İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - aksaa

Sayfa: 1 ... 32 33 [34] 35 36 37
496
Komik Yazılar / Cem YILMAZ'dan İstikbal Marşı
« : Nisan 25, 2008, 10:14:36 ÖS »
İSTİKBAL MARŞI
>
> Bakma, dönmez şafak vakti yurttan kaçan o alçak!
> Dönmeyip Amerika'da, arlanmaksızın yaşayacak!.
> O benim milletimin hırsızıdır, yurdu soyacak,
> Hortumladıkları benimdir, milletimindir ancak!
>
> Çalma, kurban olayım hepsini ey hırslı çakal!
> Gariban halkıma da bir pul bırakacak kadar al!
> Olmaz sana götürdüğün paralar sonra helal,
> Hakkını vermezsen burdaki ortaklarının behemehal!
>
> Ben ezelden beri aç yaşadım,aç yaşarım!
> Hangi hükümet beni kurtaracakmış,şaşarım!
> Kurumuş musluk gibiyim, ne akar ne taşarım!
> Yırtsam da bir tarafımı, hiç görülmez başarım!
>
> Mali krizler, yoluna örmüşse çelikten bir duvar,
> Benim .ceğiz, .cağız diyen bir hükümetim var!
> Bağırsın korkma, nasıl&n bsp;işimize burnunu sokar?
> "Avrupa Birliği" denen tekdişi kalmış canavar!
>
> Arkadaş, Meclis'e namusuyla çalışanları uğratma sakın!
> İşe aldıracakların, olsun hep sana yakın!
> Gelecektir, cezanı vereceği günler hakkın,
> Kim bilir belki yarın, belki yarından dayakın!
>
> Yaktığın yerleri "orman" diyerek geçme, tanı!
> Çalışanı işten at, doldur kadroya yatanı!
> Gözleri açık yatır seni kurtaran atanı,
> Satılmadik o kaldı, durma satıver şu vatanı!
>
> Sermaye mutlu olsun, olsa da çevre feda!
> Semizlettin Apo'yu, mezarında dönsün Şüheda!
> Uydurma kanunlarla Meclis'ten getirin seda!
> On bin Yıllık tarihe, yurdum ederken veda!
>
> Cümlenizin bu yurdu yok etmek mi emeli?
> Yediginiz herzelere başka ne demeli!
> Oyuverin altını iyice sallansın temeli,
> Yurdumun ki, sonunda vatandaş kükremeli!
>
> O zaman durur belki gözümden akan yaşım,
> O zaman doğrulur belim, yukarı kalkar başım,
> O zaman boşa gitmez yıllarsüren uğraşım!
> HESABINI VERİP TE GİTTİĞİNİZ GÜN KARDAŞIM,
>
>
> Dalgalanın dolar gibi sizde şimdi ey suçlular!
> Olsun artık soyguncuya vurulacak bir yular,
> Ebediyen, öyle yok hesapsız bir iktidar!
> Hakkıdır "garip yaşamış vatandaş"ın da gülmek,
> Hakkıdır ezilmiş milletimin, aydınlık bir İstikbal!
>
> Cem YILMAZ

497
Komik Yazılar / Nuh'un Gemisinden alınacak dersler
« : Nisan 25, 2008, 10:12:47 ÖS »
Nuh'un Gemisinden alınacak dersler.
Bir:
Vapuru kaçırmayın.
iki:
Hepimizin aynı gemide olduğunu asla unutmayın.
Üç:
ileri dönük plan yapın. Nuh gemisini yapmaya başladığında henüz
yağmurlar başlamamıştı.
Dört:
Her zaman formda olun. 600 yaşına gelseniz bile birileri sizden çok
önemli şeyler isteyebilir.
Beş:
Eleştirileri dinlemeyin; yapılması gerekiyorsa o işi mutlaka bitirin.
Altı:
Geleceğinizi yüksek topraklarda kurun.
Yedi:
Güvenlik için çifter çifter seyahat edin.
Sekiz:
Hız her zaman avantaj olmayabilir. Çıtalar salyangozlarla aynı
gemideydi.
Dokuz:
Stres altına girince bir müddet için kendinizi koyuverin.
On:
Nuh'un gemisi amatörler tarafından yapıldı; Titanik ise profesyoneller
tarafından.
Onbir:
Allah'a sığındınız mı istediği kadar fırtına olsun, sonunda sizi
bekleyen bir gökkuşağı bulursunuz.

498
Komik Fıkralar / ögretmenlere:)sınıftan atılama bahaneleri
« : Nisan 25, 2008, 10:10:59 ÖS »
çık dışarı!
- hocam?
- çık dışarı dedim.
- hocam neden ben? sadece ben mi güldüm ya?
- dışarı çıkar mısın!?
- tamam ya özür dilerim, kusura bakma hocam. bir daha olmaz.
- ya sen çık ya da ben çıkacam!
- siz kalın ben çıkarım, ayıp olmasın, dersi bölmeyeyim şimdi eheh.. iyi dersler...

- kim o konuşanlar? ümit, mert ikiniz dışarı..
- ama hocam?
- dışarı çıkın..
- hocam biz konuşmuyoduk ki arkadaşlar konuşuyordu onları susturmaya çalışıyorduk!
- ...
- yemediniz di mi?
- yemedim..
- eh madem öyle.. hadi ümit..

-elindeki ne senin
-power rangers hocam
-o ne be
-milliyet gazetesi veriyor hocam bunları kartondan power rangers karakterlerinin en güçlüsü.
-senin elinde ne işi var ders zamanı ders evladım oyun zamanı oyun
-ugur getiriyo hocam dersi daha iyi anlıyorum
-bak hala cevap veriyo çık dışarı bir daha da ya tek gel ya da hiç gelme

- can arkadaşlarını rahatsız ediyorsun kaleminle.. çık dışarı..
- kim rahatsız oluyo ya rahatsız olan bana söylesin!!

-oglum sus artik atarim disari bak.
+niye hocam lazim degil miyim?
-kalk bakayim, cik disari.
+(kapiyi acip, tekrar ogretmene doner) bak pisman olursun ama?
-cik dedim!
+(disari cikar, kapiyi kapatir, birkac saniye sonra kapiyi aralayip kafasini iceri uzatir) bak, bir daha gelmem ama?
-defoooool!

siz 4 ünüz yeter artık dır dır ettiğiniz dersin başından beri, çıkın dışarı!
(etrafta birbirine bakmalar)
-çıkın dışarı! hala duruyosunuz!
-hocam pardon hangi 4?
-çıkın diyorum, susmadınız dersin başından beri, hadi oyalanmayın!!
-hocam 5 kişi olduk, biri fazla, hangi 4 çıkıcak?
-çık çıık sen de çıııık!!

hoca: günaydın !
sınıf : sağol...
hoca: aydoğ,göksel,aktürk sizler dışarı .
a-g-a: hocam niye daha ders bile başlamadı ??
hoca: siz konuşcak gibi duruyosunuz...
a-g-a: ama yoklama,devamsızlık...
hoca: germeyin beni !

-hemen dışarı çık dışarııııııııı
- (ağır ağır kalkar) canın sağolsun hocam
+ şunun dediği lafa bakar mısın? ne sanıyosun sen kendini?
- ne diyeyim dersten attığın için allah belanı versin mi diyeyim?

499
Komik Fıkralar / Çoktan boşanmaya karar verdik...
« : Nisan 25, 2008, 10:07:12 ÖS »
Biri 95 yasinda biri 92 yasinda karikoca, bosanmak için hakimin karsisina çikmis.

Hakim üzülmüs, "yapmayin ya" demis, "yetmis yillik evlisiniz niye bosanacaksiniz? "

"Yok" demis adam, "biz çoktan bosanmaya karar verdik de çocuklar etkilenmesin diye, ölmelerini bekledik

500
Komik Fıkralar / Anneye Forumun Ne Olduğu Nasıl Anlatılır
« : Nisan 25, 2008, 10:05:58 ÖS »
Başında bu kadar zaman geçirilen sürekli bir şeyler yazılan forum anne tarafından şüpheli bulunarak gelinir ve çocuğun başında dikilmeye başlanır bu durumda mevzu bâhîs başlık devreye girer;
"ne bu sayfa şimdi, napıyosunuz siz burda"
sorusu ile giriş yapan anneye
"forum bu anne, biz de burda yazı yazıyoruz"
diyerek en mantıklı açıklama yoluna gidilir
ama kendisi anne olması itibariyle elbette bu kadarla bırakmayacak daha fazla soracaktır
"para mı veriyorlar buraya yazana"
diyerek ilk bombayı patlatır kapitalist düzenin uşağı olmuş anne
"hayır anne para vermiyorlar"
yeterli bir açıklama olmaz tabi
çünkü bu durumda burada geçirilen zamanın bir başka açıklaması olması gerekmektedir
"peki bu sözlüğün sahibi sizin yazdıklarınızdan para mı kazanıyor"
diye sorar bu defa
"reklam alırsa kazanır yoksa kazanmıyor anne"
cevabını müteakip anne bombayı patlatır
"e o zaman neden var bu şimdi, kapatsınlar burayı"
anne ile beyhude diyalog çabalarına da örnek teşkil edebilecek bu mevzu kapanmayan bir yaradır userin benliğinde çünkü;
"sadece eğlenmek ve paylaşmak için yazıyoruz"
cümlesi hiç yetmez
"buna yazacağına aç kendine bir yer oraya yaz"
"madem bu kadar yazmak istiyorsun kitap yaz"
gibi cümleleri ile annenin bitmeyen anlamak istememesi durumu süreeer gider..



şimdi gelelim olası diyaloglara

+ne bu?
-forum anne..
+noluyor burda?
-yazı yazıyosun işte...
+öss'yi kazandırıyor mu bari?
-yok..
+çat.. (pc fişi bi hışımla çekilir) yürü test çöz!



- kimle konuşuyorsun?
+ kimseyleee, foruma yazı yazıyorum.
- hııı. e sadece sen mi yazıyorsun, onlar sana yazmıyor mu
+ yok. interaktif ortam. becerebilen yazıyor, ayrıca bana yazan yok
- yazmanı istemiyorlardır ondandır, kapat da gel hadi, kek yaptım



-kalk şu bilgisayarın başından diyorum, yemeğe otur.
+anne dur ya, iki post daha kasiyim geliom.
-oğlum yemekler soğudu, kime diyorum ben! hem ne yazıyon, aaaa fln mı çıkarıcan bilgisayardan?
+yok annecim ya, forum bu, mükemmel ortam, çok nezih bi yer…
-ne forumu bu? beynini fln yıkıyolar insanların internette, görüyorum televizyonda ben…
+of anne...!



+ ne bu şimdi?
- forum anne...
+ nasıl yani öss formu gibi bişeymi
- yok anne burda beğendiğin konulara yorumlarını yazıyorsun herkeste okuyor?
+ ne yani şimdi seni herkes okuyor burada allah bilir görüyorlardır da (kızmaya başlar)
- evet anne zirvelerimiz oluyor.
+ demek sen beni forum die kandırıp neler yapıyorsun haa bundan sonra forum morum yok internette yok bitti senin işin..



-oğlum bu ne
+forum
-xforum gibi mi
+evet
-kodlar aynı mı
+evet sayılır
-hımm açsana kaynağı
+.....



-oğlum n'apıyosun yine o makinanın başında?
+sözlükteyim anne karışma iki dakka..
-bırak o pis şeyleri..



- ne bu uğraştığın?
- forum
- para kazanıyo musun bu kadar uğraşıp?
- yok, barış için sevgi için insanlık için bu.
- faturayı baban öderken de şarkılar söylersiniz birlikte.
- zordayım eeey aney aney



_ neye bakıyosun kızım sen iki saattir..
* anne forum,yazı yazıyorum
_ aaaa falan içinmi
* ?? hayır anne çeşitli başlıklar altında istediğini yazıyosun kendi fikirlerine göre..
_ e bunun karşılığında ne alıyosun..
* mutlu oluyorum..
_ ama ben hiç mutlu olmuyorum yarınki sınav sonucunu görünce de baban mutlu olamayacak sanırım.. zaten hep boş işlerle uğraşırsın..



-anne bak sana ne göstercem çok komik bi gel oku noolurr..
+neymiş o? hani hangisini okuyom??
-şurda bak altunizade yazıyo ya, maviyle,işte bu onun yazısı
+ee kim bu çocuk?? nerden tanıyon?? bak kızım küfürlü de konuşuyo baban hiç sevmez takılma boşa...
-anne tanımıyorum yaa, öyle o da bu sitede takılıo. komik ama di mi, beğendin di mi anne
+kızım o altunizade küpe de takıyo mu????
-anne ne alaka yaa , ben ne diyom sen ne diyon!! tanımıyom dedim ya. off anne yaa...
+aman neyse ben sıkıldım, gidiyom. bak herkese yazma, herkesle konuşma, yanlış anlar erkek milleti.. hadi onu da oku gel de şu tabağı götür alt komşuya ayıp oluyo kaç gündür...
-anne tamam git yaaa, bi git yaaa.....

501
Komik Fıkralar / KIRMIZI BAŞLIKLI ELA :)
« : Nisan 25, 2008, 10:04:47 ÖS »
Bir küçük ela varmış kırmızı bir şapka taktığı için herkes ona kırmızı başlıklı ela dermiş.


Kırmızı başlıklı Ela

Kırmızı başlıklı ela bir gün annannesine yiyecek götürüyomuş giderken Dr Yucel amcayla karşılaşmış, Yucel amca şöyle söylemiş “aman kızım sakın ormanın ordan geçme demiş” sonra kırmızı başlıklı ela Dr Yucel amcanın söylediklerini duymamazlıktan gelmiş ve ormanın ordan geçmiş.


Dr Yucel amca

Elacık ormanın derinliklerine doğru çiçek toplaya toplaya ilerliyormuş. İçinden lay lay layy laaa diye şarkılar söylüyormuş.

O sırada ormanda gezmeye çıkan kurtun canı sıkılıyormuş bir bakmış küçük bir kız... Hey Allammm yarebbim çocuklarını ormana bırakıyorlar sonrada yiyince kurt yedi oluyo diye söylenmiş.. Kurt o gün niyetliymiş. Sabahtan beri cigara içemediği için başı ağrıyormuş bu kızda öle cıyak cıyak şarkı sölüyomuş ki... Zavallı kurt sinirlenmiş. İçinden Allahım nolurdu bu küçük kız karşıma iftarda çıksaydı demiş.. Sonra kıza doruuca yaklışmış. Amacı iftarlık bişiler istemekmiş..

Elacık çiçek toplarken kurtla göz göze gelmiş bizim saftirik başlıklı elacıkta aman bu kurt beni yer diye düşünmeden onunla konuşmaya başlamış..



-Merhaba kurt kardeş...
-Merhaba kırmızı başlıklı gız...Nereye gidiyosun? 
-Aaaa adımı nerden bildin?
-Kızım sen safmısın kafanda kocaman kırmızı başlığın var...
-Haaa sahiii Büyük annemgillere gidiyom.. Annem yemek pişirdi de ona da götürcem.Hadi bye byee...
-Sanada nihahaahahaa

Kurt hemen yola hızlı hızlı koşmuş ve kırmızı başlıklı eladan önce varmış kapıyı tıklamış kırmızı başlıklı elanın anannesi kim o diye söylemiş.
Kurt benim ananneciğim demiş kadında kapıyı açmış. Kurt içinden “ulan aileye bak hepsi manyak yaw anane torunun sesini bile anlamıyo” demiş. Kapıyı açan annanne karşısında kurdu görünce bağırmış zavallı kurt karnının aç olduğu sadece yemek yemek istediğini söylemeyemeden şarkınlık içinde kalmış.. Nese ananneyi zorla yatıştırmış. Demiş bana bak koca karı paronoyakmısınız lan hasta etmeyin sadece yemek istiyorum torunun getirdiklerini alıp gidicem illa yedirtme kendini.... Ama psikopat ananne hala baarıyomuş... Kurdun kafası kızmış annaneyi dolaba kitlemiş... Tam o sırada lallaaal laaa laa laaa die bir ses...



Annanne


Bi sen eksiktin diye söylenmiş kurt...


Kırmızı başlıklı elanın geldiğini anlayınca hemen anannenin önlüğünü, kıyafetini giymiş, Kırmızı başlıklı ela kapıyı tıkladığında kurt hemen “kim o” diye kısık sesle konuşmuş. Benim ananneciğim demiş kırmızı başlıklı ela... kurt gir yavrucum zaten senin gelmeni bekliyordum bana ne getirdin demiş..Kırmızı başlıklı ela sana kek,çörek ve limonata getirdim demiş.
Kurt oh bee bırak git diyomuş içinden Sonra ezan okunmaya başlamış iyice acıkan kurt sabırsızlanmış...
Ama bu kız çok denyoymuş.. Durmadan yok senin gözün ne büyük, burnun ne büyük deyip duruyomuş.. Bide üstüne azın büyük diyince kurt sinirlenmiş. Başlamış bu kızı kovalamayaaa...



Derken nerden geldiği belli olmayan bir avcı belirmiş...
Kurt başlamış şarkı sölemeyeee “bana karderimin bir oyunu buuuuuuuuuu” Nese Avcı zavallı kurdu öldürmüş.. Karnını açmış bakmış annanne yok...
Kırmızı başlıklı ela bağırmış” hain kurt naptın annanemi...”
Kurt başını kaldırmış “kızım sen harbi safsın öldüm ben öldüm masalın burasında cevap veremem” demiş
Kırmızı başlıklı ela "pardon ama annannemi yanlış yere koyan sensin .. Onu yutman gerekiyodu demiş.."
Annanne dolaptan çıkıp “ben dedim bacak kadar çocuktan başrol olmaz diye alın size” demiş..
Kırmızı başlıklı ela;
Ya başlıcam sizin yapacağınız işe çekimlerde sırasında o abuk çiçekleri toplamaktan başka bişey yapmadım sizin yüzünüzden Beşiktaş maçını bile kaçırdım diye bağırmış....

Bitmezzzzzzzzzzzzzzzzzzz.

502
ByKuS Muhabbet / Facebook'ta grup açalım olur mu.....?
« : Nisan 22, 2008, 04:09:31 ÖS »
 :.c :.c :.c :.c :.c :.c veya var mı  yoksa açalım mı adminler

503
Komik Fıkralar / Dolmuş muhabbetleri...
« : Nisan 20, 2008, 01:07:54 ÖS »
Yolcu:- Abi heykel’e çıkıyo mu? Şoför:
- Yok abi, yanından geçiyo.
******************
Arkadaki aksi teyzeöndeki uzun saçlı delikanlıya seslenir:
- Kızım şurdan bir kişiuzatır mısın?
- Ben kız değilim!!!
- Amaaaan ne bileyimkızmısın dulmusun, uzat işte!!

******************
- Mükemmel bir yerdeinebilir miyim?
Yolcunun kafası karşık
sanırım, kendisi de dolmuştakilerlegüler söylediine
Şöför kadını indirirken:

- Buyrun size layıkdeğil ama!
******************
Yolcu musait bi yerde
inmek ister ama dili surcer;
- Musait bi yerde inermisiniz?
Şöför :
- Niye sen mi kullancan

******************

Adamın biri Besiktasdolaylarında gayet aceleci bir tavirla
- Kaptan orta kapıyırica edebilir miyim??
Bizim soför olaya hakim:
- Tabi abi ayıp ettin.al götür senden kıymetli mi
******************
stanbul’da, cok sıcak
bir gunde,dolmuştaki bir kokona yelpazesiyle
-"Şöfeer bey klimayıacar mısınız cok sıcak olduu" demisti
Pala bıyıkl şöfer amcateyzeyi bi sure suzdukten sonra,kapıyı acıp acıp
kapatmaya
basladı
******************
Dolmuşa bindik, dolmuş doldu,tam kalkicak, elemanın biri açtı kapıyı,
içerde  tıkış tıkış
oturmuşuz, önde 3 kişi arkada 4 ...
Eleman hala bir umutsordu:
- "Kaptan, yer var mi?". Şöför de arkasını dönüp
cevap verdi:
- "Bilmiyorum, üst katabi bak bakalım"
******************
Pek dolu olmamasına
rağmen minibüs hareket etmek üzereydi.
Tam o anda kavga ettikleri her hallerinden belli olan iki arkadaş minibüse
bindi.
Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı
Çocuklardan biri şoföre
parayı uzattı:
- Abi bir öğrenci birde hayvan alır mısın?

504
Komik Fıkralar / Temel Fıkralar Serisi...
« : Nisan 20, 2008, 01:04:43 ÖS »
1- Paraşütçü Temel

Temel Nato da havaci olarak askerligini yapiyormus. Komutan askerlere
parasütle nasil atlanacagini ögretmis.
- "Uçaktan atlayinca birinci ipi çekeceksiniz. Parasüt açilmaz ise ikinci ipi
çekeceksiniz. Yine açilmadi, o zaman Meryem Ana ya dua edeceksiniz."
Temel uçaktan atlar. Birinci ipi çeker parasüt açilmaz, ikinci ipi
çeker yine açilmaz. O sırada yere yavas yavas süzülen komutaninin
yanindan geçerken sorar:
- "Komutanim, komutanim.. O karinin adi neydi ?"

 
2 - Babanın Sonu

- Babam öldü, demis Temel.
ilyas sormus:
- Neden öldü?
- Apartmanin sekizinci katinin balkonundan düstü.
- Eyvah parçalandi mi?
- Yok, giristeki bakkalin tentesine düsünce oradan havalanip karsi
apartmana yöneldi.
- Apartmana mi çarpti, nasil oldu?
- Yok, karsi apartmanin balkonunda çamasirlar asili idi.Çamasir ipine
vurup fabrikanin bahçesine düstü.
- Orada mi öldü?
- Yok, fabrika çelik yay fabrikasi, bahçedeki yaylarin üzerine düsüp
havalandi yeniden...
- Peki sonra?
- Sonrasi ne? Baktik ki yere inmiyor, biz de vurduk onu
 
3- 100 Hamsi

Dursun Temel e sormus :
- Usagim oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Temel : 100 tane yerim valla...
Dursun : Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi
oruçsuz yersin...
Bu espri Temel in acaip hosuna gitmis.Yolda Cemal i görmüs ve hemen sormus
- Usagim oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Cemal : 50 tane yerim ben...
Temel : Tüh be usagim 100 deseydun sana müthis bir espiri yapacaktum...
 
4- Boynuzlu Köpek

Temel birgün keçinin boynuna tasma takmis gezdiriyormus. Arkadasi Dursun
yolda onu görüp :
- Ula Temel Napiysin ?...
- Ula cörmiymisin Çöpegimi cezdurayrum Dursun kardesim...
- Ula Temel bunun boynuzlari var....
- Valla ben onin özel hayatina karismayrum...
 
 
 5   Iki Bardakli Temel

Temel her gece yatarken basucuna 2 tane bardak koyuyormus. Biri su dolu
digeri bos...
1 gece 2 gece derken Temel in oda arkadasi Dursun dayanamayip sormus :
- Ula Temel ne edisin sen her gece her gece bu pardaklarla?..
Temel cevap vermis :
- Aksamlari uyandigimda bazen canim su içmek istii bazen de istemii...
 
6-   Ağır Roman

Temel bir kitabevine girmis, tezgahtara,
-Bana bir roman lazum...
demis. Tezgahtar sormuş,
- Efendim agır mı olsun yoksa hafif mi?
Temel,
- Farketmez, nasul olsa arabam kapinun önünde...
 
 
7-Lisan

Temel ve Dursun kahvenin önünde oturuyorlarmis. Bir turist gelmis ve Temel e
Ingilizce yolu sormus. Temelde ses yok. Turist bu defa Almanca sormus.
Temelde yine ses yok. Turist bu defa Fransizca konusmus. Yine ses yok.
Ispanyolca, yine sesyok. Turist kizmis, bagirip çagirdiktan sonra çekip gitmis.
Bunun üzerine Dursun Temele,
- Bir lisan ögrenmemizin zamani geldi galiba...
demis. Temel ise Dursun a dönerek,
- Bosver, ne gerek var? Adam dünya kadar lisan biliyor ama birderdini
anlatabildi mi?.

505
Komik Fıkralar / Öp beni (uahuahuaha
« : Nisan 20, 2008, 01:03:15 ÖS »
Delikanlı sevgilisini aksam eve bırakır.Evin önünde masum bir
fısıltıdan sonra ateşlenir.Bir elini duvara dayayarak
- "Beni bir öper misin"..
Kız:
- "Deli misin evin önünde annemler görür" der..
Erkek:
"Ne olacak canim bu saatte kim görecek, ne olur seni çok seviyorum...
Kız:
- "Ben de seni ama olmaz..."
Erkek çok ateşli tabi devamlı ısrar eder. Bir ara aniden merdivenlerin ışığı yanar ve kızın küçük kız kardeşi belirir.
Küçük kız:
- "Babam diyor ki öpecekse öpsün, gerekirse ben öpecekmişim, o da
olmazsa kendisi gelecekmiş ama o hayvan oğlu hayvana söyle elini
Diyafon düğmesinden çeksin dedi''

ehuehuehuehuehuehuehuehuehue:D:D:D
  :kat :kat :kat

506
Komik Fıkralar / Hamile Kadın
« : Nisan 20, 2008, 01:00:36 ÖS »
Küçük bir çocuk, hamile bir kadının karnına dokunarak:
-Ne var sizin karnınızda teyze,
Kadın:
-Çocuğum var evladım, diye cevap verir.
-Sizin çocuğunuz mu?
-Evet
-Onu seviyor musunuz?
-Evet
-Çok mu seviyorsunuz?
-Evet evladım.
-Öyleyse neden yediniz?
 

507
Her Telden / Çevrenizde Kaç Çeşit Dost Var..?
« : Nisan 19, 2008, 04:44:24 ÖS »




Yüz yüze dostluklar vardır.Güneşle ayçiçeğinin dostluğu , böyle bir dostluktur mesela.Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz gözünü güneşten.

Uzak dostluklar vardır.Denizlerin ortasındaki bir adayla , dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostudurlar.Dostluklarını gündüz kuşlarla , gece yıldızlarla iletirler birbirlerine.

Sessiz dostluklar vardır.Dilsiz bir adamın elleriyle, dilsiz başka bir adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur.Her şeyden konuşur sessizce bu eller.

Zorunlu dostluklar vardır.Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, pazartesi hızlı bir gün.Ayak uyduramazlar birbirlerine.Ama dost olmak, yan yana durmak zorundadırlar.

Uzun dostluklar vardır.İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında.

Günün birinde ölen dostluklar vardır.Kanuni Süleyman’la İbrahim Paşa’nın yıllar süren dostluğu, bir gün bıçakla kesilir gibi kesilivermiştir ortadan.Hatta sonra Kanuni ölmesini ister İbrahim Paşa’nın.Ve hatta yerine getirilir bu isteği Kanuni Süleyman’ın.

Vakitsiz dostluklar vardır.Bir peçete,bir kağıt mendil vakitsizce dostu oluverir gözlerinizin….
Zaten varsa dostluklar vardır sadece.
Ekmek gibi, su gibi tanıdık geliyorsa size biri; o sizin dostunuzdur.

Bakımsız dostluklar vardır bir de.
Zaten var, zaten dostuz deyip yıllarca bir telefonun,
bir kaç cümlelik mektubun bile çok görüldüğü dostluklar...
Ama olmasın bakımsız dostluklar.
Dostluğun anlamını saptırmasın insanlar.
alıntıdır

508
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / VEDA HUTBESİ
« : Nisan 19, 2008, 04:41:14 ÖS »
VEDA HUTBESİ



Ey İnsanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, bu seneden sonra sizinle burada belki de bir daha hiç buluşamayacağım.

İnsanlar!
Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayasınız.

Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup doğrudan işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.

Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermeniz gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyeden kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmüttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

Ashabım!
Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmüttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.

İnsanlar!
Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurmak gücünü ebedi surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

İnsanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları te'dib edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

Mü'minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır.

Mü'minler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Ashabım!
Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.

İnsanlar!
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tövbelerini ne de şehadetlerini kabul eder.

İnsanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şehadet ederiz" cevabını verdiler.

Bunun üzerine Hz.Muhammed (sav):
Şahit ol Ya Rab! Şahit ol Ya Rab! Şahit ol Ya Rab! dedi.

509
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Imami Azam Ebu Hanife
« : Nisan 19, 2008, 04:37:14 ÖS »
Imam Âzam (büyük Imam) lâkabiyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meshur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fikihta Hanefi mezhebinin imami.

Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yilinda dogdu. Numân ve ailesinin Arap olmadigi kesindir; onun Farisi veya Türk oldugu seklinde degisik görüsler vardir. Dedesi Zûta, Teym b. Sa'lebeogullari kabilesinin âzatlisi olup, Hz. Ali zamaninda Kâbil'den Kûfe'ye gelerek; orada yerlesti. Zûta'nin oglu Sâbit de Kûfe'de ipek ve yün kumas ticaretiyle ugrasti. Islâm'in hâkim oldugu bir ortamda yetisen Numân b. Sâbit küçük yasta Kur'ân-i Kerîm'i hifzetti. Kirâati, yedi kurrâdan biri olarak taninan Imam Âsim'dan aldigi rivâyet edilir (Ibn Hacer Heytemî, Hayratu'l Hisan, 265) Numân gençligini ticaretle geçirdikten sonra Imam Sa'bî (20/104)'nin tavsiye ve destegiyle ögrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, siir ögrendi. Yetistigi Kûfe sehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düsüncenin, itikâdi firkalarin bulundugu, itikadla ilgili atesli tartismalarin yapildigi rey ehlinin yerlestigi bir sehirdi. Dindar bir ailede yetisen Ebû Hanife'nin de bu itikâdi tartismalara zaman zaman katildigi kuvvetle muhtemeldir. Ebû Hanife, Sa'bî'nin kendisini ilme tesvikini söyle anlatmaktadir: "Günün birinde Sa'bî'nin yanindan geçiyordum. Beni çagirdi ve bana, 'Nereye devam ediyorsun?' dedi. Ben de, 'Çarsi pazara' dedim. O, 'Maksadim o degil, ulemâdan kimin dersine devam ediyorsun?' dedi. Ben, 'Hiçbirinin' diye cevap verince Sa'bî, 'Ilmi ve ulemâ ile görüsmeyi sakin ihmal etme. Ben senin uyanik ve aktif bir genç oldugunu görüyorum' dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir etki yapti. Ticareti biraktim, ilim yolunu tuttum. Allah'in inâyetiyle Sa'bî'nin sözünün bana çok faydasi oldu." Kendisinin de belirttigi gibi Sa'bî'nin bu tavsiyesi onun için bir dönüm noktasi olmustur. Bundan böyle ticaret isini ortagi Hafs b. Abdurrahman'a devredecek, ara-sira dükkânina ugrayacak, asil isi ilim meclislerine devam etmek olacaktir. O zaman Numan henüz yirmiiki yasindadir (Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, Çev.: Osman Keskioglu. Istanbul 1970. 43).

Ebû Hanife'nin yasadigi yer ve çagda itikâdi firkalar çogalmis, bir sürü sapik firkalar ortaya çikmis, Emevi hükümdarlarinin Ehl-i Beyt'e zulmü devam etmistir. Mantigi çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir firkaya baglanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi. Tartismak (cedel) için sik sik Basra'ya gitti, ancak kelâm ve cedel'in din disi oldugunu görerek fikh'a yöneldi. "Arkadasini tekfir etmek isteyen ondan önce küfre düser" diyordu (Hatib el-Bagdâdî, Târihu Bagdâd, XIII, 333). Kendisi bunu söyle anlatir: "Sahâbi ve tâbiin, bize gelen konulari bizden iyi anladilar. Aralarinda sert münâkasa ve mücâdele olmadi ve onlar fikih meclisleri ile halki fikha tesvik ettiler; fetvâ verdiler, birbirinden fetvâ sordular. Bunu anlayinca ben de münakâsa, cedel ve kelâmi biraktim; selefin yoluna döndüm. Kelâmcilarin selefin yolunda olmadigini; cedelcilerin kalpleri kati, ruhlari kaba, nasslara muhâlefetten çekinmeyen, verâ ve takvâdan uzak kimseler olduklarini gördüm" (Ibnü'l Bezzâzi, Menâkîbu Ebî Hanife, I, 111).

Numân, babasiyla onalti yasinda hacca gittiginde ortada tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah Ibn Ömer ile tanisarak onlardan hadis dinledigi, rivâyet edilir (Abnü'l Esir, Üsdü'l-Gâbe, III, 133). Kendisi, tâbiînden sayilir ve etbau 't-tâbiînin büyüklerindendir. Onun, gençliginde çaginin bütün düsünce akimlarini izledigi, ihtilâflari çok iyi tesbit ettigi zikredilmektedir (Sa'râni, Tabakatü'l-Kübrâ, I, 52-53). Fikihta karar kilip selefin yolunu izlemeye basladiktan sonra gelenege uyarak kendisine bir üstad âlim seçti. Onsekiz yil Irak'in büyük fakihi Hammâd b. Ebî Süleyman (ö.120/737)'in derslerine devam etti. Onun vekîli oldu ve on yillik ögrencilikten sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmis kadar fetvasinin kirkinin Hammâd tarafindan tasvib edildigi ve yirmisinin düzeltildigini görünce bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekâletinde bulundu. Özellikle o sirada varolan su dört fikhi ögrendi: Istinbat, Hz. Ömer fikhi, Abdullah b. Mes'ud fikhi, Abdullah b. Abbâs fikhi. Birincisi ser'i hakikatleri arastirip ortaya koymaya, ikincisi maslahata, üçüncüsü tahrice, dördüncüsü Kur'ân ilmine dayanan okuldu (Muhammed Ebû Zehra, Islâm'da Fikhi Mezhepler Târihi, Çev: Abdulkadir Sener, II, i32).


Hocasi Hammâd b. Ebî Süleyman, Ibrahim en-Nehaî ve Sa'bî gibi iki büyük âlimden fikih okudu. Abdullah b. Mes'ud ve Hz. Ali'nin fikhina sahip Kadi Sureyh, Alkame b. Kays, Mesruk b. el-Ecda'in fikhindan faydalandi. Ebû Hanife'nin fikhinda daha ziyâde Ibrahim en-Nehaî okulunun tesiri görülür. Dehlevî, "Hanefi fikhinin kaynagi, Ibrahim Nehaî'nin kavilleridir" der (Sah Veliyullah Dehlevî, Huccetullah'il Bâliga, i, 146). Ayrica Ebû Hanife, "istihsan" kullanmada tartisilmaz bir ilim elde etmistir. Onun tâcir olarak halkin günlük hayatiyla iç içe olusu ve sik sik ilim merkezlerine seyahat edip birçok âlim ile düsünce alisverisinde bulunmasi, bu alanda sayginligina sebep olmustur. Hac seyahatlerinde tâbiîn âlimlerinin ileri gelenleriyle görüsmüs, ilmî sohbetlerde bulunmus, onlardan hadis dinlemistir. Atâ b. Ebî Rebâh, Atiyye el-Avfi, Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec, Ikrime, Nâfi', Katâde bunlardan bazilaridir (Zehebî, Menâkibu'l-Imâm Ebi Hanife ve Sahiheyni Ebi Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen, Misir). Kendisi söyle der: "Hz. Ömer'in fikhini, Hz. Ali'nin fikhini, Abdullah b. Mes'ud'un ve Abdullah Ibn Abbâs'in fikhini onlarin ashâbindan aldim" (M. Ebû Zehra, Ebû Hanife, 44).

__________________




510
ŞEYH MAHMUD USTAOSMANOĞLU HOCAEFENDİ (K.S)

İSMAİLAĞA CEMAATİ

Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin üstadı olan Ali Haydar Efendi'nin ömrünün son on yılında en fazla düşündüğü mesele, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceği olduğu sevenleri tarafından dillendiriliyor. Yine Ali Haydar Efendi, derin düşüncelere daldığı bir gün rüyasında şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendi'yi görmüştü. Rivayetlere göre, Ali Rıza Bezzaz Efendi, kendisine o ana kadar hiç görmediği ve tanımadığı bir genci göstererek "Bu bizimdir! Bunu teslim al!" dedi. O genç, Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'den başkası değildi. Ali Haydar Efendi bunun üzerine hasta olmasına rağmen Bandırma'ya gitti ve Ali Rıza Bezzaz Efendi'nin kabrini ziyaret etti. Cuma namazını Haydar Çavuş Camii'nde kıldı. Bu cami, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceğinin de şekillendiği mekan oldu. Çünkü aynı dönemde Bandırma'da askerlik yapan Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi de cuma namazı için camideydi. Çıkarken Ali Haydar Efendi'yi gören Mahmud Hocaefendi, buluşmalarını şöyle anlatıyor: "Cuma namazını kıldım, camiden çıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi'yi gördüm. Bana padişah gibi heybetli göründü. İmama kim olduğunu sordum, Ali Haydar Efendi dedi. Onunla görüşmek istediğimi söyleyince İmam "Yarın Eskici Abdullah Efendi'nin evinde olacak oraya gel" dedi. Sabah Abdullah Efendi'nin evine gittim, kendileri oradaydı. İlk görüşmemiz o zaman gerçekleşti."



AYRILMAK İSTEMEDİM'



Bu görüşmeden birkaç ay sonra bölükte dağıtım yapıldı ve Ustaosmanoğlu, İstanbul Selimiye Kışlası'na sevk edildi. Çeşitli birliklerde görev yaptıktan sonra 1954 yılında Davutpaşa kışlasında askerlik vazifesine devam ederken, İstanbul'da kaldığı süre zarfında çarşı izinlerini İsmet Efendi Tekkesi'nde Ali Haydar Efendi'nin yanında geçirdi. Askerlikten sonra Of'a dönen Mahmud Hocaefendi, üst üste yazdığı mektuplarında kendisine "Dost bahşişi Yusufum!" diye hitap eden Ali Haydar Efendi tarafından İstanbul'a davet edildi. Yeniden İstanbul'a gelen Hocaefendi, 1954'te Ali Haydar Efendi'nin isteği üzerine İsmet Efendi Tekkesi ile aynı sokaktaki İsmailağa Camii'nde imam-hatip olarak vazifeye başladı. Ali Haydar Efendi 1960 yılında ahirete irtihal edince ilim ve irşad bayrağını Mahmud Hocaefendi taşımaya başladı.

BATIN VE ZAHİRİ BİLİYOR

Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin hayatını bilmek, İsmailağa'nın bugününü anlamak için de bir anahtar anlamında. 1929'da Of'ta dünyaya gelen Hocaefendi, Zehra Hanım'la evlendi ve Ahmed Abdullah, Fatıma isimli üç çocuk sahibi oldu. Babası Ali Efendi'nin nezaretinde, annesi Fatıma Hanım'ın hocalığında küçük yaşlarda hafız oldu. Tahsil hayatında Mehmed Rüştü Aşıkkutlu, Çalekli Dursun Efendi ve Ali Haydar Efendi üstadları çok etkili oldu. Of ve Kayseri'de ilim adamlarından Arapça ve Farsça öğrenen Mahmud Efendi, Of'a döndükten sonra Osmanlı medreselerinde takip edilen sarf, nahv, usul-u fıkıh, usul-u hadis, tefsir, kelam, mantık, siyer gibi kitapları okudu. Aşıkkutlu'nun yanında Kur'anı Kerim kıraatı, Ali Haydar Efendi'den de tasavvuf dersleri aldı.



Vaaz ve derslerinde ne anlatıyor?

Mahmud Hocaefendi gerek İstanbul Sultan Selim Camii'nde gerekse de Anadolu'daki muhtelif meclislerde yaptığı sohbetleri ise şöyle gerçekleştiriyor: Sohbet meclisinde hazır bulunan bir Hocaefendi Kur'an-ı Kerim'den bir aşır okuyor. Mahmud Efendi de okunan ayetleri tefsir ediyor ve ardından İmam Rabbani'nin "Mektubat"ından her hangi bir mektubu okutarak onu tercüme ediyor ve açıklamasını yapıyor. Risale-i Kudsiyye'den okunan bir dörtlüğün açıklamasını yaparak sohbeti noktalıyor. Vaazlarının kayda alınmasına sıcak bakmayan Mahmud Hocaefendi, uzun yıllar vaazlarında mikrofon kullanmadı. Önde olmaktan rahatsızlık duyduğunu ise bir çok kez tavır ve sözleriyle belli etti. Mürşidin insanların içinde kaybolan kişi olması gerektiğini ifade eden Hocaefendi, her zaman söyleneni daha öne çıkarırken söyleyenin ise geride kalmasını tercih etti.


Çocuklara bile saygılı

Hocaefendi, irşat faaliyetlerine ilk olarak Of'un Yaranoz-Kavakpınar köyünde başladı. Dursun Efendi'de okurken söz konusu köyde imamlık yaptı. İmamlığı esnasında çok sayıda talebe yetiştirdi. Yaşı 15-16'larda olmasına rağmen yaşantısıyla köylü üzerinde derin tesirler bıraktı. Kavakpınar sakinleri köylerinde imamlık yapan Mahmud Efendi ile alakalı şunları söylüyor: "O, köyümüze geldiğinde henüz çok gençti. Fakat hareketleriyle olgun bir insandan daha kamil görünürdü. Yürüdüğü sokakta oyun oynayan çocuklar kendisini gördüklerinde oyunlarını bozmasınlar diye yolunu değiştirmesi, imamlıktan dolayı ücret almaması gibi hareketleri ile kısa zamanda gönüllerde taht kurdu."



SUFİLİK FITRATINDA VAR

Mahmud Hocaefendi, çocuk sayılacak yaşlardan itibaren kamil bir rehber arayışına girmişti. O yıllarda içinde bulunduğu ruh halini anlattığı çeşitli eserlerde şöyle diyor: "Çocukken geceleri başımı yastığa koyduğumda kendi kendime şöyle seslenirdim: Dünyanın bir ucunda kamil-mükemmel bir mürşid olsa yalın ayak, aç ve susuz olsam hemen yola koyulur o mürşidi bulurum." Mahmud Hocaefendi, bu arayışların neticesinde ilk olarak Of'ta Mapsinolu Ahmed Efendi olarak bilinen yörenin meşhur Nakşibendi büyüğüne bağlandı. Askerde Ali Haydar Efendi ile tanışınca ona intisap etti. Mahmud Hocaefendi, askerden sonra üstadının irfan meclislerine daha fazla katılma imkanı buldu. İlerleyen yıllarda ise yanı başından hiç ayrılmadı. Bu birliktelikle alakalı Ali Haydar Efendi'nin küçük oğlu şunları söylüyor: "Babam, Mahmud Hocaefendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalır, uzun uzun sohbetler yapardı. Babam derdi ki: 'Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum. Fakat onu müşahede altında tutabilmem için bunu tedricen yapıyorum. Zira manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemez." Ali Haydar Efendi, tasavvuf literatürüne ait zengin birikimini Mahmud Hocaefendi'ye aktardı. Ona Mesnevi, Mektubat-ı Rabbani, Reşahat, Risale-i Kudsiyye gibi sufi eserlerin tasavvuf disiplini içerisinde ne anlam ifade ettiklerini de öğretti.
Literatür içerisinde Mektubat'ın yerini belirlerken şöyle derdi: "Evladım Mahmud! Mektubat o kadar büyük bir kitaptır ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir."



Sufi geleneği devam ettirdi

Ali Haydar Efendi vefatından kısa bir süre önce Ustaosmanoğlu'nu huzuruna alıp emaneti kendisine bıraktığını ifade ederken, bağlılarına hitaben yaptığı "Mahmud'un elinden tutan benim elimden tutmuş olur" şeklindeki konuşma da İsmet Efendi Tekkesi'nin sürdürdüğü ilim ve irşad geleneğinin yeni temsilcisinin Mahmud Hocaefendi olacağını haber veriyordu. İlk buluşmalarında başlayan muhabbetin hep artarak devam ettiğini anlatan Mahmud Hocaefendi, Ali Haydar Efendi ile görüşünceye kadar "soru sorarlar" endişesiyle tasavvuf büyükleriyle görüşmekten imtina ettiğini, fakat Ali Haydar Efendi'nin kendisini etkilemesi nedeniyle huzurundan hiç ayrılmak istemediğini kaydediyor. Hocaefendi, devraldığı sufi geleneğe sıkı sıkıya bağlı kaldı. Bahauddin Nakşibend ve diğer Nakşi büyüklerinin silsile halinde süre gelen tavsiyelerini olduğu gibi yerine getirdi.



İsmailağa'da 24 saat huzur

İsmailağa'yı hedef alan saldırılar, cemati üzse de, “Allah için birbirini seven” insanların Çarşamba'da meydana getirdiği huzuru hâlâ sokakta ve camide görmek mümkün. Çarşamba'da seher vaktinde dua ile başlayan hayat, sabah namazıyla güne açılıyor. Güneşin doğuşu seccadenin üzerinde seyrediliyor. Bu sürede belli dualardan oluşan tesbihat yapıldıktan sonra "işrak namazı" kılınıyor. Namazın ardından dağılan cemaat "kuşluk vakti" camiyi yeniden hareketlendiri-yor. Sarıklar sarılıyor ve "kuşluk namazı" kılınıyor ancak cemaat, nafile namazlarını daha çok ev ya da işyerlerinde kılmayı tercih ediyor. Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle eda etmek isteyen çevre sakinleri yine camiyi dolduruyor. Farz na-mazların edasından sonra işlerine dağılan cemaat, akşam namazı için tekrar saf tutuluyor. Akşam namazının sünnetinden sonra kılınması güzel kabul edilen 6 rekatlık "evvabin namazını" kılanların sayısının diğer camilere göre oldukça fazla olması gözlerden kaçmıyor. Akşamdan sonra cemaatin bir kısmının camide kalıp, bir köşeye çekildiğine şahit olunuyor. Bu; insanların kendileriyle baş başa kaldığı, günün muhasebesini yaptıkları özel anlardan biri.



RAMAZAN AYI HİÇ BİTMİYOR

Nafile oruç tutulması tavsiye edilen Perşembe ve Pazartesi günleri akşam namazından sonra bu muhasebeye katılanların sayısında azalma göze çarpıyor. Birçoğumuzun yalnızca Ramazan ayında yaşadığı ya da şahit olduğu iftara misafir davet etme geleneğine, İsmailağa'da her Pazartesi ve Perşembe günleri sıkça rastlanıyor. Yatsı namazı vakti yaklaştıkça evlerde abdest ile başlayan hazırlıklar, biraz sonra sokaklara yeniden hareket getiriyor. Cemaatin gözleri ve sözleri, İsmailağa Camii'nde "huşu" ve "huzur"un en çok bu vakitte yaşandığını hissettiriyor. Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin yatsı namazı sonrasında ayakta kalmayı tavsiye etmemesi nedeniyle, cemaat camiden ayrılıp, evlerinde istirahata çekiliyor. Hocaefendi, Sohbetler kitabında bu tavsiyesinin gerekçesini şöyle izah ediyor: "Ashab-ı Kiram'dan (R.A) bazıları yatsı namazını kılıp evlerine giderken sokakta dış elbiselerini çözmeye başlarlardı. Neden böyle yaparlardı? Çünkü gece "teheccüt namazına" kalkabilmeleri için hemen yatmaları gerekirdi."



NAFİLELER İHMAL EDİLMİYOR

Hocaefendi, öğrencilerine teheccüt yani gece namazı sonrası sabah namazına kadar seccadenin üzerinde beklenilmesini tavsiye ediyor. Sünnetten beslenen nafile namazlar konusundaki hassasiyet, esasında sadece İsmailağa Camii ve cemaatine özgü değil. 1927 yılında Konya'dan Of'a gönderilen bir asker mektubunda Konya camile-rine dair şöyle bir kayıt bulunduğu biliniyor: "Kuşluk vaktinde bütün camiler nafile namaz kılmak isteyen insanlar tarafından tıklım tıklım dolduruluyor." Nafile na-mazlara gösterilen hassasiyet yalnızca İsmailağa Camii ve cemaatine özgü değil. Konya gibi İstanbul ve Anadolu'daki bir çok camide de nafile namaz vakitlerinde hareketlilik yaşanıyor. İsmailağa'da namaz vaktinde her şey duruyor ve bütün kapılar camiye açılıyor. Manzara adeta Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in şu dizesini açıklıyor: "Dünyaya kapalı Allah'a açık."



Hızır Hoca'nın gül sevgisi

1998 yılında 55 yaşında iken görev yaptığı Çukurbostan Camii'nde şehit edilen Hızır Ali Muradoğlu da, İsmailağa'da yaşanan huzura adeta aynalık ediyordu. İstanbul'da üniversitede okurken Arapça dersi almak istediği Kocamustafa Paşa'daki Gül Camii'nin imamı Nuri Efendi vasıtasıyla Mahmud Hocaefendi ile tanışan Hızır Ali Hoca, daha sonra damadı olduğu Hocaefendi'nin peşini bir daha bırakmadı. Tüm vaktini İsmailağa'da geçiren ve kısa sürede ilim ve irfan yolunda olgunlaşan Muradoğlu, Hocaefendi'nin bulunmadığı zamanlarda onun yerine sohbet görevini yerine getirdi. Eğitim, ilim ve irfan çalışmaları yoğun bir şekilde devam ederken hanımı ağır bir rahatsızlığa yakalandı. Ömrünün sonuna kadar devam eden bu rahatsızlık hali süresince, evin bütün hizmetlerini de Hızır Hoca yerine getirdi. Muradoğlu, 1991 yılından itibaren görev yaptığı Çarşamba Çukurbostan Camii'ndeki imamlığı esnasındaki sempatik, güler yüzlü, şakacı ve etkileyici üslubuyla kısa zamanda çevresindekilerin hayranlığını kazandı. Hızır Ali Muradoğlu, üslubu ve anlattıklarıyla cemaatin hızla artmasına da sebep oldu.



GÜLÜN ÖNÜNDE EĞİLMELİ

Muradoğlu, cami bahçesini kendi diktiği güllerle süslemiş ve her gün bakımını da ihmal etmemişti. Bir gün yeğenlerinden birisi güllerden birini eliyle tutup kendine çekerek koklamak isteyince "Dur gül öyle koklanmaz" diyerek gülü iki avucunun içine alıp eğilerek koklamış, Peyfamber Efendimiz'i simgeleyen güle bile edeble yaklaşmıştı. Şaka ve latifeyi İslam'ın sevilmesi ve öğrenilmesi için ustalıkla kullanan Hızır Efendi etrafındakileri söz ve hareketleri ile sık sık güldürürdü.



Niteliğinin göstergesi: Ömer Nasuhi Bilmen

İsmailağa'nın sadece bir cemaat olmasının ötesinde sahip olduğu ilim ve irfan derinliğini anlamak için yakın tarihin önemli bilim adamlarından Ömer Nasuhi Bilmen önemli bir gösterge. Mahmud Hocaefendi'nin üstadı olan Ali Haydar Efendi'nin bir ara katipliğini yapan eski Diyanet İşleri Başkanı Bilmen 1950'lerden önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin talebi üzerine 8 ciltlik "Hukuk-u İslâmiyye ve Islahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu" hazırlamıştı. Ordinaryüs Prof. Sıddık Sami Onar ile Hukuk Fakültesi'nin Dekanı Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu kamusa birer önsöz yazmıştı. Sıddık Sami Onar önsözünde "Bu eser, gelecekte kanun hazırlayacaklar için fevkalade mühim bir kaynaktır" derken, Prof. Velidedeoğlu ise "Böyle bir hukukçu bugüne kadar gelmedi" ifadesini kullanmıştı.



Ortak eğitim için ağ oluşturulacak

Bildiride sıralanan diğer başlıklar ise şöyle: Ortak eğitim politikası için Türkiye'nin öncülüğünde ve desteğinde bir ağ ve bilgi bankası oluşturulmalı, Kültürel mirasın envanteri çıkartılmalı. Gençler için ortak mücadele yolları aranmalı. Bildirgede ayrıca Avrasya Tahkim Divanı Örgütü kurulması, Türk Dünyası Belediyeler Birliği'nin daha aktif hale getirilmesi, Türk devlet ve toplulukları tarafından belirlenecek bilim adamlarınca oluşturulmuş bir komisyonun isimlendireceği bilim ödülü ihdas edilmesi ülkeler arasında kültür sanat faaliyetlerinin geliştirilmesi ve karşılıklı kültürel değişim programlarının hayata geçirilmesi alınan kararların hayata geçirilmesi için kurumsal takip mekanizması kurulmasına karar verildiği de ifade edildi.



Yahya Kemal'in penceresinden İsmailağa

Çarşamba sokaklarında bir namaz vakti, seller gibi İsmailağa'ya akan insanlar arasına karışıp camide saf olduysanız, ruhunuz sizi sürekli zorlayacak ve "hadi bir daha, bir daha İsmailağa'da namaz kılalım" diyecektir. Siz unutsanız bile ruhunuz bu şehrayini unutamayacaktır. Yıllar sonra olsa bile ayaklarınız sizi alıp eski İstanbul camilerindeki bu muhteşem manzaranın bir parçası olmaya götürecektir. Bugün zamanın camiden ve gelenekten kopardığı hatta karşıt bir düşünceyle yetiştirdiği nesillerin ızdırabına çaresiz bir halde tanıklık ederken Yahya Kemal'in şu hatırasını düşünür bir anlık da olsa yüreğime su serperim: "... Bugünkü babalar, havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçük elleriyle açtılar gül yağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların Bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'leri dinlediler dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler." "... Medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocuğunun en güzel rüyasını göremiyorlar."
"... Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahalle içindeki sakit yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Vaiz kürsüde vaaz ediyordu... İçim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Müslüman kardeşlerim, bütün cemaatın arasında yalnız benim vucudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissedi-yordum." "... Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayama-yacaklar." Bu günün aydını belki babalarının kollarında gittikleri camilerde ak sarıklarıyla saf tutan müminlerin aralarında bayram namazları kılmış olacak kadar yaşlı değillerdir. Fakat bir çoğunun babası Fatih'te, Süleymaniye'de ak sarıklı İstanbullular arasında namaz kılmış, onlarla aynı mahalleri hatta evleri paylaşmışlardır. Belki de bir çoğunun dedesi sünnet diye sarık sarmıştır. Çok değil 80 yıl öncesinin İstanbul manza-ralarını hatırlayabilenler ya da babalarının, ak sakallı dedelerinin kollarında camilere gidişini tasavvur edebilenler İsmailağa'yı anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir. İşte o zaman görecekler ki İsmailağa; Cumhuriyet döneminin en büyük fakihi Ömer Nasuhi Bilmen gibi bir alimin bir ara katipliğini yaptığı dersiam (Ordinaryüs Profesör) Ali Haydar Efendi ile milletin köklerine bağlı bir irfan ocağıdır. Mahmut Efendi kökleri Osmanlı'ya oradan da saadet asrına uzanan bu ilim-irfan yolunun son temsilcisidir.



İsmailağa'yı anlamak için tasavvuf bilinmeli

İsmailağa Camii cemaatindeki sevgi birlikteliğini doğru anlayabilmek için tasavvufun inceliklerinin de bilinmesi gerekiyor. Cemaat, yıllardır güzel ahlakı ve iyiliği tavsiye eden hocaefendilerine karşı büyük sevgi besliyor.İsmailağa Cemaati, kendilerine özgü yaşam biçimleri, İslam'ı yaşama konusundaki gösterdikleri titizlik nedeniyle zaman zaman gündemin ilk sırasına oturdu. İstanbul'un orta yerinde, devam eden cemaat hayatı, herkese açık tutulmasına rağmen, adeta devletin bile giremediği bir getto gibi tanıtıldı. Çevresinde oluşan sevgi halkasıyla dikkatleri çeken Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi ise merkezine konulmaya çalışıldığı tartışmalara, cemaatine yönelik kışkırtıcı tutumlara karşı sufi tavrını hep muhafaza etti. Binlerce seveni olmasına rağmen hiçbir zaman kimseye karşı kin ve nefret tohumu ekilmesine izin vermedi... Bu yazı dizisi, işte bu sufi tavrın arka planına ışık tutuyor. İsmailağa Cemaati'nin bağlı olduğu Halidiye kolunu dünü, bugünü ve toplumdaki yansımaları ile incelerken, Mahmut Usta- osmanoğlu'nun hayatına, tavavvuf anlayışına, eğitime yaptığı hizmetlere, kamuoyundaki yerine mercek tutuyor.
Tasavvuf, bugün insanları Allah Teala'ya yaklaştıran, ruhu İslâmi değerlerle donatan bir yol olarak tanımlanıyor. Tarikatlar ise bu yolda tarihi süreç içerisinde oluşan irfan ocakları olarak karşımıza çıkıyor. Tarikat, insanları İslam'la tanıştırmasının yanında, İslam'a göre nasıl yaşanılabileceğinin de yolunu gösteriyor. Osmanlı Devleti'nin güçlü bir toplum yapısına sahip oluşu doğrudan tarikatların varlığıyla ilişkilendirilirken yaklaşık 250 yıldır Anadolu ve çevresinde etkin olan ve Nakşibendiyye-Halidiyye kolu ise ümmet anlayışı ile özellikle Osmanlı'nın dağılma sürecine girdiği dönemde millet-devlet dayanışmasının çimentosu olarak vazife görmüş olmasıyla dikkat çekiyor. Halidiyye kolu, kurucusu Ziyauddin Halid bin Hüseyin El-Bağdadi'nin (1779-1827) çabalarıyla tekke ve medrese arasındaki ayrılığı kaldırması nedeniyle "ilmiye sınıfının tarikatı" sıfatı da alıyor. Abdullah Mekki vasıtasıyla Bağdadi'ye dayanan, günümüzde İsmailağa'daki İsmet Efendi Tekkesi ise Halidiliğin kolları içerisinde geleneksel yapıyı koruması nedeniyle ön plana çıkıyor.



NAKŞİBENDİLİK, OSMANLI VE ANADOLU'NUN RENGİ

İsmailağa'ya gelmeden önce Nakşibendilik ve Halidiyye'nin doğuşuna bakmak gerekiyor. 14. asır ortalarında Buharalı Muhammed Bahauddin Nakşibend tarafından kurulan ve öğrencileri tarafından yayılan Nakşibendilik Tarikatı, özellikle İmam-ı Rabbani'nin etkisiyle önce Batı'ya doğru uzanan geniş bir coğrafyada etkili oldu. Nakşibendiliğin Osmanlı topraklarında yayılması ise Halid el-Bağdadi kanalıyla oldu. Halid el-Bağdadi ümmet bilincini aşıladığı yüzlerce halife ve müritleri ile Osmanlı topraklarında emperyalizme karşı hilafetin müdafaasını yaptı. Bağdadi'nin talebeleri kurdukları medreselerde ümmet bilincini aşılarken, özellikle ehl-i sünnet itikadının temel kitaplarını okuttu. Yaşadığı dönemdeki alimlerden büyük saygı gören Bağdadi'nin müritleri arasında İbn Abidin, Ruhu'l-Meani isimli tefsirin sahibi Mahmud el-Alusi, II. Mahmud'un Şeyhulislamı Mekkizade Mustafa Asım Efendi gibi devrin önemli alimleri de yer aldı. El-Bağdadi Nakşibendilik içerisinde İmam-ı Rabbani'den sonra en etkin olan ikinci adam oldu. Halidiyye kolunu temsil eden mürşitlerin ulema sınıfından gelmesi ise tarikatın İstanbul ulemasınca kabul görmesini sağlarken Nakşibendilik ilim ve devlet a damları nezdinde ciddi bir saygınlığa ulaştı.



Şeyh Şamil de Nakşibendiydi

Nakşibendilik, El Bağdadi'nin yaşadığı Süleymaniye, Bağdat, Şam bölgelerinin yanı sıra Kuzey Kafkasya'da da önemli derecede etkili oldu. Bağdadi'nin önde gelen halifelerinden İsmail Şirvani'nin devamındaki Şeyh Şamil'le Kuzey Kafkasya'daki en etkin tarikat haline geldi. Halidiye kolu, Bağdadi'nin Mekke'ye gönderdiği halifelerinden Abdullah Mekki (Erzincani) vasıtasıyla İslam coğrafyasının ücra köşelerine kadar ulaştı. Onun müritleri arasında Türkler, Kırım ve Kazan Tatarları'nın yanı sıra Güneydoğu Asyalı Müslümanlar da vardı. Mekki'nin Anadolu'daki başlıca halifeleri ise "Terzi Baba" olarak bilinen Muhammed Vehbi Efendi, Mustafa Hüdavendi ve Yanyalı Mustafa İsmet Efendi'ydi. Halidi şeyhler Anadolu'da İslâmi değerlerin korunması noktasında hizmet verirken özellikle İstanbul, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde İslâmi ilimlerin tedrisatı Halidi Şeyhler eliyle yürü- tüldü. Halidi Tekkeleri'nde İslâmi ilimleri okuyan birçok kişi Cumhuriyet dönemi dini hayatında müftü, vaiz ve imam olarak vazife aldı.



Patrikhane'ye komşu İsmet Efendi Tekkesi

Halidiyye'nin İstanbul ve Anadolu'da etkin olmasında Abdullah Mekki'nin yanında 20 yıl kalan Yanyalı Mustafa İsmet Efendi'nin rolü büyük oldu. İsmet Efendi, Mekki'den icazet aldıktan sonra Edirne'de irşat vazifesi ile görevlendirildi. Abdulmecid Han'ın saygınlığını kazanan İsmet Efendi, belli bir süre sonra İstanbul'a davet edildi. 1853 yılında Fatih-Çarşamba'da, İstanbul'daki en eski Halidi tekkesini inşa etti. Daha sonra İsmet Efendi Tekkesi adıyla anılan tekke, kısa zamanda büyük saygınlık kazandı. Abdulmecid Han, ve II. Abdulhamid Han belli aralıklarla İsmet Efendiyi ziyaret ederdi. İstanbul'un en gözde irfan merkezleri arasında yer alan tekke, İsmet Efendi'den sonra sırasıyla Halil Nurullah, Ali Rıza Bezzaz ve Ahıskalı Ali Haydar Efendi ile irşat faaliyetlerine devam etti. Halil Nurullah Efendi, irşat hizmetlerini bizzat Tekke'de yürütürken, Ali Rıza Bezzaz Efendi ikamet ettiği şehir Bandırma'da kalmayı tercih etti.



MİLLET İRADESİNİ TEMSİL EDİYOR

Halidi Şeyhler, ülke müdafaası adına önemli hizmetler yaptı. Batılı devletlerin siyasi dayatmalarının had safhada olduğu ve azınlıkların kabul edilemez taleplerde bulunduğu bir sırada Sultan Abdulmecid'in davetiyle İstanbul'a gelen İsmet Efendi'nin, tekkesini Fener-Rum Patrikhanesi'nin üst kısmında yer alan Çarşamba semtinde inşa etmesi bu sadakatin bir göstergesidir. Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzunu artırmanın gayreti içerisinde olan kiliseye, tekkesini Çarşamba'da inşa eden bu Halidi Şeyhin verdiği mesaj açıktır: "Batılı devletleri arkanıza alarak yürüttüğünüz faaliyetlere siyaseten zayıflayan devletimiz engel olamasa da millet iradesi size geçit vermeyecektir."




Ali Haydar Efendi Tekkeyi işgalden kurtardı!

İsmet Efendi'den sonra tekkede en etkin olan isim ise Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi oldu. Alim ve sufi kimlikleriyle öne çıkan Ali Haydar Efendi, hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde İsmet Efendi Tekkesi'nin şeyhlik makamında bulundu. Fatih Dersiamlarından olan Ali Haydar Efendi Osmanlı Devleti'nde, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu başkanlığı görevine muadil bir vazife olan "Te'lif-i Mesail Heyeti" reisliği de yaptı. Yüksek derecede bir ilme sahip olan Ali Haydar Efendi'nin diğer Halidi şeyhler gibi Sultan II. Abdulhamid'den yana tavır alması ve İttihatçıların Şeyhulislamlık teklifini geri çevirmesi 5 yıl süre ile tekkesinin işgal edilmesine yol açtı Ali Haydar Efendi'nin müritlerinden Hafız Halil Sami Efendi'nin tekkenin hikayesini yazdığı bir mektup üzerine Padişah'ın devreye girmesiyle 13 Kasım 1919 tarihinde yayınlanan tezkere ile tekke Ali Haydar Efendi'ye iade edildi. Ali Haydar Efendi de tekke ve zaviyeler kapatılıncaya kadar İsmet Efendi Tekkesi'nde irşat faaliyetlerine devam etti. Söz konusu kapatma kanunu çıkınca da tekkeye bir minare ekleyerek hizmetlerini camide devam ettirdi.



Nakşibendilik, siyasette ve sanatta etkin oldu

Halidiye kolu, Türk siyasi hayatında da etkin oldu. Bir çok siyasi parti, Halidiyeyi temsil eden isimlerin çocuk ya da torunlarını TBMM'ye taşıdı. Şeyh Salahaddin'in oğulları Kamran İnan, Abidin İnan, Şeyh Ali es-Sebti'in torunu Ali Rıza Septioğlu gibi isimler çeşitli dönemlerde TBMM'de görev yaptı. Halidiyenin fikir ve sanat hayatında da etkisi vardı. Hareket Dergisi ve ekolünün kurucusu Nureddin Topçu, Gümüşhanevi Tekkesi şeyhlerinden Abdulaziz Bekkine'nin Necip Fazıl Kısakürek de silsilesi Halid el-Bağdadi'ye ulaşan Abdulhakim Arvasi'nin müritlerindendi.



Öğrencisi için eşinin bileziğini alıp bozdurdu

İsmailağa'da imkansızlıklara rağmen yüzlerce öğrenci yetiştiren Mahmud Hocaefendi, bir defasında ev kirasını ödeyemediği için ek işte çalışacağını ve derse devam edemeyeceğini söyleyen bir öğrencisi için eşinin bileziklerini bozdurdu. Askerlikten sonra İstanbul'a yerleşen Mahmud Hocaefendi'nin sade bir talebe olarak sürdürdüğü İstanbul yaşamı Ali Haydar Efendi'nin "İsmailağa Camii'ne imam olacaksın" emri ile yeni bir boyut kazanmıştı. Üstadının vefatının ardından eğitim ve hizmet bayrağını devralan Mahmud Ustaosmanoğlu, Halidiye kolunun süre geldiği İsmet Efendi Tekkesi'ne gitme yerine hocasının görevlendirdiği camide kalıp eğitim hizmetlerini oradan yürütmeyi uygun gördü. İsmailağa Camii'ndeki sohbetleri, vaazları ve dersleriyle binlerce kişinin ilimle aydınlanmasına vesile oldu. Süleymaniye Dersiamlarından Dursun Efendi ile Fatih Dersiamlarından Ali Haydar Efendi'nin ders usullerini günün şartlarını dikkate alarak yeniden programlayan Mahmud Hocaefendi, bu hizmetini 1960'tan 2000 yılına kadar devam ettirdi. Emaneti devraldığı büyüklerinin okuttuğu kitapları terk etmeyi, onlara karşı vefasızlık kabul ettiğinden kitap bitirmeye dayalı klasik eğitim sisteminden ödün vermedi.



BİLEZİKLERİ BOZDURDU

Hocaefendi olumsuz şartlar altında sürdürdüğü eğitim faaliyetleri esnasında talebelerinin özel sorunlarıyla ilgilenmekten de geri durmadı. Hocaefendinin bu yanıyla ilgili 1962 yılında ders halkasına katılan Konyalı bir öğrencisi şunları anlatıyor: "Fatih'te müezzindim. Sabah namazından sonra İsmailağa'ya gider öğleye kadar Hocaefendi'den ders okurdum. Öğleden sonrada müzakere ve mutâlaa ile ilgilenirdim. O gün itibariyle 5 tane çocuğum vardı. İkamet ettiğim evin kirasını ödemekte zorlanıyordum. Ek işte çalışmaya karar verdim. Bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. Bir gün dersten sonra Hocaefendi'ye durumu arz ettim. Hocaefendi, beklememi söyledi. Evine gitti, hanımının bileziklerinden 3 tane alıp geldi. "Al, bunlar sana hediyemizdir. Bozdur kiranı öde. Lakin dersten geri kalma" dedi.



ANADOLU'YU İHMAL ETMEDİ

Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi, her yıl bir defa, bazı öğrencilerini yanına alarak Anadolu gezisine çıkıyordu. 1997'ye kadar devam eden bu geziler, İstanbul'dan başlıyor, Trabzon üzerinden Erzurum'a, oradan İç Anadolu'daki vilayetlere kadar uzanıyordu. Gittiği yerlerde camilerde vaaz veriyor ve insanları okumaya, Kur'an'ı, Sünnet'le birlikte yaşamaya ve milletimizi var eden değerlere bağlı kalmaya çağırıyordu. Sabah namazından gece geç saatlere kadar insanlarla birlikte oluyor, onlara sohbet ediyordu. Bu yüzden geziyi maksadı ile isimlendirmişti: "Allah'ın rızasına uygun yaşama daveti". Hocaefendi'nin böyle tanımladığı kitleleri eğitme faaliyetinin mekan ve muhatap olarak sınırı yoktu. Bu yüzden O, gerek İstanbul'da gerekse Anadolu'daki şehirlerde dolaşırken karşılaştığı kişilere İslam'a dair ayak üstü sohbetler yapıyordu. Hocaefendi bütün bir milletin eğitimi olarak kabul ettiği "Allah'ın rızasına uygun yaşama" faaliyetlerini, en az klasik eğitim kadar önemli görüyor.



O'NUN BÖLÜĞÜNDE HİÇ VUKUAT OLMAMIŞTI

Vaazlarında sık sık vatan müdafaasından bahseden Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi, gençleri askerliğin manasını idrak etmeye çağırdı. Bir hutbesinde şunları söylemişti: "Askere gidenler illa Allah rızası için gitsinler. Giderken de şöyle niyet etsinler: 'Ben askere nice canları, namusları korumak için, vatanımı, İslam'ı müdafaa etmek için gidiyorum." Askerde iken Hocaefendi'nin tavır ve konuşmalarının bölükteki erler üzerinde tesirler bıraktığı yine asker arkadaşları tarafından şu örnekle anlatılıyor: "Onun bölüğünde hiç vukuat olmaz. Bölük yüzbaşısı, merak ettiği bu durumu bir gün Başçavuş'la paylaştığında, Başçavuş şunları söylemişti: "Komutanım! Bölükte Mahmud isminde bir er var. Sivil hayatında hoca imiş. Müsaade ettim, akşamları askerle sohbet ediyor. Bölük ondan çok etkilendi. Vukuat olmamasında onun etkisi büyüktür." Yüzbaşı Mahmud Hocaefendi'nin ne konuştuğunu merak edip, bir akşam sohbet ederken kapı arkasından onu dinlemiş, sonra başçavuşa dönüp "Bu hoca askerliği bizden iyi bili-yor" demişti. Hocaefendi'nin askerliğe olan sevgisi ise üstadı Ali Haydar Efendi'den kaynaklanıyordu. Osmanlı Devleti'nin müdafaasında fiili olarak görev alan Ali Haydar Efendi, uzun süre görev yaptığı Çanakkale cephesinde askerin moralmen diri kalmasında etkili olmuştu.



Hocaefendi'nin Dostluk Halkası

Sohbetlerinde tarikattan ziyade İslam'a, Kur'an'ı Kerim'de emredilen helaller ve haramlara vurgu yapan Mahmud Hocaefendi'nin Sultan Selim Camii'ndeki vaazlarını içeren "Sohbetler" kitabı da onun bu yönünü örneklerle ortaya koyuyor. Mahmud Efendi'nin bu tarz bir üslup benimsemesi, farklı cemaatlere mensup insanlar nezdinde de saygınlığını artırıyor. Mehmed Zahid Kotku'dan Salih Efendi'ye, Dursun Efendi'den Aşıkkutlu'ya, Muzaffer Ozak'tan meşhur vaiz Timurtaş Uçar'a kadar birçok ilim, fikir ve irşad adamının cenaze namazını Mahmud Hocaefendi'nin kıldırması, bu sevgi ve saygının göstergesi olarak kabul ediliyor. Mahmud Hocaefendi, sohbet ve derslerinde ümmet bilincine sürekli vurgu yapıyor. Muhataplarına daha çok İslam'ın ameli boyutunu anlatırken, cemaatler arası dayanışmaya önem veriyor. Nitekim gençlik yıllarında farklı cemaatlerin büyükleriyle çok defa görüşmeler yaptığı yakınları tarafından anlatılıyor. Yakınları, Mehmed Zahid Koktu ve Sami Efendi'nin O'nun belli periyotlarla ziyaret ettiği şahısların başında geldiğini kaydediyor.



DÜNYA TANIYOR


Mahmud Hocaefendi'yi en az Türkiye kadar İslam dünyası da tanıyor. Çağımızın meşhur müfessirlerinden "Safvetu't- Tefasir" adlı tefsirin sahibi olan Muhammed Ali es-Sabuni başta olmak üzere İslam coğrafyasından çok sayıda müfessir, muhaddis ve fakih seveni olduğu biliniyor. İsmailağa Camii Said Ramazan el-Buti, merhum Muhammed Bin Alevi gibi muasır alimlerin İstanbul'da ilk uğrak yeriydi.



Milletine hizmete devam ediyor

Ülkemizin ve İslam Dünyası'nın, Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren maruz kaldığı tehditlerle, bugün de karşı karşıya olduğu bir dönemde Halidiliğin tabiî dokularını olduğu gibi koruyan ve kamuoyunda da saygınlığı ile dikkat çeken Mahmud Hocaefendi, ümmet-millet bilincinin oluşturulması noktasında önemli roller ifa etti ve bugün de etmeye devam ediyor.



Evinden camiye elektrik çektirdi

Hayatının ilk yıllarından itibaren kul hakkını ihlal etmeme noktasında son derece titiz davranan Hocaefendi'nin bu yanıyla ilgili olarak talebeleri, şunları anlatıyor: "Hocaefendi, devlet malını şahsı adına kullanmamaya aşırı özen gösterir. Sağlığı bozulana kadar her yıl Ramazan ayının son on gününde itikafa girerdi. Ramazan kış aylarına dönünce geceleri cami çok soğuk oldu. Hocaefendi ısınmak için camideki elektriği kullanma yerine evinden camiye kablo çektirdi. Bu noktada bir asker arkadaşı ise şunları naklediyor: "Mahmud Efendi istirahat saatinde öncelikli olarak mescide giderdi. Abdest, namaz derken genellikle yemek ictimalarına yetişemezdi. Geç kaldığı günler ona yemek ayırırdım. Yemeği alınca sorardı, 'bu bizim bölüğün karavanasından mıdır?' Hayır deyince başka bölüğün istihkakı bana helal olmaz der, yemeği yemez, aç beklerdi."



Bardağı geri vermek için Tekirdağ'a döndü

Hocaefendi'nin bir talebesi de Tekirdağ'a yaptıkları bir ziyaret sırasında şahit olduğu hatırasını şöyle dile getiriyor: "Yanımıza bardak almayı unutmuştuk. Su içmek için bardak lazım oldu. Tekirdağ'da vaaz ettiğimiz caminin imamından bardak istedik. Sağ olsun getirdi. Hizmet bitti, geri dönüyoruz. İstanbul sınırları içerisine girdik. Mahmud Efendi: "Bardağı hocaefendi'ye verdiniz mi?" diye sordu. Kimsede ses yok. Sonra öğrendik ki bardak arabada unutulmuş. Hocaefendi şoför arkadaşa "Hemen dönüyorsun, Tekirdağ'a gidiyoruz" dedi. Evlerimize girmeden gittik. Bardağı verdik, sonra İstanbul'a döndük."



'ŞÖHRET AFETTİR'

Şöhreti afet olarak gören ve bu yüzden medya kuruluşlarına fotoğraf ve demeç vermeye sıcak bakmayan bu sufi büyüğün tasavvuf disiplini bağlamında düşünüldüğünde keramet olarak değerlendirilecek çok sayıda söz ve ameli de var. Fakat kendisinin bu konudaki prensibi ise Nakşibendiliğin kurucusu Bahauddin Nakşibend'ten naklen söylediği "En büyük keramet Hz. Resulullah'ın sünnetine tâbi olmaktır" ifadesinde özetleniyor.

Sayfa: 1 ... 32 33 [34] 35 36 37