbinize salavat gelir, yerleşir. Ve nefs tezkiyesine başlarsınız ve,
Yedinci hediye; ruhunuz sizden ayrılır, Sırat-ı Müstakiym’e ulaşır.
İşte bu 7 hediyeyi Allah’tan alan siz, kesinlikle nefs tezkiyesine başlıyorsunuz. Yegâne anahtar zikirdir ama vasıta emirler: Namaz, oruç, zekât, hac... Bütün bunların hepsi gereklidir.
Bu zikri yaptığınız zaman, emmareyi geçersiniz kalbinizdeki nur oranı %7 artar; levvameyi geçersiniz kalbinizdeki nur oranı %7 artar; mülhimede %7, mutmainnede %7, raziyede %7, marziyede %7 ve tezkiyede %7. Kalbinize, tezkiyeye ulaştığınız zaman %49 nur ulaşır, %2 nur da huşudan vardı, %51. Karanlıklar %49. Karanlıklar şeytanın askerlerini, nurlar Allah’ın askerlerini oluştursun. Kalpte iki ordu çarpışma halinde. Allah’ın askerleri şeytanın askerlerini mağlup ettiği zaman, (artık bu noktadan itibaren) siz galip durumdasınız. Ve siz nefsinizi 7 kademede kontrol altına aldınız. Yemini yerine getirdiniz. Yemini yerine getirmeniz hasebiyle siz Allah’a kul oldunuz. Kul olmanız hasebiyle siz ruhunuzu Allah’a ulaştırdınız ve misak, ahd ve yemininizi yerine getirmenin bir sonucu olarak Allah sizi cennetle mükâfatlandırır. "Vedhuliy cennetiy" Fecr Suresinin 30’uncu âyet-i kerimesi.
O halde bu, sizin ahiret saadetine ulaşmanız demektir.
Allah sizden sadece bütün zaman, mekân parçalarında mutlu olmanızı istiyor. Ahiret hayatında cennete gitmenizi isteyen Allah, dünyada da cenneti yaşamanızı istiyor. Dünyada cenneti yaşayabilmeniz için bundan öteye nefsinizi tasfiye etmeniz lâzım. Dünyada cenneti yaşayabilmek ahirette cennete gitmekle kaimdir. Ahirette cennete gidemeyen bir insanın dünyada cenneti yaşayabilmesi mümkün değil! İşte, kalubelâ gününün gerçek manası budur.
Dileyen herkesin Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın âyet-i kerimelerle en önde bize açıkladığı kalubelâ gününün sırrına ulaşması ve onu yaşaması dileğiyle.
Allah hepinizden razı olsun.


4
DİNİ BİLGİLER / SOHBET : KIYAMET
« : Mayıs 10, 2009, 11:32:36 ÖÖ »
KIYAMET


Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha birlikteyiz.
Bir gün kıyâmet mutlaka kopacaktır. Kıyâmet konusunu işleyebilmek için evvelâ yaradılıştan başlamamız lâzım.
Evvelce sadece Allah vardı. Zamandan evvel de Allah vardı. Zaman bir mahlûktur. Zaman, harekete bağlı olan bir kavramdır, görecelidir yani izafîdir.
Geçmişten geleceğe doğru uzayan zaman, tek noktadan kâinatı oluşturacak olan sistemlerin enerji partiküllerinin hareketiyle başlamıştır. bu parçacıkların oluşturduğu gezegenlerin, kendi etraflarındaki spinlerin ve güneş hareketi varolduğu sürece devam edecektir.
Allahû Tealâ zaman adı verilen faktörü durdurmamak için büyük patlamayı başlamıştır. Allahû Tealâ buyuruyor:
21/ENBİYA-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhumâ, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
O inkâr edenler (kâfirler) görmüyorlar mı ki; (başlangıçta) muhakkak ki göklerle yer birbiriyle bitişik iken, bir iken (bir tek noktayı oluştururken) Biz, onları fetkettik (mekânlarından kopardık ve dağıttık). Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

Kâinatın yaratılması ve zaman konusunda birçok faktör Kur’ân-ı Kerim’de yerini almıştır ve bugünün ilmine kesin şekilde ışık tutmaktadır. Sonsuz hızlı bir hareketle kâinat kadar ağır bir nokta, Allahû Tealâ tarafından patlatılıyor. Bu öyle bir noktaki bütün uzayları alınmıştır. Geride sadece kütlesi kâinat kadar olan ama bir noktaya sığmış bir sistem oluşmuştur. Bu, zamanın başlamasıdır. Kıyâmet ise zamanın sona ermesidir.
Allahû Tealâ yaratma kanununu hünnes ve künnes esaslarına bağlamıştır:

81/TEKVİR-15: Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi).
Bundan sonra hayır, hunnese (merkezî çekim kuvvetine) yemin ederim.
81/TEKVİR-16: El cevâril kunnes(kunnesi).
Cevâlan edene (merkezî çekim kuvvetinin etrafında, yörüngede dönene) (kasem ederim).

Merkezî çekim gücü hünnes, merkezkaç kuvvetle çevrede dönen künnestir. Bizim Güneş Sistemimiz’de Güneşimiz hünnes, Dünyamız da künnestir. Dünya’yla Ay’a baktığımız zaman Dünya hünnes, Ay künnestir.
Bir gezegenle bir sabite (merkezî çekim gücü) arasındaki ilişkide yörünge dairesel değil, mutlaka eliptiktir. çevrede dönenin merkez tarafından çekilmemesi için, eliptik yörüngenin merkeze en yakın noktasında en yüksek hız, en düşük manyetik alan vardır. künnesin boşluğa uçmaması için en uzak noktasında ise en düşük hız, en yüksek manyetik alan vardır. İkisinde de hız ve manyetik alan çarpımı sabittir.
Herşey öyle ince hesaplarla oluşturulmuştur ki (matematik değerlerini aldığınız zaman) inanılmaz sonuçlarla karşılaşırsınız ve Allahû Tealâ’ya olan hayranlığınız giderek büyür.
Bir merkezî çekim gücüyle (hünnes), (meselâ Güneş) etrafında dönen gezegenler arasındaki ilişki:
1- Merkezî kuvvetle (Güneş’le) Dünya arasındaki kütle dizaynına bağımlıdır.
2- Künnesin merkez çevresindeki hareket hızına bağımlıdır.
3- Merkezle çevrede dönen arasındaki uzaklığa bağımlıdır.
4- Hem hünnesin hem de künnesin hareket halinde olan, onun peykinin, her ikisinin kendi etraflarında da dönmeleri yani her ikisinin de bir spine sahip olması lâzımdır.
5- Hem sabite yani merkezdeki hem de çevresinde dönen, her ikisi de kendi bağlı bulundukları birliğin içinde, yılda 500 milyon kilometre hızla hareket halinde olmak mecburiyetindeler.
Görülüyor ki; hem merkezdeki çekim gücü (büyük kütle) hem çevredeki çekilen güç (küçük kütle), kendi etraflarında dönmek durumundadır. Yani bir spine mutlaka sahip olmak mecburiyetindedir.
Bu sistemler, bu standartlarda biraraya geldiklerinde hünnes ve künnes kanunları geçerli olur. Meselâ bizim Güneşimiz’in etrafında her gezegen, Güneşimiz’den farklı bir yörünge üzerinde döner. Herbiri kendi spinlerine, kendi kütlelerine göre ve etraflarındaki ilâve olan bir peyk mevcut olup olmadığına göre farklı yörüngelerde hareket ederler.
Bu sistemleri Allahû Tealâ vücuda getirmiştir. En az 100 milyar galaksi ve her galaksinin içinde de en az 100 milyar yıldızın varolduğu tahmin ediliyor. Bir sonsuz kâinat dizaynı, yokluğa yayılmış olan ama birbirleriyle irtibat halinde, bir kuvvetin tesiri altında daima hareket eden bir sistem...
Konunun başlangıcında bir noktadan, patlatılarak ayrılmış olan enerji partikülleri, kendi oluşturacakları gezegene, yıldıza ulaşır. Orada bir çift nötrinodan bir çift elektron oluşur, bir çift karşıt nötrinodan da bir çift karşıt elektron oluşur. Böylece enerji maddeye dönüşür. Artık enerji yoktur, madde vardır.
Allahû Tealâ’nın patlatma noktasından o gezegeni oluşturduğu noktaya kadar olan hareket, birkaç saniye içinde tamamlanır. O zaman sistemin zamanla olan ilişkisinin o gezegen vücuda geldiği anda bitmesi lâzımdır. Hayır, bitmez! Çünkü bütün gezegenlere bir kinetik enerjiyle sonsuz hareket verilir. Bu hız yılda 500 milyon kilometredir. Yıl 365 gün olduğuna göre bütün gezegenler hep birlikte hergün bir milyon kilometreden daha fazla, bir buçuk milyon kilometreden daha az mesafe kateder.
Bütün gezegenler şu anda Allahû Tealâ’nın onlara verdiği kinetik enerjiyle büyümelerini devam ettirirler. Bu hızla hareket halindeler, büyürler ve kâinat büyür. Allahû Tealâ’nın uygun gördüğü bir noktaya kadar da büyümeye devam edecektir. O noktaya ulaşıldığında kinetik enerji sona erecek. Büyüme devam etmezse, kütleler birbirinden ayrılmaya devam etmezse, o taktirde zamanın durması lâzımdır; nitekim zaman durur. Allahû Tealâ kâinatı bir insan vücudu şeklinde yaratmıştır. Rengi ise yağmurlardan sonra gelen sel sularının rengi gibidir.
Şimdi sistemlere bakıyoruz: Aralarındaki hünnes ve künnes kanunları büyüme enerjisinin (kinetik enerjinin, itiş enerjisinin) varlığıyla devam ediyordu. Kinetik enerji devam ettiği sürece büyüme de devam ediyordu. Tabiatıyla zaman da devam ediyordu. Kinetik enerji bittiği ve itiş enerjisi sona erdiği zaman bütün sistemler devredışı kalırlar. Dengeler bozulur. Her gezegenin, etrafında dönen peykin (uydunun), belli bir hızda hareket halinde olması, mesafesinin ve ağırlığının belli olması temel faktörlerdir.
Evvelâ çevrede dönen Dünya’yla, Dünya’nın çevresinde dönen Ay arasında dengesizlik baş gösterir. Çünkü Dünya’nın hızı azalmıştır, Ay’ın da azalmıştır ama kütleleri değişik olduğu için değişik yörüngelerde hıza sahip olmuşlardır. Yani kinetik enerjinin yok olması, Dünya’ya Ay’dan farklı şekilde tesir eder. Güneş’e ise Ay’dan da Dünya’dan da farklı şekilde tesir eder ve bu farklı tesir, etraflarındaki sistemi manyetik alanların dışına çıkartır. Manyetik sistemi paralize eder ve böylece çevredeki kuvvetler gravitasyon sebebiyle merkez tarafından çekilir. Çevredeki dönen Ay, Dünya tarafından çekilir.
Dünya ile birleşen Ay, güneş tarafından çekilir. Ay, Dünya’ya gelip çarpar, yapışır; Dünya da Güneş’e çarpar, yapışır.
Gravitasyon başlayınca büyüme durmuştur ama sistemlerin merkeze çekilmesi küçülmeyi ifade eder. Her güneş sistemi çevresindeki bütün gezegenleri kendisinde toplamak suretiyle bir merkez oluşturur ve bütün gezegenler merkezdeki güneş’e yapıştıkları zaman, gezegenlerin merkez tarafından çekilmesi sona erer. Kendisine yapışmış gezegenleri de muhtevî olan merkezler, birbirini çekerler. Böylece bir galaksideki bütün güneş sistemleri birbirini çeker ve bir tek kitle oluşturmaya doğru harekete geçer.
Merkeze doğru geri dönüş olayı boyunca, geçmişten geleceğe doğru zaman ne kadar akmışsa, gelecekten geçmişe kadar da aynı zaman parçasında akar ama bu seferki dönüş çok süratli bir dönüştür. Başlangıçta da aynı şey olmuştur. Zamanın geriye dönüşü boyunca zaman hangi evrelere geriye doğru ulaşırsa, o evrelerde hayatta olan insanlar (zaman kendi zamanlarına geri döndüğü için artık fizik vücutların sahipleridirler) ölmeden evvelki halleriyle canlanmışlardır. Herkes hangi yaşta ölmüşlerse; bebekler bebek olarak, en yaşlılar en yaşlı olarak, çocuklar çocuk olarak, hepsi tekrar canlanırlar. Ama bulundukları gezegenlerde, bulundukları zaman parçasında artık yerçekimi kuvveti mevcut değildir. Bunun için mezarlarından yükse-lerek, yerçekimi kuvveti olan tek yer olan Mahşer Meydanı’na doğru hepsi kâinatın her tarafından yola çıkarlar. Gidilecek yere uçularak varılır. Allahû Tealâ’nın kâinattaki bütün gezegenlere ve merkezî güneş sistemlerine verdiği kinetik enerji (itiş enerjisi) sona erdiği an, İsrafil (A.S) sur’a üfürecektir. Bu, birinci üfürmedir.
İnsanların en son yaşayacak olan nesli kıyâmet günü hayatta olanlar, sur’a birinci üfürmeyle bulundukları dünya adı verilen bu gezegende ölürler. önce yaşamış olanlar zaten hepsi ölmüşlerdir. İlk insandan kıyâmet günü doğan son insana kadar bütün insanlar, zaman durduğunda birinci ölümlerini böylece tamamlamış olurlar. Zaman geriye doğru gittikçe, o zaman parçasında yaşamış olanlar hayata geri dönecekler yani dirileceklerdir. Birinci ölüm ve birinci dirilme...
Sur’a ikinci defa üfürüldüğünde bütün insanlar yeniden ölürler.
Sur’a üçüncü defa üfürülür. İkinci defa ölenler tekrar canlanır: İkinci ölüm ve ikinci dirilme...
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ diyor ki:

40/MU’MİN-11: Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin).
(Kâfirler) dediler ki: “Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin, böylece günahlarımızı itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?”
2/BAKARA-28: Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne).
Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyâmet günü sur’a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi (kıyâmet günü zaman tersine çalıştığı için) diriltti. Sonra sizi (sur’a ikinci üfürülüşünde yeniden) öldürecek, sonra (sur’a üçüncü üfürülüşünde tekrar) diriltecek. Sonra da (Mahşer Meydanı’nda) O’na döndürüleceksiniz.
22/HAC-66: Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le kefûr(kefûrun).
Önce size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, daha sonra da sizi yine diriltecek olan O’dur. İnsan hakikaten nankördür.

İki defa ölüm ve iki defa dirilmenin Kur’ân-ı Kerim’deki standartlarda cereyan ediş tarzı, Kur’ân âyetlerine göre böyledir.
İkinci dirilme, farklı bir dirilmedir. İnsanların hepsi aynı yaşta enerji bedenlerle diriltileceklerdir. Bu yaşın hangi yaş olduğu konusunda Allah bir açıklamada bulunmuyor. İnsanlar tahminler yürütmüşler; kimi 19, kimi 35 yaş diyor. Enerji bedenlerden cennete gidecek olanlar cennetteki hayata uygun bir enerji bedenin, cehenneme gidecek olanlar cehennemdeki hayata ait olan bir enerji bedenin sahibi olacaklardır.
Kıyâmet günü berzah âlemi yok olacağı için, bütün nefsler Mahşer Meyda-nı’na ulaşacaklardır. enerji bedenlerin içine gireceklerdir. Tıpkı bu dünyada nefsleri-mizin fizik vücutlarımızın içinde olması gibi, kıyâmet gününde de nefsler fizik vücutlarla birleşeceklerdir, fizik vücutların içinde olacaklardır. Sebebi nefs ve fizik vücut beraberliği içinde insanlar ya cennete kavuşmuşlardır ya da cehennem ehli olmuşlardır. Bu sebeple ikisi birden mükâfatı alacaktır veya ikisi birden cezayı çekecektir.
Böyle bir işlevde ruh mevcut değildir. Ruhla nefs arasındaki en büyük farklılık budur ki ruh, Allah’ın üfürdüğü bir mahlûktur, mutlaka Allah’a geri dönecektir. İster dünya hayatını yaşarken ruhunuzu Allah’a ulaştırın, ister ölümden sonra Azrail (A.S) ruhunuzu Allah’a ulaştırsın; ruh Allah’a mutlaka geri dönmesi gerekli olan bir emanettir. Cennet veya cehennem onun yeri değildir. Onun yeri Allah’ın Zat’ıdır.
Cennet veya cehennem, fizik vücudun ve nefsin yeridir. Çünkü ikisi işbirliği halinde ya sevaplardan daha fazla günahları işleyip cehenneme ehil olmuşlardır. Meselâ Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir. Bitti; gidecekleri yer cehennemdir. Ya da dilemişlerdir, cennetin hangi katına lâyıklarsa, o katı haketmişlerdir. O gün nefsler ve fizik vücutlar bulundukları noktada bir çekim kuvvetine tâbî olacaklardır. Bu çekim kuvveti İndi İlâhi’den onlara ulaşır. Hepsi İndi İlâhi’ye vasıl olurlar ve oradaki elektromanyetik kuvvetler herkesi kendi hayat filminin, rakamlı kitabının önüne ulaştırır.
Hiç kimsenin bir yanlış yapmasına müsaade edilmez. Çünkü oradaki elektro-nik sistemler sadece o hayat filmini, onun sahibi için dizayn etmişlerdir. Başka hiç kimse oraya çekilmez. Herkes sadece kendi hayat filmine çekilir. Hayat filmi dediğimiz şey, bir ekran veya bir perde gerektirmez. Boşlukta, üç boyutlu olarak kendinizi göreceksiniz. Sağ tarafta yeşil rakamlarla kazandığınız dereceler, sol tarafta kırmızı rakamlarla kaybettiğiniz dereceler yer alacaktır. Doğuşunuzdan itibaren kendinizi ve kaybettiğiniz, kazandığınız bütün dereceleri göreceksiniz. Çok daha önemli bir şey daha; düşüncelerinizin de filmini göreceksiniz. Yani siz hayalinizde, düşünce platformunuzda neyi tahayyül ettiniz, neyi gerçekleştirmek istediniz ama hangi olayı vücuda getirdiniz?
Burada son derece önemli bir, sebep-sonuç ilişkisi söz konusudur: Taammüdİşlenen suçların, bilerek, istenerek ve tasarlanarak mı gerçekleştiği, yoksa bir kaza eseri mi olduğu, düşüncelerinizden anlaşılır. Düşüncelerinizi de üç boyutlu olarak göreceksiniz. Bir tarafta düşünceleriniz, öbür tarafta size ait olan üç boyutlu bir hayat filmi… Doğuşunuzdan ölümünüze kadar geçen süreyi orada göreceksiniz. Oradaki zaman parçasına dikkat edin.

22/HAC-47: Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’deh(va’dehu), ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Azabı çabuklaştırmayı isterler. Ve Allah vaadinden dönmez. Muhakkak ki; Rab’lerinin indinde bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Dünyada bir gün 24 saattir ve İndi İlâhi’deki bir gün dünyada bin yılı ifade etmektedir. Yani 100 sene yaşamış olan birisinin oradaki bir günün 2.4 saatinde (yaklaşık olarak 2.5 saatte) 100 senelik hayat filmi gözden geçirilir.
Hayatınızın her saniyesinde hayat filminizde derecat kazandığınızı veya kaybettiğinizi göreceksiniz. Hiçbir noktada boşluk oluşmaz. Bir insan eğer “Ben şu anda bir ibadet yapmıyorum. Tamam, derecat kazanmıyorum ama çok şükür bir kim-seye de zararım dokunmuyor. Öyleyse derecat kaybetmiyorum.” diye düşünüyorsa, bu yanlıştır. O kişi zikir yapmıyorsa, her saniye derecat kaybeder, çünkü daimî zikri Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. Zikir yapmayan bir kişi daimî zikrin dışında kalan bütün zamanlarında her saniye derecat kaybeder. O halde kaybettiği dereceler daima; 1 derece kaybetmişse, 1 derece olarak yazılır.
Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilememişse, Allah onun üzerinde Rahîm esması ile tecelli etmemişse, kalbine ulaşmamışsa, göğsünden kalbine yol açmamışsa, 12 tane ihsanla mürşidine tâbî olmamışsa, böyle bir insanın kazandığı dereceler 1’e 10 olarak devam eder. Bir mürşide tâbî olsa da 1’e 10 alarak devam eder, hiçbir zaman 1’e 100’e ulaşmaz. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilemişse, o Allah’tan mürşidini sorduğu zaman Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Kişi mürşidine ulaştığı andan itibaren tâbiiyetiyle beraber kazandığı dereceler 1’e 10’dan 1’e 100’e çıkar.
Bu kişinin ruhu tâbiiyetten sonra vücudundan ayrılacaktır, Allah’a doğru yola çıkacaktır. Nefsinin kalbinde %2 rahmet birikiminden sonraki ilk %7 fazl birikiminde, ruh birinci gök katına çıkar. Buraya kadar kişi hep 1’e 100 kazanır. Ruh ikinci %7 fazl birikimiyle ne zaman ikinci gök katına çıkarsa, kazandığı dereceler her saniye için 1’e 200 olur. Üçüncü gök katına çıkarsa 1’e 300 olur. Dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci gök katlarında 1’e 400, 500, 600, 700 olur. O kişi devamlı olarak her saniye 1’e 700 kazanır.
İşte sur’a üçüncü üfürülüş ve herkesin Mahkeme-i Kübra’ya çıkması…
Mahkeme-i Kübra’da hakim yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da davacı yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da davalı yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da avukat yoktur.
Herkes kendi hayat filminde, hiçbir şek ve şüpheye düşmesi mümkün olmayacak kadar net bir şekilde, yaptığı her hareketin ne kadar taammüdle oluştuğunu görür. Kendisine orada teslim edilen mizanla da derecelerini otomatik olarak görür. Mizan hata yapması mümkün olmayan bir mekanizmadır. Mizandaki rakamla hayat filmindeki rakamın birbirinin tıpatıp aynı olduğunu görür. Emin olur ki kişi, Allah hiçbir şekilde ona zulmetmemiştir.
Şahitler birer birer oluşur. Her peygamber, eğer peygamber yoksa gene devrin imamlığını yapan resûllerden velî resûl, bütün mürşidlerin şahitliğini yapar. Her mürşid, kendisine tâbî olanlardan birilerine tâbî olunmuşsa onların şahitliğini yapar. O şahitlerin herbiri de kendilerine tâbî olanların şahitliğini yaparlar. Böylece her devirde peygamberler şahitlerin şahididir, en üst seviyede şahit onlardır. Peygamberlerin olmadığı devirde, o devrin imamları en büyük şahitlerdir ve böylece bütün şahitler görevlerini yaparlar.
Kimin kazandığı yeşil dereceler kırmızı derecelerden fazlaysa, rakamlar otomatik olarak tahakkuk eder. Hayat filminin sonunda, hayat filmlerinin bir kopyası kendilerine teslim edilir. Bir kısmına sağlarından, bir kısmına sollarından teslim edilir. Sağlarından teslim edilenler de sollarından teslim edilenler de cehenneme ulaşırlar. Girdikleri zaman da orada dizüstü çöküp kalırlar. Ta ki cennete gidecek olan diğerleri, cehenneme gelip de cehennemin katlarını gezip görsünler ve çıksınlar...
Bizim dünyamızdaki mika gibi şeffaf, geçirgen kapılar, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenleri, kitaplarını sağdan alanları oradan geçirir. elektronik sistemler buna göre dizayn edilmişlerdir. Cehenneme girecek olanlar, o şeffaf kapılardan uçarak içeriye giremezler ve normal standartlardaki kapı da, yerinden biraz yükseltilerek burunları üzeri sürtünerek girerler. Onlar ebediyyen cehennemde kalacak olanlardır. Diğerleri ise cehennemi gördükten sonra sonsuz hamd ve şükürlerle cehennemi terkederler, cennete ulaşırlar.
Kim cennete ulaşmışsa, onun kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden mutlaka fazladır. Kim cehennemde kalmışsa, onun kaybettiği dereceler mutlaka kazandığı derecelerden fazladır.
Kıyâmet günü mutlaka iki grup insan oluşur: Cehenneme herkes girer ama bir kısmı cehennemden çıkar. Bu sebeple onların cehennemden çıkışına Allahû Tealâ tarafından izin verildiği için kıyâmet gününe “izin günü” de denilmektedir. Birçok insan peygamberlerin kıyâmet günü şefaatte bulunacağını zannederler. Bu büyük bir yanlıştır. Kıyâmet günü şefaat olayı asla gerçekleşmeyecektir. Allahû Tealâ kıyâmet günü şefaatin hiç kimseye fayda vermeyeceğini, hiç kimseden kimseye bir faydanın oluşmayacağını, bir âyet-i kerimede değil, birçok âyet-i kerimede anlatmıştır:

2/BAKARA-48: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Ve hiç kimseden kimseye bir şey ödenmeyeceği ve hiç kimseden bir şefaat kabul olunmayacağı ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım da edilmeyeceği bir günden sakının.

Şefaat bu dünya üzerinde 12 ihsanla mürşidine tâbî olanlara devrin imamının ulaşması ve onların günahlarının böylece sevaba çevrilmesiyle gerçekleşir. Allahû Tealâ tövbe merasimi sırasında kişinin günahlarını (seyyiatini) sevaba (hasenata) çevirir:

25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü’min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.

İşte günahları sevaplarından fazla olan insanlar, nefsleri de fizik vücutlarının içlerinde olmak üzere cehennemde ebediyyen kalacaklardır. Cehenneme girip diz -üstü çökmüş vaziyette beklerler, cennete gidecekler oradan ayrıldıktan sonra cehenneme sevkedilirler.
Cennete gidecek olanlar cehenneme uçarak girmişlerdir. Bütün cehennemleri dolaşmışlardır ve geriye dönmüşlerdir. Gene şeffaf kapılardan uçarak çıkıp kendi cennetlerine ulaşmışlardır.
Bir husus da şudur ki; cennetle cehennem arasında sırat köprüsü diye bir köprü mevcut değildir. Sıratı Mustakîm ile sırat köprüsünü sakın birbirine karıştırmayın! Sıratı Mustakîm; Kur’ân-ı Kerim’de yedi tanedir. Bunlardan bir tanesi insan ruhunu Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’dir ki iki yatay, iki dikey dört sebîlden oluşur. En uzun olan birinci dikey sebîldir. Adı Tarîki Mustakîm’dir. Kıyâmet hakkında kalın çizgilerle söylenmesi lâzımgelen Kur’ân hakikatleri bunlardır.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözle-rimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Dualarımızla...

5
DİNİ BİLGİLER / ESMAÜL HÜSNA
« : Mayıs 10, 2009, 11:16:56 ÖÖ »
Kur'ân-ı Kerim'de, Allahû Tealâ'nın 99 tane esması geçiyor. “İsm-i esma”, isim kelimesinin çoğuludur. “Hüsna” da “hüsün”den gelir. Güzel; güzellerin en güzeli; O, Allah'tır. Allah'ın isimleri de güzeller güzeli sıfatının yegâne sahibidir. Öyleyse Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de geçen 99 tane ismi var. Bu 99 tane isim acaba ne mana ifade ediyor? Şimdi sizinle beraber bir yolculuğa çıkıyoruz. Âdem (A.S)'ın yaratıldığı günlere geri dönüyoruz. İki melek Allahû Tealâ'ya geliyor ve diyor ki: “Yarabbi Sen yeryüzünde kan döksün diye mi Âdem (A.S)'ı yaratttın? Biz ki Seni isminle tesbih edip duruyoruz. Onun bizden ne üstünlüğü var?” Allahû Tealâ diyor ki: “Onun sizden, meleklerden farklılığı, onun nefsinin olmasıdır. Savaş yapacak, nefsiyle cihad yapacak.” Sevgili okuyucular, bildiğimiz gibi “cihad-ı ekber”, “büyük cihad”, insanın nefsiyle yapacağı büyük savaştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bütün fiziksel savaşlar bittikten sonra: “Küçük cihadlar sona erdi. Şimdi büyük cihad devam edecek.”diyor. Asıl önemli olan bu büyük cihaddır, nefsimizle yapacağımız cihaddır. Allahû Tealâ, Ankebut Suresinin 5 ve 6. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor: 29/ANKEBUT-5: “Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(in), ve huves semîul alîm(u).” Kim Allah'a mülâki olmayı, (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir. Daha sonra Allahû Tealâ şöyle devam ediyor: 29/ANKEBUT-6: “Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(i) innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(e).” Kim cihad ederse mutlaka nefsiyle (nefsi için) cihad etsin. Muhakkak ki Allah âlemler üzerine Gani'dir. (âlemlerden müstağnidir, münezzehtir). Bir kişinin yapacağı en büyük savaş, kendi nefsine karşı vereceği savaştır. Bu savaşın muhtevasındaki panzehiri zikirdir, Allah'ın isminin tekrarıdır. Allah'ın 99 isminden bir tanesi “Allah” kelimesidir: “El İlâh”. Bu kelime ile zikir yaptığımız zaman, diğer esmalarından herhangibirisini değil de, bu ismi tekrar ettiğiniz zaman (zikir yaptığınız zaman), bu isim nefsinizdeki 19 afetin hepsine birden tesir etme yetkisine sahiptir. Hepsinde azaltmalar yapacaktır. Nefsinizin kalbine, ruhunuzun hasletlerine paralel olan faziletler gelip yerleşecektir. O afetlerdeki azalma, hepsinde aynı orandadır. %1 nur yerleşmişse kalbinize, nefsinizin afetlerinin hepsinde %1 azalma olmuştur. Hepsinde kendi oranlarına göre %1 azalma vardır. Diyelim ki bir afetinizin oranı %18'dir. Bunun karşılığı olan haslet %2'dir. Bir afetimiz vardır, sadece %3'tür. Karşılığında %17 ruhun hasletlerini ifade eder. Öyleyse böyle bir dizaynda birincideki azalma ile ikincideki azalma, rakam sayısı açısından değil ama oransal açıdan aynı olacaktır. Böylece, zikir yaptığımız zaman nefsimizin kalbindeki afetlerin devamlı azaldığını göreceksiniz. Şimdi tekrar dönüyoruz Âdem (A.S)'ın yaratıldığı günlere. Melekler: “Onun bizden ne üstünlüğü var?” deyince, Allahû Tealâ diyor ki: “Ben ona nefs verdim. Eğer o nefsini tezkiye ve tasfiye edebilirse sizden üstün olacaktır.” Kur'ân-ı Kerim'de, nefsin kalbinin temizliği için yolun yarısını ve bütününü işaret etmek üzere “tezkiye” kelimesi kullanılmıştır. 7/A'RAF-179: “Ve lekad zere'nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a'yunun lâ yubsirûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en'âmi belhum edall(edallu), ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).” Biz insanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh etmezler. Onların gözleri vardır onunla görmezler. Kulakları vardır onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta (hayvanlardan) daha çok dalâlettedirler. Onlar gâfillerdendir. Daha baştan söylediği gibi bunların gideceği yer cehennemdir. İşte insanların kör, sağır ve dilsiz olan kalpleri, nefs kalbidir. Bu kalbe hayat verecek olan şey, Allah'ın ismini zikretmektir. Harut'la Marut isimli iki melek, Allahû Tealâ'ya: “Bize de nefs ver, onlardan üstün olduğumuzu ispat edelim.” diyorlar. Allahû Tealâ: “Yapamazsınız; sizin yapınız buna müsait değil.” demesine rağmen melekler ısrar ediyorlar. Allahû Tealâ da onlara o yetkiyi veriyor. Babil şehrine iniyorlar. İki ay bile kalamıyorlar. Herşeyi berbat ediyorlar. Bir adamı öldürüyorlar. Allahû Tealâ onları derhal geriye alıyor. Ve melekler başarısızlıklarının arkasından Allahû Tealâ ile yaptıkları konuşmada diyorlar ki: “Yarabbi biz burada büyük hata ettik. Bizi bağışla. Gerçekten yapamazmışız. Ama Sen bu Âdem (A.S)'a ne verdin de bizden üstün oldu?” Allahû Tealâ: “Ben ona isimleri öğrettim.” diyor. Kur'ân-ı Kerim'in Türkçesine bakarsanız, Türkçesinde bu ifade, Allah'ın “Ben ona isimleri öğrettim” ifadesi, eşyanın isimleri olarak geçmektedir. Allahû Tealâ, Âdem (A.S)'a: “Bu duvardır.” demiş, Âdem (A.S) duvarı öğrenmiş; “Bu penceredir.” demiş, pencereyi öğrenmiş; “Bu kapıdır.” demiş, kapıyı öğrenmiş. İşte bu manada bir açıklama getirilmiş. Hayır öyle değil! Burada sır var. Allahû Tealâ meleklere; “Ben ona Esma-ül Hüsnayı öğrettim. Allah'ın 99 ismini öğrettim.” buyuruyor. Ve Âdem (A.S)'ı çağırıp isimleri açıklamasını istiyor. Âdem (A.S), 99 esmayı bir bir açıklıyor. Burada açıkladığı Allah'ın 99 esmasıdır. Meallerde açıklandığı gibi eşyaların isimleri değildir (yastık, yorgan gibi). Sevgili okuyucular, burada kısa bir açıklama yapma gereği duyuyoruz. Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'indeki lâfz, 3 safhada teşekkül eder. Her safha 7 tane basamak içerir. Ama 7 tane de ruhu vardır. Her ruh, 7 tane kendi içeriğine sahiptir. Öyleyse bu dizayn içerisinde Kur'ân-ı Kerim'i incelemekle mükellefsiniz. Âdem (A.S) meleklere, Allahû Tealâ'nın 99 tane muhteşem esmalarını, birer birer açıklıyor. Acaba Allahû Tealâ'nın bugünkü konumuz olan bu Esma-ül Hüsnası ile Allah neyi vücuda getirmek istemiştir? Allah'ın isimlerine bakarsanız, Allah'ın herbir isminin birbirinden farklı vasıflarını açıkladığını göreceksiniz. “El Muktedir” esmasıyla Allahû Tealâ, iktidarın sahibi olduğunu ifade ediyor. “El Kaviyy” sıfatıyla, kuvvetin sahibi olduğunu ifade ediyor. “El Hafîz” sıfatı ile, muhafız hüviyetinde olduğunu söylüyor. İnsanın hafızası, gördüğümüz şeyleri hatırlayabilme yeteneği, muhafazadan kaynaklanan bir olgudur. Bir şeyin korunması istikametinde de gene muhafaza söz konusudur. Bu hatırlayabilme kaabiliyetinin korunması, belleğinize gözlüklerinizin yerleştirilmesidir. Allahû Tealâ “El Müntekîm” sıfatıyla intikam alma yetkisinin sahibi olduğunu ifade ediyor. Dikkat edin! Burada sadece Allahû Tealâ'nın bir ismi “El Adl”, adaletin sahibi; bir ismi “El Hakk”, hakkın sahibi olduğu cihetle Allah'ın cezalandırmak amacıyla aldığı bu intikam, insanların davranışlarıyla neyi haketmişlerse o istikamette cehennemin o kademesine ulaşmalarıyla gerçekleşir. Bunun için Allah'ın hakimlere ihtiyacı yoktur. Kişinin kendi davranışlarının hem hayat filmindeki aksiyon görünümü, yani kişinin davranış biçiminin görünümü, hem de aynı davranışı yaparken kişinin düşünce sisteminin görünümü, bir hakimin yapabilmesi mümkün olmayan ve %100 gerçeklikle oluşan bir yargıya götürür. Bu yargı birçok manayla ifade edilir. Yargının hükmü her olayda, her saniye tecelli eder. Düşüncemizle yaptığımız şeye göre ne kadar derecat kazandık, ne kadar derecat kaybettik; düşüncemizle davranışlarımız arasındaki samimiyete veya taammüde göre değişen bir standartta rakamlar dizisi ile karşılaşırız. Bu kâinatın en adil mekanizmasıdır. Adaletin gerçek sahibi olan Allah, adaleti dağıtandır. “El Adl” esmasının sahibi. Kıyâmet günü hiçbir hakime ihtiyacınız olmadan hayat filminizi görüyorsunuz. Buna karşılık, o saniye hangi değeri almışsınız, hangi derecatı kazanmışsınız, hepsini teker teker görebiliyorsunuz. Sevgili okuyucular, Allah'ın 99 esmasının herbiri, Allah'ı başka bir açıdan tarif eder. Herbir esma, Allah'ın başka bir vasfını ve sahibi olduğu başka bir sistemi ortaya koyar. Allah, 99 ayrı açıdan bir bütün teşkil eder. Bu 99 ayrı açıyı birleştirdiğiniz zaman bir bütüne ulaşırsınız. İşte o, Allah'tır. O, hepsinin %100 üzerinden 100'ünün sahibidir. Öyleyse nefsimizdeki afetlere baktığımız zaman, bunların 19 ayrı gruptan oluştuğunu görürüz. Cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilâlar, kin ve adavet, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm. Bu 19 tane afetin, herbiri bir eksikliği, olması lâzım gelenin tamamen tersini ifade ediyor. Esma-ül Hüsna ve nefsimizin afetleri arasında bir mukayese yaptığımız zaman, sizi düşünceye sevkedebilecek bazı noktalar olabilir. İntikam afeti nefsinizin bir afetidir. Ama Allah'ın “El Müntekîm” esması sıfatının aynı manaya gelmesi, aynı kategoriye girmez. Dikkat edin; sizin intikamınız haklı da olabilir, haksız da olabilir. Netice itibariyle, nefsinizin bir afetini kullanıyorsunuz. Sizin hakettiğiniz bir davranışı size yapan bir insandan, siz intikam aldığınız zaman bu yanlış bir davranış biçimidir. Siz evvelce ona bir şey yapmışsınız ve o sizden intikamını alıyor. Kendi cephesinden öyle yapıyor. Ama siz onun sizden intikam aldığını, sizin ona daha evvelce yaptığınız yanlışı aklınıza bile getirmiyorsunuz. Siz de ondan intikam alıyorsunuz. O nefsinizin bir afetine yenik düştüğünüzü gösterir. Oysa ki Allah'ın intikamı bir defadır. Kıyâmet günü, otomatik kanunları çalışır. Siz neler yaptıysanız, yaptığınız bütün günahların karşılığında hangi cehennemi Allah'ın kanunlarına göre hakettiyseniz, Allahû Tealâ sizi o cehenneme gönderir. Böylece Allah'ın “El Müntekîm” sıfatı tahakkuk eder ve siz kaybettiğiniz derecelerin karşılığını cehennemde ödemek üzere sıfırlanmış oldunuz. Allah intikam aldı. Bu intikam bir defaya hastır ve sadece %100 adaletin tecellisini tahakkuk ettirir. İnsanlar dünya hayatı ile ahiret hayatını birbirinden hep ayırmışlardır. “Dünyada adalet yoktur.” diye bir dizayn içerisinde, Allah'ı haksızlıkla itham eden pek çok insan dünyada yaşamıştır ve halen yaşamaktadır. Şeytanın bütün taraftarları da aynı şeyi söylerler. “Allah adaletsizdir.” derler. Neden öyle derler? Bazı insanlar dünyaya hasta gelirmiş, bazıları sakat gelirmiş, bazıları fakir olurmuş, bazıları zengin olurmuş. Aralarında büyük adaletsizlikler varmış. Onun için Allahû Tealâ insanları tekrar tekrar, binlerce defa dünyaya göndermeliymiş ki insanlar adım adım değişsinler. Fakir olanlar, zengin olarak da yaşasınlar. Zengin olanlar fakir olarak da yaşasınlar. Hasta olanlar sağlıklı olarak da yaşasınlar. Ve böylece adalet teessüs etsin. Sevgili okuyucular, adalet bir bütün oluşturur. Allah'ın adaleti, bu dünya hayatına cennet ve cehennem hayatını da ekleyerek gerçekleşir. O zaman ilâhi adaletin 100 üzerinden 100 ile, sonsuzda bir bile hata yapmadan gerçekleştiğini görürsünüz. İşte bu Allah'ın intikamıdır. İntikam alması gerekenlerden aldığı intikam. Bu intikam bir defa alınır. Böylece kişinin bütün hayatı boyunca işlediği bütün günahların sonucunda onun hangi cehenneme gideceği kesinlik kazanır. Ve Allah'ın sistemi otomatik olarak uygulanır. Allahû Tealâ'nın intikamı O'nun intikam afetinin bir gereği olarak değil, “El Müntekîm” sıfatının bir gereği olarak böylece tecelli eder. Dikkat edin; siz başkalarından intikam aldığınız zaman adaleti temsil edemezsiniz. Hangi olayların tesiri altında ne yaptığınızı size ancak hayat filminizdeki mizanınız gösterecektir. kıyâmet günü. Düşünceniz ne idi, ne kadar nefsinizin afetlerine kapıldınız, ne yaptınız?... Bunların hepsi orada belli olacak. Ama Allah'ın adaleti söz konusuysa, “El Adl” esmasının gereği, burada intikam almaktır. Kişinin hakettiği cehennemle mutlaka cezalandırılması gerekir ve Allahû Tealâ onu cehenneme mutlaka gönderir. Allahû Tealâ kişinin kurtulması için o kadar çok imkân vermiştir ki ve kişi bunları öylesine reddetmiştir ki; sonuç olarak o cazayı haketmiştir. Ama Allahû Tealâ hiçbir zaman adaletsizlik yapmaz. Gerek “El Hakk” esmasının gereği, gerek “El Adl” esmasının gereği olarak birbiriyle mutlak olarak beraberlik noktasına gelir, çakışır. Ve bu üç tane kıstasın bir bileşke noktasında Allah'ın intikamı tecelli eder. Bu intikam, kişiyi, hayatı boyunca Allah'ın bütün ikazlarına rağmen yaptığı bütün fiillerin cezası olan noktaya mutlaka ulaştıracaktır. Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ: “Bana ulaşmayı dileyin ve kurtulun.” diyor. Ama insanların birçoğu Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Allahû Tealâ diyorsa ki: “Bir tek dileğiniz, ruhunuzu ölmeden evvel bana ulaştırma dileğiniz, sizi mutlaka Benim cennetime ulaştıracaktır. Bunu Ben yapacağım, söz veriyorum.”, kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse o zaman sonuç ne olur? Sonuç, kurtuluşa erememektir. Bugün Allahû Tealâ, insanların umurlarında bile değil. Ellerinin tersiyle Allah'ın yardım elini itiyorlar. Allahû Tealâ hayatın sonuna kadar onları cezalandırmıyor; onların yaptıklarını kendi serbest iradelerine bırakmış ve onları şöyle ikaz ediyor; “Mürşidinize tâbî olamazsanız dalâlette kalırsınız, küfürde kalırsınız, gideceğiniz yer cehennemdir.” Meselâ bir kişi Allah'a ulaşmayı dilemiş ve yaşama yetkisi orada bitmiş. Eğer yaşayabilseydi, Allahû Tealâ onu mutlaka cennetine ulaştıracaktı. Yaşayamıyor; Allah ona yaşama yetkisi vermiyor. Vefat eden bu kişiyi Allah, adalet esmasının gereği olarak, mutlaka cennetine ulaştırıyor. Bu kişi yaşasaydı, mürşidine ulaşacaktı. Yaşasaydı, mutlaka ruhunu Allah'a ulaştıracaktı. “El Adl” esması ve “El Hakk” esması bir hüküm ifade ediyor. Kişi yaşıyor, Allahû Tealâ mürşidine ulaştırıyor. Kişi 3 sebepten daha cenneti hakediyor. Bundan sonra da yaşıyor. Allah, onun ruhunu kendisine ulaştırıyor. Kişi 3 ayrı açıdan daha, tam 7 açıdan Allah'ın cennetini hakediyor. 1. kat cennet, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin cenneti. 2. kat cennet, bundan sonra mürşidine ulaşanların cenneti. 3. kat cennet, ruhunu Allah'a ulaştırabilenlerin cenneti. 4. kat, fizik vücutlarını Allah'a teslim edenlerin cenneti. 5. kat, nefsini Allah'a teslim edenlerin cenneti. 6. kat, irşada ulaşanların cenneti ve 7. kat, Allah'a köle olanların cenneti. Böylece kişinin hakettiği standartlara göre herşey dizayn ediliyor. Allah'ın esmaları öyle bir muhteşem dizayn içinde çalışır ki sonuçlara baktığımız zaman sadece hayranlık duyarsınız. Allah'ın esmaları insanlar için kâinattaki en büyük hediyelerden bir tanesidir. Bildiğiniz gibi nefsinizin afetleri sadece 19 tanedir. 19 ayrı açıdan, her geçen gün biraz daha düzelirsiniz; her geçen gün biraz daha mutluluğu yaşarsınız. Eğer zikrederseniz nefsinizin afetleri azaldıkça, yerlerini Allah'ın nurları alacaktır. Bildiğiniz gibi bu, 7 tane kalp şartına bağlıdır. Allah önce kalbinizdeki ekinneti alacaktır ve yerine ihbat koyacaktır. Bir başka deyişle, idraki önleyen ilâhi bilgisayar sizden alınacak, idraki sağlayan ilâhi bilgisayar onun yerini alacaktır. Allahû Tealâ nefsinizin kalbinin nur kapısını Allah'a çevirecektir. Göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açılacaktır. Kalbin 4. şartı burada tamamlanır. Sonra mürşidinize ulaşacaksınız. Huşû sahibi olduktan sonra Allah size mürşidinizi gösterecek, ona tövbe ederek tâbî olduğunuz zaman, kalbinizde son 3 şart da gerçekleşecektir. Kalbinizin mührü açılacak, kalbinizin içerisindeki küfür kelimesi alınacak, kalbinizin içine îmân kelimesi yazılacak. Bu şartlardaysanız, Allah'ın “Allah” ismini kullanarak, 99 esmasından en önemli olanını kullanarak zikir yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allah'ın nurları dolmaya başlayacak. “Îmân” kelimesinin etrafında toplanan bu nurlar ne kadar toplanırsa, karanlık da nefsinizin afetlerinin herbirinin oranıyla aynı derecede yok olacaktır. O kadar oranda afet azalacak, o kadar oranda nur nefsinizin kalbine yerleşecek, nefsinizin kalbi böylece afetlerin yerine faziletlerle dolmaya başlayacaktır. Ne tarz bir zikir yaparsanız, bu zikir sizi, “Allah” ismini kullanarak bütün afetleri birden eksilten, bütün hasletleri birden aynı oranda yerleştiren bir özelliğin sahibi kılar. Herkese göre sonuç farklıdır. Kimin nefsinin kalbinde hangi afetler azsa, hangi afetler çoksa, o standartlara uygun bir oranda değişim otomatik olarak gerçekleşir. Bunun ötesinde, nefsinizin tezkiyesine dayalı olmayan, sizin kendinizde eksik gördüğünüz bir alanı veya bir konuyu Allah'ın tamamlaması istikametinde, Allah'ın esmalarından bir tanesini çektiğiniz zaman sadece o açıdan tamamlanırsınız. Sevgili okuyucular, diyelim ki, başkalarına karşı haksız davranışlarda bulunuyorsunuz, adalet hükümlerini her zaman ihlâl ediyorsunuz. O zaman sizde adalet açısından bir eksiklik var demektir. Bu durumda yapılması gereken, Allah'ın “El Adl” esmasını çekmektir. Hergün böylece nefsinizdeki bütün afetleri temizlemiş olacaksınız. Ama bunlar afetler. Allah'ın Esma-ül Hüsnası afetlerinizle değil, vasıflarınızla alâkalıdır. Allah'ın vasıflarının hepsi sizde de var ama Allah mükemmelin sahibidir. Sizse onların sıfıra çok yakın bir miktar sahibisiniz. İşte bu miktarı arttırmak sizin elinizde. Nerede eksiklik duyuyorsanız, başkalarına karşı haksız davranışlarda bulunuyorsanız, o zaman “El Adl” esmasını çekeceksiniz. Sizin için hak teşkil eden konularda size verilmeyen bir şeyler söz konusuysa, sizin hakkınızın oluşması, “El Hakk” esmasını çekmenizle gerçekleşir. Başka insanlarla aranızdaki adaletsizliklerin giderilmesinde “El Adl” esması gerekli iken, yalnız sizin hakkınız olan standartlarda “El Hakk” esmasını çekeceksiniz. “El Hakk” enfüsîdir. “El Adl” afâkidir. “El Hakk” herkesin Allah'la ilişkisindeki haklarını düzenlediği yerde, “El Adl” insanların birbirinin arsındaki objektif hukuk kaidelerine göre dizayn edilmiş bir statüyü ifade eder. Sevgili okuyucular, Allah'ın 99 esmasından herbiri sizi ayrı bir açıdan yeniden yapılandırma yetkisinin sahibidir. O esmaları, ihtiyaç duyduğunuz her alanda çekebilirsiniz. Sizin için nefsinizin afetleri doğrultusunda size negatif tesirler icra edecek olanlar hariç. Onlar sadece Allah'a aittir. Meselâ Allahû Tealâ hem “Kâbiz” esmasının sahibidir; kabzeden, daraltan, azaltan, hüviyetin sahibidir; hem de genişleten, “Bâsıt” esmasının sahibidir. O halde, Allah'ın “El Bâsıt” esmasının size ulaşmasını isterseniz, o zaman ufuklarınızın açıldığını, daha çok nafaka sahibi olduğunuzu, Allah'ın sizin maişetinizi genişlettiğini yaşayacaksınız. Fakirlikten yana probleminiz varsa, “El Ganî” esmasını çekeceksiniz. Ganî; zengin, ihtiyacı kalmayan anlamına gelir. Öyleyse nefsinizin afetleriyle savaşmak istiyorsanız, “Allah” kelimesi yeter. Ama kendinizi her açıdan tamamlamak istiyorsanız, o zaman Esma-ül Hüsnayı kullanacaksınız. Esma-ül Hüsna ile o tek kelime olan, en kuvvetli kelime olan “Allah” kelimesini kullanmak birbirinden ayrı standartlar sağlar. “Allah” kelimesi nefsinizin afetleriyle yapacağınız cihadın yegâne silâhıdır. Esma-ül Hüsna, cihadın silâhı değildir. Esma-ül Hüsna, sizi 99 ayrı cepheden yapılanmaya götürür. Ama daha önce de belirtildiği gibi zararlı olanları kullanmamanız uygun olur. Allahû Tealâ'nın, nefsinizin afetlerine paralel olan vasıfları da vardır. Onlar “El Müntekîm” sıfatında olduğu gibi, “El Adl” ile “El Hakk” esmalarınınn tahakkuku içindir. Sevgili okuyucular, Esma-ül Hüsna nasıl kullanılır? Esma-ül Hüsnayı, hergün kendi sayıları kadar çekmenizde fayda vardır. Bu sebeple gruplara ayrılır. Hergün bir kısmı, ait olduğu sayıda çekilmelidir. Ama eksikliğini kesinlikle hissettiğiniz esmalar da olabilir. Kendinizde eksikliğini hissettiğiniz açılardan tamamlanmayı istiyorsanız, o konuyu sağlayacak olan esmayı çekmelisiniz. Kendinizi güçsüz, hasta mı hissediyorsunuz? “El Kaviyy” esmasını çekmelisiniz. Sizi kuvvetli kılacaktır. Kaç defa çekeceksiniz? İşte burada zikirden farklı bir muamele ile karşılaşıyorsunuz. Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ'nın her ismi ayrı bir şifredir, ayrı bir koddur. O kodu sadece o sayıda tekrar etmek suretiyle yakalayabilirsiniz. Aksi taktirde yakalayamazsınız. Allahû Tealâ'nın her isminin bir kodu, bir sayısal değeri vardır. Bu sayısal değer, ebced hesabına göre tahakkuk eder. Ebced hesabı nedir? Arapçada 28 tane harf vardır. Bu harflerin herbiri alfabe sırasına tâbî olmayarak bir değer ifade eder. Bu değerler 1'den başlar. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10. 10 tane ayrı harf, 1'den 10'a kadar ayrı değer taşır. Ama 10'dan sonra 11 gelmez. 10'dan sonra 20 gelir. 30, 40, 50, 60, 70, 80, 90, 100. 100'den sonra 110 gelmez, 200 gelir. 200, 300, 400, 500, 600, 700, 800, 900. 900'den sonra 1000 gelir. Böylece 28 harf tamam olur. Arap alfabesindeki mevcut 28 harfin herbirinin ayrı bir kod numarası vardır. Bu numaraların neye tekabül ettiğini lügatlarda bulmak mümkündür. Lügatten ebced hesabını açtığımız zaman bir neticeye ulaşıyoruz. Allahû Tealâ, ebced hesabında kelime harflerin tertiplenmesindeki sırayı şöyle anlatıyor: Evvelâ, “ebced” kelimesinin başlangıcını teşkil eden e-b-c-e-d harflerinin muhtevası veriliyor. Sonra “hevvez” kelimesi geliyor. Sonra “hutti” kelimesi geliyor. Sonra “kelemen” geliyor. Sonra “sa'fes” geliyor. Sonra “karaşet” geliyor. Sonra “sehaz”, sonra “dazig”. Bunların herbiri bu sıraya göredir. Başlangıçta gerçekten elif-be-ce diye gidiyor, ama sonra harfler değişiyor. 10'dan sonra 10'ar 10'ar yükseliyorlar. 100'den sonra 100'er 100'er, 1000'e kadar yükseliyor. Ve 28 harf böylece tamamlanıyor. Şimdi sayısal değerleri size verelim. İstediğiniz harflerin açılımını yaptıktan sonra rakamların ne kadar güzel bir şekilde yerli yerine oturacağını görebilirsiniz. Elif 1, ba 2, cim 3, dal 4, he 5, vav 6, ze 7, ha 8, hı 9, ya 10, kef 20, lam 30, mim 40, nun 50, sin 60, ayn 70, fe 80, sad 90, kaf 100, rı 200, şın 300, te 400, se 500, hı 600, zel 700, dad 800, zı 900, gayn 1000. Böylece Allah'ın bir isminin açılım yapmadan evvelki harf dizisine göre değerlerini tesbit ediyorsunuz. Hangi harf geçmişse, o harfin kodunu yanına koyuyorsunuz. Bir harfin işaretini yazıyorsunuz, 2. harfin kodunu koyuyorsunuz, ekliyorsunuz. Ayrıca, bu kelimenin harflerinin açılımı da gerekli. Meselâ; “Allah” kelimesinde başlangıçta “Elif” var. Sonra, “Lam” var. Sonra da “Hı” var. Bu muhteva içerisindeki harflerin değerlerini koymak yetmez. Meselâ; “Elif” için 1 koymak yetmez. “Elif” harfini açmalısınız. “Elif” harfi “Elif, lam, fe”den teşekkül ediyor. “Elif” harfi için bu 4 harfin toplamını yazmak mecburiyetindeyiz. Bütün harflerin açılımını, “lam” harfinin açılımını “lam” ve “mim” olarak bu muhteva içerisinde yaptığımız zaman asıl neticeye ulaşabiliriz. İşte o asıl netice, o esmanın bir günlük çekim sayısıdır. Hastalığınızın durumuna göre verilecek sayı günde 7 defa zikretmek olabilir. Meselâ 1200 defa zikretmeniz gereken bir esma üzerine harekete geçeceksiniz. Bunun 7 katını çekmek için 7 tane 1200 çekmelisiniz. Aynı esmanın 1200'den 7 tane çekilmesi gerekir. Daha fazla verilmişse daha fazla çekmelisiniz. Bu sistem bize eksik olan taraflarımızı kuvvetlendirme imkânını sağlar. Âdem (A.S), her esmayı evvelâ kullanıyor, sonra da o esma hakkında açıklama yapıyor, onun rakamsal değerini veriyor. O, kendisini her açıdan bu şekilde tamamlamıştır. Evlâtlarından da birçokları bu tamamlamaya ulaşmışlardır. Hem daimî zikrin sahibi olmuşlardır, hem de esmalardan hangisini kendilerinde eksik görmüşlerse o açıdan tamamlanmışlardır. Hz. Âdem'in oğlu Habil de böyleydi; kemâlâta ulaşmıştı. Nitekim kardeşi olan Kabil, onu öldürmeye teşebbüs ettiği zaman şöyle dedi: “Sen beni öldürebilirsin. Ama ben, seni öldürmek için kesinlikle elimi sana uzatmam. Unutma ki, Allah senin kurbanını, takva sahibi olmadığın için kabul etmedi. Sen babamın emrini dinlemedin. Allah'ın yoluna girmedin ve takva sahibi olmadın. Öyleyse senin Allah'a sunduğunu Allah'ın kabul etmesi hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır.” Kabil, insanlık tarihinin ilk cinayetini işlemiş; kardeşini öldürmüştür. Burada, zikirle tamamlanmış bir insanla, nefsinin bütün afetlerine uygun bir hareket tarzı izleyen Kabil'in muhtevasının farklılığını görüyoruz. Öyleyse Esma-ül Hüsna dediğimiz zaman bir hazine ile karşı karşıyasınız. Neyiniz eksikse onu en iyi siz bilirsiniz. Hafıza kaybınız mı var? O zaman Allahû Tealâ'nın “El Hafîz” esmasını çekeceksiniz. Sayısı 1400. 1400 defa “El Hafîz” esmasını günde 7 kere tekrar edeceksiniz. Nasıl Allah kelimesini “El İlâh” şeklinde yapıyorsak, bunun muhtevası “Allah” kelimesidir, “El Hafîz”ı da aynı şekilde zikredeceksiniz. Adalet dağıtmak istiyorsanız, “El Adl” çekeceksiniz. Adaletin size tatbik edilmesini istiyorsanız, “El Hakk” çekeceksiniz. Allahû Tealâ, hangi açıdan nasıl bir eksiğiniz varsa, hepsini giderecek bütün imkânları ebced hesabı ile elinize teslim etmiş. Bu konudaki kodları kullanmanız yeterli. Bunlar, Allah'ın şifreleridir. Kur'ân-ı Kerim'deki bir diğer şifrenin de 19 şifresi olduğunu görüyoruz. Bu 19 şifresi, Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetinde mevcut. Bunlar, mukataat harfleridir ve “Elif, Lam, Mim” gibi birtakım ifadeler taşır. Bu mukattaat harflerinin gerçek anlamının mutlaka 19'un katı olması şeklinde tarifine çalışanlar olmuştur ve büyük ölçüde de isabetlilerdi. Ancak şunu gördük ki Kur'ân-ı Kerim'de henüz bilinmeyen sırlar var ve bütün şifreler tutmadı. Bazı surelerde mukattaat harflerinin toplamı 19'la bağdaşmıyor. Meselâ üç harften ikincisi tutuyor, üçüncüsü tutmuyor. Öyleyse insanlığın henüz ulaşmadığı ama Allah'ın bildiği başka sırlar da konunun içinde, fakat mukattaat harflerinin büyük kısmı 19 rakamı ile uyum sağlıyor. Sevgili okuyucular, Kur'ân-ı Kerim sırlar kitabıdır. Bu sırlara âşina olmak için Allahû Tealâ'nın esmalarını olabildiğince kullanabilirsiniz. Bunun size pozitif anlamda büyük yardımları olacaktır. O halde görüyorsunuz ki; Allah'ın bu büyük ihsanı, Esma-ül Hüsnadır. “Allah” ismi ile yaptığınız zikir, nefsinizdeki bütün afetleri temizleyerek sizi nefslerinizin negatifliklerinden tamamen kurtarır. Ama bütün vasıfları kazanamazsınız. Bütün vasıfların sahibi Allah'tır. Siz bütün hayatınızca bütün esmaları çekseniz gene O'nun vasıflarının hepsine sahip olamazsınız. Ama büyük ölçüde kendinizi tamamlarsınız. İnsan olmanın azamî standartlarına ulaşabilirsiniz. “Allah” ismi ile zikrinizi yaparak daimî zikre ulaştığınız zaman bütün afetlerden kurtulmuş olursunuz ama vasıf şartlarınız tamamlanmamıştır. Vasıflar afetlerin ötesindeki muhtevayı da ifade eder. Afetler, 19 açıdan sizi güzele götürürken, Esma-ül Hüsna, 99 açıdan hedefe götürür. Öyleyse afetlerin sağlayamadığı ve onların ötesindeki hep daha güzel seviyelere Esma-ül Hüsna ile ulaşacaksınız. Herbiri, bir muhteşem açıdan sizi daha güzele, mükemmele götürecektir. Allahû Tealâ'nın esmaları, Âdem (A.S)'ı hangi maksatla gönderdiğinin birer simgesi idi. Bildiğiniz gibi o, ilk insan ve ilk peygamberdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de son insan değildi ama Son Peygamber'di; peygamberlerin hatemi idi; peygamberliğin hitam bulmasını temsil ediyordu. Ve Kur'ân-ı Kerim'de nebîlerin sonuncusu olarak isim konmuştur. Herbir isim, Allah'ın eksiksizliğinin, tamlığının 99 ayrı cepheden bir şahididir. 99 ayrı cepheden tam bir mükemmellik! O, Allah'tır. Hepimizin yaratıcısıdır. İnsanların anlayamadığı şey; Allahû Tealâ diyor ki: “ Allah bâtındır. El Bâtın. Ama Allahû Tealâ aynı zamanda “Zâhirdir” diyor. “Allah evveldir” de diyor, “Âhirdir” de diyor. Sevgili okuyucular, acaba Allahû Tealâ bu muhteva içerisinde neyi söylemek istiyor? Allah'ın vasıflarını kazandıkça bu sırlar ortaya çıkar. Allah bâtındır. Kalp gözleri çalışmayanlar için, Allah'ı görmeyenler için Allah bâtındır. Ama ne zaman salâh makamına ulaşırsanız, Allah'a köle olursanız, Allah Kendi Zat'ını gösterecektir. Bu esmanın sahibi olan insana göre, Allah zâhirdir. Öyleyse hem bâtındır, hem zâhirdir. Birtakım insanlara göre bâtındır (çok büyük bir kesim için) ama kim Allah'ı görmek şerefine Allahû Tealâ tarafından erdirilirse, onlar için Allahû Tealâ zâhirdir. Allah evveldir, âhirdir. Eğer, Allahû Tealâ size geçmişi gösterirse, Allah'ın evvel olduğunu göreceksiniz. Kâinat olmadan evvel de Allah vardı. Ama Allahû Tealâ, aynı zamanda âhirdir çünkü kıyâmetten sonra da var olacaktır? O halde, biz insanlara göre, biz insanlar yokken Allah vardı. Öyleyse Allah evveldir. Bütün insanlıktan evvel Allah vardı. Biz hepimiz cennet ve cehennemi yaşadıktan sonra tekrar bir enerjiye dönüştürüleceğiz; hepimiz yok olacağız; enerji tekrar sıfıra çevrilecek. Ama ondan sonra da Allahû Tealâ var olacak. Demek ki Allahû Tealâ aynı zamanda âhirdir ve sıfatlarının belki bütününü gösteren en güzel sıfatı “El Bâki”dir; Allah her zaman var olmakta devam edecektir. Zamandan evvel de, zaman var iken de, zamandan sonra da Allah hep bâki olacaktır. İnsanlar “El Bâki” sıfatının sahibi olamazlar. Bu, sadece Allah'a aittir. Nihayet bir yaratıksınız. Bütün yaratıklar gibi var oldunuz, yaşayacaksınız, öleceksiniz. Öldükten sonra tekrar dirilip var olmanız, öldüğünüz zaman da, tekrar dirildiğiniz zaman da bitmeyecek. Cennet ve cehennem hayatının sonuna kadar yaşayacaksınız. Bu bir sonsuzluktur. Düşünemeyeceğiniz kadar uzun bir süre geçecek. Bu sürenin sonunda enerjiye çevrileceksiniz. Sonra da yok olacaksınız. Ama o Allah, bâki olmakta devam edecektir. Allahû Tealâ: “Herşey fâni olacaktır. Ama senin zülcelâl-i vel ikram olan Rabbin bâki kalacaktır.” diyor. Sevgili okuyucular, gördünüz ki; Allah'ın Esma-ül Hüsnası sizi bütüne ulaştıracak olan bütün imkânları 99 açıdan önünüze sermiştir. Bir taraftan daimî zikirle nefsinizin afetlerini sıfırlayacaksınız, insan-ı kâmil olacaksınız; bir taraftan da Esma-ül Hüsna ile kendi açınızdan eksik gördüğünüz bu afetlerin dışındaki vasıf standartlarını düzeltme imkânına sahip olacaksınız. Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki bu Esma-ül Hüsnayı insanların emrine koymuş. O'na benzemeye çalışmak, O'nun güzelliklerinin bir nebze sahibi olabilmek, hepimizin hem vazifesi hem de hakkıdır. O'nun gibi olmak mümkün değil; ama O'na benzeyebilirsiniz. Sevgili okuyucular, kapılar hepinize alabildiğine açık. Nerede bir zorlukla karşılaşırsanız, Allah'ın ondan haberi olur. Size mutlaka bir kapı açar. Bütün kapıların sahibi Allah'tır.



6
İslamiyet, gönül (kalp) işidir, hoşgörü ve sevgiye dayanır.

Şüphesiz ki, Allah'u Teala sizi suretlerinize(dış görünüşünüze) nazar etmez (bakmaz), nesebinize, soyu ve sopunuza da bakmaz ve sahip olduğunuz mallarınıza da bakmaz ve lakin kalplerinize (gönül ve amellerinize) nazar eder, bakar.
Muhtarul ehadis 270
Son Peygamber Hz. Muhammed S.A.V. efendimizin hoşgörü ve kolaylık peygamberi olmasından şu iki pratik sonucu çıkarabiliriz. İslamiyet bir gönül olayıdır, kalp işidir, hoşgörü ve sevgiye dayanır, İslam dininde insan ve hayatla çatışan hiçbir emir ve yasak yoktur.Allah ve Peygamber altından kalkamayacağımız hiçbir yükü insanoğluna yüklememişlerdir.
"la yukelifullahe nefsen illa vusaha"
Bakara –286
Biz kimseye kaldıramayacağı yükü yükletmeyiz.
İslamiyet insanı yokuşa süren, zorlayan insan için hayatı işkenceye çeviren disiplinleri içermez ve böyle disiplinleri kendi bünyesinin dışında sayar, İslamiyet insanın evvela ahiret, daha sonra dünya saadetini hedefleyen Allah'ın insanoğluna en büyük ihsanıdır. İslam’ın temel kitabı ve kaynağı Kuran-ı Kerimdir. Kuran-ı Kerim insanlığın kıyamete kadar olan dünya ve kıyametten sonra gelecek ahiret hayatı ile ilgili kitabıdır. Kısacası Kuran bütün zaman ve mekanlarda yaşayan insanların hayat kitabıdır. Her asırda insana yeni mesajlar verdiği gibi insan hayatı ile ilgili kesin ve değişmeyen tüm kanunları da içerir.
"Ve likülli nebein mustakurun ve sevfe talemun"
En’ am -68
Her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır.
O vakit geldiğinde öğrenirsiz. Modası geçmez, çünkü vahiydir. Cebrail A.S. tarafından peygamber Efendimize (S.A.V) ulaştırılmıştır, beşer sözü değildir.
"Ve ma hüve bikavli sairin kaliylın ma tuminun ve la bikavli kahının kaliylen ma tezekkerun"
Hakka- 41,42
"O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz. Bir kahinin de sözü değildir. Ne kadar az öğüt alıp düşünüyorsunuz."
Ve bozulmadan bize kadar gelmiştir.
"İnna nahnu nezelna zikre ve inna lehu lehafizu”
Hicr-9
"Bu Kuran'ı (zikri) biz indirdik ve O'nu biz koruyacağız."
Bu bakımdan da tazeliğini her zaman muhafaza eder. İnsan sözü karışmamıştır. İnsan sözü karışsa evvelki kitaplarda (Tevrat, Zebur, İncil'de) olduğu gibi bayatlayabilir.
"Efela yetedeburanel kurane ve !ev kane min indi gayrillahi levecedu fiyhi ihtilaf en kesiyren"
Nisa - 82
"Onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok ihtilaflar bulacaklardı.
Öyle genel prensipler (kanunlar) getirmiştir ki bu genel prensipler (kanunlar) (Allah'ın davetine icabet etme, ruhun Allah'a vasıl olması, nefsimizin 7 kademede tezkiyesi ve fizik vücudumuzun ölmeden evvel Allah'a kul olması ve bunların ötesinde üç emanetin, evvela ruhun, fizik vücudun ve en son nefsimizin Allah'a teslimleri gibi) her asırda geçerlidir. Fıtrat dini olan İslam kendi orijinalitesine uygun olarak (kaynak kitap Kuran'a) tam sadakatla yaşandığında hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir reforma ihtiyaç hissettirmez. Kainatta maddeye, enerjiye, yer çekimine ilişkin kanunlar ne kadar reel değişmez ise, bu kanunların insana ilişkin olanların bütününü (fizik vücudun ölmeden evvel Allah'a kul olması, nefsimizin 7 kademede tezkiyesi ve ruhun Allah'a vasıl olması ve üç teslimi de) ihtiva eden fıtrat dini, yani İslam da o kadar reel ve değişmezdir.
"Feekim vecheke liddiyni haniyfa fıtratallahı elletiy fatara nase aleyha la tebdiyla halkıllahi zalike diynul kayımeti lakin ekserennasi la ya'lemun"
Rum - 30
"Fizik vücudunu hanif olan dine çevir. Bu Allah'ın yaratma kanunudur. Allah bütün insanları Allah'a teslim olabilecek şekilde yaratmıştır.”
Allah'ın bu yaratış kanununda (zaman ve mekan bakımından) bir değişme, bozulma yoktur. İşte bu ezeli ebedi tek din olan İslam’dır. Lakin insanların ekserisi bunu bilmezler. Çünkü bunların tümü sünnetullah yani Yaratıcının düzeni ve tavrı adını alır ve sünnetullahta değişme, bozma, yıkma meydana getirilemez.
"Felen tecide sünnettallahi tebdiyla ve len tecide lisunnetallahi tahvilen"
Fatır - 43
Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
İslam’da Kuran-ı Kerim prensiplerine sadakat esastır. Müminin Allah'ın kendisi için tayin ettiği mürşidin açıklamalarına uygun olarak Kuran-ı Kerimi yaşaması esastır.
"Fezekir innema ente muzekir leste aleyhim bumusaytır"
Casiye 19-20
"Öğüt ve (değişmez kanunları açıkla) çünkü sen bir öğüt vericisin, açıklayıcısın; sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin."
Kuran'ı Kerim başkasını zorlamayı da yasaklıyor.
"la ikrahe fiddiyn”
Bakara-256
"Dinde zorlama yoktur."
"İnna na'lemu ma yekulune bih ve ma ente aleyhim bicebarın fezekir bilkuranı men yahafu vaiyd"
Kaf - 45
"Sen öğüt verirken onların (kalbi hasta olanların) sana ne söylediklerini biliriz ve sen onlar üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Vadimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver."
Zaten din, bir vicdan (ruh) işidir, kalp (gönül) işidir. Kalbden (gönülden) insan inanırsa o iman makbuldür, geçerlidir.
"Ve lev sae rabbuke le amene men fil ardı cemiyan efe ente tukrihu nase hata yekınu mümiynin"
Yunus - 99
"Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi amenu olurdu. İnsanlar mümin olsunlar diye sen mi onları zorlayacaksın.
"Ulaike ketebe fikulubuhun eliymane”
Mücadele - 22
"İşte bunlar Allah'ın kalbine iman yazdıklarıdır. "
Kalpten (gönülden) inanmaz da zorlama ile veya dış etkenler sebebiyle iman edilirse o iman; iman da sayılmaz. Allah indinde de makbul değildir.
“Kaletil arabu amena kullem tuminu ve lakin kulu eslemna lemma yedhulul iymane fiykulubiküm"
Hucurat - 1 4
“Arablar dediler ki. Biz amenu olduk (kelime-i şehadeti söylediğimiz için) habibim onlara söyle; siz amenu olmadınız fakat islam dairesine girdik deyin çünkü kalblerinize iman girmedi, yazılmadı.”

“İza caekel münafıkune kalu neshedu inneke leresullallah vallahu ya’lemu inneke leresullallah vallahu yeşhedu innel münafikune lekazıbun"
Münafikun – 1
“Münafıklar sana geldikleri zaman “biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin” dediler. Allah da bilmektedir ki, sen elbette O’nun mürşidi (halifesi)sin. Allah şüphesiz münafıkların yalan söylemekte olduklarına şahidlik etmektedir.”

O tür insanlar münafık sayılır ve münafıklar Kur’an-ı Kerime göre cehennemde en aşağı tabakadadırlar.

Dış görünüş bakımından ne kadar mükemmel olursa olsun, insanın içten (kalbinden) gelen isteğinden kaynaklanmayan hiçbir şey Allah Katında anlam taşımaz.

(Münafıklarda olduğu gibi) Dış görünüş bakımından ne kadar çirkin olursa olsun insanın içten (kalbinden) gelen isteğinden kaynaklanmayan hiçbir şey Allah Katında anlam taşımaz.
“men kefere billahi min badi iymanihi illa men ukrilne ve kalbuhu mütmainen biliymani”
Nahl - 106
Kalbi İman ile mutmain iken, dış zorlama ile imandan sonra küfür edenler (Allah'ı inkar edenler) hariç”
Çünkü, bütün davranışlar niyete bağlı olarak anlam kazanır (Hadis) ve bunun da ötesinde, mümin kulun niyeti amelinden üstündür. (Hadis) Yani; insan içinden (kalbinden) geldiği halde yapamadığı şeyin karşılığını Allah'tan bir lütuf olarak alacak. (Amenu olan insanların kurtuluşunda -cennete girmesinde- olduğu gibi)
Aksine, niyet etmeden bedeniyle yerine getirdiği şey İçin hiçbir karşılık bulamayacaktır. (Sevdiği kız için Mekke'den Medine'ye göç eden insanda olduğu gibi, veya diyet için oruç tutanın Allah'tan hiçbir karşılık alamayacağı gibi...)

7
DİNİ BİLGİLER / CENNETKATLARI
« : Mayıs 10, 2009, 11:05:14 ÖÖ »
   CENNET   KATLARI

Hesaplar görüldükten sonra gerek azap çekmek için gerek neden kurtulduğunu görüp şükretmeleri için  herkes Cehenneme gidecek
19 / MERYEM - 71 Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.
Takva sahipleri cehennem katlarını görüp hamd ve Şükürlerle Cennete geçecekler
19 / MERYEM - 72 Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
39 / ZUMER - 61     Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumus sûu ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ve Allah, takva sahiplerini, feyz sahibi olmaları (kendilerine sekînet nuru ulaşması) sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük (azap) dokunmaz. Ve onlar mahzun da olmazlar.
26 / ŞUARA – 90  Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırıldı.
50 / KAF – 31  Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
7 / A'RAF - 43 :Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Onların göğüslerinde, (nefsin kalbindeki) afetlerinden ne varsa çekip aldık. Onların altlarından nehirler akar. “Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun. Allah'ın, bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan dolayı varis kılındığınız cennet işte budur.” diye nida olunurlar.
3 / AL-İ İMRAN - 133Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Rabbinizden mağfirete ve arzı (yerleri) göklerle yer kadar olan cennete koşuşun ki; (o cennet), takva sahipleri için hazırlanmıştır.


83/MUTAFFİFİN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne).
Dikkat edin, muhakkak ki ebrar’ın (hidayetlere erenlerin), kitapları illiyyindedir. (Göğün 7. katındaki Kader Hücreleri’ndedir).



1- CENNETIN ÂLIYEH
69 / HAKKA – 19:Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der.
69 / HAKKA – 20:İnnî zanentu enniy mülâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum.
69 / HAKKA – 21:Fe huve fî îşetin râdıyeh(râdıyetin).
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.
69/HAKKA-22: Fî cennetin âliyeh(âliyetin).
Yüksek bir cennette.

88 / GAŞİYE – 8:Vucûhun yevmeizin nâımeh(nâımetun).
İzin günü naîm (güzel ve parlak) yüzler vardır.
88 / GAŞİYE – 9:Li sa’yihâ râdiyeh(râdiyetun).
(Dünyadaki) sa’yından (çalışmasından) razıdır.
88 / GAŞİYE – 10:Fî cennetin âliyeh(âliyetun).
Âli cennettedir

2- CENNÂTUL FIRDEVSI
18/KEHF-107: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar; onların ikramı, firdevs cennetleridir.

23/MU'MİNUN-11: Ellezîne yerisûnel firdevs(firdevse), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar, orada ebedî kalacaklardır.

3- CENNETUL HULD:
25/FURKAN-15: Kul e zâlike hayrun em cennetul huldilletî vuidel muttekûn(muttekûne), kânet lehum cezâen ve masîrâ(masîren).
De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa muttakilere (takva sahiplerine) vaadedilen, onlar için bir ceza (mükâfat) ve dönüş yeri olan ebedî cennet mi?”

4- CENNETI GURAFAN
29/ANKEBUT-58: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve âmenû olanları (Allah’ı ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları mutlaka, altından nehirler akan cennette köşklere yerleştireceğiz. Orada ebediyyen kalıcıdırlar. Salih (nefsi ıslâh edici) amel işleyenlerin ecri (mükâfatı) ne güzel!

5- CENNETUL ME’VÂ
79/NAZİAT-41: Fe innel cennete hiyel me’vâ.
Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir
32/SECDE-19: Emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum cennâtul me’vâ nuzulen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Fakat âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlar) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, işte onlar için yapmış olduklarından dolayı ikram olarak meva cennetleri vardır.

6- CENNÂTIN NAÎM
5/MAİDE-65: Ve lev enne ehlel kitâbi âmenû vettekav le keffernâ anhum seyyiâtihim ve le edhalnâhum cennâtin naîm(naîmi).
Eğer kitap ehli, âmenû olup (Allah’a ulaşmayı dileyip), takva sahibi olsalardı, elbette günahlarını örterdik. Ve onları mutlaka naim cennetlerine koyardık (dahil ederdik).
22/HAC-56: El mulku yevme izin lillâh(lillâhi), yahkumu beynehum, fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fî cennâtin naîm(naîmi).
Mülk, izin günü Allah’ındır. Onların arasında hüküm verecektir. Böylece âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih (nefsi tezkiye edici) amel (salâh makamına ulaştıracak amel) yapanlar, naim cennetlerindedirler.
10/YUNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab’leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
31/LOKMAN-8: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun na’îm(na’îmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar için naîm cennetleri vardır.

7-CENNÂTU ADN
16/NAHL-31: Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne).
Onlar (muttakiler), altından nehirler akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onların diledikleri herşey vardır. İşte Allah, (ahsen olan) muttakileri (bihakkın takvanın sahiplerini) böyle mükâfatlandırır.

18/KEHF-31: Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudren min sundusin ve istebrekın muttekiîne fîhâ alel erâik(erâiki), ni'mes sevâb(sevâbu), ve hasunet murtefekâ(murtefekan).
İşte onlara (onlar için) adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. Orada altın (dan) bileziklerle süslenirler. İnce ipek ve atlastan yeşil elbiseler giyerler. Orada tahtlar üzerine yaslanırlar. Ne güzel bir sevap ve ne güzel bir destek.

13/RAD-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.

20/TAHA-76: Cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.
İçinde ebedî kalacakları, altından nehirler akan adn cennetleri vardır. Ve işte bu, tezkiye olanların (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapanların) mükâfatıdır.
 38/SAD-50: Cennâti adnin mufettehaten le humul ebvâb(ebvâbu).
Kapıları onlara açılmış olan adn cennetleri vardır.

61/SAF-12: Yagfir lekum zunûbekum ve yudhılkum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur.

9/TEVBE-72: Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü, Allah’tan bir rızadır (Allah’ın razı olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).

19/MERYEM-61: Cennâti adninilletî vaader rahmânu ibâdehu bil gayb(gaybi), innehu kâne va’duhu me’tiyyâ(me’tiyyen).
Adn cennetleri ki onları, Rahmân, kullarına gıyaben vaadetti. Muhakkak ki o (adn cennetleri), O’nun (Allah’ın) vaadidir, yerine gelecektir.


CENNÂTU ADN BÖLÜMLERİ
1-Salihler
2-Şehitler
3-Sıddıklar
4-Mürşidler
5-Şahitler
6-KavimResuları
7-a Devrin imamları Veli Resullar
7.b Devrin imamları Nebi Resullar

8
DİNİ BİLGİLER / MUTLULUK
« : Mayıs 10, 2009, 11:01:18 ÖÖ »
Mutsuzmusunuz, huzursuzmusunuz
                                                   işte size Mutluluk reçetesi!



 
Hemen şimdi kaldırın ellerinizi,
Kapatın gözlerinizi deriiin bir nefes alın,
Kendinizi mevlaya bırakın,
Ve deyinki:

Yarabbi ölmeden önce bende sana Ruhumu ulaştırmak istiyorum.
Hani senin ermiş Evliyaların varya,
Hz. Mevlana, Hz. Yunus, Hz. Rabiya, Hz. Meryem,
Ve daha bir çokları onlar sana nasıl ermişlerse nasıl senin
Evliyan olmuşlarsa bende senin Evliyan olmak istiyorum bende
sana ermek istiyorum benide erdir Yarabbi (amin).

Işte Mutluğun reçetesini buldunuz kapının kilidini açtınız bir Dua
ve bir dilekle Rabbinize mutlu olmak istediğinizi taleb ettiniz.
Artık gerisini Allahu Teala getirecek, çünkü bizlere sözü var.
Kimki bana ulaşmak istiyorsa muhakkak ben onu kendime ulaştırırım
diyor Rabbimiz, ve bize birinci kat Cenneti vaad ediyor.


Bir tek dilekle ne kadar basit değilmi.
Haydi sizde bir başkasının Mutluluğuna vesile olun ve
bu dileği başkalarina iletin ve bütün insanlık Mutluluk ve
Huzur içinde olsun.

Sonra...sonra yapacağımız tek şey Allahı ismi ile zikretmek
yani Allah, Allah, Allah diye Rabbimizi anmak zikretmek.


Allahu Teala müzemmil Suresi 8'inci ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor,
Rabbinin ismi ile zikret ve herşeyden kesilerek ona geri dön (ulaş).

Allah hepinizden razı olsun dileğinizi kabul etsin,
mutluluğunuzu daim etsin.(amin)
Daha genis bilgi icin:www.mihr.com/www.hidayetcagi.com.

Sayfa: [1]