İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - aksaa

Sayfa: 1 ... 33 34 [35] 36 37
511
DİNİ BİLGİLER / Islam Ve Mükellef
« : Nisan 19, 2008, 04:32:56 ÖS »
İSLAM VE İSLAM'IN ŞARTLARI
İslam, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah'tan aldığı kesin olarak bilinen dini emir ve yasakları kalb ile doğrulayıp, bu emir ve yasakların gereği olan iş ve davranışları yapmaktır.
İslam'ın şartları beştir:
1. Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığını, Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu kesin surette bilmek ve bunan inanmak. (Kelime-i Şehadet getirmek. - İman nedir? Nasıl İman Edilir? bölümüne bakınız!- )
2. Namaz kılmak.
3. Ramazan orucunu tutmak.
4. Zekat vermek.
5. Haccetmek.
MÜKELLEFMükellef Kime Denir?
Erginlik çağına gelen akıllı insanlara mükellef denir.
Mükellef, dinin emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmakla sorumludur. Mükellef sayılmak için insanda iki şartın bulunması gerekir;
1– Akıllı olmak,
2– Erginlik çağına gelmek.
Akıllı olmayan deliler ile erginlik çağına gelmemiş çocuklar mükellef değildirler.
Erginlik (büluğ) çağı, çocukların vücut yapılarına ve iklim şartlarına göre değişir. Erginlik erkek çocuklarında oniki ile onbeş, kız çocuklarında dokuz ile onbeş yaşları arasında olur. Onbeş yaşını bitirdiği halde kendisinde erginlik belirtileri görülmeyen çocuklar erkek olsun, kız olsun erginlik çağına gelmiş sayılır ve dinin emir ve yasaklarına uymakla sorumlu olurlar.
Mükellefle İlgili Hükümler
Mükellefle ilgili hükümler sekizdir. Bunlara "Ef'al-i Mükellefin" denir:1) Farz:
Dinimizce, yapılması kesinlikle emredilen şeye farz denir. Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekât vermek gibi.
Farzın Hükmü: Farz olan görevleri yapan, karşılığında sevab kazanır. Özürsüz olarak yapmayan azabı hak etmiş olur. Farzı inkâr eden dinden çıkar.
Farz İki Çeşittir:
a) Farz-ı Ayın: Her mükellefin yapması gereken farz demektir. Beş vakit namaz kılmak gibi.
b) Farz-ı Kifaye: Bazı mükelleflerin yapması ile diğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir. Cenaze namazı kılmak gibi. Bazı müslümanlar bir ölünün cenaze namazını kılarsa farz olan görev yerine getirildiğinden, diğer müslümanların ayrıca o ölü için cenaze namazı kılmaları gerekmez.2) Vacib:
Farz kadar kesin olmamakla beraber kuvvetli bir delil ile yapılması emredilen şeye vacib denir. Bayram namazı kılmak, fıtır sadakası vermek ve kurban kesmek gibi.
Vacibin Hükmü: Vacipleri yapan sevab kazanır. Özürsüz olarak yapmayana azap gerekir.3) Sünnet:
Farz ve vacipten başka Peygamberimizin ibadet niyetiyle yaptığı şeye sünnet denir.
Sünnet İkiye Ayrılır:
a) Sünnet-i Müekkede: Peygamberimizin çoğu zaman yaptığı, pek az terkettiği sünnete Sünnet-i Müekkede denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi.
b) Sünnet-i Gayri Müekkede: Peygamberimizin ara sıra yaptığı sünnete Sünnet-i Gayri Müekkede denir. İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünneti gibi.
Sünnetin Hükmü: Sünnetleri yapan sevab kazanır. Peygamberimizin şefaatine nâil olur. Sünneti bile bile terk edenler azarlanır.4) Müstehab:
Peygamberimizin bazen yapıp, bazen de yapmadığı şeye Müstehab denir. Kuşluk namazı kılmak gibi.
Müstehabın Hükmü: Müstehab olan şeyleri yapan sevab kazanır, yapmayan azarlanmaz.5) Mübah:
Mükellefin yapıp yapmamakta serbest olduğu şeylere mübah denir. Oturmak, yürümek ve uyumak gibi.
Mübah'ın Hükmü: Mübah'ı yapan sevap kazanmaz, yapmayan da günah işlemiş olmaz.6) Haram:
Dinimizce yapılması kesin olarak yasaklanan şeye Haram denir. Haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak, içki içmek, kumar oynamak, domuz eti yemek, anne ve babaya karşı gelmek gibi.
Haramın Hükmü: Haramı işleyen kimse ceza ve azabı hak etmiş olur. Allah korkusundan dolayı haramdan kaçınan sevab kazanır. Haramı inkâr eden dinden çıkar.7) Mekruh:
Haram kadar kesin olmamakla beraber, dinimizce yapılmaması istenen şeye mekruh denir.
Mekruh İkiye Ayrılır:
a) Kerahet-i Tahrimiyye=Harama Yakın Mekruh: Vacipleri yerine getirmemek gibi.
Hükmü: Böyle bir mekruhu işlemekten sakınan sevab kazanır. Yapan günah işlemiş olur.
b) Kerahet-i Tenzihiyye=Helâla Yakın Mekruh: Sünnet ve müstehapları yapmamak gibi.
Hükmü: Bu gibi mekruhlardan sakınanlar sevab kazanır, işleyenlere ceza gerekmez.8) Müfsid:
Başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylere denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken bilerek yiyip içmek gibi. Konuşmak namazı,yiyip içmek de orucu bozar.
Hükmü: Özürsüz olarak ve bile bile ibadeti bozmak azabı gerektirir.

512
Ebû Eyüb'ü Ensari'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sal-lallâhû Aleyhi ve Sellem) :

«Müminin ruhu kabz edilince, Allah kullarından ehl-i rahmet, onu karşılarlar. Dünyadakiler, müjdeciyi karşıladıkları gibi...
Ve o ehl-i rahmet birbirine; arkadaşınıza balon, istirahat ediyor. Dünyada şiddetli bir bela içerisinde idi> derler.
Sonra dünyadakilerle ilgili soru soruyorlar. Filan adam, filan ka­dın ne yapıyor, evlendi mi (evlenmedi mi?)
Ölen birisinden sorduklarında «o benden önce öldü» cevâbını ve­rince, onlar:
O sığınağı, anası olan cehenneme götürüldü derler. O ne kötü ana ve ne kötü mürebbiyedir,» derler.
Sora Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti t «Sizin amelleriniz ölen akrabalarınıza bildirilir. îyî ise sevinir­ler ve yâ Râbb bu senin nimetin ve fazlındır. Nimetini ona tamamla. O nimet üzre onu Öldür,» derler.
Kötülerin amelleri de onlara arz olunca, onlar Yâ Rabb ona sâlih amel ilham et ki, Onunla ondan razı olasın ve onu rahmetine yaklaştırasın.
îbn-i Ebî Dünya, Ebu Lebibe (Radıyallahû anh) 'dan rivayet et­tiğine göre şöyle dedi:
Bişr bin Berrâ bin Ma'rur ölünce annesi çok kederlendi ve Pey-gamber'e:
— Yâ Resûlullah beni S el eme'd en boyuna adam ölür. Ölüler bir­birlerini tanırlar mı? ki ben Bişre selam göndereyim.
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
— Evet, vallahi kuşlar, ağaç dalları üzerinde nasıl birbirlerini tanıyorlarsa, ölüler de birbirlerini öyle tanırlar.
Bunun üzerine Bişr'in annesi Beni S eleme'd en sekerata düşen her adamın yanına gelirdi. Oğlum Bişr'e selam söyle derdi. Onlar da «Aleyki Esselam» diyorlardı.
Ibn-i Mace, Muhammed bin Münkedirden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Câbir bin Abdullah sekeratta iken yanma vardım. «Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'e benden selâm söy­le» dedim.
Buhari «Tarihlinde Halide binti Abdullah bin Üneys'den riva­yet ettiğine göre şöyle demiştir:
Ümmü'İ-Benin binti Ebi Katade babasının vefatından 15 gün sonra Abdullah bin Üneyse geldi. O da o zaman hasta idi. Ona: — Ey amca (ölürsen) babama selam söyle, dedi.
Ibn-i Ebi Şeybe, Abdullah bin Âmir'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Cennet, güneş şualarına sarılı olarak asılmıştır. Senede bir defa açılır. Müminlerin ruhları bir kısım kuşların kanundadırlar. Birbir­lerini tanırlar. Cennet meyvelerinden nzıklanirlar.
Ahmed, Hakim ve Tirmizi-Nevâdir'ül-Usuî'da, Abdullah bin Ömer | (Radıyallahû anhüma)'dan rivayet ettiklerine göre:
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) : «Bir günlük mesafede müminlerin ruhları birbirini ziyaret eder­ler. Halbuki o zamana kadar biri diğerini görmüş değildir, buyurdu.
Bezzar sahih bir senedle Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan şöyle rivayet etmiştir:
Mümine ölüm gelince, göreceğini görür ve Allah'a varmayı se­ver. Allah da onun gelmesini ister.
Müminin ruhu semaya yükselir. Diğer ruhlar onu karşılarlar. Ak­rabaları hakkında malumat edinmek üzere soru sorarken cevaben «filan hâlâ dünyadadır (yaşıyor)» deyince taaccub ediyorlar. «Filan da benden önce Öldü» deyince de «o bize gelmedi» diyorlar.
Adem bin Ebî Eyas kendi Tefsir'inde, Mübarek bin Fudale'nin Hz. Hasan'dan rivayetini nakl ettiğine göre;
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu
«Kul ölünce ruhlar onun ruhunu karşılarlar. Filan ne yapıyor, filan ne yapıyor derler. O, «sorduğunuz benden önce öldü» deyin­ce «Demek o sığmağı ve anası olan cehenneme gitti. O ne kötü ana ve ne kötü mürebbiyedir,» derler.
İbn-i Ebî Dünya, Saîd bin Cübeyr'den rivayet ettiğine görele demiştir.
«Kişi öldüğü zaman evvelce ölen çocukları onu karşılarlar, ki sizin gurbetten döneni karşıladığınız gibi.»
Sabit el-Bennâni'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bize denildi ki:
Kişi öldüğü zaman, daha önce ölen akrabaları etrafını sararlar. Tıpkı gurbetten geleni karşıladığınız gibi. O onlarla sevinir, onlar da onunla sevinirler.
îbn-i Ebî Şeybe «Musannef» de İbn-i Ebî Dünya Ubeyd bin Umeyr'-den şöyle rivayet edip demiş:
Kabristan ehli ölüyü beklerler. Gurbetten gelen kervanın önü­ne gidip beklediğiniz gibi. Ondan önce ölenleri ondan sorduklarında i «o benden önce öldü, size gelmedi mi?» der. Onlar, «inna lillah ve inna ileyhi raciun». Demek o başka bir yola, sığmağı olan Cehenne­me götürüldü, derler.
îbn-i Ebi Dünya, Salih'ül Merî'den şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:
Ruhların ölüm anında karşılaştıkları şeylere dâir bize haber verildi ki, daha önce ölmüşlerin ruhları yeni ölenin ruhundan şun­ları sorarlar:
«Arkada neyi bıraktın? İyi cesedde mi idin, habis cesedde mi idin?» diye dünyadaki ahvalini öğrenirler.
Übeyd bin Ümeyr'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Meyyit öldüğü zaman, ruhlar onu karşılarlar. Kervancı dönünce ondan sordukları gibi, o ruhtan kimin ne yaptığını ne bıraktığını öğrenirler. .
Salebi, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh) m hadisinden, geçen hadisin bir benzerini rivayet edip sonunda şunu da ilâve etmiştir: «Hattâ onlar evlerindeki kediyi bile sorarlar.>
Kurtubi de:
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'in;
«Ruhlar, muntazam bir ordudurlar, anlaşanlar birbirine yana­şır. Anlaşamayanlar birbirinden ayrılırlar.» hadisindeki anlaşma bu karşılaşmadır. Bir kavle göre de bu anlaşma ve karşılaşma ölülerin ruhlariyle, uykudaki insanların ruhlarının münasebetleridir» denil­miştir.
îmam Ahmed Zühd'de ve ibn-i Ebi Dünya Übeyd bin Ümeyr'deü şöyle dediğini rivayet etmişler.
Eğer ailemden ölenlerin ruhlariyle kavuşacağımdan ümidim silseydi, kederden öleceğimi görecektiniz.
îbn-i Asâkir, Ebû Cafer yoluyla, Ahmed bin Said ed-Dâremi'd fen rivayet ettiğine göre :
Sindi'den o da, Abdurrahman bin Mehdi'den işittim. Şöyle öı-yordu:
«Süfyan'ın hastalığı ağırlaşınca şiddetli bağırışlarla sabırsızlandı.
Merhum bin Abdulaziz onun yanma vardı. Ona «Ey Eba Abdul­lah nedir bu sabırsızlığın. Altmış sene kendisine ibâdet ettiğin Rab-bine kavuşacaksın, onun için oruç tuttun, namaz kıldın. Hacca git­tin! Acaba birisinin yanında bir emanetin otsa ona varıp karşılığı­nı almak istemez misin?»
Ravi Ahmed bin Said dedi ki: O zaman biraz neşesi yerine geldi.
Ebû Cafer dedi ki: Biz Ebû Nuaym'le beraber iken Sindi bu na-disi bize söyledi. Bunun üzerine Ebu Nuaym de dedi ki:
Hasan bin Ali bin Ebi Talib'in ağrısı şiddetlenince sabırsızlık gösterdi. Bir adam içeri girdi. Hz. Hasan'a «Ey Ebû Muhammedi Ne­dir bu sabırsızlığın ruhun cesedden ayrılıp, baban Hz. Ali, annen Hz. Fatime ve deden Hz. Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'e kavuşacaksın. Ninen Hatice, amcaların Hz. Hamza, Cafer-i Tayyar, dayıların Tayib, Kasım, İbrahim ve teyzelerin Rukiye, Ümmügül-sum ve Zeyneb'e varacaksın» deyince sevindi.
iniştir
Ebû Nuayra, Leys bin Sa'd'dân rivayet ettiğine göre şöyle rivayet edilir.
Şam ehlinden biri şehid oldu, her Cuma gecesi babasıni| rüyasına geliyordu. Onunla konuşur, Ünsiyet ederdi, Bir Cuma gecesi gelmedi. Başka bir Cuma gecesi rüyasına gelince babası;
— Oğlum! Geçen Cuma gelmedin, beni üzdün, deyince o:
— Baba, şehidlerin ruhlarına Ömer bin Abdülaziz'in ruhunu karşılama emri verildi. Biz hepimiz onu karşılamaya gittik. (Onun için geçen Cuma gelmedim) dedi.
Ömer bin Abdülaziz o zaman vefat etmişti.
Beyhaki Şuâb-ı İman» da Ali bin Ebû Talib (Kerremallâhü Vec-hehü) 'dan şunu rivayet etmiştir:
Müminlerden biri vefat etti ve Cennetle müjdelenince dünyadaki dostunu hatırladı. Onun için Allah'a dua etti.
«Yâ Rab! Filan dostum sana ve Resulüne itaat etmem için bana emir veriyordu. Hayırda bulunmam, serden sakınmamı söylüyordu. Huzur-i Kibriyanıza varacağımı hatırlatırdı. Benden sonra onu de­lalete götürme. Bana gösterdiğin keremini ona da göster. Benden razı olduğun gibi ondan da razı ol» dedi. Sonra öbür dostu da ölün­ce Allah ruhlarını bir araya getirip birbirinizi övün» dedi. Onlar da her biri arkadaşı için «ne iyi kardeş ne iyi arkadaş ve ne İyi dostsun» dediler.
Kâfir dostlardan biri ölünce ateşle müjdelendi, dünyadaki kâfir dostunu hatırlayıp şöyle dedi:
«Ya Rab: Filan dostum sana ve senin Resulüne isyan etmemi emrederdi. Kötülüğe teşvik, iyilikten beni menederdil Ve bu güne inanmamamı söylerdi. Yâ Rab, onu benden sonra hidâyete erdirme. Bana gösterdiğin ikabı ona da göster. Benden darıldığın gibi ondan da d ani.»
Sonra öbürü de ölünce, Allah ikisinin ruhlarını bîr araya ge­tirdi. Onlara «Haydi şimdi birbirinizi övün» dedi. Onlar da birbir­lerine «Ne kötü kardeş! Ne kötü arkadaşsın» dediler. [1]


[1] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları: 165-170.

513
DİNİ BİLGİLER / Şeytandan Mektup
« : Nisan 19, 2008, 04:27:04 ÖS »
Şeytandan Mektup;
Seni dün günlük işlerini yaparken gördüm. Namaz kılmadan, dua etmeden bir günü daha geçirdin. Hatta yemek yerken ve yatarken bile dua etmek için vakit ayırmadın. Çok nankörsün! Seninle gurur duyuyorum. Benimle olduğun için çok mutlu olduğumu söyleyemem.Hatırlıyormusun? Senelerdir beraberiz ama seni hala sevmiyorum. Doğruyu söylemek gerekirse: Senden Allah'tan nefret ettiğim için nefret ediyorum.
Allah beni cennetten attığı için bende seni kullanıyorum. Seni de Allah'ın bana yaptıklarını ödetene kadar kullanacağım, ondan sonra sende defolup gidebilirsin.
Biliyormusun aptal. Allah seni seviyor, ama sen hayatın boyunca benim yanımdaydın. Bunun içinde seni ödüllendireceğim. Hayatının berbat olmasını sağlayacağım. Biz ikimiz beraber kaldıkça bu Allah'ı çok üzecek.Zaman senin hayatını kimin yönlendirdiğini O'na gösterecek. Ve bu senin sayende olacak.
Geçirdigimiz güzel günleri hatırla, insanları nasıl hor görüyorduk,
onlara küfür ediyorduk, çılgın partilere gidiyorduk, hırsızlık
yapıyorduk, nasıl iki yüzlü davranıyorduk, sigara kullanıyorduk, camii'ye gitmiyorduk, dedikodu yapıyorduk.....
Bunların hepsini kaybetmek istemezsin değil mi?
Hadi gel aptal! Sonsuza dek beraber yanalım! Senin için çok şeyler
düşünüyorum.
Bu mektupu sana ne kadar değer verdiğimi söylemek ve hayatının büyük bir parçasını kullanmama izin verdiğine teşekkür etmek için yazıyorum.
Aptal, bazen sana çok gülüyorum. Öyle salaklıklar yapıyorsunki, benim bile miğdemi bulandırıyorsun. Sen böyle devam et. Yeni nesile yalancılığı, aldatmayı, kumarı ve camii yerine diskolara gitmeyi öğret.
Sen bunları onların yaninda yap ki onlarda seni örnek alsınlar. Bir zaman sonra onlarda aynısını yapacaklardır. Çocuklar böyle işte.
Neyse, şimdi gitmeliyim ama birkaç saniye sonra tekrar seni görmeye geleceğim. Azıcık aklın olsaydı tövbe etmek için biryerlere giderdin ve yaşayacak olduğun bir kaç seneyi de Allah'la beraber geçirirdin.
Bir kimseyi uyarmak karakterimde yoktur aslında, ama seni tanıyorum. Sen zaten benim yanımdan ayrılmazsın. Senin yaşında olan bir insanın hala günah işlemeye devam etmesi saçmalık olsada. Sakın beni yalnış anlama, senden hala nefret ediyorum, ve bu böyle devam edecek. Beni gerçekten seviyorsan tabiki bu yazıyı kimseyle paylasmazdın. Ölüm bizi buluşturana kadar.....
ŞEYTAN

Allah şeytana uydurmasın

514
DİNİ BİLGİLER / Azrail'in Güzelliği
« : Nisan 19, 2008, 04:24:02 ÖS »
Azrail'n Güzelliği

-Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra-Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.
-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin.

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...

515
DİNİ BİLGİLER / Ölümün Güzelleri
« : Nisan 19, 2008, 04:22:15 ÖS »
Korktuğundan Emin
Enes Bin Malik (ra)’dan rivayet olunur ki: “Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam) ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona: ‘Kendini nasıl hissediyorsun? Diye sordu. Genç cevaben: ‘Ben Allah(ın affın)ı umarım ve günahlarımdan korkarım’ dedi. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: ‘Bu vakitte mü’min bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah Teala o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğundan emin kılar.” (Tirmizi, Cenâiz, 11; İbn Mace, Zühd, 31)

Bilinmelidir ki, evliyanın can çekişme anındaki halleri değişiktir. Bazısının üzerinde heybet hali, bazılarında ise ümid hali galip olur. Bazılarına ise o halde öyle şeyler gösterilir ki, bu hareketsizlik ve güzel bir güven içinde olmalarını gerektirir.

“Amel Defterim Dürülmekte…”
Ebu Muhammed el-Ceriri’nin şöyle dediği hikaye olunur: “Can çekişme halinde iken Cüneydi Bağdadi’nin (ks) yanındaydım. O gün Nevruz’a rastlayan Cuma günüydü. Cüneyd, Kur’an okumakla ve meşgul idi ve hatmini bitirmeye çalışıyordu. Ben:
- Ey Cüneyd bu halde dahi Kur’an mı okuyorsun? dedim.
- Kur’an okumaya benden daha layık (çok ihtiyacı olan) kim vardır? İşte ömrümün sayfası ve amel defterim dürülmekte, dedi.

Cemalini Ummak…
Ebu Muhammed Herevi’nin şöyle dediği hikaye olunur. Ebu Bekir eş-Şibli vefat ettiği zaman yanındaydım. Sabaha kadar şu iki beyiti okurdu:
Yüzünün nuruyla evimiz aydınlık, orada lamba ihtiyaç değildir.
İnsanlar deliller getirdikleri zaman, bizim delilimiz cemalini ummak olacak.

Hesaba Çekilmek
Bişr-i Hafi (ks) can çekişirken dediler ki ona:
- Ey Bişr, sanki hayatı istiyor gibisin. Buyurdu ki:
- Allah’ın huzuruna varmak şiddetli oluyor.
Bişr-i Hafi Hazretlerinin sözünden anlıyoruz ki, o ölüme; kudret ve azametiyle, Ehad ve Melik Olan Allah-u Zülcelal’in huzuruna çıkarak, hesaba çekilmek olarak bakıyordu.
Efendimin Huzuruna Varıyorum
Derler ki, Hz. Hasan (ra), can çekişme anında ağladı. Ağlama sebebini sordular. Buyurdu ki: “Görmediğim efendimin huzuruna varıyorum.”

“Yarın Dostlarıma Kavuşacağım”
Bilal-i Habeşi (ra) can çekişmeye başlayınca, hanımı ağlayıp: “Vah vah! Ne kadar hüzünlüyüm” dedi. Hz. Bilal dedi ki: “Yer hüzün yeri değil, belki sevinçliyim, yarın dostum Hz. Muhammed ve ashabına kavuşacağım.”

“Benim İçin Sen Varsın!...”
Sufilerden birinin vefatı yaklaşınca hizmetçilerine: “Ey Genç! Ellerimi Bağla, ve yüzümü toprağa bulaştır” dedi. Ve sonra, “ölüm yaklaştı bir günahtan istisnam yok, özür dileyecek bir özrüm yok, bekleyecek gücüm yok. Benim için sen varsın, benim için sen varsın!...” diye yakararak, bir çığlıkla can verdi. Hatiften bir ses işitildi. Şöyle diyordu: “Kul efendisine alçak gönüllülük gösterdi. Mevlası da onu kabul etti.”

Aşk Ateşi
Can çekişme halindeki bir sofiye, Allah’ın Zikrini telkin ettiler dedi ki: “Bunu bana nasıl söylersiniz. Ben Allah-u Teala’nın aşk ateşi ile yanmaktayım.”

Bir Beyitle Gelen Ölüm
Ebu Hatim Sicistaninin, Ebu Nasır Serrac’tan şunu rivayet ettiğini işitmiştim. Ebu Hüseyin Nuri’nin ölüm sebebi şu beyiti duymasıdır:
Seni seve seve, öyle bir menzile eriştim ki,
Akıllar bu menzile vardıklarında hayrete düşmüşlerdir.

Nuri bu beyiti duyunca, kendinden geçti ve sahrada şaşkın bir halde dolaşmaya başladı. Dolaşırken bir kamışlığa uğradı. Üst tarafı kesildiği için, kamışların keskin yanları ayağını parçaladı. Ve sabaha kadar ayağından kan aktı. Sabah olunca, sarhoş gibi kendinden geçmiş olarak aşkı ilahiden dolayı yere düşerek vefat etti.

“Niçin Gülmeyimki?”
Derler ki: Abdullah b. Mübarek vefatı sırasında gözlerini açıp güldü ve “Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar.” Ayetini okudu. (Saffat, 61)

Derler ki: Mekhul b. Ebu Müslim sabah akşam hüzünlü idi. Ölüm hastalığında ziyaretine gelen ziyaretçiler güldüğünü görünce sebebini sordular. Dedi ki: “Niçin gülmeyim ki, sakındığım şeyin ayrılığı yaklaştı, umduğuma ve arzuladığıma ulaşmam yakın oldu.”

Ölmek İçin Yer Var mı?
Sufilerden biri anlatıyor: “Mimşad Dineveri’nin yanındaydım. Fakir bir derviş gelip selam verdi. Selamına karşılık verdiler. Derviş: “Burada insanın ruhunu teslim edebileceği temiz bir yer var mıdır?” diye sordu. Bir yer gösterdiler. Orada çeşme vardı. Derviş o çeşmeden abdestini yenileyip, Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra Gösterdikleri yere vardı ve edeple uzandı. Baktık ki ruhunu teslim etmişti.

Kelime-i Şehadet
Fakirlerden (sufi) biri anlatıyor: “Yahya İstahri vefat edeceği zaman etrafında oturuyorduk, içimizden biri, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah de” dedi. Şeyh yattığı yerden kalkıp oturdu, birimizin elinden tuttu ve ona, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah de” diyerek kelime-i şehadet getirtti. Sonra bir başkasının da elinden tutup aynı şeyi söyletti. Bu şekilde orada bulunan herkese önce kendisi tekrar edip sonra onlara tekrar ettirerek ruhunu canana teslim etti…”

Şerrinden Emin Olunmayan: Dünya
Salihlerden birine: “Ölümü arzular mısın?” diye soruldu. Buyurdu ki, “Şerrinden emin olunmayan ile kalmaktan, hayır umulanın huzuruna varmak daha hayırlıdır.”

“Yarın Öleceğim”
Ebu Yakup Nehrecuri anlatıyor: “Mekke’de fakirin biri bir dinar getirip, ‘Ben yarın öleceğim, bu dinarın yarısı ile yıka ve kefenle, yarısı ile de kabrimi hazırla’ dedi.

İçimden ‘bu gencin aklından sorunu var galiba, Hicaz fakirliğinin üzüntüsü ile iç sıkıntısından böyle söyler dedim.’ Sonra dinarı alıp sakladım. Ertesi gün, gelip tavaf yapmaya başladı. Ardından bir köşeye çekildi ve yere uzandı. Kendi kendime, “ölmeye gidiyor herhalde” dedim. Yanına vardım, kımıldattım, öldüğünü gördüm. Sonra vasiyeti üzere defnettim.”

Ölüm
Ebu’l Hasan Müzeyyin anlatıyor: “Can çekişirken Ebu Yakup Nehrecuri’ye “La ilahe illallah de’ dedim.Tebessüm ederek, ‘Beni mi istiyorsun? Ölümün zevkini tatmayan, ölümü ve hayatı yaratan Zat’ın izzetine yemin ederim ki, şimdi benimle O’nun arasında izzet hicabından başka bir şey yoktur.’ Dedi ve o anda öldü.” Müzeyyin bu olayı hatırladığı her defasında ağlar ve sakalını tutup, “Benim gibi faydasız biri nasıl olur da Allah’ın evliyasına kelime-i şehadet telkin eder” derdi.

“Beni Uğraştırmayın…”
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi’den duydum. Ebu Bekir Razi’nin şunu anlattığını işitmiş. Zünnun Mısri’ye can çekişirken, “Bize nasihat et” dediler. O da, “Beni uğraştırmayın, ben O’nun lütfunun güzellikleri karşısında şaşkınlık içindeyim” dedi...

Ebu Osman Hiri demiş ki: “Ebu Hafsa ölmek üzere iken, ‘Bize ne öğüt verirsin dediler. Dedi ki; ‘Konuşmaya gücüm yok. Sonra kendisinde bir miktar güç müşehade edip halini görünce ona “Söyle de senden rivayet edeyim” dedim. O da, “İşlenen günahlara bütün kalbinizle kırgın olunuz” dedi…

DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU
Gülistan Dergisi

516
Bedenin Ölümü (Dışarıdan Görünen Ölüm)
Ölüm anında ruh, bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan ayrılırken, geride cansız bedenini bırakır. Deri değiştiren canlılar gibi, bu dünyadaki bedenini geride bırakır ve asıl hayatına doğru ilerler.
Ancak geride kalan bedenin karşılaşacakları da ibret vericidir. Özellikle bu bedene hayattayken gereğinden fazla değer verenler için.
Peki öldükten sonra bu bedenin başına neler geleceğini ayrıntılı olarak düşündünüz mü hiç?
Bir gün öleceksiniz. Belki hiç beklenmedik bir şekilde. Ekmek almak için bakkala giderken yolda bir araba kazası geçireceksiniz. Ya da amansız bir hastalık hayatınıza son verecek. Veya bir anda kalbiniz duracak.
Böylece ölümü tatmaya başlayacaksınız.
Bu andan itibaren de, bedeninizle hiçbir ilişkiniz kalmayacak. Hayat boyu "ben" dediğiniz ve sahiplendiğiniz o beden, sıradan bir et parçası haline gelecek. Ölümünüzle birlikte bedeninizi başka insanlar taşımaya başlayacaklar. Etrafta ağlayanlar, "daha dün buradaydı", "dağ gibi adamdı" diyenler olacak. Sonra o bedeni alıp evin bir odasına, belki de morga koyacaklar. Orada bir gece bekleyecek. Ertesi gün gömme işlemleri başlayacak. Cansız bedeni alıp gasilhaneye götürecekler. Görevli, kaskatı kesilmişolan bedeninizi soğuk suyla yıkayacak. Ancak bu aşamada ölümün izleri de bedende aşikar hale gelecek. Morarmalar başlayacak.
Daha sonra bedeni beyaz bir bezle, kefenle saracaklar. Sonra da tahta tabuta koyup üstüne yeşil bir örtü örtecekler. Cenaze arabası gelecek, tabutu devralacak. Araba mezarlığa doğru ilerlerken, yolda hayat devam edecek. Bazı insanlar cenaze geçiyor diye saygı gösterecek, çoğu kendi işine bakacak. Sonra mezarlığa gelinecek. Tabut, sizi sevenler ya da seviyor gibi görünenler tarafından ellerde taşınacak. Etrafta muhtemelen yine ağlayanlar, sızlananlar olacak. Sonra o kaçınılmaz yere, mezara gelinecek. Üstünde sizin isminiz yazılı... Bedeni tabuttan çıkarıp beyaz kefenle birlikte mezarın içine atacaklar. Ve sonra son işyapılacak. Ellerine kürek alanlar, beyaz kefenin içindeki bedenin üzerine toprak atmaya başlayacaklar. Kefenin ağzını açıp içine de toprak atacaklar. Ağzınıza, burnunuza, boğazınıza, gözlerinize topraklar dolacak. Topraklar yavaşyavaşkefeni örtecek. Biraz sonra işleri bitecek ve gidecekler. Mezarlık her zamanki derin sessizliğine bürünecek. Gidenler, kendi hayatlarına geri dönecekler, ama gömülen beden için artık hayatın hiçbir anlamı kalmamışolacak. Dünyadaki hiçbir güzellik, hiçbir güzel ev, güzel insan, güzel manzara artık o beden için bir şey ifade etmeyecek. Bedeniniz, hiçbir dostunuzla artık görüşemeyecek. Beden için var olan tek şey, artık yalnızca toprak ve onun içindeki bakteri ve kurtlar olacak.
Öldükten Sonra Ne Hale Geleceğinizi Hiç Düşündünüz mü?
Zaten gömülmenizle birlikte bedeniniz hem içten hem de dıştan gelen etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girecek.
Vücutta oksijen kalmayacağından, bir süre sonra mikroplar faaliyete geçerek bedene yayılacaklar.
Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek.
Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan kanlı köpükler gelmeye başlayacak.
Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden ayrılacaklar.
Bu dışdeğişmeyle beraber, iç organlarda da (akciğer, kalp ve karaciğerde) çürüme başlayacak.
En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacaklar ve bedenden tahammül edilmez derecede pis kokular yayılacak. (Ölü insan kokusu, dünyanın en iğrenç kokularındandır.)
Bu süre içinde kafadan başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak.
Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak.
Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından ayrılacak ve iskelet dağılmaya başlayacak...
Bu olay, ceset bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar böylece devam edecek.
"Ben" sandığınız bedeniniz böylelikle korkunç ve iğrenç bir şekilde yok olacak. Geride kalanlar sizden söz ederken, topraktaki tüm kurtlar, böcekler ve bakteriler sizin etlerinizi kemirecekler.
Eğer bir kaza sonucunda ölür de, gömülmezseniz, o zaman çok daha feci bir manzara ortaya çıkacak. Bedeniniz, sıcak havada açıkta kalmışbir et gibi, kurtlanacak, birkaç gün içinde bir kurt yumağı haline dönüşecek. Kurtlar, son et parçasını da yiyene kadar iskeletin kıvrımları arasında dolaşacaklar.
Böylece "en güzel bir biçimde" yaratılmışolan insan hayatı, olabilecek en korkunç biçimde sona erecek.
Peki neden?
İnsan vücudunun öldükten sonra bu hale getirilmesi Allah'ın dilemesiyledir. Ve bunun çok büyük bir hikmeti vardır. İnsan, kendisinin aslında bedenden ibaret olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmişgeçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. İnsan, sadece bedenden ibaret olamayacağını, bedenin ötesinde onu bir araç olarak kullanan ruhun var olduğunu anlamalıdır.
Allah kendini "et ve kemikten" ibaret sanan insana, belki de bunun bir aldanışolduğunu kavratmak için böyle ibret verici bir son hazırlamıştır.
İnsan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmışgibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir.
DÜNYA HAYATININ GEÇİCİLİĞİ
Hiç düşündünüz mü?
Neden insan sık sık temizlenmek zorundadır? Neden temizliğine, bakımına dikkat etmezse, vücudu, ağzı kokar, cildi ve saçı yağlanır? Neden terler ve bu terin kokusu son derece kötüdür?
İnsanın aksine, çicekler son derece güzel kokulara sahiptirler. Gül ya da karanfil, pis çamurlu bir toprakta yetişmelerine rağmen binlerce yıldır son derece güzel kokarlar. Ama insan, biraz dikkat etmediğinde kötü kokmaya başlar ve bunu ancak iyi bir bakımla engelleyebilir.
Neden böyle olduğunu, insanın neden bu şekilde bir eksiklikle yaratıldığını hiç düşündünüz mü? Allah'ın neden çiçekleri güzel kokulu yaparken, insan bedeninin bu şekilde acizliklerle dolu olduğunu hiç aklınıza getirdiniz mi?
İnsan yalnızca bu saydığımız özelliklerle kalmaz; yorulur, acıkır, susar, canı acır, midesi bulanır, hastalanır…
İnsanlara bunlar doğal şeylermişgibi gelir, ama bu bir aldanıştır. İnsan hiçbir zaman kötü kokmayabilir, hiçbir zaman başağrısı çekmeyebilir, hiçbir zaman hasta olmayabilirdi. Tüm bu zorluklar, "tesadüfen" oluşmuşdeğil, özel olarak yaratılmışlardır. Allah, insanı belirli bir amaç, belirli bir hikmet doğrultusunda bu şekilde yaratmıştır.
Bu amaçlardan biri; insanın aciz bir varlık, bir "kul" olduğunu anlamasıdır. Eksiksiz, mükemmel olmak Allah'ın vasfıdır, O'nun kulu olan insan ise sonsuz derecede ek******, zayıftır ve dolayısıyla O'na sonsuz derecede muhtaçtır. Allah bir ayette, konuyu çok hikmetli bir biçimde açıklar:
Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah'a göre güç değildir. (Fatır Suresi, 15-17)
İnsanın sahip olduğu kusur ve eksikliklerin başka bir amacı ise, bu yurdun geçiciliğini hatırlatmasıdır. Çünkü söz konusu kusur ve eksiklikler, bu dünyadaki bedene mahsusturlar. Ahirette, cennet ehli yeni bir bedenle, eksiksiz ve kusursuz bir şekilde yaratılacaktır. Bu dünyadaki zayıf, ek**** kusurlu beden, müminin gerçek bedeni değildir, geçici bir süre içinde kaldığı bir kalıptır.
Bundan dolayıdır ki, dünyada kusursuz bir güzellik elde edilemez. Fiziksel yönden en güzel, en çekici, en kusursuz olduğunu sandığımız bir insan da, diğer tüm insanlar gibi fiziksel ihtiyaçlarını gidermekte, terlemekte, kimi zaman ağzı kokmakta, kimi zaman yüzünde sivilce çıkmaktadır. Temiz kalabilmek için sürekli yıkanmak ve bakım yapmak zorundadır. Kimi insanın yüzü güzeldir, ama fiziği o kadar düzgün değildir. Bunun tersi de mümkündür. Kimisinin gözü güzel, fakat burnu eğri olabilir. Bu özelliklerin sonsuz varyasyonlarını sayabiliriz. Dışgörünüşolarak gerçekten kusursuz gibi görünen bir kimsede de hiç umulmadık bir hastalık, rahatsızlık ya da kusur bulunabilir.
Herşeyden önemlisi, en mükemmel görünen insan bile mutlaka yaşlanır ve ölür. Beklenmedik bir anda bir kazayla paramparça olabilir. Dünyadaki beden gibi, dünyanın bizzat kendisi de ek**** kusurlu, yetersiz ve geçicidir. Bütün çiçekler mutlaka solar, en güzel yiyecekler çürür, bozulur, kokuşur. Tüm bunlar bu dünyaya mahsus eksik ve kusurlardır. Bizlere tanınan kısa dünya hayatı da, taşıdığımız beden de Allah'ın çok kısa bir süre için verdiği geçici emanetlerdir. Sonsuz bir yaşantı ve mükemmel bir yaratılışise yalnızca ahirete mahsustur. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir. (Şura Suresi, 36)
Bir başka ayette, dünyanın gerçek mahiyeti şöyle anlatılır:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanışolan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Kısaca bu dünyada Allah sonsuz kudret ve bilgisinin bir göstergesi olarak birçok güzellik, sanat ve harikalık ile çok çeşitli kusur ve eksiklikleri de aynı anda yaratmaktadır. Mükemmellik ve kalıcılık bu dünyanın kanununa aykırıdır. Gelişen teknoloji de dahil olmak üzere, insan aklının düşünebileceği hiçbir şey Allah'ın bu kanununu değiştiremeyecektir. Böylece insanlar bir yandan ahireti özleyip ona kavuşmak için çabalamalı ve Allah'a gereken şükür ve takdiri göstermelidirler. Bir yandan da bunların gerçek yerinin bu geçici dünya değil, eksik ve kusurlardan arındırılmışve müminler için hazırlanmışebedi cennet hayatı olduğunu anlamalıdırlar. Kuran'da, bu gerçek çok açık bir biçimde bildirilir:
Hayır, siz dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)
Bir başka ayette ise, "gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur" (Ankebut Suresi, 64) denir. "Asıl hayat"ımız olan ahiret ile geçici bir yurt olan dünya arasında, perde kadar ince bir sınır vardır. Ölüm, işte bu perdeyi kaldırır. Ölümle birlikte bu dünya ve bedenle olan ilişki kesilecek, yepyeni bir yaratılışla sonsuz hayata başlangıç yapılacaktır.
Ölümle birlikte başlayacak olan hayat gerçek hayattır. Eksiklik, kusur, geçicilik dünyaya ait kanunlardır. Gerçek kanunlar; kusursuzluk, ölümsüzlük, mükemmellik üzerine kuruludur. Bir başka deyişle, normal olan, bir çiçeğin hiç solmaması, bir insanın hiç kirlenmemesi, hiç yaşlanmaması, bir meyvenin hiç çürümemesidir. Asıl kanunlar, insanın her istediğinin anında gerçekleşmesini, insanın hiçbir acı ve hastalık yaşamamasını, hiçbir zaman üşümemesini, ya da terlememesini gerektirir. Ancak asıl kanunlar, asıl hayatta; geçici kanunlar da geçici olan bu dünya hayatındadır.
Asıl kanunların yurdu, yani ahiret ise çok yakındır. Allah dilediği an insanın buradaki yaşamına son verip, onu ahirete geçirebilir. Bu geçiş, bir göz açıp-kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir. Rüyadan uyanmak gibi... Ölümle birlikte sona erecek olan dünyanın, ahirete göre ne denli kısa olduğu Kuran'da şöyle anlatılır:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," "Bizim, sizi boşbir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112-115)
Ölümle birlikte rüya sona ermişve gerçek yaşam başlamıştır. Yeryüzünde "bir gün ya da bir günün birazı kadar", hatta "bir göz çarpması" kadar kalmışolan insan, yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkar. Eğer dünyada iken ölümü aklında tutmuş, Allah'a kavuşacağının bilincinde olmuşise, kurtulmayı umacaktır. Kuran'da "kitabı sağ eline verilen" bu kurtulmuşların şöyle diyeceği haber verilir:
"... Alın kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım." (Hakka Suresi, 19-20)

ALINTI...

517
DİNİ BİLGİLER / Tesettür Kadının İffetidir
« : Nisan 19, 2008, 04:15:25 ÖS »
Tesettür, şer’an örtülmesi gereken yerleri örtmek demektir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine avret yeri denir. Örtünmenin gâyesi, başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı, meşrû olmayan isteklerden sakınmaktır. İnsandaki edeb ve hayâ duygusu, örtünmeyi gerektirir. Örtünmede asıl gâye, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olmalıdır.

Kadının örtülü olması, hürriyetini kısmak için değil, bilakis şeref ve iffetini korumak içindir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine daha uygundur. Allâh çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir." buyurulur. İslâm Dîni, örtünmeyi emretmekle kadını muhâfaza etmek, onun kıymetini arttırmak ve hürmete lâyık bir insan olduğunu ortaya koymak istemiştir. Dış etkilerden korumayı istediğimiz her şeyi örtü ile muhâfazaya çalıştığımız da bir gerçektir. Örtünme ile ilgili olarak Nûr sûresinin 31. âyet-i celîlesinde:

"Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar,ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar! Bunlardan görünen kısmı (yüzler ve eller) müstesnâ, başörtülerini, yakalarının üstüne koysunlar..." buyurulur.

Hz. Âişe (r.anhâ), ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

"Allâh ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin! Onlar âyeti inince, etekliklerini kesip bunlardan baş örtüsü yaptılar."

Yine Safiyye bint-i Şeybe şöyle anlatır:

"Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk. Hz. Âişe (r.anhâ) dedi ki:

"Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allâh’a yemîn olsun ki, Allâh’ın Kitâbı’nı daha çok tasdîk eden ve bu Kitâb’a daha kuvvetle inanan ensâr kadınlarından daha fazîletlisini görmedim. Nitekim en-Nûr Sûresi’ndeki âyeti inince, onların erkekleri bu âyetleri okuyarak eve döndüler. Eşlerine, kızlarına, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri, eteklik kumaşlarından, Allâh’ın Kitâbı’nı tasdîk ve O’na îmân ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı."

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

"Allâh bülûğa ermiş kadının namâzını, başörtüsüz kabul etmez." buyuruyorlar. Başka bir hadîs-i şerîflerinde: "Kadın avrettir (örtünmesi gereklidir. Sokağa) çıkınca, şeytan onu daha câzip gösterir." buyurur.

Bunun için kadının evden dışarıya çıkışında güzel koku sürünmesi hadîs-i şerîfde yasaklanmıştır:

"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına giderse, zinâya bir adım atmış olur."

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in baldızı ve Hz. Ebûbekir’in (r.a.) kızı Esmâ, bir gün ince bir elbise ile Rasûlullâh (s.a.v.) ’in huzuruna girmiş, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ondan yüzünü çevirerek:

"Esmâ! Kadın bülûğa erdikten sonra, -mübârek ellerine ve yüzüne işâret ederek- şundan ve şundan başka yerinin görünmesi câiz değildir." buyurmuşlardır.

Erkeklerin de dışarıda gözlerini muhâfaza etmeleri ve yolda yürürken ayaklarına bakarak yürümeleri tavsiye edilmekte ve tasavvufda bu duruma "nazar ber-kadem" denilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ali (r.a.)’a şöyle buyurmuşlardır:

"Ey Ali!

Bakış, bakışı izlemesin! İlk bakış, sana âid (mübah), sonraki ise sana âid değildir." Buradaki ilk bakışdan maksad, elde olmadan meydana gelen göze çarpmalardır. Bir başka hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:

"Bir müslüman erkeğin gözü, (mahremi veya nikâhlısı olmayan) bir kadının güzelliklerine takılır da, sonra (Allâh’dan korkarak) gözünü ondan sakınırsa, Allâh Teâlâ ona ibâdet ecri verir. Ve o kimse, kalbinde ibâdetin tadını bulur."

Ayrıca, mahrem olmayan kadın ile erkeğin birbirine dokunması, musâfaha etmesi ve tokalaşması helâl değildir.
Hadîs-i şerîfde buyurulduğu gibi bu da, elin veya dokunan uzvun bir zinâsıdır:

"Gözlerin zinâsı bakmaktır. Kulakların zinâsı dinlemektir. Dilin zinâsı konuşmaktır. Elin zinâsı yapışmak, tutmaktır. Ayağın zinâsı da yürümektir. Nefis ise, (bu kötü işleri) sever, temennî ve arzu eder....". Hz. Âişe (r.anhâ) yemin ederek anlatıyor ki:

"Rasûlullâh’ın eli aslâ yabancı bir kadının eline değmemiştir.."

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Birinizin başının, demirden bir şişle dürtülmesi, onun için, nâmahrem bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır."

Örtünmekten maksad, avret yerlerini, hem görünmeyecek ve hem de vücûd hatları belli olmayacak şekilde kapatmaktır. Binâenaleyh, teni gösteren şeffaf elbise, örtü sayılmaz. Böylesi, uzvu daha câzip gösterir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda şöyle buyurur:

"Cehennem halkından iki sınıf var ki, ben onları görmedim.. (Fakat onlar birgün türeyecektir): Ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup onlarla halkı döven insanlar, bir de giyinmiş, fakat çıplak olan (yâni vücûdun çirkin yerlerini örtüp câzip kısımlarını açan veya tenin rengini gösteren ince elbise giyenler), vücûdlarını sağa sola eğip çalımlı olarak yürüyen ve başları Horosan develerinin hörgüçleri gibi (saçları kabartılmış) olan kadınlar... (İşte) bunlar, cennete giremezler, kokusunu da hissedemezler. Halbuki cennetin kokusu, şu kadarlık yoldan alınır."

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, giyim, beden veya davranışlarıyla erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe lânet etmiştir:

"Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle, erkeklerden de kadınlara benzeyenler bizden değildir."

Abdullâh b. Abbas (r.anhümâ)’dan nakledilmiştir:

"Nebî (s.a.v.), erkekleşen kadınlarla, kadınlaşan erkekleri lânetledi. Ve:
"Onları evlerinden çıkarınız!" buyurdu."

Abdullâh b. Ömer (r. anhümâ), Allâh elçisinin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Üç kimse vardır ki, cennete giremez ve kıyâmet günü Allâh onlara rahmet nazarı ile bakmaz:
1. Ana-babasını dinlemeyen kimse,
2. Erkeklere benzemeye çalışan kadın,
3. Eşini kıskanmayan koca."

Hülâsa müslüman hanımı, kendi cinsine âid giyim ve davranışlara özenmeli, erkeklere âid elbise ve tavırlara meyletmemelidir. Zîrâ her cins, kendi özellikleri içinde bir değer ifâde eder. Bunun için kadın, yüzü ve bileklere kadar elleri hariç olmak üzere vücûdunun geri kalan kısımlarını, temiz, sade ve diğer kadınlara örnek olacak tarzda muntazam olarak örtmekle yükümlüdür. İşte bu kadındır ki, başkalarına hürmet, şefkat ve muhabbet telkin eder. Dînimizin yücelttiği ve Cennet’in ayaklarının altında olduğunu müjdelediği kadın da budur.

Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır. (Ahzâb Suresi 36)

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. (Fâtiha Suresi 6 - 7)

518
DİNİ BİLGİLER / Haya güzeldir;fakat kadında daha güzeldir
« : Nisan 19, 2008, 04:09:41 ÖS »
Hayâ, insan ile, kötü olan şeyler arasında bir perdedir. Hayâ, kötü ve beğenilmeyen şeylerin en güzel ilâcıdır. Ancak, hayâ gidince, artık onların ilâcı kalmaz.

Hayâ on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, kadınların hayâsı erkeklerden çoktur.

Yine hadis-i şerifte, Hayâ güzeldir, fakat kadında daha güzeldir buyuruldu. Bununla beraber şehvetin de onda dokuzu kadındadır. Bunu frenleyen ise kadının hayasıdır. Haya perdesi yıkılınca her türlü rezalet, ahlaksızlık toplumu kuşatır. Sosyetede olup bitenlerin yer aldığı magazin haberleri bunun en güzel ispatıdır.

Hadis-i şerifin beyanlarıyla haya, kadınlarda çok önemlidir. Zira millî ahlâkın bozulmasında, hatta âhirzaman fitnesinde, yüzsüz yani haya hissini kaybetmiş kadın ve kızların rolü büyük olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Fitne-i âhirzaman’ın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor. Ben bir gün sokağa bakarken, o fitnenin tesirli bir nümunesini hissettim. Gençlere çok acıdım.” (Gençlik Rehberi sh: 17)

Bunun içindir ki, Sahih-i Buhari 67. Kitab-ün Nikah l7. babında; İbn-i Mace 36. kitab-ül fiten l9. babında ve Sahih-i Müslim 8. cild. 228 sh. ve 97,98,99. hadislerinde ve sair Hadis kitablarında en zararlı fitne kadın fitnesi olduğu beyan edilmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri bu manadaki hadislere istinaden diyor ki: “Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.” (Gençlik Rehberi sh: 23)

Evet hayalı kadın hem böyle fitnelere alet olmaz, hem aile hayatında merkez olan kadın, emniyet ve şahsiyet kazanır. İşte bu gibi hikmetler içindir ki, bir hadis-i şerifte de mealen:

“Haya (utanmak duygusu) güzeldir, fakat haya, kadınlarda daha güzeldir." buyurulur. (Hikmet Gonceleri, hadis no: l53)

Allah İslâm ümmetine feraset versin. Kızlarımızı ve kadınlarımızı dehşetli Dinsiz ve Münafık Komitelerin şerlerinden muhafaza etsin…Âmîn.



519
Bazı zayıf kaynaklarda, bu şekilde, bazılarında da biraz farklı olarak: "Her kim âşık olur ve askını gizler de iffet ve sabır gösterirse, Allah onu bağışlar ve Cennete koyar"(Hadîsin bütün kaynakları için bk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, el-Gummâ'ale-llümmâz üzerine tahkîk 216) şeklinde rivayet edilen ve hadis zannedilen bir söz vardır. Ancak bu hem rivâyet, hem de dirâyet (yani manası) yönünden sağlam görülmemiş ve Rasûlüllah'a yakıştırılamamıştır. Çünkü erkeğin bir kadına, ya da kadının bir erkeğe âşık olması mecaz anlamda bir aşktır ve bir bakıma marazî bir haldır. Zîrâ bu, kalbi Allah'tan boşaltıp, sevdiğine kaptırma, teslim etme ve ona kayıtsız şartsız boyun eğme (ta'abbüd) anlamını taşır. Hal böyle iken nasıl olur da Allah'ın hükmünü yüceltmek için savaşırken şehid olanlara denk olabilir! Kaldı ki, aşkın helâl olanı bulunduğu gibi, haram olanı da olur. Böyle olunca, Rasulüllah Efendimizin ayırım yapmadan, her âşık olup askını gizleyen ve iffetli olanı şehîd sayması nasıl düşünülebilir.(Ibn Kayyim, Zâdü'1 me'âd IV/2,76) Ayrıcâ Rasulüllah'tan bize sahîh olarak ulaşan hiç bir hadîste "aşk" sözü geçmemektedir.Sahîh hadîs kitaplarının dışında kalan çok değişik kaynaklarda Süveyd b. Saîd'den rivâyet edilen bu sözü Ibnü'I-Cevzî uydurma hadîsler (mevzûât) arasında zikreder,(bk. Ebu'1-Hasen el-Kinânî, Tenzûhu's-Seri'a N/364) Ibnü'1-Kayyim de aslâ hadîs olamayacağını anlatırIbnü'1-Kayyim agk.) Genellikle "mevzûât" kitaplarında bulunan bu söz için en iyimser olanlar, bunu en fazla"'zayıf hadîs" derecesine çıkarabilmişlerdir.. Hattâ meşhur Muhaddis Yahyâ b. Ma'în, bunu rivâyet eden Süveyd için: "Eğer atım ve okum olsaydı, gider onunla çarpışırdım" bile demiştir. (Aclûnî, Kesfu'1-hafâ N/363)
Sonra çeşitli hadîslerde dünya ve âhiret şehitleri sayılmış ve âşık, bunlardan birisi olarak zikredilmemiştir

520
VEYL O NAMAZ KILANLARA!

"namaz kılmakta zorlanıyorum. namazdan tat almıyorum. huzur bulamıyorum. ruhumda bezginlik oluyor...bıkıp usandım bir süre sonra...kuramsal yönünü okudum, insana dinginlik verir falan diyor. ama bende olmadı pek...ilk günler bir coşku hissettim gerçi, sonra yok oldu. namazı bırakıp meditasyon yapmayı bile kurdum kafamda." diyorsun.

bu konuda hiç de yalnız değilsin! sen durumunun farkına varmışsın, itiraf ediyor çözüm arıyorsun. hayra alamet! ekseriyet ise uykuda. ama bu seni teselli etmesin! çünkü sen kendi namazından sorumlusun. namaz imandan sonraki en büyük hakikattir. ALLAH ile kul arasındaki en yüksek münasebettir. bütün ibadetlerin özü, esası ve temelidir. içinde bütün ibadetler vardır namazın. bedenini, ruhunu, zamanını veriyorsun işte sana zekat. kılarken yemiymor, içmiyorsun işte oruç. Kabe'ye yöneliyorsun, yani hayalen hac yapıyorsun. ayetler okuyorsun, dualar ediyorsun okuduklarının anlamını düşünüyorsun, ALLAH'ı anıyorsun... bunların hepsi birer ibadet biçimi...namaz tümünü kapsıyor.

bir rivayete göre sayısız melekler, kimi kıyamda, kimi rükuda, kimi secdede devamlı ibadet ederler. namaz kılmakla meleklerin ibadetini temsil ediyorsun. namazın biçimi bile çok anlamlı. ayakta dururken ağaçların, eğilince hayvanların, secdeye kapanınca cansızların kendine özgü ibadetlerini yapıyor gibisin. onların üstünde bir makamın olduğunu, bütün varlıklar adına ALLAH'a muhatap bulunduğunu ortaya koyuyorsun.

"namaz dinin direğidir." öneminden dolayı günde 5 kez kılınır. günah kirlerini gidericidir... gerçi tat almak için namaz kılınmaz ama, namazda manevi bir tat da yok değildir. O istenilmez, ilahi bir nimet olarak zamanla verilir. Namaz şifadır. Ruha huzur, bedene dinginlik getirir. kalbi yatıştırır. İnsanı kötülüklerden alıkoyar. Özel dünyaya nurlar serper. Peki sende niçin böyle olmuyor? usulüne uygun namaz kılmıyorsun da ondan! namaz dikkat ister. gereken özeni göstermezsen resmî bir talime döner. beklenen faydaları vermez. kişi, namaz kılmayan biri gibi olur. kabahatİ namazda değil, kendinde aramalı. İtidal üzere, hakkını vererek namaz kılmalısın. Aksi halde onu zayi etmiş olursun!..

"Veyl o namaz kılanlara ki, namazlarında yanılmaktadırlar. onlar riya yaparlar ve yardımlık vermezler!" Maun suresinin bir ayeti bu. "yazıklar olsun onlara!" diyor. kime? o namaz kılanlara. niçin? çünkü namazlarından yanılmaktadırlar!.. namazdan etkilenmiyorlar,bencillik ediyorlar, başkalarını düşünmüyorlar, ibadetleri hayatlarına sinmiyor, kimseye faydaları yok; ne kendilerine, ne de öbür insanlara. ne namazları namaz, ne de dinleri din! bir görüntü, bir suret, bir gölge o kadar...

dini de yalanlıyorlar, halleri, dillerini reddediyor, söylüyorlar ama yapmıyorlar, yapsalar da şekilde kalıyorlar, namazla onu bunu aldatıyor, kendileri de aldanıyorlar! Veyl onlara. nasıl kurtulur insan bu şiddetli hitaptan? NAMAZIN HAKKINI VEREREK!

....

Birincisi, kimin için namaz kıldığını bilmelisin. bu da ALLAH'ı tanımakla olur. İman hakikatlerini, bilhassa, ALLAH'a iman hakikatini anlatan eserleri okumalısın. yine, bu alemi ve içindekileri inceleyerek ALLAH'ı tanımalısın. bu yolla sende özel bir durum oluşur. Rabbini heryerde hazır hissedersin. onun huzuruna varmak istersin. o huzuru özlersin, ararsın, bulunca sevinirsin... şu halde namaz için birinci temel, ALLAH'ı tanımaktır. İmanın ve marifetin nispetinde namazın kalitesi yükselir.

ikincisi, namazı "tam namaz" eden incelikleri bilmektir. bu da Peygamber Efendimizin nasıl namaz kıldığını bilmek demektir. O, her alanda rehberimizdir. tam namaz, onun namazıdır.üçüncüsü, dini namazdan ibaret saymayıp, ömrün her anını inancın bilincine vararak yaşamaktır. Gafletli haller, günahlar, aldatmalar, hileler, yararsız sohbetler, kalbi katılaştırır, ruhu karartır. iki namaz arasında ruhunu temiz tutmalı, kirletmemelisin. Hem şeytana, hem de ALLAH'a aynı samimiyet ve itina ile kulluk edemezsin.

....

günlük farz namazlar toplam "on yedi" rekattır. bu namazlar ALLAH'ın emridir, yerine getirmek zorundasın. Kılınmasında büyük ödül, terkinde azap var. Önemli bir engelden dolayı kılamazsan kaza edersin. Kaza namazları bütün nafilelerden daha önemlidir. Farzdan sonra öncelik, kılınmayan farzların kazasınındır. beş vakitte kılınan farz namazın ehemmiyeti çok büyüktür. hiç bir ibadet bununla kıyaslanamaz. ne hac, ne zekat, ne de oruç onun yerini tutabilir... sünnet ve nafile namazların kıymeti de farzın yanında azdır. Bin nafile namaz, bir sünnet namazı tartamaz. Keza, bir farz namaz da bin sünnet namazdan daha önemlidir. aynı oran farzın içindeki bir tesbihin sevabıyla, aynı tesbihin namaz dışındaki sevabı arasında da vardır. Farzın için giren herşey, farzın derecesinden bir nasip alır. ancak bu konuda bir galat göze çarpıyor. İlmihal kitaplarında adet olmuş, nafileyi ve sünneti farza karıştırıp öyle koyuyorlar önümüze. mesela "yatsı namazı kaç rekattır?" diye sorarsan "on üç rekattır" diyorlar. bunun bazı sakıncaları olabilir. birincisi, namaz altından kalkılmaz ağır bir yük gibi görülebiliyor. ikincisi, dini hükümlerdeki rütbeler yerle bir oluyor. Sünnet farzın tahtına oturuyor. çok görülmesi sebebiyle farzın kılınmasına engel olabiliyor. üçüncüsü, farzı özenle kılmak için ayrılması gereken süre azalabiliyor. farz namaz acele kılınıyor. farza özen gösterilmez oluyor. namazdan beklenen fayda elde edilemiyor.

Dört rekat olan yatsı namazının farzı itidal ile yani sünnete uygun biçimde kılınırsa "ON İKİ DAKİKA" sürüyor. bunu denedim, saat tutarak hesapladım. Fatiha'dan sonra kısa namaz surelerini okudum. uzun sure okusaydım süre daha da uzayacaktı. bu hesaba göre, "bir rekat" için ortalama "üç dakika" gerek. on yedi rekat namazın günlük toplam süresi yaklaşık "elli dakika" tutar. ikişerden on dakika da abdeste harcasan toplam bir saat eder.

ancak tam namazı kılmaya yeni başlayan birine her rekat için üç dakika çok gelebilir. sen her rekat için iki dakika harca, daha sonra süreyi uzatır, "üç" yaparsın.

HER REKAT İÇİN ORTALAMA EN AZ İKİ DAKİKA!

camilerde namazlar hızlı kılınıyor. Vakit dar, imam sabırsız, cemaat rahammülsüz! Böyle görmüş, öyle alışmışlar. esasen cami ve mescitlerde sadece farz namaz kılınır. öbür namazların evde kılınması daha iyidir. Peygamber Efendimiz zamanında mescitte sadece farz namaz kılınırdı. diğer namazları camide kılma adeti sonradan başladı. bunu tertip ve tavsiye edenlerin kötü niyetli olduklarını sanmıyorum. insanlar evde kılmazlar diye düşünmüş olmalılar. Fakat ne yazık ki, bu tedbir farzında terkine sebep olabiliyor! Sözün kısası, itina ile kılınması gereken günlük farz namazın miktarı 17 rekattır. günlük süresi abdestle birlikte ortalama bir saattir. farz dışında kalan namaz çoktur. dileyen gücü oranında kılar, sevabını alır.

....




TAM NAMAZIN İNCELİKLERİ!

Şimdi "TAM NAMAZ"ın inceliklerine geldik. bunların hepsi önemlidir, ihmal edilmemeli. ayrıntıdır deyip geçme. biri bile ihmale uğrarsa namaz zedelenir. böyle namaz kılmak özel bir çaba ister. kolay değildir. sabır ve sebatla devam edersen zamanla meleke kazanırsın. tam namaza alışmak zaman alır.

....

Ayrıntılara giremem... Namazla ilgili baazı önemli noktaları özetleyeceğim. Her iilmihalde kolayca bulabileceğin detayları anlatmayacağım. Dili yalın, anlatımı güzel bir ilmihal al, oradan oku... namazın öncesi var, kendisi var, bir de sonrası var... sırasıyla gidelim...

ilki "vakit" meselesidir. düşün, o namazı niçin bu vakitte kılıyorsun? her namaz vakti, mühim değişmelerin başlangıcıdır. nice nimetleri hatırlatır. mesela sabahın vakti hem ana rahmini, hem bahar başlangıcını, hem altı devrede yaratılan şu alemin ilk evresini hatırlatan bir zamandır. öbür namaz vakitlerinin de nice hikmetleri vardır. bunları nuranî eserlerden öğrenebilirsin.

önemli bir engel yoksa, namazı ezandan hemen sonra kılmak gerek. geçe bırakılırsa bir gevşeklik oluşur. işitebiliyorsan ezanı dikkatle dinle ve kelimelerini tekrar et. bu seni ruhen namaza hazırlar. Ezanda imanın ve İSLAMın özü vardır. böylece imanını tazeler, görevini hatırlar, dini yaşamak için yeni bir istek duyarsın.

....

detaylarına dikkat ederek güzel bir abdest alırsın. abdeste başlayınca her uzvunu üç defa güzelce yıka. ağzına bol su ver, iyice çalkala. burnuna da bolca su ver, suyu iyice çek, genzin acısın. boynunu tam meshet. ayak parmaklarının arasını ıslat. göz çukuruna suyun tam temas etmesini sağla. suyu israf etmeksizin bolca kullan. her namazda abdest almanın fazileti ve faydası çoktur. bedeni rahatlatır ve sinirleri yatıştırır. alırken şehadet kelimesini tekrar et. bir de istiğfar ile manen temizlen. Namaz, temizlerin amelidir.

namaz kılacak yerin önemi büyüktür. yüksek ses, fazla ışık, hareket eden insanlar dikkati dağıtır. kendine gözden ırak bir yer bul. evin bir bölümünü namaz için kullanabilirsin. telefon, kapı zili gibi sesler namazı zedeler. secde yerindeki yaygı düz ve sade olsun. bir şeyden korkan, kaygılanan veya birini bekleyen kişi rahatça namaz kılamaz. yapman gereken bir iş varsa önce onu yap, sonra namaza başla.

ne çok aç, ne de fazla tok olmalısın. her ikisi de insanın zihnini meşgul eder. tuvaleti sıkışan biri de rahat olamaz. üstünden sıyrılıp düşen bir elbise giyme. giysin seni rahatsız edecek kadar dar olmasın. elbisenin kırışmasından korkuyorsan bu da seni tam namazdan alıkoyar. elbisen temiz olsun.

....

Farza başlamadan önce kamet getirmek sünnettir. yani kendi kendine ezan okumak... Manasını tefekkür ederek oku. kelimeleri tane tane söyle. "ALLAHU EKBER!" derken ALLAHın azametini düşün. nasıl bir zatın huzuruna çıktığını hatırla. insan bir amirin karşısına çıkarken ne hale gelir, bilirsin. öbür kelimelerin anlamlarını da bil ve hatırla. böylece namaza ruhun, kalbin ve aklınla hazır olursun.

....

sıra kıbleye yönelmeye geldi. Bedenin kıblesi KABE'dir. Kalbin kıblesi ALLAH'tır. ilmihal kitapları sadece bedenin kıblesinden söz eder. beden namaz boyunca Kabeye yönelmeli. başka yöne dönerse namaz bozulur. Kalp de hep ALLAH'a yönelmeli. Bu, pek zordur. Kalp serçe kuşu gibidir, bir o yana, bir bu yana döner durur. onu sabırla alıştırmak gerekiyor. Tam namazın zor taraflarından biri de budur. Ancak, kalbin başka yöne dönerse "Böyle namaz olmaz!" deyip namazı terketmeyesin. Bu, şeytanın telkinidir, seni namazdan tamamen uzaklaştırmak ister. kusurlu da olsa namaza devam etmek lazım.

....

niyet de namazın farzlarındandır. Niyeti genellikle dille söylemek zannederler. Hayır, niyet kalbin eylemidir. Kalbin bir işe yönelmesidir. dil ile söylemesen de olur. söylersen de zaararı yoktur. kişi hangi namazı kıldığını bilsin yeter.

....

namaza tekbir ile girilir. bu tekbir gayet mühimdir. "ALLAHU EKBER" derken, kalbin ALLAH'a yönelmeli, gaflette bulunmamalı. bütün varlıkları geride bırakmalısın...Elini kaldırıp başparmaklarınla kulak memelerine dokunurken tekbiri de söyle. Hareketinle söyleyişin birbirine paralel olmalı... Hanımlar ise, tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar. başparmaklarını kulaklarına değdirmezler.

....

Kıyamda dik dur. gözlerin secde yerine mıhlanıp kalsın. Ne ileri, ne geri, ne de yanlara bak. namazda gözlerini kapatma. bedenin ağırlığını iki ayak üzerine eşit bir biçimde paylaştır. Kıyam esnasında, yani ayakta dururken, ellerini göbek altına bağlarsın. sağ el sol elin üstünde olmalı. baş ve serçe parmaklar bileği kavramalı. hanımlar ellerini göbek altına bağlamaz, göğüste üst üste koyarlar. Rükuda da ayak ucuna bak, bakışını sabitle. Kadede, yani oturuşta iki dizinin hizasının orta noktasına nazar et. Bazı alimler kadede kucağa bakmayı uygun buluyorlar. Sana hoş geleni yap. Secdede ise gözler geriye doğru paralel yere paralel bakar. namaz boyunca beden mum gibi hareketsiz durmalıdır. "Huşu" için bu en önemli unsurlardan biridir. beden ta mbir dinginlik halinde bulunursa ruh da ona uyar. Huşu, tam bir saygı halidir. Onsuz namazda tat arama. Namazda rahat nefes al. Nefes aralıkları düzgün olmalı. bu da dinginlik sebeplerindedir. iyi nefes almak sinirleri yatıştırır, ruhu da rahatlatır. nefes nefese kılanan bir namazda tat olmaz.

....

"Kıraat" yani okuma da namazın temellerinden. bu hususta büyük gafletler gördüm. Nelere dikkat etmek gerek, sıralayayım... Birincisi okunacak duaları, zikirleri iyice bil. İkincisi, kısaca anlamlarını öğren. insan ne dediğinin farkında olmalı. Üçüncüsü okumalarını işit. Kulak işitmiyorsa o okuma kıraat sayılmaz, farzı yerine getirmemiş olursun. Dördüncüsü, yavaş yavaş, tane tane oku. ayetler arasında dur. ayetleri tane tane okursan, hem manasını kısaca düşünmeye vakit bulursun, hem de nefes nefese kalmazsın. Beşincisi, sessiz de okusan tecvide, yani okuma kurallarına uygun oku. Namaz esnasında okuduklarını dinle, izle, düşün... Bu, senin dikkatini uyanık tutar. Zihnini namaz dışı manalardan korur. başka şeyler hatırına gelirse sakın telaşlanma. Hiçbir şey olmamış gibi namzı düşünmeye devam et. Hayaline gelen namaz dışı şeyler seni vesveseye atmasın. Şeytan seninle oynar. "Senin kalbin bozulmuş. Bak namazda bile neler düşünüyorsun! Böyle namaz kılmaktansa kılmamak daha iyidir" der. Halbuki o manaları sen isteyerek getirmedin. Ondan rahatsız olman da bunun delili. O sözler ve hayaller senin kalbinden gelmiyor. Şeytanının ve vehminin ürünü onlar. Onları önemseme, sen namazına dön ve devam et.

....

Sıra "Rüku"da, ama önce mühim bir hususu daha arz edeyim. Bilirsin, namazın bir rüknünden öbürüne geçerken tekbir almak sünnettir. bu tekbirler, öncekinden ayrılırken başlamalı, sonrakine geçerken bitmeli. yani ikisi arasında söylenmeli. bu hususta da yeterli özen gösterilmiyor. Kıyam bitince hemen rükuya gidilmez. Eller aşağı salınır, bir süre beklenir. iki secde arasında da böyledir. bu beklemeler ortalama beş saniye kadardır. birinci secdeden kalkınca iyice otur, uzuvların yerine yerleşsin, yeteri kadar bekle, sonra ikinci secdeye git. Bunlar itidal ile, hakkını vererek namaz kılmanın esaslarındandır. İTİDAL İLE KILINMAYAN NAMAZ HİÇ KILINMAMIŞ GİBİDİR!.. Nitekim Peygamberimiz böyle namaz kılan birine "Sen namaz kılmadın yeniden kıl" buyurmuştur. Yukarıda anlattıklarım ve bundan sonra anlatacaklarım da yine itidal ile namaz kılmanın gereklerinden. Buna "Tadili erkân" derler.
Rükudan bahsedecektim... rüku namazın farzlarından biridir. elleri dizlere koyarak eğilmektir. dizlerin, kolların, belin düz olmalı. bunu yaparken ne kadar abartılı davransan yeridir. Eller diz kapaklarını kavramalı. El parmakları iyice açık olmalı. zaten başka türlü kavrama olamaz. hanımlar fazla eğilmezler, ellerini dizlerden yukarıya hafifçe koyarlar, dizlerini de biraz bükerler. yukarıda da söylediğim gibi, rüku esnasında gözlerin ayak parmaklarının uçlarında, ortada bir noktaya bakmalı, oradan ayrılmamalı. Bu da gayet önemlidir. Tam bu vaziyeti alıp da uzuvlar yerlerini bulmadıkça tesbihe başlama. üç kez "Sübhane Rabbiyel Azim" demek sünnettir. Beş kez söylemek müstehaptır. tesbihleri tane tane söyle ve manasını düşün. ARALARINDA DUR, acele etme. tesbihleri tam bitirmeden doğrulma. Rükudan kalkarken "SemiALLAHu limen hamideh" sözüne başla, dikilmeden önce bitir. bedenin kıyam haline gelince uzuvlarının iyice yerleşmesini bekle, sonra "Rabbena lekel hamd" de, bekle, sonra tekbir ile secdeye git.

....

"Secde" kulun ALLAH'a en yakın olduğu haldir. Secdede üç kere "Sübhane rabbiyel a'la" demek sünnet, beş kez söylemek müstehaptır. secde anında el parmakların bitişik olmalı. iki elinin arası uygun uzaklıkta bulunmalı, yüzünü aralarına rahatça koyabileceğin kadar. alnını mümkün olduğu kadar dizlerinden uzak bir yere koy. Baldırlarınlakarnın birbirinden uzak olsun. alnınla birlikte burnun da yere temas etsin. Alnın yere paralel bir biçimde olsun. Ayakların yerden kesilmesin. Ayak parmaklarının uçları kıbleden ayrılmasın. secde anında topuklarını temas ettirebilirsin. hanımlar secdede alınlarını erkeklere göre biraz daha beriye koyarlar, kollarını yanlarına yapıştırır, bedenlerini ise fazla kaldırmazlar.

....

Gelelim "kade"ye. Kade, oturuş demektir. Sağ ayak dikilir, sol ayak üstüne oturulur. Bel ve sırt düz olmalı. Sağ ayağın parmağı kıbleye bakar. Eller düzler üzerin bırakılır. Parmak uçları diz hizasında. El parmakları da ne tam açılır, ne de tam bitiştirilir, belki kendi haline bırakılır. Göz, dizler hizasında bir orta noktaya bakar ve oradan ayrılmaz. vücut bir heykel gibi hareketsizdir. Hanımlar kadede sağ ayaklarının üstüne oturmazlar, sol kabalarının üstüne oturur, ayaklarını sağ tarafa doğru öylece bırakırlar, ellerini de dizlerin biraz berisine koyarlar. Otururken, Tahiyyat, Salli, Barik ve Rabbena okunur. bu okumalarda da yine düzgün ve iyi nefes alıp vermeye dikkat edilir. Tahiyyat gayet mühimdir. çünkü miraçta Peygamberimiz ile Rabbimizin karşılıklı konuşmalarını içerir. Manasını bilmek gerek. "Namaz müminin miracıdır" hadisi de bu noktadan nur alır. çünkü her kul namaz vasıtasıyla Rabbinin huzuruna çıkıyor ve konuşuyor. Kadedeki Tahiyyat, kıyamdaki Fatiha gibidir.

....

Namazdan "selam" ile çıkılır. Selamlarda sağ ve sol omuzlara bakılır. Yanaklar arkadan görünmelidir. ikik tarafa selam verirken amellerimizi yazan melekleri hatırlamak güzeldir. Böylece her gün en az beş defa günahları ve sevapları yazan melekler düşünülür. Bu, iki namaz arasında günah işlememek ve sevaba meyletmek için iyi bir vesiledir.

....

Namaz yerinden hemen kalkılmaz. üç kere istiğfar edilir. "ALLAHumme entesselam..." okunur. Tesbih ve dua edilir. Otuz üçer defa "SübhanALLAH, Elhamdulillah, ALLAHuekber" demek, "Lailahe illlALLAHu vahdehu la şerikeleh..." okuyup ardından dua etmek sonra da otuz üç kere "La ilahe illALLAH" demek sünnetttir, çok önemlidir. Başka zikirlere oranla binlerce defa daha fazla sevabı vardır... Zamanın yeterli değilse yolda yürürken ya da otobüste giderken de okuyabilirsin tesbihleri... Duaları da öyle...

....

Vitir... Evet, önemli bir namazdır... İmam-ı Azam'a göre vacip, müçtehidlerin ekseriyetine göre sünnettir. Gece namazlarının sonudur. Uyuyup uyandıktan sonra kılınır. Uyanamamaktan korkanlar, bu namazı kılıp yatarlar. bu konuda şöyle bir tavsiyem olacak, istersen yaparsın: Uyanamama korkun varsa, yatsının hemen ardından değil de, yatmadan biraz önce güzel bir abdest alıp, Vitiri kılıp ardından dua edip yatmak güzel olabilir. Kılarken Felak ve Nas surelerini okursan uyku alemine yatmadan önce okunması sünnet olan sureleri okumuş olarak girersin. günümüzde genelde yatsıdan çok sonra yatıldığı düşünülürse bu uygulamanın uygunluğu daha iyi anlaşılabilir. bu benim şahsi tercihimdir, dilersen sen de uygulayabilirsin. Karar senin...

....

"Sünnet olan namazlar ne olacak?" sorusu hatırına gelebilir. onları terkettirmek gibi bir niyetim asla yok. Burada konumuz farz namazları olduğu için, ben de farzın önemini vurguladım. Bu, sünneti dışladığım anlamına gelmez.

....

Namazın incelikleri saymakla bitmez. Ben burada bazı mühim noktaları özetlemeye çalıştım. Bunlara dikkat ederek namaz kılarsan huzura erersin. Namazdan umulan faydayı görürsün. Hakkı verilerek kılınan namaz, aynı zamanda ulvî bir meditasyondur! "Buda" diye diye kendi dinlerini budayanlardan olma. İmandan sonra en önemli hakikat olan namaza sarıl...
Unutma, bir rekatı iki dakikanın altında kılıyorsan namazın hakkını vermiyorsun demektir. üç dakikaya çıkarabilirsen daha iyi olur. Namazını tashih et! İlmihal kitaplarında yazılanlardan biraz farklı var söylediklerimin... Ama ayrıntılarda... bir yenilik getirmedim. sadece daha derinlere indim. Temel kaynaklarda bulunan bilgileri bulup çıkardım. Var olan bilgiler bunlar... "Namazı benim gibi kılın!" buyuran Peygamber Efendimizin namazını anlattım sana... Tam namaz onun namazıdır çünkü. Ben uyguladım bu bilgileri, yararını gördüm, umarım sen de görürsün...

ÖMER SEVİNÇGÜL

521
DİNİ BİLGİLER / NE ZAMAN MÜSLÜMAN OLDUK?
« : Nisan 19, 2008, 04:04:04 ÖS »
NE ZAMAN
MÜSLÜMAN OLDUK?



Birisi bize: “Ne zamandan beri müslümansın?” diye sorsa: “Kâlu belâdan beri müslümanım” diye cevap veririz.
Kâlu belâ nedir? Denirse, cevabı şudur:
Kâlû belâ, ruhların Yüce Allah ile anlaşmasıdır. Manası, “Evet, kabul ettik, sen bizim Rabbimizsin” demektir.
Yüce Allah, bedenlerimizi yaratmadan önce ruhlarımızı yarattı, onları topladı, huzuruna aldı, onları kendilerine şahit tutarak hepsine birden:
“Ben sizin Rabbiniz/yaratıcınız/sahibiniz değil miyim?” diye sordu. Onlar da:
“Evet, sen bizim Rabbimizsin; buna şahit olduk” dediler. Allah bu anlaşmaya meleklerini de şahit tuttu. Bu, Yüce Allah ile kulları arasında ilk sözleşme oldu. Bu sözleşmeyi Yüce Allah bize Kur’an’da anlatıp haber veriyor.9
Biz hatırlamasak da Yüce Allah biliyor ve bize bildiriyor. Böylece biz de hatırlamış ve bilmiş oluyoruz.
İşte bu sözleşmenin yapıldığı meclise “Elest Bezmi” denir.
Bu gün mümin ve müslüman olanlar, o mecliste samimi olarak: “Evet, sen bizim Rabbimizsin” diyenlerdir. Yüce Allah’a iman oradan başlıyor. Bunun için: “Kâlû Belâ’dan beri müslümanım” denir.
Kafir ve münafık olanlar ve bu şekilde ölenler, o mecliste evet demişler, fakat dünyada sözlerini bozmuşlar, Yüce Allah’ı inkar edip başka varlıklara tapmışlar, yahut nefs-i emarenin esiri olarak yaşamışlar, Yüce Yaratıcıya ibadet ve kulluk görevlerini unutmuşlar, bunun için cehennemi hak etmişlerdir.
Akıllı olup büluğa erdiği halde, Rabbiyle yaptığı sözleşmeye sahip çıkmayan, Rabbini unutup eşyaya tapanlar dünyada ve ahirette mutlu olamayacaklardır. Çünkü imansızlık ve şirk, insan kalbi, ruhu, vicdanı ve hayatı için en büyük kötülüktür. Tövbe edilmezse bunun cezası da büyük olacaktır.
Henüz iyiyi kötüden seçme yaşına gelmeyen çocuklar, bu sözleşmeden ve dinin emirlerinden sorumlu değillerdir. Onlara günah yazılmaz. Fakat, yaptıkları iyi işleri ve ibadetleri onlara bunu öğreten-anne baba ve hocaları için sevap olur.
Akıl nimetinden mahrum olan deliler, ilahî emir ve yasaklardan sorumlu değillerdir
Akıllı olup bülüğa erdiği halde, İslam Dini’nin temel esaslarını doğru ve kesin bir şekilde duymayanlar da dinin emir ve yasaklarından sorumlu tutulmazlar. Ancak imkanı olduğu halde araştırmayanlar; doğruyu işittiği ve gördüğü halde din taassubuna düşüp İslam’a yanaşmayanlar ve onu inkar edenler sorumludur.
İslam’ı duymayanlar, dinin emirlerinden sorumlu değillerdir; fakat herhangi bir varlığı mesela insanı, hayvanı, güneşi, ayı ve benzeri varlıkları ilah diye düşünmekten ve onlara tapmaktan sorumludurlar. Normal insandaki bir akıl bu şeylerin yaratıcı olamayacağını anlayacak kabiliyettedir.
__________________


Nedir ki....
zulüm etmek mi?yoksa acı çektirerek unutturmamak mı?
sevgisizliğin ve insanları anlayamayan zülum içinde yaşayanlara.....kendi sözüm))))

522
Komik Fıkralar / Taxi- Çok Komik :))
« : Mart 25, 2008, 03:40:53 ÖS »

    Yağmurlu ve fırtınalı bir gün adam bir taksiye el kaldirir, taksi durur. Adam gidecegi yeri söyleyince, taksici kizarak "Ohoo orasi çok yakin alamam seni" der ve gazlar gider. Adam çok bozulur ama sonra bir sekilde evine gitmeyi basarir. Ertesi gün sans eseri bir bakar ki, dün geceki taksici,evinin önündeki taksi duragindadir ve üçüncü siradadir. Hemen plan yapar ve ilk taksi söförüne yanasir: - Ataköye kaca götürürsün ? - 5 milyon - Sana 20 milyon veririm ama bir kere beraber olalim - Hadi be sapik misin,defol. Adam bu cevabi alinca ikinci siradaki taksiye yanasir. -Ataköye kaça götürürsün ? - 5 milyon - Sana 20 milyon veririm ama bir kere beraber olalim. - Vay sapik vay defol. Sira üçüncü taksiciye yani bizim taksiciye gelmistir. Adam yanasir: -Ataköye kaça götürürsün ? - 5 milyon - Peki.Sana 20milyon veririm ama bir sartim var!! - Nedir ? - Giderken diger taksicilere el salliyacaksin!!!!!! - Ayibettin abi tabii......

   Berber
Adam en yogun saatte berbere girip sorar. Ne zaman bana sira gelir?" Berber, "Iki saat sonra," der. Adam cikar gider. Uc gun sonra ayni adam berbere girip sorar: Ne zaman bana sira gelir?" Berber, "Bir bucuk saat kadar," der Adam cikar gider. Bir hafta sonra yine ayni manzara: Ne zaman bana sira gelir?" Berber: "En az bir saat." Adam cikar gider. Son seferinde berber dayanamaz. Adamin ardindan ciragini gonderir: Bak bakalim bu herif nereye gidiyor?" Bir sure sonra cirak doner: Adami izledim usta." Berber merakla sorar: Ee, nereye gidiyor buradan cikinca?" Cirak cevap verir: "Sizin eve usta!"..(((((:

523
Komik Fıkralar / Süleyman Demirel'den Tay Fıkrası
« : Mart 25, 2008, 03:36:00 ÖS »
Yıl 1963, Süleyman Demirel liderliğindeki Doğru Yol Partisi KIR ATI şahlandırma vaatleri ile % 53 oy oranı ile tek başına iktidara gelir.
Hükümet kurulur aradan 5-6 ay gibi bir süre geçer dönemin Afyon milletvekili başbakan Demirel'in yanına gider ve der ki;
"Sayın başbakanım, halk bize teveccüh gösterip çok büyük bir oy oranı ile iktidara getirdi. Artık neyi bekliyoruz şahlandıralım artık şu KIR ATI" der
Demirel: "Şahlandırmaya şahlandıralım ama TAY'lar izin vermiyo ki!" der.
Milletvekili: "TAY'lar da kim ki Başbakanım?"
Demirel : YARGITAY, DANIŞTAY, SAYIŞTAY ...
 
ALINTIDIR...



524
DİNİ BİLGİLER / '40 Hadis' Kesin Okluyunnn
« : Mart 07, 2008, 10:56:37 ÖÖ »
1
اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ:لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِوَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.
2
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ

İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
3
مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.
4
يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا
Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.
5
إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:
إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.
6
اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.
7
لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ
Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
8
اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا
وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ
Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.
9
إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ
Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.
10
اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.
11
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
12
عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ
بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
13
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.
14
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
15
اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
16
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.
17
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
18
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا
وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ
Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
Buhârî, Edeb, 57, 58.
19
إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.
20
لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ
(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
Tirmizî, Birr, 58.
21
تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ
(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.
Tirmizî, Birr, 36.
22
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;
Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
23
رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ
Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.
Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
Tirmizî, Birr, 3.
24
ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:
Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.
İbn Mâce, Dua, 11.
25
مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ
Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir
hediye veremez.
Tirmizî, Birr, 33.
26
خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.
27
لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı
göstermeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
28
كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى
Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.
Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.
29
اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ
(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.
30
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ
Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.
31
مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;
ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
32
اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ
Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden
veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle
geçiren kimse gibidir.
Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;
Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.
33
كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ
Her insan hata eder.
Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
34
عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.
35
مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا
Bizi aldatan bizden değildir.
Müslim, Îmân, 164.
36
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ
Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)
cennete giremezler.
Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.
37
أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ
İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
İbn Mâce, Ruhûn, 4.
38
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ
طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.

525
DİNİ BİLGİLER / Konu: Şeytan Niçin Yaratıldı?
« : Mart 07, 2008, 10:34:53 ÖÖ »
Bu sorunun iki yönü var. Birisi şeytanın yaratılış gayesi, diğeri ise yaratılış hikmeti. Önce gaye üzerinde kısaca duralım. Bilindiği gibi şeytan cin türünden bir varlıktır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayetine göre cinlerin yaratılış gayesi de, insanlarda olduğu gibi, Allaha inanmak, ona ibadet ve onu tanıma yolunda terakki etmektir. İnsanlar içerisinde bu imtihanı kaybeden küfür ehli insanlar bulunduğu gibi cinlerde de bulunuyor. İşte şeytan bu ikinci kısım cinlerdendir. Kendisi Hz.Ademe (as.) secde etmediği için İlahi rahmetten kovulmuş ve kendi arzusu üzerine bir İlahî hikmet olarak, kendisine kıyamete kadar insanlara musallat olma, onları yoldan çıkarmak için çalışma izni verilmiştir.

Bu iznin verilme hikmeti ise bir değil yüzlercedir. Bunlardan en önemlileri şu iki hikmettir. Cenab-ı Hak, şeytan vesvesesi olmaksızın da insanları imtihan edebilir, şeytanın görevini de insan nefsine yükleyebilirdi. Ama böyle yapmakla, şeytanın o çirkin arzusunu, yani kıyamete kadar insanları hak yoldan saptırma arzusunu kabul etmekle şeytanın cehennemde çekeceği azabı milyarlarca kat artırmış oldu. Zira, “Sebep olan işleyen gibidir.” hadis-i şerifine göre, insanların şeytan vesvesesine uyarak işledikleri günahların bir katı da şeytana yazılıyor ve böylece onun azabı attıkça artıyordu.

Diğer hikmet ise, insanların nefis ve şeytan ile bir imtihan geçirmeleri ve bu imtihanı kazanan müminlerin meleklerden daha ileri derecelere yükselmeleridir. Eğer, insan nefsine kötülüğü emretme özelliği verilmemiş olsaydı ve insanlara şeytan musallat olmasaydı insanların dereceleri de meleklerde olduğu gibi sabit kalacaktı.

Sayfa: 1 ... 33 34 [35] 36 37