İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - OĞUZHAN

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 37
76
Genel Kültür / "Şah" Neden Pasiftir?
« : Ağustos 12, 2009, 06:44:47 ÖS »
"Şah" Neden Pasiftir?


Satranç oyununda Şah koruma altındadır. O sanki bir köşede korkudan sinmiş bir şekilde olanlara bakan, titrek adımlarla birer birer ilerleyen, arada sırada 'hadi ne zaman rok yapacaksanız, yapın' diye inleyen bir insan görünüşü verir. Halbuki vezir, satranç tahtasını oradan oraya dolaşarak, atlayarak, zıplayarak, rakibi yıpratarak, son derecede etkin bir şekilde hareket etmektedir.

Bu taşın bizdeki adı vezir (bakan gibi bir şey) olduğu için bu hareketlilik normal görülebilir ama Batı ülkelerinin bu taşa kraliçe anlamında 'queen' adını verdiklerini düşünürseniz ortaya tuhaf bir durum çıkar. Hele satrancın tarihinin 7. yüzyıldan öncesine gittiği göz önüne alınırsa, o zamanlar daima ordularının başında savaşa giden krallara, şahlara satrançta niçin böyle pasif bir rol verilmiştir, anlaşılmaz.

Satrancın ilk olarak 6. yüzyıl içinde Hindular tarafından oynanmaya başlanıldığı, daha doğrusu Hinduların 'chaturunga' (şaturanga) isimli oyunundan geliştiği ileri sürülüyor. 'Chaturunga' sözcüğü Sanskritce'de 'dört kol', 'dört kollu ordu' veya 'dört silah' anlamına gelmektedir.

O zamanki Hint ordusu dört bölümden oluşuyordu. Filler, savaş arabaları, süvariler ve piyade. Bugün bu dört kola, fil, kale, at ve piyon diyoruz. Avrupa savaşlarında fil kullanılmadığı için bu taşa piskopos (bishop) adı verilmiştir. Bizdeki at Arapçada süvari, Avrupa'da ise şövalye olarak adlandırılmıştır. Yani medeniyetler satranç terimlerinde kendilerine göre bazı değişiklikler yapmışlardır.

Şaturanga Hindistan'dan önce İran'a geçti ve geçerken ismi 'şatrang' oldu. Arap orduları onu 1000 yıl kadar önce, fethettikleri İspanya üzerinden Avrupa'ya getirdiler. Araplar oyuna 'şatranj' veya 'al-şah-mat' (şah ölü) ismini verdiler. Ancak şah oyunda hiçbir zaman ölmez, diğer taşlar gibi oyun tahtasının dışına çıkartılamaz. Vatanı olan karelerde kımıldayamaz hale gelince esir düşer. Satranç ismi Türkçeye Arapçadan girmiştir.

İlk oynanış şeklinde bugünkü hareket kabiliyetindeki bir vezir veya kraliçe yoktu. Gerçi şahın yanında Araplar tarafından akıllı adam diye isimlendirilen bir taş vardı ama hareket imkanı çok kısıtlıydı. Sadece bir kere o da çapraz olmak koşuluyla ilerleyebiliyordu.

Asırdan aşıra, ülkeden ülkeye satranç oyunu gittikçe gelişti ve bazı değişikliklere uğradı. Avrupa'ya ulaştığında vezirin ismi kraliçe oldu ama hareket imkanı hala kısıtlıydı. Bununla belki o yıllarda Avrupa'da yaşayan güçlü kraliçelerin, krallarının daima yanında olup onları kollamaları şeklinde sosyal bir bağlantı kurulabilir.

Bu şekli ile satranç oyunu çok yavaş oynanabildiğinden oyunu süratlendirmek için kraliçe (vezir) ve filin güçleri, yani hareket imkanları arttırıldı, etkinlik sahaları genişletildi. Bir başka kural değişikliği ile satranç tahtasının karşı kenarına varabilen bir piyonun kraliçe (vezir) olabilmesi imkanı tanındı.

Bu, çok çağdaş ve demokratik bir değişimdi. Taşların en güçsüzü ve alçak gönüllüsü piyade, işlerinde sebat eder ve başarı ile ilerlerse en güçlü taş olabiliyor, hatta karşı tarafın şahını mat ederek en son sözü söyleyebiliyordu. Avrupa'da gün geçtikçe gelişen demokrasi, yıkılan krallıklar satranca da yansıyordu. Şah artık örneği çok az kalmış, güçsüz monarşik hükümdarlar gibi köşesinden pek çıkamıyordu.

Gerçeği oyunda iken ikinci bir kraliçenin ortaya çıkması ise başlangıçta oyuncuların kafasını karıştırdı ama hangi şah bir yerine iki kraliçesinin olmasını istemez ki!


77
Genel Kültür / Fotoğraflardaki Kırmızı Gözler
« : Ağustos 12, 2009, 06:44:16 ÖS »
Fotoğraflardaki Kırmızı Gözler


Geceleri flaşla çekilen fotoğraflarda genellikle gözler kırmızı çıkar. Peki fotoğraftaki güzelliği bozan bu olay nasıl olur? Niçin her zaman olmaz? Niçin gündüzleri flaşla çekilen fotoğraflarda olmaz?

Gözümüz iç içe geçmiş üç tabakadan oluşur. En dışarıdaki gözümüzü koruyan ve göz akı da denilen sert tabakadır. İkincisi, kan damarlarından meydana gelmiş ve ortasında göz bebeğinin bulunduğu damar tabakadır. Bu damarlar sayesinde fazla ışıkta göz bebeğimiz küçülür, karanlıkta ise daha çok ışık alabilmek için büyür ama bu hareketi oldukça yavaş yapar. Üçüncü tabaka da retina adı verilen, ışığa duyarlı kılcal damar ağlarından oluşan ağ tabakasıdır.

Köpek, kedi, geyik, karaca gibi hayvanların gözlerinin arkasında, yani retinalarında ayna gibi, yansıtıcı özel bir tabaka vardır. Eğer karanlıkta gözlerine el lambası veya araba farı gibi bir ışık tutarsanız, bu ışık gözlerinin içinden yansır ve gözleri karanlıkta pırıl pırıl parlar. İnsanların gözlerinin retinasında ise böyle bir yansıtıcı tabaka yoktur.

Fotoğraf makinesinin flaşı çok kısa bir zamanda çok kuvvetli bir ışık verir. Gözbebeğimiz ise bu kadar kısa zamanda küçülmeye fırsat bulamaz. Işık doğrudan retinaya ulaşır ve oradan da doğrudan kılcal damarların görüntüsü yansır. İşte flaşla çekilen fotoğraflarda görülen bu kırmızılık retina tabakasındaki kılcal damarların görüntüsüdür.

Günümüzde, birçok fotoğraf makinesinde, gözün bu kırmızı görüntüsünü azaltacak önlemler alınmıştır. Bu makinelerde flaş iki kere çakar. Birinci çakış resim çekilmeden az önce olur ve gözbebeğinin küçülerek gözdeki yansımayı azaltmasına zaman tanır. İkincisi de tam fotoğraf çekilirken olur ki, gözbebeği olması gereken durumu almıştır zaten. Başka bir önlem de odadaki bütün ışıkları açarak gözbebeğinin önceden küçülmesini sağlamaktır.

Geceleri flaşlı fotoğraflarda, gözlerin kırmızı çıkmasının önlenmesinin bir yolu da flaşı objektiften olabildiğince uzak tutmaktır. Günümüzde fotoğraf makineleri o kadar küçülmüştür ki, flaş makinenin bünyesinde ve objektife birkaç santim mesafededir. Flaşın ışığı göze gelip yansıyarak geri döndüğünde doğrudan objektife gelir. Gündüzleri ise gözümüze dışarıdan, her yönden ışık geldiği için, flaşın ışığı bunların arasında daha az oranda gözümüze girer ve kırmızı göz olayı yaratmaz.


78
Genel Kültür / Gazeteyi Enine Yırtmak
« : Ağustos 12, 2009, 06:43:00 ÖS »
Gazeteyi Enine Yırtmak


Denerseniz göreceksiniz ki, bir gazete sayfasını yukarıdan aşağıya düzgün olarak yırtabilirsiniz. Ancak sağdan sola yani enine yırttığınızda düzgün yırlamazsınız, muhakkak zikzaklar oluşur.

Gazete kağıdının ana maddesinin ağaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir gazete kağıdında ağacın lifleri yukarıdan aşağıya olacak şekilde gelir.

İşte bu sebeple bir gazete sayfasını düşey olarak yırtarsanız, yırtık, liflerin yolunu takip ederek düzgün bir şekilde aşağıya kadar iner. Enine yırtıldığında, her life rastlayışında yırtılma zikzak çizer.

Peki lifler niçin düşey doğrultuda? Bunun nedeni kağıdın üretiliş biçiminde yatıyor. Bu lifler çok az su içeriyor ve üretim bandında, bandın hareketi boyunca yayılıyor. Üretim bandı sonunda su kuruyor ama, lifler kağıtta uzunlamasına yer alıyor.

79
Genel Kültür / Buzlu Yola Tuz Atılması
« : Ağustos 12, 2009, 06:41:37 ÖS »
Buzlu Yola Tuz Atılması


Kışın çok kar yağışı alan bir bölgede yaşıyorsanız, karayolları görevlilerinin yollardaki buzlanmayı gidermek için tuzu kullandıklarını görmüşsünüzdür. Ancak tuz aynı zamanda dondurma yapımında da kullanılmaktadır. Peki ama tuz, bu iki ters gibi görülen işlevi nasıl becermektedir?

Herkesin sandığının aksine tuz suyun içinde şekerin eridiği gibi erimez. Tuz buzun içine girince onu çözer. Tuz yine kalır ama buz çözüldüğü için artık o su değil, tuzlu sudur ve erime noktası saf sudan daha düşüktür.

Buzlanmış yollara tuz döküldüğü zaman, tuz önce buz ile çözümlenerek bir buzlu su tabakası oluşturur ve bu çözeltinin donma noktası düşük olduğundan, sıfırın altındaki sıcaklıklarda bile donmadan kalabilir. Günümüzde ABD'de üretilen tuzun yüzde 45'i yollardaki buzun eritilmesinde kullanılmaktadır.

Bilindiği gibi su, sıcaklığı sıfır dereceye varınca donar. Suya tuz ilavesi ile bu donma sıcaklığı da düşer. Suya yüzde 10 tuz ilavesi donma sıcaklığını -6 dereceye indirir. Yüzde 20 tuz karıştırılmış su ise -16 derecede donar. Ancak yolun veya buzun ısısı -16 dereceden de az ise artık tuzun erimede pek etkisi olmaz, sadece buzun üstünde kalarak tekerleklerin kaymasını azaltabilir.

Dondurma yaparken de karışımın çevresinde çok düşük ısıya ihtiyaç vardır. Dondurma karışımının etrafındaki ısının çok düşük olması, ancak bu düşük ısıda karışımın donmaması gerekir. Burada eklenen tuz karışımın sıfır derecenin altında bile donmadan dondurmanın oluşturulmasını sağlar.

Hatırlarsanız 'Titanic' filminde okyanus suyunun ısısı sıfırın birkaç derece altında olmasına rağmen, deniz suyunun yüzeyi, içindeki tuz nedeni ile hala donmamıştı.


80
Genel Kültür / Faydalı ve Pratik Bilgiler
« : Ağustos 12, 2009, 06:39:02 ÖS »
Faydalı ve Pratik Bilgiler


1. Hızlı kilo verip tekrar almak vücudunuzun zayıflamaya karşı direncini arttırır ve giderek kilo vermeniz zorlaşır. Metabolizma alt üst olur.

2. Yapılan yeni araştırmalara göre meyve, sebze ve yeşil bitkileri bol yiyen kişilerin daha az kanser ve kalp hastalığına yakalandığı tespit edilmiştir.

3. Hazırladığınız kekin üzerine eritilmiş çikolata dökeceğiniz zaman, çikolataya biraz tereyağı katın. sonucunda hem lezzet verir hem de çikolatayı yumuşatır.

4. 1. Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın. Çiviyi öyle çakın, böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız.

5. 1. Kek kalıbınızın içine hamurunuzu dökmeden önce ortasına bir şerit alüminyum folyo koyun. Böylece kekinizi pişirdikten sonra kolayca çıkarabilirsiniz.

6. Bayatlamış ekmeklerin üzerine su serpin ve folyo kağıda sarıp 5-10 dakika fırınlayın. Böylece taptaze olacaktır.

7. Fırında patates yapmadan önce 10-15 dakika haşlayın ve çatalla delin. Böylece daha kolay pişecektir.

8. Patlıcanları pişirmeden önce tuzlayın ve bir süre bekletin. Daha sonra soğuk sütten geçirin ve kurulayın. Patlıcanlar daha lezzetli olacaktır.

9. Tart hamuru açarken hamurun sertleşmemesi ve kıvamının bozulmaması için; hamuru bir naylon poşete koyup merdane ile yuvarlayarak açın.

10. Öğünler arasında acıktığınızda kuru erik yiyin. Kuru erik kan şekerinin düşmesini engeller. Ancak fazla abartmayın çünkü bir kuru erikte 8 kalori var.

11. Evde pasta yaparken kullandığınız meyve ve şekerlemelerin dibe çökmesini istemiyorsanız pastanıza bir miktar mısır unu ilave edin. Meyveler pişerken suları yoğunlaşır ve dibe çökmezler.

12. Patates pürenize değişik bir koku vermek istiyorsanız içine bir miktar hindistan cevizi atın. Tadının çok değiştiğini göreceksiniz.

13. Meyveli kek yaparken, meyvelerin kekin dibine çökmemesi için meyveleri önce una yada nişastaya bulayıp bir süre bekletin ve ardından kek harcına katın.

14. Kahvaltı ya da çay saati için hazırladığınız hamur kızartmalarının daha lezzetli olmasını istiyorsanız, hamura eklediğiniz kabartma tozuna biraz toz şeker katın.

15. Satın aldığınız kır çiçeklerinin daha uzun süre dayanarak vazoda güzelliklerini korumasını istiyorsanız, suyuna birkaç damla çamaşır suyu koyun. Daha uzun ömürlü olacaklardır.

16. Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suda bekletin, sonra yıkayın, çekmeyeceklerdir.

17. Hamur işi ile uğraştığınız zaman mutfağınızın tezgahı kirlenir. İşiniz bitince tezgahı kolayca temizlemek için bir miktar tuz serpin ve nemli bir bezle silin. Böylece tezgahınız kolayca temizlenecektir.

18. Duvar kağıtlarını yenilemek istediğinizde eski kağıtları çıkarmak her zaman sorun olur. Ilık su dolu bir kaba bir miktar bulaşık deterjanı dökün ve karışıma batırdığınız süngerle duvar kağıtlarını silin, kolayca çıkacaklardır.

19. Tart hamuru hazırlanırken topak topak olursa 1 adet yumurtanın sarısını ekleyin ve iyice yoğurarak yumurtayı hamura yedirin.

20. Evinizdeki menekşelerin daha çok çiçek vermesini istiyorsanız, toprağına yumurta kabukları karıştırın. Böylece menekşeleriniz daha sağlıklı ve daha güzel çiçekler açacaktır.

21. Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız bir dilim limon ile ovun. Böylece yumuşacık olacaklardır.

22. Etin yumuşak olması için haşlama suyuna limonu yada sirke katın. Ancak kızartacaksanız bir gece sirkeli ve sıvıyağlı sosun içinde bekletin. Sosun içine taze bitkilerden ince ince kıyarak lezzet katabilirsiniz. Ardından eti hiç yağ koymadan kızartın.

23. Satın aldığınız kahveyi taze saklamak istiyorsanız cam kavanoza boşaltıp içine iki adet kesme şeker atın. Ağzını sıkıca kapatın. Kahvenizin taze kaldığını göreceksiniz.

24. Limondan daha fazla su elde etmek istiyorsanız, limonu yıkayıp kuruladıktan sonra çatalla bir kez delin, sonra suyunu sıkın.

25. Satın aldığınız kiviler çok sert ve ham ise bir gece boyunca plastik bir torbada elma veya armutla saklayın.

26. Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin, aksine kolonya ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız şişmeyecektir.

27. Kurabiyeleri sıcakken tepsiden çıkarırsanız tepsiye yapışmaz. Ancak sıcakken çıkartamadıysanız soğuduktan sonra 1-2 dakika tekrar ısıtıp çıkartın böylece kurabiyeler parçalanmaz.

28. Eğer cildiniz kuru ise bir muzu ezin, içerisine bir çay kaşığı bal veya bademyağı karıştırıp yüzünüze sürün. Birkaç dakika bekleyip ılık su ile yıkayın.

29. Kuru fasulyeleri dağılmadan pişirmek istiyorsanız tuzu ve salçayı ya da domatesleri fasulyeler yarı piştikten sonra koyun.

30. Kızartma kokularının bütün eve yayılmaması için yağın içine bir iki dal maydanoz atın.

31. Ekşi elma seker hastaları için ideal bir meyvedir. 100 gramında 58 kalori bulunur. Kan yapıcı özelliğinden ötürü doktorlar tarafından büyüme çağındaki çocuklara ve hastalara önerilir. Hazmı kolaylaştırır, böbrekleri çalıştırır.

32. Maydanozdan daha fazla yararlanmak için saplarını da kullanın. Maydanoz saplarını atmayıp iyice temizledikten sonra çorbalarda kullanabilirsiniz.

33. Az miktarda yağ, süt, su vs. ısıtmanız gerektiğinde tencerenizi kirletmenize gerek yok. Bir kepçe yardımı ile bu işleri hemen yapabilirsiniz.

34. Pilavın tane tane ve beyaz olmasını istiyorsanız içine 3-4 damla limon suyu koyun.

35. Bir büyük soğanı dörde bölün ve orta boy bir bal kavanozuna koyup iyice karıştırın, 24 saat bekletin. Şurup haline geldiğinde soğuk algınlığı olan (öksüren) kişiye sabah, aksam bir yemek kasığı verin. Soğanın içerdiği yağlar öksürüğü kesecektir.

36. Uzun zaman kullanılan konserve açacakları artık işlevini görmüyorsa, bir gece sıvı yağda bekletin pasının gittiğini ve eski haline döndüğünü göreceksiniz.

37. Mısırları haslarken daha lezzetli olması için tencereye bir çay kasığı seker atın. ayrıca mısır kabuklarını yıkadıktan sonra onları da koyabilirsiniz.

38. Kızartma yaptıktan sonra kokmasını istemiyorsanız, bir kapta sirkeli su kaynatın.

39. Patlıcanları soyduktan sonra beklettiğinizde kararmasını önlemek için, bir süre limon suyu katılmış suda bekletin. Böylece hem renginin kararmasını hem de tadının acılaşmasını engellersiniz.

40. Kuru fasulyeyi haşladığınız suyu dökmeyin, soğuduktan sonra bitkilerinizi sulayın. Bu bitkileriniz için çok yararlı ve sağlıklıdır.

41. Nane Çayı, mide gazini geçirerek, doluluk hissini ortadan kaldırır ve ayni zamanda hazmı kolaylaştırır midenin daha çabuk boşalmasını sağlar. Nane Çayını, kuru naneyi sıcak suya atıp 10 dakika demleyerek elde edebilirsiniz.

42. Tavuğun üzerine limon suyu sürer ve tuz serperseniz tavuğun nar gibi kızardığını görebilirsiniz.

81
Genel Kültür / Hayvanların İnanılmaz Özellikleri
« : Ağustos 12, 2009, 06:37:08 ÖS »
Hayvanların İnanılmaz Özellikleri


İnsanoğlu, aklıyla hayvanlardan üstün kabul edilirken, hayvanlar da akıllara durgunluk verecek kabiliyetleriyle insanları şaşırtıyor.

Atlar, bir ay kadar ayakta durabilirken, bir köstebek, bir saat içinde, 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.

AA muhabirinin, Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) hayvanlarla ilgili birtakım ilginç bilgilere de yer verdiği internet sitesi]www.rec.org.tr 'den yaptığı derlemeye göre, bir filin hortumunda 50 bin adet kas bulunuyor. Fil, bununla bir ağaç kütüğünü kaldırabilirken, yere düşmüş bezelye tanesini de alabiliyor.

Kutup ayılarının daha az enerji harcayarak, vücut ısılarını korumak için geliştirdikleri yöntem oldukça ilginç. Buzulların sevimli hayvanları, arka ayaklarını ön ayaklarının izine basarak yürüyorlar.
Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diyen atletlere taş çıkarıyor. Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor.

Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.

Gündüzleri görme engelli olan yarasalar, zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor. Susuzluğa dayanıklı olmalarıyla bilinen develerin ise bir rakibi var. Fareler, develerden daha uzun süre susuz kalabiliyor.

KUŞLAR

Sinek kuşlarının kalbi, dakikada 615 kez çarpıyor. İnsanların kalbinin, dakikada 60-80 kez çarptığı göz önüne alınırsa bu kuşlar oldukça heyecanlı görünüyor.

Kargaların, ortalama yaşam süresi 120 yıl. Buna göre, kargalar dile gelse, tarihçilerin danışmanları hazırdı.

Dünyada en derine dalabilen kuş türü, imparator penguenler.

Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.

Erkek penguenler, feministlerce ödüle layık görülecek türdenler. Zira onlar, kuluçkaya yattıkları 4 ay boyunca ağızlarına bir şey koymuyorlar.

Yine penguenlerin, biz insanların esprilerine konu olan, sarkaç biçimindeki yürüyüşlerinin de bir nedeni var.Penguenler, her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolayarak, enerji tasarrufunda bulunuyorlar.

BÖCEKLER

Dünya halter şampiyonları, karıncaların yanında boynu bükük kalıyor. Kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilen karıncalar, minik bedenlerinden hiç de beklenmeyen performans gösteriyorlar.
Akrepler, radyasyona karşı oldukça direnç gösteriyor. İnsan vücudunun radyasyona direnci 600 rads dolayında iken akreplerinki, 150 bin rads'a kadar çıkabiliyor.

Çöl akrebinin ayaklarındaysa kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu titreşimleri bile hissedebilen algılayıcılar yer alıyor.
Büyüklükleri karıncalar kadar olan termitler, toprak üzerinde yüksekliği 8 metreyi bulan yuvalar yaparak, mühendislik yeteneklerini konuşturuyorlar.

EN HIZLI BALIK ORKİNOS

En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.

Su altında en fazla 1 saat kalabilen balinalar, normalde 90 metreye dalabilirlerken, korktuklarında 360 metre derine inebiliyorlar.

En fazla sayıda yumurta bırakan balık ise okyanus güneş balığı. Bu balıklar, bir seferde 30 milyon kadar yumurta bırakabiliyorlar.

82
Genel Kültür / Da Vinci'nin bi şifresi daha çözüldü.
« : Ağustos 12, 2009, 06:34:29 ÖS »
Da Vinci'nin bi şifresi daha çözüldü.


Da Vinci resmi altında başka resim
İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve mühendis Leonardo da Vinci’nin (1452-1519) ‘Kayalıklar Bakiresi’ tablosunun kızılötesi ışınla incelenmesi sırasında, “tablo katmanı altında yarım kalmış ilk resim” keşfedildi.





Da Vinci, 1483’te, Hazreti Meryem’le ilgili Milano’nun ‘Mükemmel İlkah (Kusursuz Gebelik) Kardeşlik Teşkilatı’nın ısmarlaması üzerine, ‘Kayalıklar Bakiresi’ni resmetti. Resimde Hazreti Meryem, mağarada çocuk İsa ve Aziz Yuhanna ile yere eğiliyor.

KOLLARINI AÇMIŞ DURAN MERYEM...
Londra’da kızılötesi ışın taramasıyla keşfedilen alttaki resimde ise Hazreti Meryem, kolları açılmış dururken görülüyor.




National Gallery Müdürü Syson ile diğer uzmanlar, Da Vinci’nin dinsel-sanatsal yorumunun, siparişi veren Milano teşkilatınca kabul görmediğini hatırlatıyor. Çünkü Vinci, istediği ücret verilmeyince resmi satmış ve özgün resim yıllar sonra Paris-Louvre Müzesi’ne yerleştirilmiş.

National Gallery uzmanları, Da Vinci’nin ‘Kayalıklar Bakiresi’ni nasıl kopyaladığını araştırıyorlardı. Londra’daki kopyanın altında yarım kalmış ve dini teşkilatça kabul görmeyen yorum ortaya çıkarıldı. Londra’daki kopya, 1508’de Milano’daki şapele yerleştirildi. Çünkü istenen ücret ödenmediğinden, da Vinci özgününü sattığı resminin kopyasını yapmıştı.

Luke Syson, “Da Vinci’nin ikinci resmi, Milano teşkilatınca muhtemelen kabul görmediğinden Vinci kopyayı yapmak zorunda kalmıştı” dedi.

National Gallery’deki bu keşif, Da Vinci’nin ‘Ginevra de Benci’ portresi ile ‘Karanfilli Meryem Ana’ resimlerinin 1930’larda keşfinden beri ilk.

Da Vinci, Milano’daki şapelin altarı için sipariş verilen resmine istediği ödeme yapılmayınca, bugün kızılötesi ışınla ortaya çıkarılan alttaki resminde Meryem Ana’yı oğlu İsa’ya hayranlıkla bakarken resmedecekti.

Londra National Gallery Eserleri Koruma Dairesi uzmanı Rachel Billinge, resmin alt katmanından ortaya çıkarılan yarım kalmış resmin şaheser olacağına işaretle, Vinci’nin aslında Milano şapeli için ikinci resmi aynen yapmayı kabul ettiğini ve olasılıkla doğacak ikinci şaheserin Milano kilisesince engellendiğini aktardı. National Gallery Müdürü Syson, “Bu engelleme bir bakıma son derece acı oldu” dedi.

Ulusal Galeri Koruma Dairesi uzmanı Billinge, “Kopyanın nasıl yapıldığını araştırmaya başladığımızda, altından yarım kalmış başka resim çıkacağını asla bilemezdik” dedi.

Aslı Louvre’da olan, altından yarım kalmış şaheser çıkan National Gallery’deki ‘Kayalıklar Bakiresi’nin neyi anlattığı, neleri simgelediği tam bilinmiyor. Kimi uzman, ‘Mükemmel İlkah’ın anlatıldığını, kimi uzman ise Hazreti İsa’nın çocukken Aziz Yuhanna ile ilk karşılaşması olduğunu söylüyor.


83
Genel Kültür / Zemzem Suyunun Özelliği Ne?
« : Ağustos 12, 2009, 06:31:15 ÖS »
Zemzem Suyunun Özelliği Ne?


Dünya Sağlık Örgütü zemzem suyunu en sağlıklı su ilan etti yıllardır kurumuyor


Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem suyunun esrarı, günümüz teknolojisindeki tüm araştırmalara rağmen çözülemiyor.

Kaynağı bulunamayan suyun denizden 80 kilometre uzakta olmasına ve çevresinde başka hiçbir kuyu olmamasına rağmen yıllardır kurumaması, araştırmacıları şaşkına çeviriyor.

Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyor. İçenin açlığını ve susuzluğunu gideren suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor.

Avrupa'da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tespit edildi. Amerika'da yapılan test sonuçlarına göre ise zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor.

WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıkladı. Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu


84
Genel Kültür / Dünyanın en ilginç hayvanları
« : Ağustos 12, 2009, 06:28:56 ÖS »
Dünyanın en ilginç hayvanları


Dünyanın en ilginç hayvanları Işık Üreten Comb Jelly
Comb Jelly tıpkı deniz anaları ve deniz Anemonları gibi hassas canlılardandır. Genellikle mikroskobik bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir türün ise çok geniş bir biçimde açılabilen ve diğer Comb Jellyler de dahil olmak üzere pek çok canlıyı yutabilen ağızları vardır. Comb Jelly'nin vücudunda sıra halinde ince tüyler bulunur. Bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır. Bundan başka hemen hemen tümünün sırtında tıpkı dikiş yerine benzeyen, özel ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır. Türlerin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı Comb Jelly dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlar için kullanılan bir şaşırtma yöntemidir.






DENİZ EJDERİ
Yapraklı deniz ejderleri adeta birer "kamuflaj ustasıdırlar", akıntılarla dalgalanan yosunlara çok benzerler. Bu familyadaki balıkların gövdesinin etrafında halka biçiminde kemikli, bir dış iskelet zırhı vardır. Hortum biçimini almış uzun ve dişsiz bir ağızları bulunur. Zırhlı gövdelerinden yapraksı uzantılar çıkar. Yosuna benzeyen görüntüleri sayesinde avları tarafından genellikle fark edilmeyen deniz ejderleri, hortumlarını birdenbire uzatarak suda bir emme kuvveti yaratırlar ve karidesleri içlerine çekerek yutarlar. Yapraklı deniz ejderlerinin bir başka önemli özelliği de erkeklerinin yumurtalarını çevresinde korumaya almasıdır. Ejderin kamuflajı sayesinde yumurtalar görünmezler.





MEYVE GÜVELERİ
Meyve güveleri (Graptolitha molesta) kur yapmak için çok ince ve karmaşık yöntemler kullanırlar. Dişi güvenin dikkatini çekmeye çalışan erkek güve özel olarak çekici kokulu bir parfüm üretir. Bu parfüm, yasemin özünde bulunan "metil yasmonat" adlı bir bileşiği içermektedir. Karmaşık bir kimyasal yapısı olan bu bileşik, günümüzde üretilen parfümlerin çoğunda kullanılır.






ÇEKİRGE KUŞLARI
Afrika'da yaşayan çekirge kuşu (sığırcık) türlerinden biri olan bu kuşun yuvası top şeklindedir. Yuvasını genellikle dikenli dalların arasına yapar. Düşmanlarını uzak tutmak için de yuvasının dışına dikenler yerleştirir. Dikenleri yuvasına yerleştirmeyi akleden elbette ki kuşun kendisi değildir. Allah, diğer bütün canlılarda olduğu gibi çekirge kuşuna da kendisini koruyabileceği yuvalar yapmayı ilham etmektedir.





ORNITORENK
Ördek köstebeği olarak adlandırılan Ornitorenkler'in ilginç özelliklerinden biri dişilerinin 7.5-10.5 m. uzunluğunda, dönemeçli yuvalar kazmalarıdır. Hayvan tünelin ucuna bir yuva odacığı kazar ve bu bölmeyi öncelikle ıslak ot ve yapraklarla astarlar. Dişi, ot ve yaprak yığınlarını kuyruğu ile taşır. Islak otlar yumuşak kabuklu yumurtaların kurumasını engellemeye yarayacaktır. Çiftleştikten iki hafta sonra, dişi Ornitorenk yumurtlamak için yuvaya çekilirken, tünele yer yer toprak engeller yapar. Kalınlığı 20 cm. kadar olan bu engelleri kuyruğuyla bastırarak sağlamlaştırır. 7 ila 10 gün süren kuluçka döneminde yuvasından ender çıkar; her çıkışında toprak engelleri yeniden yapar. Bu engeller Ornitorenkler için bir savunma aracıdır. Ayrıca ornitorenkler yumurtlayabilen tek memelidirler.



85
Genel Kültür / Marmaraada Tsunami Olur Mu??
« : Ağustos 12, 2009, 06:25:06 ÖS »



Marmaraada Tsunami Olur Mu??


Marmara'da tsunami olur mu?
Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Doğa Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Marmara Denizi'nde, söylenenlerin aksine bir tsunami tehlikesi olduğunu öne sürerek, "Tsunami dalgaları Eminönü sahilindeki tüm gemileri alıp Yeni Camii avlusuna kadar atabilir" dedi.

İHA'nın sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Ersoy, tsunamilerin sadece okyanuslarda değil, iç denizlerde de meydana gelebileceğini söyledi. Prof. Dr. Şükrü Ersoy, dünyada tsunami tehlikesi olan ikinci denizin Akdeniz olduğunu ifade ederek, "Son 2500 yılda türkiye'de 100 tsunami felaketi yaşandı. Bunun 30'u ise Marmara'da meydana geldi. Son tsunami 1894 yılındaki depremde meydana gelmiş. Deprem sonrası oluşan tsunami dalgaları Ambarlı, Avcılar'dan Kartal'a kadar 50 metre çekilmiş. O dönemde bütün Osmanlı donanması kaybolmuş. Marmara'da 3 büyük bin metreyi aşan çukur var. Bu çukurlardaki çamurlar, orta büyüklükteki bir depremde heyelan oluşmasına neden olur. Buradaki dalgalanmalar nedeniyle de tsunami meydana gelebilir" dedi.

İstanbul'daki tarihsel depremlerde, oluşan tsunaminin 2-3 kilometre içeri girerek surları aştığına dikkat çeken Prof. Dr. Ersoy, yarım metre yükseklikteki tsunami dalgasının bile insanları öldürebileceğini, sel suyu gibi ağdalı suyun önünde durmanın mümkün olmadığını söyledi. Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Marmara kıyılarının tsunami açısından tehlike oluşturduğunu kaydederek, bunun için bir risk haritasının çıkarılması gerektiğini belirtti. Söylenenlerin aksine, Marmara kıyılarında gerçek anlamda bir tsunami tehlikesinin var olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ersoy, "İstanbul'da meydana gelecek 6.5 şiddetindeki bir depremde Marmara içindeki çukurlar hareketlenmeye başlar ve 3 metreyi aşan dalgalar olabilir" diye konuştu.

Akdeniz için erken uyarı sistemi alınması gerektiğini belirten Prof. Dr. Ersoy, Marmara'da oluşacak bir tsunamide beklenmedik, şaşırtmaca etkilerin de oluşabileceğini öne sürdü. Tsunami dalgalarının Sarayburnu'na çarpıp, Eminönü'ne dönebileceğini söyleyen Ersoy, "Tsunami dalgaları Eminönü İskelesi'ndeki tüm gemileri alıp Yeni Camii avlusuna bırakabilir. Hatta dalgalar Haliç'e sokulursa, Eyüp'e kadar devam edebilir. Biz bu şaşırtmacaları, Endonezya'da gördük. 'Ben Eyüp'te oturuyorum, Haliç'te oturuyorum. Tsunamiden etkilenmem' diye bir şey yok. Tsunami dalgaları dönüp yolunu sapıtabilir" açıklamasında bulundu.

Muhtemel bir deprem sonrasında kıyılarda oturan kişilerin resmi açıklama yapılıncaya kadar kıyılara yaklaşmaması gerektiğini hatırlatan Ersoy, depremden 2 saat sonra bile tsunaminin meydana gelebileceğine dikkat çekti.

86
Genel Kültür / Çok faydalı 4 bilgi;
« : Ağustos 12, 2009, 06:22:38 ÖS »
Çok faydalı 4 bilgi;


Çok faydalı 4 bilgi;
ULUSLARARASI ACİL NUMARA: 112
Eğer telefonunuz kapsama alanı dışıdaysa ve acil bir durum var ise, 112'yi
çevirin. Varolan herhangi bir network bulunup, yardım isteyebilirsiniz.
Daha enteresanı, tuş takımınız kilitli olsa dahi, 112 çevrilebilir.

EĞER UZAKTAN KUMANDALI ARAÇ ANAHTARINIZI ARACINIZDA KİLİTLİ UNUTURSANIZ:
Aracinizin yedek anahtari baska birinde varsa, aradaki mesafe ne olursa
olsun, o kisiyi cep telefonunuzla arayin. Aracinizin kapisina 25- 30 cm
uzakta cep telefonunuzu tutun, karsi taraf da yedek anahtarin acma
dugmesine(cep telefonuna yakin bir mesafede tutarak) basin. Kapiniz
acilacaktir ve Bagaj icin de gecerlidir.

GİZLİ PİL GÜCÜ :
Eger cep telefonunuzun pil seviyesi çok düsükse ve acil bir telefon
bekliyorsaniz; Nokialar, rezerve pile sahiptir. *3370# tuslarına basarak,
telefonunuzu, rezerv pille çalisir hale getirebilirsiniz. Cihaziniz pil
seviyesinde %50 artis gösterecek ve telefonunuzu sarj ettiginizde, rezerv
piliniz de tekrar dolacaktır.

444 0 911
Turkiye'deki tum hastaneler ayni numarada birlesti.Acil durumlarda 444 0
911 numarali telefon hattini arayan vatandaslar, en yakin hastaneye en
hizli sekilde ulasabilecek, ilgili hastaneden ambulans aninda yola
cikacak.Cep telefonundan aranma durumunda ise oturulan sehrin alan kodu
ile birlikte 444 0 911 numaralı hat aranacak. Ornegin cep telefonundan
(0212) 444 0 911 numarayi arayan vatandas, Istanbul'da, kendisinin
bulundugu noktaya en yakin hastaneye en hizli sekilde ulasabilecek.Sabit
telefonla aramada ise herhangi bir kod cevirmeden direkt 444 0 911
aranacak. Bu telefon arandiginda kisiye en yakın hastaneden ambulans olay
yerine gönderilecek.

87
Genel Kültür / M. Kemal Atatürk ve Mevlana
« : Ağustos 12, 2009, 06:20:35 ÖS »
M. Kemal Atatürk ve Mevlana


Yıl 1922... Kasım ayının 1'i... Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor: "Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...”. Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha baştan itibaren Atatürk’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o laik zihniyete sahip “dindar” bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu “yüksek ahlak” üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.

29 Ekim 1923’de Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte bu saflığı kendisi şöyle tanımlıyor: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.”

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya konuşmaları, Atamızın din hakkındaki görüşlerini ortaya koyması açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. İşte 20-23 Mart 1923 tarihleri arasında Konya’yı ziyareti sırasında yaptığı konuşmadan bölümler: “İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde geçmişin mahsulü olan sağlıksız adetler bir zaman için kendini göstermemiş ve yüze çıkmamışsa da, biraz sonra İslamiyet’in gerçeklerine sarılmaktan İslam esaslarına göre hareket etmekten çok, geçmişin mirasa olan adet ve inançları dine karıştırmaya başlamışlardır.
Bu yüzden İslamiyet’e dahil bir akım kavimler, İslam oldukları halde düşmeye, sefalete, geriliğe maruz kaldılar. Geçmişlerin kötü ve batıl alışkanlıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.

Bu İslam kavimleri içinde Türkler, milli gelenek ve görenekleri itibariyle bir taraftan İran, diğer taraftan Arap ve Bizans milletleri ile temas halindeydiler. Şüphe yok ki temasların milletler üzerinde etkileri görülür. Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise çökmeye başlamıştı. Türkler bu milletlerin kötü adetlerinden, fena yönlerinden etkilenmekten nefislerini men edememişlerdir. Bu hal, kendilerinde bozukluk, cehalet ve insanlıktan öte zihniyetler doğurmasından uzak kalmamıştır. İşte gerileyişimizin belli başlı sebeplerinden birini bu nokta teşkil ediyor.
Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten ilimden uzak, gereğince ilim tahsil edememiş, ilim yolunda layığı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.



Efendiler, gerçek din bilginleri ile dine zararlı ulemanın birbirine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Bilindiği üzere Sıffın vak'asında Hz.Ali’nin ordusuna karşı mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim sayfalarını takarak saldırdılar. İşte o zaman dine fesatlık, İslam arasına nefretlik girdi ve o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabule vasıta yapıldı. Halifelik hile ile el değiştirdi. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar dini hep alet edindiler. İhtiras ve istibdatlarını kabul ettirmek için hep ulema sınıfına başvurdular.

Gerçek ulema, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu müstebit taç sahiplerine uymadılar. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfini dine alet etmediler. Fakat gerçek durumda bilgin olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün, haris ve imansız bir takım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. İcap ettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, sarayda yaşayan kendilerine halife namı veren baskıcı hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cahillere iltifat edip, onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların kinini çekti.

Böyle yapan halifelerinin ve din bilginlerinin arzularına muvaffak olmadıklarını tarih bize misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne böyle hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur. Artık kimse böyle hoca kıyafetli sahte alimlere önem verecek değildir. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz; derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş kanlı bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adamı tepelemektir.”

Evet, yıllar önce ve olağanüstü şartlarda kullanılmış bu ifadeler Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ne kadar büyük bir kimliğe sahip olduğunun ispatıdır.

Yüce Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: “-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi...”



88
Genel Kültür / Nevruz Birlik Ve Beraberliğe Davettir
« : Ağustos 12, 2009, 06:19:40 ÖS »
Nevruz Birlik Ve Beraberliğe Davettir


NEVRUZ BİRLİK VE BERABERLİĞE DAVETTİR
M.Ö 3.yy’dan beri Türk topluluklarında, Yeni Kün, Yeni Gün, Çağan, Navrız, Ergenekon gibi isimlerle kutlana gelen Nevruz; birlik ve beraberliğin simgesi olmuştur. Nevruz’un İslamiyetten önce ortaya çıkması, özellikle Müslüman olmayan Türk toplulukları tarafından kutlanmaya başlamış olması, din ve mezhep ile ilgisinin olmadığını göstermektedir.

Nevruz geleneğinin, bahar geleneği ile ilgili olarak Anadolu’nun her tarafında, Elazığ’da, Diyarbakır’da, Kars’ta, İç Anadolu’da, Kıbrıs bölgesinde, Balkanlar’da kutlana geldiğini biliyoruz. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte 1990 yılından itibaren bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da büyük törenlerle milli bir bayram olarak kutlanan Nevruz, başta türkiye olmak üzere Kıbrıs, Balkanlar, Makedonya, Doğu Avrupa, İdil-Ural, Güney Sibirya, Doğu Türkistan gibi Türk yurtlarında da aynı şevkle, neşeyle, milli birliği ve beraberliği güçlendiren, kardeşliği simgeleyen bir bayram olarak kutlanmaktadır.

Ülkemizi, Anadolu coğrafyasına yerleştiğimiz günden bugüne, bölüp parçalamak isteyen bir takım çevreler ise, Nevruz Bayramını Türk kültürü bünyesinden koparmak için ‘bölücülük’ kavramıyla bütünleştirmeye çalışmışlardır ki, onların bu yaklaşımlarının ‘bayram’ kavramıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Bu bağlamda Ortadoğu ve Ön Asya’daki halklarca kutlanan Nevruz Bayramı, herhangi bir sebeple bölücülüğe sebep yapılabilecek bir kavga günü asla değildir. Bir sevinç günü, var oluş günü, yaşama sevincini ifade etme günü, bir barış, dostluk, kardeşlik günüdür.

Kısacası Nevruz, milli birliğin ve beraberliğin vesilesidir. Yediden yetmişe çeşitli mezhep ve meşreplere sahip Türk insanı bu bayramı hep birlikte kutlamaktadır. Bu demektir ki kültürümüzde Nevruz, bizim için gerçek anlamda da milli birlik ve beraberliğin en güzel örneklerinden biridir.

89
Genel Kültür / Çin seddi
« : Ağustos 12, 2009, 06:19:05 ÖS »
Çin Seddi


Çin Seddi
Çin‘in kuzeybatısı boyunca uzanan, M.Ö. 300′lerde Çin İmparatorluğu tarafından başta Hun (Türk) akınlarını önlemek amacıyla yapılmaya başlanmış olan Çin Seddi, dünyanın en büyük çaplı savunma tasarılarından biri olarak kabul edilmektedir. Büyük çalışmalar sonucu gerçekleştirilen bu savunma tasarısı, ortaya konulduktan sonraki devasa büyüklüğü ve ilginç durumuyla bugün dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul ediliyor. Bu seddin, 7000 km’den daha uzun olduğu söyleniyor. Seddin her yeri yaklaşık 4-6 metre yüksekliğe ve 6-7 metre genişliğe sahip. Duvarların genişliği, at arabalarının geçebilmesine olanak sağlıyor. Ayrıca düzenli aralıklarla okçu delikleri ve siperlikler var. Her 200 metrede bir gözetleme kulesi, 9 kilometrede bir ise fener kulesi bulunuyor. Çin Seddi‘nin duvarlarının çoğu, büyük tuğlalar, toprak ve küçük taşlarla dolu çuvallardan yapılmıştır.
 





Yukarıdaki özet bilgilerden anlaşılacağı üzere, bu büyük yapının yapılması çok uzun zaman almıştır. Herkesin kolay kolay girişemeyeceği bu savunma tasarısı, bugün dünyada Çinlilerle özdeşleşmiş ve Çinlilerin ruhlarını yansıtır hâle gelmiştir. Çin Seddi‘nin tamamı bir seferde yapılmamıştır. Çok eski dönemlerde, dağların başına kurulan kuleler, çeşitli saldırılar nedeniyle düşman askerleri içeri girmesin diye birleştirilmişti. Daha Çinlilerin Türklerle savaşmalarından da önce, Çinliler kendi içlerinde savaşıyorlar ve bunları engellemek için çeşitli yollar arıyorlardı. İşte bu kulelerin birleştirilmesi Çinli kralların hoşuna gitmiş olacak ki, bütün kuleleri setler kurarak birbirine bağlamışlar ve çok uzun setler elde etmişlerdir. Onlar için bir “savaş / savunma yöntemi” hâline gelen bu setler, atalarımız olan Hunların saldırılarıyla daha geniş alanlara yayılmış ve böylece 10 bin km’yi geçmiştir.

Çin Seddi’nin bizim için önemli olan yanı, Çinlilerin bu duvarların büyük kısmını Türklerden -yani atalarımız olan Hunlardan- korkarak yapmış olmalarıdır. Bu, biz Türkler için bir “gurur kaynağı” iken, Çinliler için de “utanç abidesi“dir. Çünkü kahramanca savaşıp, Kürşad gibi ölmek her ulusa nasip olmamıştır. Bu durum, bütün dünyaca kabul edilen açık bir konudur. Marifet, Türk gençlerinin damarlarında taşıdığı asil kanın değerini anlayabilmek için bu Çin Seddi’nden gerekli anlamı çıkarabilmeleridir. Yüce Önder‘imizin dediği gibi: “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Atalarımızı tanıyabilmek için, işte size binlerce yıl önceyi anımsatabilecek Çin Seddi fotoğrafları:









90
Genel Kültür / Altın neden kıymetlidir ?
« : Ağustos 12, 2009, 06:17:19 ÖS »
“Altın” diye tanımladığımız şeyin varlığını fark ettiğinden beri, insan bunu değerli saymıştır. Belki de insanlar tarafından bilinen ilk maden altındır.

İlkel insanın altına ilgi duymasının en önemli nedenlerinden biri, belki de birincisi altının katışıksız, başka şeylerle karışık olmaksızın bulunmasıydı. Parlak, kendine has sarı rengi ve ışık ışık göz alması da ilkel insani çekmiş,süs eşyaları yapmak için ona sahip olmak istemişti.

Çok kolay işlenebilen bir maden olmasının anlaşılmasıyla, altına verilen değer daha artmıştır. Külçe halindeki altın kolayca çekiçlenebilir. İnce yapraklar,çubuklar,hatta teller haline getirilmesi mümkündür. Kırılmaksızın eğilip bükülecek kadar yumuşaktır. Bu niteliklerinden ve özelliklerinden yararlanan ilkel insan,altına dilediği biçimi verebilmiştir. Daha çok eski zamanlardan beri saç tokası diye kullanılması, sonradan “taç” fikrinin doğmasına kaynak olmuştur.

Topraktan kolaylıkla sağlanabilen altının miktarı sınırlıdır. Bu nedenle, yeteri kadar altını olmayan insanlar altın karşılığında başka şeyler vermek çaresini bulmuşlardı.Böylece, altın değiş-tokuş (mübadele) niteliği taşıyan ticaret ilişkilerinde geçerli ve yüksek bir değer olmuş,çok altına sahip kimseler zengin sayılmıştır. Bir sürüdeki hayvan sayısı ne kadar çok olursa olsun, salgın hastalık onları kırabilir.Sınırsız tarlaları olan çiftçi,kuraklık yüzünden hiç ekin almayabilir. Ürünün fazlalığı, değerinin düşmesine yol açar. Oysa altın için bu tehlikelerden hiçbiri söz konusu değildir. Altın, şimdi olduğu kadar gelecek için,de geçerli, güvenilir, sağlam bir değerdir. Başka şeyleri değerlendirmek için ölçü olması da bu esasa dayanır.

Bulunuşundan nice yıl sonra para halinde dökülmesi,altına verilen değerin zamanla büsbütün arttığının belirtisidir.Altın paranın değeri, onun ağırlığına ve katışıksızlığına bağlıdır. Başka türlü söylemek gerekirse,ağırlığı ne kadar fazlaysa, kullanılan altın ne kadar safsa,altın paranın değeri o ölçüde fazla olur.

Daha sonraki yıllarda,bankacılar altını kasalarında saklamış ve bunun karşılığında alındılar (makbuzlar)vermişlerdi. Bu uygulama, hükümetlerin para sistemine temel olmuştur. Halen paranın değerinin altına göre ölçülmesi de bunun sonucudur.

Yeryüzündeki işlenmemiş,külçe ve çubuk altın mevcudunun hemen hemen yarısı, Birleşik Amerika Devletleri’nin hazinesindedir.

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 37