İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OĞUZHAN

Sayfa: 1 ... 115 116 [117] 118
1741
Oyun Hileleri / Ynt: knıght onlne 1731 serisi
« : Nisan 24, 2009, 06:26:31 ÖS »
Bende yarın bulurum paylaşırım.

1742
Oyun Yamaları / 2006 FIFA World Cup TR v.1.5 Türkçe Oyun Yaması
« : Nisan 24, 2009, 06:22:16 ÖS »
Yamanın Kurulumu:

      Yamayi kurmaya baslamadan önce 2006 Fifa World Cup oyununu tamamen kapatmalisiniz. Programin arka planda çalismadigindan emin olmalisiniz. Yamayi 2006 Fifa World Cup oyununu kurdugunuz dizine kurmalisiniz. Varsayilan olarak bu yama C:\Program Files\EA SPORTS\2006 FIFA World Cup (TM)\data\cmn\fe klasörüne kurulacaktir. Eger siz 2006 Fifa World Cup oyununu farkli bir klasöre kurmussaniz, yamanin kurulumu sirasinda Gözat... butonuna tiklayarak oyunu kurdugunuz dizini seçiniz ve kurulumu tamamlayiniz.




Download :

http://www.tryama.net/download/yamaindir.asp?id=718

1743
Komik Resimler / Mehmet cevap ver !
« : Nisan 24, 2009, 06:15:36 ÖS »

1744
Komik Karikatürler / Kalleş
« : Nisan 24, 2009, 06:14:41 ÖS »



 :ok

1745
Komik Karikatürler / Viyana kapısı
« : Nisan 24, 2009, 06:13:19 ÖS »

  :kat

1746
Unterrich-Dersler / Ynt: Ich Glaube, Vielleict, Ich Weiß Nicht
« : Nisan 24, 2009, 06:08:25 ÖS »
Teşekkürler güzel paylaşım olmuş.

1747
Forum Oyunları / Ynt: Son İki Harf
« : Nisan 24, 2009, 06:05:38 ÖS »
Kamyon

1748
Genel Kültür / Kuşların Çarpılmaması
« : Nisan 24, 2009, 06:00:31 ÖS »


İnsanların dokundukları anda kömür oldukları binlerce volt cereyan taşıyan elektrik tellerine konan kuşlar nasıl oluyor da cereyana kapılmıyorlar? Çünkü topraklanmamışlardır. Çünkü tam bir devre meydana getirmezler. Çünkü kısa devre yaratmazlar. Tüm bu 'çünkü'lerin anlamı esasında aynı yola çıkar.

Elektriğin, elektronların komşu atomlara çarpıp onları titreştirmesi ile iletilen bir enerji olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir jeneratörden, kablonun içindeki iki telden biri ile çıkan akım, lambayı yakıp, görevini yaptıktan sonra diğer nötr telden geri döner.

Elektrik akımı direnci sevmez. Eve dönmek için daima en kısa ve kolay yolu tercih eder. Bir su birikintisi içinde iseniz ve elektrikli bir tele dokunursanız, akım telden en kolay yol olan vücudunuza girer, oradan da son derece iletken olan su birikintisine geçerek, topraktan eve döner.

Elektrik telleri üzerine konan kuşların toprakla alakaları yoktur. Onlar elektriğin evine dönmesi için bir kısa yol yaratmazlar. Elektrik onların vücudundan geçmektense, kendisine kuş vücudundan daha az direnç gösteren, iki ayakları arasındaki teli tercih eder. Kuşlar da bu nedenle bütün bir gün boyu, yüksek voltaj taşıyan, çıplak elektrik telleri üzerinde durabilirler.

Eğer bu arada kuş kazara elektrik tellerini taşıyan direğe temas ederse, elektrik akımı kuşun gövdesi ve direk yolu ile toprağa geçer ve kuş ölür. Yüksek enerji hatlarının direklerinde oturan kuşların telleri gagalama alışkanlıkları vardır. Bir zamanlar Almanya'da bu şekilde kuş ölümleri o kadar arttı ki, direkler ve destekler topraktan izole edilerek kuşlar ölümden kurtarıldı.

1749
Genel Kültür / Sivrisinekler Niçin Sokar
« : Nisan 24, 2009, 05:59:38 ÖS »


Dünyada yaklaşık üç bin sivrisinek türü olduğu bilinmektedir. Bunların çoğu insana saldırmaz. Zaten aksi olsaydı dünyanın her yerinde bulunabilen bu yaratıklar ormanda, dağda, insan bulunmayan yerlerde yaşamlarını idame ettiremezlerdi.

İnsanların kanlarını emerek yaşayan sivrisinek türlerinin yalnız dişileri kan emer. Dişiler de insanların kanlarını kendi yumurtalarını üretebilmek için protein sağlayabilmek amacıyla emerler. Birçok cinste dişi sivrisinekler en azından ilk yumurtalarını kana ihtiyaç duymadan üretebilirler, fakat sonraki yumurtaları için kana ihtiyaçları vardır. Bulabildikleri her canlının kanını emerler, hatta deniz yüzeyine gelen balıklar bile ellerinden kurtulamaz.

Erkekler çiçek özleri ile beslenirler. Yumurta üretme gibi bir dertleri olmadığından insanları sokmazlar.

Dişi sivrisinekler avlarının yerlerini duyargaları ve üç çift bacaklarındaki alıcılarla bulurlar. Alıcılar ile nem, ter ve ısı özelliklerini saptarlar. Sivrisineğin duyargaları bir santigradın binde biri kadar sıcaklık değişimlerini algılayabilecek kadar hassastır.

Dişi sivrisinekler insanın nefes verirken çıkardığı karbondioksit bulutu içinde, ileri geri hareketler yaparak bu bilgileri değerlendirirler, avın yararlı olacağına karar verirlerse eyleme geçerler. Bazılarının 'sivrisinek bana dokunmaz' demelerinin esas nedeni ter ve nefes kokularının, sivrisinek için cazip ve özendirici olmamasıdır.

Sivrisinek sanıldığı gibi içi delik ve sivri uçlu bir boruyu deriye sokarak kanı emmez. Sivrisinekte ağzın altındaki kesede iki tüp, iki de neşter olarak kullandığı testere ağızlı bıçak vardır. Önce bıçaklarla deride delik açar, sonra tüplerden biri ile tükürüklerini bu deliğin içine akıtır.

Bu tükürük insan kanının pıhtılaşmasını önler, böylece ikinci tüpü sokarak, sıvı kanı size fark ettirmeden kolayca emer. Eğer bir dakika içinde hala fark etmediyseniz, deposu kanınızla dolu olarak, kafayı bulmuş şekilde derinizden ayrılır.

Sivrisinekleri tahrik eden şey nefesinizdeki karbondioksit oranı ile derinizdeki ısı ve nem oranı olduğundan, özellikle geceleri sivrisinek hücumlarını geçiştirebilmek için, çok sık nefes alışverişi gerektirecek fiziksel hareketler yapmamanız, teninizi serin ve kuru tutmanız gerektiğini unutmayın.

1750
Genel Kültür / Kırmızı ve Boğalar
« : Nisan 24, 2009, 05:59:15 ÖS »


Aslında kırmızı renk hiçbir boğayı kızdırmaz. Çünkü boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayırt edemezler. Boğa güreşinde matador boğayı eline aldığı şapkasını şalını sallayarak kızdırır. Boğanın kırmızı şala saldırdığı inancı yanlıştır.

İspanya'da boğaların kırmızı renge saldırdığı inancı, matadorların kırmızı başlık kullanmaları nedeni ile yaygınlaşmıştır. Halbuki başlıklarda bu renk boğayı kızdırmak için değil, seyircilere hoş görüntü verebilmek için seçilmişti.

Kırmızı renk aslında insanları etkiler. Yapılan deneylerde bu rengin insanlarda kan basıncını yükseltip, kalp atışını hızlandırdığı saptanmıştır. Bunun nedeninin de kırmızının, kanın rengi olduğu sanılmaktadır.

Boğalar arenada kırmızı rengi görünce asabileşmezler. Kendinizi boğanın yerine koyun. Etrafınızdaki çığlık atan binlerce insanın ortasında, tozlu, gürültülü ve çok sıcak bir ortamda, sırtınıza saplanmış onca kılıcın acısı içinde, bir de şapkasını şalım sallaya sallaya üstünüze gelen bir adam varsa, yani kızmak için bu kadar sebep varken, sırf rengi kırmızı diye bir bez parçasına kızar mıydınız?

Boğa güreşi hakkında bilinen yanlışlar sadece bu kadar değil. Aslında boğa güreşi geleneği İspanya'dan doğmuş değildir. İlk çağlardan itibaren boğa, kuvvetin, dayanıklılığın ve verimliliğin simgesi olmuştur. Boğa güreşinin ilk versiyonu antik Yunan, Roma, Mısır ve hatta Kore ve Çin medeniyetlerinde görülür.

Boğaya Persliler taparlar, Afrika Zumları ise öldürüp safrasını içerlerdi. Tüm bu geleneklerin temelinde, hayvanın gücü yatmaktadır. Bu geleneğin bir şekilde İspanya'ya geldiği, Avrupa ülkeleri içinde feodal düzeni en son terk eden bu ülkede de kalıcı olduğu sanılmaktadır.

1751
Genel Kültür / Ata Neden Soldan Binilir
« : Nisan 24, 2009, 05:58:49 ÖS »


Diğer birçok alışkanlıkta olduğu gibi, bunun da sebebi, insanların çoğunun sağ ellerini kullanıyor olmalarıdır. Asırlar önce, daha çok sağ ellerini kullanan insanlar, kılıçlarını kolay çekebilmeleri için, kılıçlarını kınlarında, sol taraflarında taşıyorlardı.

Ata binerken, sol dizin altına kadar inen bu uzun kılıçla ata sağdan binmek, yani sağ ayağı üzengiye koyup, sol ayağı atın üzerine atarak binmek kılıç nedeni ile zor oluyordu.

Soldan, sol ayağı üzengi üzerine koyup, sağ ayağı atın üzerine atarak binince kılıç sorun yaratmıyordu. Özellikle savaşa giden ordularda disiplin nedeni ile bir örnek hareket edilmesi gerektiğinden, solaklar da ata soldan binmek zorunda kalıyorlardı.

Artık biniciler kılıç taşımıyorlarsa da, ata soldan binmek günümüze kadar uzanan bir gelenek haline geldi.

1752
Genel Kültür / Kelebekler Bir Gün mü Yaşar
« : Nisan 24, 2009, 05:57:41 ÖS »


Bu yaşam süresinden ne anladığımıza bağlıdır. Yaşamayı, doğmak, yaşamak ve ölmek şeklinde tarif edersek kelebekler aylarca yaşarlar. Kırlarda ve bahçelerde uçuşarak ince, zarif ve güzel renklerle bezenmiş kanatlarıyla yapraklara konan, bizim kelebek olarak tanıdığımız hali, ömrünün ölümüne yakın son aşamasıdır. Bu şekli ile yaşadığı hayat gerçekten çok kısadır.

Ömrünün bu en güzel kısmının ne kadar sürdüğünü kesin olarak söylemek güçtür. Bazı çeşitlerinin birkaç gün, bazılarının ise birkaç hafta yaşadıkları biliniyor. Tabiatta çok nadir de olsa bir yıl yaşayanları bile görülmüş.

Kelebekler aylarca tırtıl halinde yaşadıkları halde, kelebek olarak yetişkin iken çok kısa bir süre yaşarlar. Bu yüzden bir kısım kelebeklerde beslenme için ağız ve hortum bile bulunmaz. Yaşamlarının bu kısa parçasını beslenmekten çok eşlerini aramak, çiftleşmek ve yumurtlamak, kısaca yeni kuşakları oluşturabilmek için harcarlar.

Çok narin gibi görünmelerine rağmen kelebeklerin yapıları yeryüzünde karşılaştıkları her sorunu çözecek düzeydedir. Çöllerde bulutlar gibi dolaşırlar, sularda yüzebilir, karanlık mağara kovuklarında yaşayabilirler. Dünyanın en yüksek dağlarında. tropikal ormanlarda, petrol birikintilerinde, yanardağ ağızlarında hatta kutuplarda bile dolaşırlar.

Kelebeklerin 170 bin civarında türü vardır. Böceklerin en geniş takımlarından birini oluştururlar. Yeryüzünde yaşayan kelebek çeşitlerinin sayısının 18 sıfırlı bir sayı ile ifade edilebileceği sanılmaktadır. Yani her insana bir milyon kelebek düşmektedir. Bir başka deyişle ortalama ağırlığı 70 kilogram olan bir insana yeryüzünde 850 kilogram kelebek düşer.

Kelebeğin tüm ömrü değil de ömrünün son safhası gerçekten kısadır ama yine de bir günden fazladır. Aslında onun için süre önemli değildir. Ömrünün bu en güzel aşamasında düşündüğü tek şey vardır, neslinin devamı. Sürüngen bir tırtıl olmaktan kurtulup, havada özgürce dolaştığı bu kısa sürede amacı uğruna çoğunlukla beslenmez bile.

1753
Genel Kültür / Balık Eti Neden Beyazdır
« : Nisan 24, 2009, 05:56:33 ÖS »


Gıda olarak kesilen hayvanların yenilebilen kas kısımları et olarak adlandırılır. Etin içinde ayrıca kan, epitel, kemik, sinir, yağ ve bağ dokuları vardır.

Genelde etler kırmızı ve beyaz et olarak ikiye ayrılırlar. Sığır, koyun, keçi etleri kırmızı et olarak kabul edilirlerken, tavuk, hindi gibi kümes hayvanları ile balıkların etleri beyaz et kategorisine sokulur. Aslında biyolojik yapı olarak kümes hayvanlarının etleri balık etinden çok farklı, kırmızı ete daha yakındırlar. Bazılarının etlerinin rengi de zaten beyaz değil kahverengidir.

Etlerin kırmızı ve beyaz rengini saptayan eleman 'miyoglobin' denilen proteinlerdir. Bunlar kanda, alyuvarlarda bulunurlar ve kaslara gerekli olan oksijeni sağlarlar. Beyaz ette miyoglobin miktarı çok azdır.

Balık eti diğer yürüyen, uçan, sürünen hayvanların etlerinden birçok yönden farklıdır. Balıkların kasları diğerlerine göre gelişmemiştir. Bir filin tonlarca ağırlığını, yerçekimine karşı taşıması ve hareket ettirebilmesi için muazzam bir kas sistemine ihtiyacı vardır. Bu nedenle filin vücudunda 50 bin kas vardır.

Balıklar ise neredeyse ağırlıksız bir ortamda yaşarlar. Onun için çeşitli vücut organlarını ana iskeletlerine bağlayacak, kıkırdak, kiriş ve bağ dokuları gibi dokulara fazla ihtiyaçları yoktur.

Balıklıklar suda düşmanlarından kaçabilmek için çok ani ve süratli hareket etmek zorundadırlar. Bu nedenle kaslarındaki lifler çabuk açılıp kapanabilen tipte liflerdir. Çok ani hareketlere ihtiyaç duymayan kara hayvanlarındakilere oranla balıklardaki bu tip lifler daha kısa ve incedirler. Kolayca birbirlerinden ayrılabilirler. Onun için balık etini yerken çiğnemesi kolaydır, ağızda dağılır. Hatta çiğ olarak bile rahatça yenilebilir.

Balığın kaslarındaki bu çabuk açılıp kapanabilen lifler çok kısa süreli çalıştıkları için fazla enerji yani oksijen depolamalarına gerek yoktur. Bu nedenle balığın vücudundaki kan miktarı çok değildir. Olanlar da çoğunlukla solungaçların civarında toplanmışlardır.

Görüldüğü gibi bir etin renginin kırmızılığı miyoglobin miktarına, miyoglobin miktarı kan miktarına, o da kasların ne kadar kan ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Çok aktif ve hızlı yüzen bir balık olan Orkinos (Ton) balığının etinin rengi, sakin bir balık olan Dilbalığı'na göre daha kırmızımsıdır.

Sığırlar genellikle açık arazide otlandıklarından ve sürekli dolaştıklarından etlerinin rengi, daha tembel bir hayvan olan domuza göre daha koyudur.

Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları uçamadıkları ve zamanlarının önemli bir kısmını çevrede gezinerek geçirdikleri için bacak bölgelerindeki etler koyu renkli, göğüs ve kanatlarındakiler daha beyazdır. Bıldırcın, ördek gibi uçan kuşlarda ise tam tersidir. Bacak etleri beyaz, göğüs ve kanatlarındaki etler koyudur.

1754
Genel Kültür / Elektrikli Balıkların Sırrı
« : Nisan 24, 2009, 05:55:44 ÖS »


Canlı varlıkların elektrik ürettikleri uzun zamandan beri bilinmektedir. En kuvvetli gerilimi sağlayan organlar kaslar ve sinirlerdir. Bütün kas lifleri elektrik yükü içerirler. Kalp kasının çıkardığı gerilimin incelenmesine "elektrokardiyografi' denilir ve bu bilim dalının gelişmesiyle kalp hastalıklarının teşhis ve tedavisi kolaylaşmıştır.

Sinir merkezleri de elektrik akımı doğururlar. Hatta deride, salgı bezlerinde, gözün ağ tabakası gibi duyu organlarında elektrik akımı oluştuğu ortaya konulmuştur. Hücrelerde de elektrik akımının varlığı tespit edilmiştir. Canlılarda elektrik olayını inceleyen bilime 'elektrobiyoloji', canlı organların elektrik üretmelerini inceleyen bilim dalma da 'elektrobiyogenez' deniliyor.

Çeşitli hayvanlar, elektrikli veya ışıklı organlarla donanmışlardır. Bunlar savunmada, yön bulmada hatta bazı cinsler arası yakınlaşmalarda rol oynarlar. Elektrikli hayvanların hepsi balıklar arasındadır.

Bazısı denizde bazısı tatlı sularda yaşayan yüzlerce tür elektrikli balık vardır. Elektrik akımı kas ve sinir dokularından oluşmuş özel organlarında üretilir. Bu elektrik akımı çoğu kez bir iğne batması kadar zayıftır. Bazı türler ise insanı bile sersemletecek kadar güçlü bir elektrik akımı üretirler. Bu gerçek anlamda bir elektrik boşalmasıdır, yarattığı etki de gerçek bir elektrik çarpmasıdır.

Elektrik balıklarının en tanınmış üyeleri torpil balığı ve elektrikli yılan balığıdır. Gerçek yılan balıklarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve bir tatlı su balığı türü olan elektrikli yılan balığının 2,5 metreye varan boyunun, beşte dördü, özellikle kuyruk bölümü elektrik organlarıyla kaplıdır. Bir seferde 500-600 volt akım boşaltarak büyük hayvanları bile felce uğratabilirler.

Elektrikli balıklarda, baştan kuyruğa kadar uzanan elektrik organları, pillerdeki parçalar gibi birbirlerine yapışık, disk şeklinde bölünmüş küçük sütuncuklardan meydana gelir. Sinir sisteminin etkisiyle bu sütuncukları oluşturan yüzlerce diskin alt yüzeylerinde pozitif elektrik, öteki yüzeylerinde negatif elektrik oluşur.

Böylece disk kümesi tam bir pil haline gelir. Bu canlı pil beyinden gelen sinirlere bağlıdır. Balık kendini tehdit eden düşmana bîr elektrik deşarjı yapar, bu sayede düşmanını felç eder.

Elektrikli balıkların vücutlarındaki elektrik boşalması sürekli değildir. Biriken elektriği boşalttıktan sonra yeniden elektrik üretip depolayabilmeleri için aradan bir süre geçmesi gerekir. Elektrikli balıkların çarpmaları şiddetli ağrı yapar hatta insanı devirebilir ama hiçbir zaman öldürücü değillerdir.

1755
Genel Kültür / Balıklar Ölünce
« : Nisan 24, 2009, 05:55:05 ÖS »


Bu durum en belirgin, çevre kirliliği ve patlayıcı ile avlanma nedenleri ile ölüp yüzeye gelen balıklarda gözlemlenebilir. Ölen balıklarda süratle bir iç bozunma yani bir çeşit çürüme oluşur. Bu iç çürümeden dolayı çıkan gazlar balığın alt tarafındaki bağırsak boşluğunda toplanırlar.

Balık ayıklayanlar bilirler, ayıklanacak balığın alt tarafındaki yumuşak karnı yarılır, buraya yapışık mide ve bağırsaklar kolayca çıkartılır. Balığın etli kısmı üst tarafındadır. Balık ölüp gazlar mide boşluğunda toplanınca bu kısım şişen bir balon gibi hafifler, ağırlık merkezi yukarı kayar ve balık, daha ağır kısmı aşağı gelecek şekilde ters döner.

Bazı balıklarda, içinde hava bulunan yüzme keseleri vardır. Balık içi hava dolu bu keseyi daraltıp genişleterek kendisini elverişli derinlikte dengede tutabilecek yoğunluğu sağlar. Bu kese çoğu zaman basit bir boruyla sindirim organına bağlıdır.

Eğer deniz suyundaki tuzluluk oranı (yüzde 3,5) dörtle birine düşürülürse sonuç balığın kanındaki sodyum, klor, kalsiyum ve potasyum oranının aynısı olur. Deniz suyu ve tüm omurgalıların kanlarındaki tuz oranlarındaki bu benzerlik hayatın denizden başladığı teorisini destekliyor.

Hayat başladığı zaman denizlerdeki tuz oranının omurgalıların kanlarındaki oranla tamamen aynı olduğu, zamanla bu oranın artması sebebiyle omurgalıların denizleri terk edip karada yaşamaya başladıkları, balıkların ise denizde kalıp artan tuz oranından korunmak için bir mekanizma geliştirdikleri ileri sürülüyor.

Balıkların solungaçları civarındaki klor hücreleri salgıladıkları bir enzim sayesinde, deniz suyundan aldıkları fazla sodyumu tekrar dışarı verirler. Buna ilaveten böbrekleri de tuz iyonlarını filtre ederek idrarla dışarı atarlar. Bu nedenle idrarları az sulu, yoğun, tuz oranı yüksek ve az miktardadır.

Tatlı su balıklarında ise tam tersi bir fiziksel mekanizma vardır. Yaşadıkları ortamdan aldıkları suyun içindeki az miktardaki tuzu, atmak yerine vücut ihtiyaçları için konsantre halinde tutarlar. İçinden tuz alındığından idrarları da bol ve suludur. İdrar miktarı günde vücut ağırlığının üçle birini bulur.

Sonuç olarak, tatlı su balıkları denizde yaşayamazlar çünkü vücutları deniz suyundaki tüm tuzu alır, vücut susuz kalır, kurur ve balık ölür. Denizde yaşayan balıklar da tatlı suda yaşayamazlar çünkü zaten az miktarda olan tuzu ayırıp fazla su tuttuklarından şişerler ve onlar da ölürler.

Yani her iki balık türünün de kan ve tuz kompozisyonları aynıdır ama bir tür, kana tuz sağlamaya çalışırken diğeri azaltmaya uğraşır. Ortam değişikliğinde de aynı şekilde çalışmaya devam eden mekanizmalar balıkların ölümlerine neden olurlar.

Gerçi Somon gibi hem tatlı hem de tuzlu sularda yaşamayı başaran balıklar da vardır. Somonlar tatlı sularda doğuyorlar, gençliklerinde nehirler boyunca okyanusa yüzüyorlar ve hayatlarının geri kalan kısmını oralarda, tuzlu sularda geçiriyorlar.

Bu tip balıklarda iki tip mekanizma da vardır ama yolculukları sırasında, nehirlerin ağızlarında, tatlı ve tuzlu suların birleştikleri yerlerde, bir süre kalarak vücutlarını öbür ortama ayarlıyorlar. Her iki tür sularda da yaşayabilen deniz canlılarının ortak özellikleri, yumurta ve bebeklik evrelerini tatlı sularda, yaşlılıklarını ise tuzlu sularda geçirmeleridir.

Sayfa: 1 ... 115 116 [117] 118