İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - HayaL

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 15
31
EGE BÖLGESİ / Denizli Tarihi
« : Aralık 10, 2007, 12:52:02 ÖS »
Denizli Tarihi




Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Denizli de asırlar boyunca çeşitli istilâlara uğramıştır. M.Ö. 2500 senesinde Luviler’in istilâsına uğrayan Denizli, bilâhare Hitit İmparatorluğunun toprağı olmuştur.

Hititlerin yıkılışından sonra Frikya, sonra da Lidyalılarca ele geçirilmiştir. M.Ö. 6. asırda Persler işgâl etmiş, M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu ve İran’ı istilâ edince, Makedonya İmparatorluğuna dâhil olmuştur.

İskender’in ölümü ile imparatorluk parçalanmış, bu bölge Asya İmparatorluğu kısmında kalmıştır. Bilâhare Bergama Krallığı bu bölgeyi ele geçirmiş, bu krallık M.Ö. 130’da Roma’nın nüfûzuna geçince, bölge Roma İmparatorluğu içinde kalmıştır. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye bölününce, bu bölge Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştür. Yedi ve onuncu asırlarda İslâm orduları bu bölgeye pekçok akınlar düzenlemişlerdir.



1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu fâtihi ve Türk Devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Süleymân Şahın başkumandanlığındaki Türk Oğuz orduları bu bölgeyi fethetmişlerdir. 1110 senesinde Birinci Haçlı Seferinde Kommenoslar Denizli’yi geri aldılar. 1158 ve 1189’da Türkler yeniden bölgeye hâkim oldular. Türklerle Bizanslılar arasında el değiştiren Denizli, 1206’da yeniden fethedilerek Konya’ya bağlandı. 1255’te Bizanslılar Denizli’yi geri aldılarsa da, birkaç sene kalabildiler.

Denizli Beyleri, Lâdik Beyleri ve İnançoğulları Beyliği, Germiyanoğlu Beyliğine bağlandı. 1300-1381 arasında İnançoğullarından dört Türkmen Beyi Denizli’de saltanat sürdü. İnançoğullarından önce Sâhib-Ataoğulları, Denizli’yi Germiyanoğullarından almış, fakat kısa bir müddet sonra terk etmişlerdir.
1390’da Sultan Yıldırım Bâyezîd, Germiyan beyliği ile birlikte Denizli’yi Osmanlı topraklarına katmıştır. 1402 Ankara savaşından sonra Germiyanoğulları tekrar Denizli’ye hâkim olmuşlarsa da, 1423’te Germiyan Beyliği ve Denizli tekrar Osmanlı toprağı olmuştur.

1423’ten bu yana hiçbir istilâya mâruz kalmamıştır. Osmanlı devrinde merkezi Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 14 sancağı (vilâyeti)ndan biri olan Aydın’a bağlı kazâ merkeziyken, kısa bir müddet sonra sancak olmuştur.

Tanzimâttan sonra da İzmir vilâyetinin 6 sancağından biri olmuştur. Birinci Dünyâ Harbinden sonra Menderes Nehrinin sağ yanı Yunanlılara, sol tarafı İtalyanlara verildi. İtalyanlar bu bölgeyi işgâl etmediler. Yunanlılar 5 Temmuz 1920’de Buldan kasabasına kadar geldiler. 4 Eylül 1922’de kaçarken çok sayıda Buldanlı’yı şehid ettiler.

Denizli, Cumhûriyet devrinde il olmuştur.

32
EGE BÖLGESİ / Kütahya'da Nüfus ve Sosyal Hayat
« : Aralık 10, 2007, 12:51:11 ÖS »
1990 sayımına göre; toplam nüfûsu 578.020 olup, 241.999’u il merkezi ve ilçelerde; 336.021’i köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 11.875 km2, nüfus yoğunluğu 50’dir.

Örf ve adetleri: Kütahya çok eski bir yerleşim merkezidir. Tarih boyunca Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bergama, Bitinya, Roma, Doğu Roma(Bizans), Anadolu Selçuklu, Germiyanoğulları ve Osmanlı Devleti bu bölgeye hâkim olmuşlardır.

1079’da Selçuklu Türklerinin Kütahya ve çevresini fethinden sonra, Türk-İslâm kültürü yayılmaya başlamış ve eski kültürler unutulmuştur. Kütahya millî ve mânevî değerlerin, târihî an’anesine sıkı sıkıya bağlı, buram buram târih kokan bir ilimizdir.

Kiraz şenliği, ılıca sefaları, kış eğlenceleri, dinî bayramlardaki hususî havasıyla, mesire yerlerine yapılan hususî gezileriyle, kendisine has düğün âdetleri, zengin folklorü ile Anadolu’daki Türk boylarının özelliklerini taşır.

Mahallî kıyafetleri: Düğün, bayram ve hususî günlerde mahallî kıyafetlere rastlanır. Kadınlar, “Tefebaşı” denilen ince çuhadan yapılmış al veya mavi renkli, motifleri altın suyuna batırılmış gümüş sırma ile gergefte işlenmiştir. “Çintiyan” denilen şalvar ile “fermene” ismi verilen cepken veya yâlık ile uzun bir entariden ibarettir.

Erkek giyimi Ege’nin “Zeybek” kıyafetine benzer. Başta keçe, külah veya fes; içte “kazeke” yakasız gömlek, parçalı sallama cepken; altta şalvar ve “serpuşu” denilen kuşak; ayakta yün çorap, kalçın, mest, papuç veya potin bulunur.

Müzik ve halk oyunları: Ege, Marmara ve Orta Anadolu müzik ve halk oyunları karışmıştır. Ege bölgesinin tesiri daha ağır basar. Zeybek türü oyunlar oynanır.

Mahallî yemekleri: Kütahya’nın mahallî yemekleri zengindir. Meşhur yemekleri şunlardır: Şibit (ıspanaklı börek), mantı, kızılcık tarhanası, cimcik (Mantıya benzer hamur işidir) Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülür ve kızgın tereyağ gezdirilir.), labada dolması(ılıbıda dolması veya yalancı dolma da denir. Bulgur pilavını haşlanmış labada yapraklarına sararak pişirirler ve üstüne taze soğan, nâne, hıyar ve süzme yoğurt dökerler.), gözleme, höşmerim, kaygana, kapama, yufka tatlısı, pelüze, dolamber böreği, göveç, küp kebabı, çevirme kebabı ve kuyu kebabı.

Halk ve divan edebiyatı: Kütahya’da çok sayıda halk ve divan şairi yetişmiştir. Halk şairlerinden bazıları şunlardır: Âşık Deli Şükrü, Âşık Sırrı, Arifî, Âşık Ömer, Pesendî ve Kâmilî’dir.

Başlıca divan şairleri ise; Ahmedî, Şeyhoğlu Mustafa, Şeyhî, Ahmed-i Dâî ve Gaybî Sunullah’tır. Evliya Çelebi’nin Ceddi ve lügat yazarı Ahterî Mustafa, Cemalî, Rahimî, Firakî veÜnsî Kütahya’nın yetiştirdiği meşhurlardır.

El sanatları: Kütahya denilince akla çinicilik gelir. Çinicilik on beşinci asırda başlamış, on altıncı asırda çok gelişmiştir. Son asırlarda gerileyen çinicilik son senelerde hızla gelişmektedir. Çok sayıda insan çinicilikle uğraşmaktadır. Kütahya çinileri yurt içi ve dışında meşhurdur. Çinicilikten sonra halıcılık meşhurdur. Binlerce evde halı dokunur. Kütahya halıları aranan halılardır. Kütahya’da oymacılık da isim yapan bir el sanatıdır.

M.Ö. 1500 sene önce Frigler tarafından başlatılan çinicilik, Kütahya’nın sembolü olmuştur. Dünyanın birçok ünlü binasını Kütahya çinileri süslemektedir. Kütahya ve çevresinde bulunan katı maddeler buradaki çini atölyelerine getirilir, değirmende su ile öğütülüp elenir. Ayrı bir havuzda hepsi karıştırılır. Suyu süzüldükten sonra 25 gün dinlendirilir. Dinlenmeden sonra hamuru öğütülerek çakmak taşı konur. Hamurun içine bir miktar tebeşir de eklenir. Hamurun içinde, kilosunda % 40 su bulunan bu karışık, çarka götürülmeye hazırdır. Çarkın başında çalışan ustalar çok küçük yaşlarda bu işi öğrenmeye başlarlar. Mârifetli elleri ile işledikleri hamura istedikleri şekli veren bu kişiler en az 30-40 sene bu işi yaparlar. Hazırlanan eşyalar, vazolar bakır kazanların içine doldurularak sırlanır. Bu işler sırasında desenlerin üzeri kapanır ve tekrar fırına gönderilerek 950°C’de pişirilir, boyanır. Çiniler kalıplardan çıkarıldıktan sonra düzenli bir şekilde itinayla ustalar tarafından fırınlara yerleştirilir. Daha sonra yakılan fırında ısı 800°C’ye kadar yükseltilir. İçine bin parça çini eşya alabilen bu fırınlardan eşyalar ancak 5 gün geçtikten sonra çıkarılır.

Eğitim: Kütahya târih boyunca “kültür şehri” olarak isimlendirilmiş, çağların kültür hazinelerini sinesinde taşımıştır. Tarihi gibi kültürü köklü, sağlam ve zengindir. Okuma-yazma oranı yüzde 87’ye yükselmiştir. İlde 52 anaokulu, 705 ilkokul, 80 ortaokul, 11 meslekî ve teknik ortaokul, 17 lise ve 19 meslekî ve teknik lise vardır. Bütün ilçelerinde lise bulunur.
Eskişehir’deki AnadoluÜniversitesine bağlı iki yüksek okul vardır. Bunlar Kütahya İdarî Bilimler Yüksek Okulu ile Kütahya Meslek Yüksek Okuludur. Merkez ilçe Vahit Paşa Kütüphanesi ile Tavşanlı Halk Kütüphanesi çok kıymetli ve zengin eserlerle doludur. Kütahya Mevlevîhânesi ve Molla Bey kütüphânelerindeki kitaplar, Vahit Paşa Kütüphânesine getirilmiştir.

33
EGE BÖLGESİ / Kütahya'nın Pınarları Türküsü Hikayesi
« : Aralık 10, 2007, 12:50:46 ÖS »
Kütahya'nın Pınarları TürküsüBundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele, avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi (düve: buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş). İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar.

Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar.arkadaşlar bu türküyü dinlemenizi tavsiye ederim

34
EGE BÖLGESİ / Kütahya İsmi Nereden Geliyor?
« : Aralık 10, 2007, 12:49:41 ÖS »
İsminin kökeni

Kütahya ilk kurulduğunda adı seramik kenti mânâsına gelen “seramorum” idi. M.Ö. 11. asırda Frigler şehre “Kotiyum” ismini verdiler. Eski kaynaklarda şehrin ismi Kotiaetion, Katiaion, Cotyaeium, Cotyaeum ve Cotyaium şeklinde geçmektedir. Bütün bunlar “Totys’in şehri” mânâsına gelmektedir.

Selçuklu Türkleri bu şehri fethedince şehre “Kütâhiye” ismini vermişlerdir. Zamanla bu isim “Kütahya” hâlini almıştır.

Bir rivâyete göre, dul bir kadının pazara getirdiği testi, tabak, vazo, sürahi, çanak ve çömlekler sağlam hem de zariftir. Müşteriler tarafından kapışılır. Diğer satıcılar bu kadının hüneri yaptığı topraktan olmalı diyerek kadını takip ederler. Kadın bugünkü Kütahya’nın bulunduğu yere gelip heybesini toprakla doldurur. Diğer esnaf bu bölgede atölyeler açarak şehir kurulur ve seramik şehri manasına“Seramorum” denir.

35
EGE BÖLGESİ / Muğla Hakkında Bilgi
« : Aralık 10, 2007, 12:49:05 ÖS »
Muğla tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanır. İlk çağlarda bu bölgeye Karia'lılar yerleştiği için Karia adı verilmiş. İlin bilinen tarihi ise Hitit'ler ile başlar. Hitit'ler bu bölgeye Lugga derlermiş. İmparatorluğun parçalanmasından sonra Frig'ler egemen olmuş, daha sonra Lydia'lılar bölgeyi ele geçirmişler, bu arada Dor'lar ve Ion'lar da yöreye göç etmişler. Bölge M.Ö. 546 yılında Pers'lerin, M.Ö. 334 yılında (Halikarnassos/Bodrum ve civarı) Makedonya Kralı Büyük İskender’ in, M.Ö. 189 da Bergama Krallığının, M.Ö. 133 de Roma İmparatorluğu'nun, Roma'nın ikiye bölünmesiyle de, Doğu Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine girmiş. Türklerin eline geçmesi Uç Beylerden Menteşe Bey tarafından 1284 de gerçekleşmiş.

Bölge 1391 yılında, Yıldırım Bayezit, tarafındarı Osmanlı topraklarına katılmış, 1402 de Timur’un hakimiyetine geçmiş, Timur bu yöreyi tekrar Menteşe Beyliği'ne vermiş, daha sonra 1425 de II Murat zamanında, Menteşe Bölgesi tümüyle Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine geçmiş. Menteşe oğulları zamanında Yunanistan, Muğla kıyıları ve adalarına çıkmış, Rodos adasını bir süre egemenlikleri altına almışlar. Bu dönemde Rodos adasına yerleşen Sait Jean şövalyeleri Osmanlılar ve Menteşe oğulları ile savaşmışlar, Bodrum kalesini de bir süre ellerinde tutmuşlardır. Ancak 1522 de Kanuni Sultan Süleyman tarafından hem Rodos adası hem de Bodrum Kalesi Osmanlı İmparatorluğu’na katılmışMuğla ilinin merkezi Menteşe Beyliği zamanında Milas'tı; Muğla, Osmanlı İmparatorluğu döneminde merkez olmuş.

“Muğla” adının nereden geldiği konusunda çeşitli söylentiler bulunur. En yaygın söylentiye göre ilin adı, Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’ın komutanlarından “Muğlu” Beyi adından gelmekte. Büyük olasılıkla burayı Muğlu Bey fethettiği için bu komutanın adı verilmiş, "Muğlu" zamanla Muğla'ya dönüşmüş. 1889 Aydın Vilayet salnamesinde rastlanan "Mobella" adı ise kentin ortaçağdaki adıdır.

Kurtuluş savaşı sırasında, Muğla ve yöresini 11 Mayıs 1919 tarihinden itibaren işgale başlayan İtalya, Menderes'in güneyinde filizlenen ulusal güçlerle pazarlık ve anlaşma yapmak zorunda kalmış. İtalya, Yörük Ali Efe'nin Muğla'dan , Demirci Mehmet Efe'nin de Nazilli'den yönlendirdikleri ulusal direniş çalışmaları karşısında silahlı bir çatışmayı göze alamamış. İşgal üzerine tüm Anadolu'da mitinglerin düzenlenip direnme örgütlerinin kurulması için İzmir'den gelen telgrafa, Muğlalı Kocahan Mitingi'ni düzenleyerek cevap vermiş. Aldığı kararların ardından Vatan Müdafaa Cemiyeti, Serdengeçtiler Müfrezesi, Muğla Kuvayi Milliyesi gibi direniş komiteleri kurulmuş. 1920'de Ankara'da açılan 1. Dönem BMM'nde 6 milletvekiliyle ulusal mücadelede üzerine düşeni layıkıyla yapan Muğlalı, oluşturduğu direniş gruplarında yer alan gönüllerini Yunanlılara karşı Aydın cephesine göndermiş. Ege'de 57. Tümenden kalanlarla birleşen gönüllüler, Aydın çarpışmalarında düşmana ağır kayıplar verdirmişler.

Ege illeri arasında Muğla işgal sırasında en fazla şehit veren il olmuş. İç durumun karışıklığı, Yunanlılar ve işgal ettiği yörelerde ekonomik egemenlik kurma düşüncesine dayanan İtalyan politikasını Muğla halkı işgal süresince kurnazca değerlendirmiş, iki ateş arasında kalmaktan kurtulmuş. Anadolu'daki durumun kötüye gittiğini anlayan İtalya, 2. İnönü Zaferi kazanıldıktan sonra ülkesindeki iç siyasal dalgalanmalarını öne sürerek 5 Temmuz 1921'de Muğla'dan ayrılmış. Muğla özgürlüğüne böylece kavuşmuş.

36
EGE BÖLGESİ / Muğla Nüfus ve Sosyal Hayat
« : Aralık 10, 2007, 12:48:41 ÖS »
Muğla Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu: 1980 sayımına göre toplam nüfûsu 562.809 olup, 186.397’si il ve ilçelerde, 376.412’si köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 13.338 km2 ve nüfus yoğunluğu 42’dir.

Örf ve Âdetleri: Muğla ili çok eski çağlardan beri önemli yerleşme merkezi olup, 5 bin senelik bir târihe sâhiptir. Bu târihî seyir içinde birçok millet ve kültürler gelip geçmiştir. 1071’de Türkler tarafından fethedilmesinden sonra bölgeye Türk-İslâm kültürü hâkim olmuştur. Diğer kültürler unutulmuş sadece bâzı târihî yapılar günümüze intikal etmiştir. Muğla halkı asırlardır geleneklerine çok bağlı kalarak örf ve âdetlerini devam ettirmişlerdir.

Mahallî Kıyâfet: Millî ve dînî günlerde, düğün ve törenlerde mahallî kıyâfetlere rastlanır. Mahallî erkek kıyâfetleri: Hoca, ağa ve zeybek kıyâfeti olarak üçe ayrılır. Hoca kıyâfeti. Cübbe ve sarıktan ibârettir. Ağa kıyâfeti: Fes üzerine Şam kumaşından abani sarık sararlar, üzerlerine cübbe yerine ceket, elifli veya alelâde pantolon giyilir. Zeybek kıyâfeti: Zeybekler kendi aralarında efe, zeybek ve kızan olarak ayrılır ve herbirinin kıyafeti ayrıdır. Efeler başlarına narçiçeği renginde fes giyerler. Feslere püskül veya oyalı yazma sarılır. Püsküle koza ismi verilir. Siyah renklidir ve 100 dirhemdir. Giyilen şalvar diz kapakları üzerinde ise de dizlik giyilerek açık yerler örtülür. Üzerlerine giyilen kısa ceketin kolları varsa “cepken” yoksa “camedan” denir. Çuhadan yapılırlar. Üzerleri sırma ile işlenir. Cepkenlerin altına pullu mintan giyilir. Bele “acemşalı” denilen kuşak sarılır. Kuşağın üzerinde silahlık vardır. Arasına bir yatağan, gümüş tütün tabakası, kehribar ağızlık, mendil ve yara sarmak, kesici silahlardan korunmak için 2 hokka temiz yapağı konur. Giyilen çizmeye “kayılık” denir. Üzeri işlemelidir. Baldır kısmına gelen yerinden püsküller sarkar. Çizme giyilmediği zaman dizlik giyilir. Buna “kepmen” denir. Kepmen içine kama sokulur.

Kadın kıyâfetleri: Başa“şamı” denilen ince bir bez sarılır. Şamı sarılmadan kenarları kesilmiş sadece üstü bulunan fes giyilir. Fes çene altından geçen iki şeritle tutturulur. Boyuna gerdanlık takılır. İç gömleğin yakası ve bağrı renkli ipliklerle işlenir. Üçetek topuklara kadar iner. Üçetek üzerine sim ve kaytandan işlemeli kadife cepken giyilir. Cepkenin altına kuşak bağlanır. Parlak ve satenden yapılmış şalvar ile kıyafet tamamlanır. Ayağa renkli veya beyaz yün çorap, yemeni şeklinde burnu sivri ve yukarı kalkık arka kısmından yukarı çıkıntısı olan ayakkabı giyilir.

Muğla; oyun, müzik ve türkü folkloru bakımından çok zengindir. Zeybek havaları, teke oyunları ve kaşık oyunları yaygındır. Teke oyunları Fethiye’de; Zeybek oyunları ise Bodrum, Milas, Köyceğiz ve Muğla’da yaygındır. Kına gecelerinde “Temel devren” adıyla söylenen türküler çok ve meşhurdur. Türkülerde gurbet havaları, Avşar beyleri, uzun yol havaları, semahlar, gemici türküleri, gelin ağlatma ağıtları ve zotlatmalar ağır basar. Bölgenin meşhur oyunları Bilalin Zeybeği, Satı Zeybeği, Ferayı, Bıçak Oyunu, Kalkan Oyunu, Kuruoğlu, Zapbak, Buhurcular Zeybeği, Çıktım Tepe, Gidene Bak Gidene, Demirciler, Eydim Kavak Dalını ve Kadıoğlu Zeybeğidir.

Mahallî Yemekler: Kuzu ve oğlak etinden yapılan Püryan Kebabı, Milas’ın Keşkeşi, Bodrum’un Paşa Makarnası ve Saraylısı, Datça’nın Mürdümerik Çorbası ve Hernep Pekmezi meşhurdur.

1881-1894 arasında 2 Alman profesörü bu bölgede tetkik yaparak örf ve âdetler hakkında 2 ciltlik eser hazırlamışlardır.
Eğitim: Muğla’da okulsuz köy yoktur. Okur-yazar nisbeti % 90’a ulaşmıştır. İlde 55 anaokulu, 600 ilkokul, 61 ortaokul, 9 meslekî ve teknik ortaokul, 12 lise, 20 meslekî ve teknik lise vardır. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine bağlı İşletmecilik Yüksek Okulu da Muğla’dadır.

37
EGE BÖLGESİ / afyon ilimiz hakkında genel bilgi
« : Aralık 10, 2007, 12:47:58 ÖS »
Batı Anadolu ile İç Anadolu Bölgelerini birleştiren yüksek alanın güney parçasını oluşturan Afyon, doğuda Konya, batıda Uşak, kuzeybatıda Kütahya, güneybatıda Denizli, güneyde Burdur, güneydoğuda Isparta ve kuzeyde Eskişehir illeri ile komşudur.

Afyon, Türkiye’nin coğrafi bölgelerinden üçü üzerinde (Ege, Akdeniz, İç Anadolu) yayılan bir ildir. Büyük kısmı Ege bölgesinin İçbatı Anadolu bölümünde bulunur. Güneyde bulunan Başmakçı, Dazkırı, Dinar ve Evciler ilçelerinin bazı toprakları Akdeniz Bölgesi sınırları içine girer.

İlin doğu ve kuzeydoğu kısımlarındaki bazı topraklar da İç Anadolu Bölgesine taşar. Önemli merkezleri birbirine bağlayan kara ve demiryolları Afyon’dan geçer. Bu özellikleri sebebiyle Afyon, yolların kesiştiği, bölgelerin birbirine bağlandığı bir merkez konumundadır.

Yüzölçümü 14.295 km2 olan Afyon ilinin büyük bir bölümü Ege Bölgesinin iç batı olarak adlandırılan kesiminde bulunur. İlin doğusunda kalan topraklar İç Anadolu Bölgesinin özelliklerini gösterir. Güneybatıda kalan çok küçük bir parçada Akdeniz karekteristiğini görmek mümkündür.

Afyonkarahisar ismini dünyanın oluşumunun dördüncü zaman diliminde bir yanardağ ağzında meydana gelen sarp kayalar üzerine kurulan kaleden (Karahisar) ve ilk defa "Synnada" antik kenti sikkelerin de karşımıza çıkan haşhaş (Opıum-Afyonkarahisar)'dan almıştır.

 Bu Resim Küçültülmüşdür.Gerçek Boyunu Görmek İçin Tıklayın.Gerçek Boyut 709x507.
Afyon çevresinde ilk yerleşimin MÖ.7.000 yılında başladığı, Kalkolitik ve Eski Tunç çağı kültürlerinin burada yaşandığı ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Afyon'un, Hititlerin Arzava Prensliği tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Bilinen en eski adı Akroenos idi.

MÖ.X.yüzyıla kadar Hititlerin, MÖ.660 yılına kadar Phrygia'nın, sonra Kimmerlerin, Lydialıların, Helenlerin ve Bergama Krallığının yönetiminde kalmıştır. Son Bergama Kralı Attalos III'ün vasiyeti üzerine Romalıların egemenliğine geçmiştir.

XIII.yüzyılda Anadolu Selçuklularının yönetimine giren Afyon'daki kalede Selçuklular devlet hazinelerini saklamış, bu yüzden de şehre Hisar-ı Devre ismi verilmişti. Yöre 1265-1333 yıllarında Saip Ata Oğullarının başkenti olmuş 1329'da Osmanlıların egemenliğine girmiş, 1402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra Germiyanoğulları'na bağlanmıştır. XIV.yüzyılda Germiyanlıların egemenliğinde iken, son Germiyan beyi II.Yakup'un ölümü üzerine, vasiyeti uyarınca 1428'de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bundan sonra da Karahisar-ı Sahip olmuştur.

Osmanlı yönetiminde 1451'de Kütahya Sancağına bağlanmış, 1802'de eyalet merkezi, Tanzimattan sonra Kütahya'ya bağlı ilçe, 1865'te Bursa iline bağlı sancak merkezi olmuştur. 1914 yılında da bağımsız sancak haline gelmiştir. I.Dünya savaşı'nda 2 yıl boyunca Yunan işgali altında kalmış, Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan düzenlemede Afyon İl Merkezi olmuştur.

Başkomutanlık Meydan Savaşı, Afyonkarahisar'da yapılmıştır. Büyük Taarruzdan bir gün sonra 27 Ağustos 1922 günü, saat:17.oo'de Türk orduları Afyonkarahisar'a girmiş bundan sonra Başkomutanlık ve Garp Cephesi Karargâhı Afyonkarahisar'a taşınmış ve karargâh olarak kullanılmıştır. Atatürk, 28 Ağustos1922 günü Afyonkarahisar'daki karargâhına gelmiş, büyük zafere kadar çalışmalarını buradan idare etmiştir.

Kentin simgesi olan Kale MÖ.1350'de Hitit İmparatoru II.Murşil tarafından yaptırılmıştır. Frig Kaya Mezarları, Gazlı Göl ve Sandıklı Kaplıcaları,Ulu Cami (1273), Kâbe Mescidi (1397), Gedik Ahmet paşa Külliyesi (1477), Ak Mescit (1397), Çavuşbaşı Camisi (1575), Kubbeli Mescit (1330), Kuyulu Mescit, Mısrî Camisi (1483), Ot Pazarı Camisi (1582), Türbe (Mevlevi) Camisi (1844), Yeni Cami (1711) kentin belli başlı tarihi yapıları arasındadır. Bunun dışında cami, mescit, hamam ve köprüler diğer önemli yapılarıdır. Kentte bunlardan başka 1922 Başkumandanlık Savaşı anısına Avusturyalı Heykeltraş Heinrich Krippel'in kurtuluşu simgeleyen zafer anıtı (1935) kentin simgesi konumundadır.

38
EGE BÖLGESİ / aydın
« : Aralık 10, 2007, 12:47:10 ÖS »
Yüzölçümü: 8.007 km² Nüfus: 824.816 (1990)
İl Trafik No: 09


Aydın, Tralles antik kentinin üzerine kurulmuştur. Eski çağlarda Ege Bölgesi’nin en önemli kentlerinden birisidir.Antik dönemin birçok bilgin, mimar, heykeltıraşı Aydın’da yetişmiştir. Bunlar arasında Antemiyus, Thales, Anaximandros, Anaximenes, Hekotaios, Hippodamos, İsodor sayılabilir.
İLÇELER

Bozdoğan: Büyük Menderes havzasının güneyinde Akçay'ın suladığı ovanın yanında yükselen Madran dağı eteklerindeki iki tepe üzerine kurulmuştur. Aydın'a 76 km. uzaklıktadır. İlçedeki tarihsel yapı kalıntıları ve buluntuları çok eski çağlara aittir. Roma, Bizans ve Selçuklu kültürlerinin izlerini taşıyan eserler de vardır. Koyuncular köyü yakınında bulunan Neopolis Kavaklı köyü, Körteke kalesi, Örtülü ve Konaklı köylerindeki Sarnıçlar ve Kemer Köprüsü bunların başlıca örnekleridir.

Buharkent: İl merkezine 86 km. mesafedeki İlçede Kızıldere kaplıcaları bulunmaktadır.

Çine: Aydın il merkezine 38 km. uzaklıktadır. Çine, Antik , Karya ve Onya bölgelerini birbirine bağlayan geçit üzerinde olması nedeniyle Aydın'ın eski ve önemli yerleşim yerlerinden biridir.

Gerga: Eski Çine'nin 6 km. güneydoğusundaki ovacık köyünün kuzeyinden bir saat süren yaya tırmanma ile ulaşılabilen Gerga ören yeri, ulaşım güçlüğüne rağmen görülmeye değer bir karya kentidir

Koçarlı: Aydın il merkezine 22 km. uzaklıktadır. Büyük Menderes vadisinin ortasında ve Koçarlı çayının iki yakasındaki yamaçlarda kurulmuştur. Amyzon antik kenti ve Cihanzade Mustafa Camii önemli eserlerdendir.

Nazilli: Aydın'a 45 km uzaklıktadır. Nazilli ilçesine 3 km. uzaklıkta, Bozkurt ve Eyeli yaylaları arasında kurulmuş olan Mastavra Antik Kenti, zamanında menderes havzasının ticaret merkezlerinden biriydi.

Söke: Aydın'ın 59 km. batısında olup, Büyük Menderes akarsuyunun yakınında kurulmuştur. Didyma, Miletos, Priene gibi ünlü kentler, ilçe yakınındadır. İlçenin 12 km uzaklıkta Güllübahçe kasabasının yakınında yer alan Priene antik kenti, Mykale Dağı yamacında güneye bakan doğal bir platform ve çevresine kurulmuştur.

Sultanhisar: Aydın iline 25 km uzaklıktadır. Kuzeyinde Aydın dağları uzanmaktadır. Nisa (Nyssa) Sultanhisar ilçesinin kuzeyinde yükselen Malgaç dağı eteklerinde, doğal güzelliklerle dolu yamaçlara kurulmuştur. İlçeden kıvrılarak yükselen 3 km asfalt yol ile ören yerine ulaşılır.

39
EGE BÖLGESİ / Denizli'de Nüfus ve Sosyal Hayat
« : Aralık 10, 2007, 12:46:33 ÖS »
Denizli Nüfus Ve Sosyal Hayat




Nüfus: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 750.882 olup, 337.793’ü şehirlerde, 413.089’u köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 11 bin 874 km2 olup, nüfus yoğunluğu (kesâfeti) 64’tür.



Örf ve Âdetler: Denizli’de Türk İslâm kültürü yerleşmiş ve 11. asırdan bu yana Türk İslâm kültürü ile yoğrulmuştur. On birinci asırdan sonra Türk olmayanlar İzmir’e doğru göç etmiş ve 1071’den sonra Denizli civârındaki dağ ve yaylalara yerleşen 200.000 çadırlık Türkmenler bölgeye hâkim olmuşlardır. Osmanlı Devleti Denizli’yi toprağına kattığında Denizli tamâmen Tükleşmiş bulunuyordu. On birinci asırdan önce bu bölgede yaşayan milletler ve bunların kültürleri eriyip gitmiştir. Sâdece târihî eser ve harâbeleri kalmıştır.


Mahallî kıyâfet: Denizli’nin kendine özel mahallî kıyâfeti vardır. “Süğüm”, “çeki”, “yemeni”, “cepken” ve “şalvar” ve diğer mahallî kıyâfetler ancak düğün ve folklor gösterilerinde giyilir.


Yemekleri: Bu bölgeye mahsus meşhur yemekler ise; kuru patlıcan dolması, kuru börülce çorbası, patlıcan közlemesi, tahinli katmer, nohutlu et ve sirkeli et, tas kapamasıdır.


Eğitim: İl dâhilinde 618 ilkokul, 129 ortaokul, 54 lise (genel-meslekî) vardır. Denizli’de, İzmir’deki Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı bir meslek yüksek okulu, bir tıp fakültesi, bir de eğitim yüksek okulu bulunur. Ege Üniversitesine bağlı Eğitim, Mühendislik ve Mîmârlık Fakültesi de bulunmaktadır (1993).
Folklor bakımından çok zengindir. Zeybek oyunları yaygındır. Halk edebiyâtı bakımından zengin mâni, atasözü, bilmece, alkış ve kargışlara sâhiptir. Güreş sporu yaygındır. Bayram Şit, Hasan Güngör, Ramazan Uysal ve Mehmet Güçlü gibi dünyâ ve olimpiyat şampiyonları yetişmiştir.

Deve ve horoz döğüşü yaygındır.

40
EGE BÖLGESİ / Manisa Hakkında
« : Aralık 10, 2007, 12:44:19 ÖS »
İklim
Ege iklimi özellikleri taşıyan Manisa'da yıllık sıcaklık ortalaması 16,8 °C'dir.
Ege bölgesi içinde geniş bir alanı kapsayan Manisa İlinde, Akdenz iklimi ile beraber İç Anadolu'nun karasal iklim özellikleri egemendir. Ovalar ve ovaları çevreleyen vadilerde, karasal nitelikli Akdeniz İklimi görülürken, yüksek dağlık bölgeler ve platolar ile kuzey ve kuzey doğusunda ki dağlar ve platolarda İç Anadolu'nun karasal nitelikli iklimin etkileri görülür.
Batıdan doğuya doğru gidildiğinde toprak, iklim ve topografya gibi çevre koşulları yavaş yavaş değişmeye başlar. Bu değişime bağlı olarak, bitki örtüsü de değişir. Bitki örtüsü batıdan doğuya doğru ova bitkileri, makiler, ormanlar ve alpin bitkilerinden oluşur. Bu düzenli bir sıra biçiminde birbirini izlemez. Egemen bitki örtüsü ormanlar ve makilerdir.
 
Manisa girişindeki Kuvay-i Milliye ve Cumhuriyet Anıtı (65 m)


Doğal bitki örtüsünün büyük çoğunluğu, kuraklığa dayanıklı, sert yapraklı, sürekli yeşil kalan Akdeniz Bitki türleridir. Çok güzel bir şehirdir. İl'de ortalama sıcaklık 16.8 °C'dir. En sıcak aylar, ortalama sıcaklığın 30 °C'nin üzerine çıktığı Haziran. Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Yıllık sıcaklık ortalaması kışın (Ocak Ayı) 6 °C'nin altına düşmez. Yılda ortalama 25 gün donlu geçer. Yılda ortalama 107.5 gün sıcaklık 30 °C'nin üzerindedir. Ortalama olarak yılın 91 günü yağışlı geçmektedir. Yıllık ortalama yağış miktarı m² ye 750.3 kg'dır. En fazla yağış Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülür.

Tarihi

Medeniyetler, krallıklar, devletler, beylikler, eyaletler ve vilâyetler... Manisa’dan kimler geldi kimler geçti.. Taht uğruna Manisa sarayında doğan nice şehzade bir gül goncası dahi olamadan soldurulup giderken geride Niobe gibi acıdan taşlaşmış analar vardı. Yunan baştan aşağı Manisa’yı yakıp yıkıp öldürürken, bebeleri ana karnında katlederken, İstiklâl Savaşına gidip de dönmeyen nice evlâtların ardından geriye ne analar kaldı acıdan tunçlaşmış. Acılarını susup uzaklara bakarak, sorulduğunda “Vatan sağolsun” diyerek, tütün kırıp üzüm şırası çiğneyerek yüreklerine bastılar. Hititliler, Lidyalılar, Persler’den sonra bölgede Bergama Krallığı kuruldu.
Manisa ve yöresinin tarih öncesi ile ilgili ilk bilgi, Salihli Sindel Köyü'nde bulunan Paleolitik Çağ'a (Yontma Taş Devri) ait fosil ayak izleri yörede insan topluluklarının yaşadığıni kanıtlayan ve yaklaşık 26.000 yıl öncesine tarihlenen buluntulardır. Kırkağaç Yortan Köyü'nde bulunan mezarlar ise, farklı bir mezar kültürü olan Tunç Devri'ne aittir.
Hermessos ve Kaikos ya da bugünkü adıyla Gediz ve Bakırçay vadilerinde kurulmuş olan Tantalis (Manisa) ve Thyateira (Akhisar) bölgede bilinen ilk yerleşimlerdir.
Manisa'nın, Yunanistan'ın Teselya Bölgesi'ndeki Pelion Dağı civarından göç eden Magnetler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Bölge M.Ö. 1450-1200 yıllarında Hititlerin etkisinde kalmıştır. Kybele bereket tanrıçası kabartması yöredeki Hitit varlığın göstermektedir. M.Ö. 1200'lerde ise Lidyalılar gelmiş ve Kızılırmak'a kadar bütün Batı Anadolu'ya egemen olmuşlardır. Tarihte, devlet güvencesinde ilk parayı basan Lidya Krallığı'nın başkenti bugünkü Sardes (Sart) şehriydi. Paktalos (Sart) Çayı'ndan çıkarılan altın madeni ile ünlüydü. Lidya Krallığı gücü ve zenginliğiyle ünlü son Kral Krezüs'ün adıyla özdeşleşmiştir. Ancak M.Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmıştır. İrili ufaklı çok sayıda tümülüsün yer aldığı Bintepeler Mevkii bu devri simgeleyen eserleri barındırmaktadır.
Bölge; M.Ö. 546 yılından M.Ö. 334 yılına kadar Pers egemenliğinde kalmıştır. Sardes bu dönemde de önemli bir ticaret merkezidir. M.Ö. 334'de Trakya üzerinden Anadolu'ya geçen Büyük İskender, Pers ordularını yenerek Suriye'ye doğru ilerlemiş ve Pers egemenliğine son vermiştir. Büyük İskender'in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra satraplıkların birbirleriyle mücadelesi M.Ö. 301 yılında İskender İmparatorluğu'nun sonunu getirmiştir.Bu döneme ait en önemli eser Sardes Örenyeri'ndeki Artemis Tapınağı'dır.
Daha sonra Bölge Bergama Krallığı'nın egemenliğine girmiştir. Bölgenin önemli kentlerinden Philadelphia'ya (Alaşehir) ismini dönemin krallarından II. Attalos Philadelphos vermiştir. Bergama Krallığı III. Attalos'un ölümünden sonra (M.Ö. 133), vasiyeti üzerine Roma İmparatorluğu'nun yönetimine devredilmiştir. M.S. 17 yılında meydana gelen büyük depremde bölgedeki Magnesia, Thyateira, Philadelphia ve Sardes gibi bütün yerleşimler büyük ölçüde yıkılmışsa da İmparator Tiberius'un katkılarıyla yeniden inşa edilmiştir.
M.S 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Manisa, 1313 yılının 25-26 Ekim tarihlerindeki Regaip Kandili gecesi Saruhanbey komutasındaki askerler tarafından fethedilmiş ve Saruhanoğullarının merkezi olmuştur. Ulu Cami ve Medresesi, Mevlevihane ve Çukur Hamam Saruhanoğullarından günümüze kalanlardır. 1392 yılında Yıldırım Beyazıd tarafından Osmanlı topraklarına katılan şehir Ankara Savaşı sonrası iade edilmiş, Çelebi Mehmet 1412 tarihinde geri almıştır.
Artık Manisa, Saruhan Sancağı adı altında Osmanlı Devletine padişah yetiştiren bir şehzadeler şehridir. II. Murat, Fatih Sulatn Mehmet, Kanunu Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi daha sonra Osmanlı tahtına oturmuş padişahların da içinde olduğu 16 şehzade Manisa’da sancakbeyliği yaptı.
Kolay değildi sancakbeyi olmak. Saruhan eyaleti minyatür bir Osmanlı Devleti gibi düşünülüyor, şehzadeler lalaları ve hocaları tarafından bir padişah olarak yetiştiriliyordu. Şehzadeye hem devlet hem başkent görevi yapan Saruhan Eyaleti işte bu dönemde en büyük kısmetlerini doğal olarak alıyordu. Hanlar, hamamlar, kervansaraylar, camiler, medreseler, imarhaneler, bimarhaneler, aşevleri, yetimhaneler, sıbyan mektepleri ile hem şehzade tarafından hem de şehzadenin annesi veya diğer yakınları tarafından donatılıyordu. Sarayların, köşklerin, konakların, çeşmelerin, arastaların içinden Manisa her sabah yeniden doğuyordu. 1300 lü yıllarda bölgeye gelen İbn Batuta bağların, bahçelerin, akarsuların, Spil dağının güzelliklerini anlata anlata bitiremez. Nasıl anlatmasın ki; devir, ağaçlara elden geldiğince zarar vermeden yer açılıp 2 katlı, şahnişli ev, konak yapma zamanı idi. Önemli olan gölgeli kocaman ağaçları olan bahçenin büyük olması içinde şıkır şıkır suların akması idi. Şimdiki gibi, elde çam fidanı apartımanlar arasında yarım metrekare yer bulsam da dikebilsem diye aranma zamanı değildi. İbn Batuta Magnesia (o zaman ki adı)’ya geldiği zaman Saruhan Beyliği zamanıdır. Saruhan Bey’in bayram arefesinde, bir kaç ay önce ölen oğlunun türbesinde eşi ile sabahladığını anlatır ve devam eder: “Çocuğun cesedi tahnit edilerek kalaylı demir kaplı tahta bir tabut içine konmuş ve cesetten çıkan kokunun kaybolması için çatısı örtülmemiş bir kubbeye asılmıştı. Bir süre sonra çatı örülecek, tabut yere indirilerek ortaya konacak, üstüne de ölenin elbiseleri örtülecekti. Birçok hükümdar için böyle yapıldığını daha önce de görmüştüm.”
Arap seyyah İbn Batuta’nın gördüğü eski bir Türk geleneği idi. Hatta Mevlâna ve ilk Osmanlı padişâhları hep böyle gömülmüştü. Üstâdımız Evliya Çelebi ise Manisa’yı bize şöyle anlatır: “Sihirli Kale’nin bulunduğu puslu dağın eteğinde doğudan batıya doğru tıpkı Bursa şehri gibi kurulmuş müzeyyen bir şehirdir. 6660 kadar güzel evlerden meydana gelmiş tamamı 60 mahalledir. Baştan başa saraylarla süslü şehir, temiz, iki katlı, kiremit çatılı evleri ile çok hoştur. Bunlar birbiri üzerine kale dağına yapılmış haneler olup yüzleri baştan başa balkon ve pencere ile kaplıdır. Bu evler kuzey taraftaki ovada akan Gediz nehrine bakar. Bu ova bağ ve bostanlarla ve reyhan, gül gülistan mamur köylerle dolu, bol mahsul veren münbit bir ovadır. Evlerin pencerelerinden bu ova seyredilirken insan hayat bulur. Bu şehirde sultanların, vezirlerin ve mühim şahsiyetlerin yaptırdıkları camilerle beraber tam beş yüz mabed vardır. Şehrin doğu cihetinde yüksek bir mesirede bir büyük Hazreti Mevlâna tekkesi vardır. Fevkalade ferah bir mevlevihanedir. Semahanesi ve birçok fukara odaları ile mamurdur. Eski zamanlarda kilise imiş. Suyu ve havası lâtif, cennet bahçesi gibi güzel, dervişlerin oturduğu bir yerdir. Şehrin her tarafı buradan görülür. Kalealtı pazarı meydanında altlı ve üstlü ferah ve havadar kahvehaneler vardır. Herbirinin fıskiyeli şadırvanları, havuzları olan süslü kahvehanelerdir. Burada vilâyetin bütün ileri gelenleri ve okumuş kişileri birbirleri ile tanışıp çay içerler. Her birinde dört mahfil yapılmış olup, birinde saz çalıp şarkı söyleyenler, birinde raks eden güzeller, birinde kıssa anlatan meddahlar, birinde de gazel okuyan şairler vardır. Bunlar işte böyle ilim irfan yuvası kahvelerdir. Fakat Karaköy’deki kahve Kalealtı kahvelerinden daha güzeldir. Bunun dünya üzerinde emsali yoktur. Bu eşi bulunmaz kahve, cennet gibi olup kuş kafesleri ile süslüdür. Vilâyet ahalisinin ekserisi kanaat sahibi, sanaat sahibi, ibadet sahibi olup, dostluğa kıymet verirler. Halk kazancını ekseriya el tezgâhlarında Manisa Alalacası isimli kumaş dokuyarak temin eder.
Üstâdın anlattığı Manisa ile bugünkü Manisa arasında Spil dağı kadar fark var. Şehrin içindeki şu bir avuç yeşil ağaç da Türkiye’de efsane olmuş Manisa Tarzanı’nın eseri. Hakkında kanun kaçağından karşılıksız aşk efsanesine kadar bir sürü söylence olan Manisa Tarzanı aslında Kerkük Türklerindenmiş. Kurtuluş Savaşında cepheden cepheye giden Kerkük Türk’ü Ahmet Bedevi, Yunan Manisa’dan def edildikten sonra Manisa’da kalır ve enkazın kaldırılmasında canla başla tıpkı cephedeymiş gibi çalışır. Daha sonra elinde taze fidanlar, çeltikler ile Manisa’nın yanan kavrulan ağaçlarının yerine yenilerini dikmeye başlar. Bu artık onun için bir ibadet gibidir.


İlçeler

Merkez (245,467), Ahmetli (10,018), Akhisar (72,583), Alaşehir (36.220), Demirci (22.309), Gölmarmara (10.455), Gördes (10.203), Kırkağaç (24.900), Köprübaşı (4.169), Kula (25.140), Salihli (110,233), Sarıgöl (10.100), Saruhanlı (12.470), Selendi (7.030), Soma (65.300) ve Turgutlu (107,011).
adres açıklaması Şehrin ise bir diğer ayrıcalığı, Manisa adını bir mühür gibi üstüne vuran Mesir Macunudur.
Macunlar, eski çağlardan beri gerek Anadolu’da gerekse Hind, Mısır ve Mezopotamya’da hastalıklara karşı ve kuvvet verici olarak kullanılmıştır.
Selçuklu ve Osmanlılar zamanında, Anadolu’da en iyi mâcunu ilk Türk eczâcıları yaparlardı. Macunculuk Türklerde ayrı bir esnaflık kolu olup, Evliyâ Çelebi zamânında İstanbul’da 300 macuncu dükkanı bulunmaktaydı. Mesir macunu, târihî Türk tıp geleneklerine bağlı olarak, on altıncı yüzyılda meşhur hekim Merkez Efendi tarafından yapılmış şifâlı bir terkiptir.
Kânûnî Sultan Süleyman Han, Manisa’da hastalanan annesi Hafsa Sultan için devrin hekimlerinden Merkez Efendiye bir ilâç yapmasını emreder. Merkez Efendi de 41 çeşit baharattan şifâlı bir macun yapar. Hafsa Sultan bu macunu kullanarak iyileşir. Bunun üzerine Kânûnî Sultan Süleyman, bu macundan herkesin istifâde etmesi için, her yıl şenlik düzenlenmesini irâde eder. Bu târihten itibâren her yıl mesir şenliklerinde, geleneklere bağlı kalınarak, halka mesir macunu dağıtılmaya başlandı.
Nevruz günü bu macundan yiyeni yılan, çıyan gibi zararlıların bir yıl boyunca sokmayacağı, çocuğu olmayanların olacağı, hastalıklardan iyileşileceği, bekâr kızların o yıl içinde evleneceği ve dahi o yıl grip dahil hastalanılmayacağı inancı ile yenilen Mesir Macunu Manisa halkı için ayrıcalık değil de nedir? Bu kudretli macunun macerası 475 yıl önce başladı. Kırım Tatar Türklerinin Hanlarından Mengili Giray’ın kızı, Yavuz Sultan Selim'in karısı ve Kanunî Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, 1522 yılında Manisa'da Sultan Camii adıyla büyük bir cami yaptırır. Caminin çevresini de okul, imaret, hamam, akıl hastanesi gibi hayır eserleriyle donatır. O zaman tımarhane denilen akıl hastanesinin başına, devrin tanınmış bilgin ve doktorlarından Şeyh Merkez Efendi'yi getirir. Asıl adı Muslihiddin Musa olan Merkez Efendi, aynı zamanda gönül sahibi, erenlerden olgun bir kişidir. Hastanedeki delileri, müzikle, şiirle tedaviye çalışır, hastanesinde bir saz ekibi kurdurur. Bir gün, Ayşe Hafsa Sultan ağır bir hastalığa yakalanır. Hiçbir hekim derdine çare bulamaz. Devrin bilginlerinden Sümbül Efendi'ye baş vururlar. Sümbül Efendi:
Manisa'da hekim Muslihiddin Musa bilir ancak... Ona danışın, der.
Gelirler Manisa'ya. Doğruca tımarhaneye giderler. Bir de ne görsünler... Hekim Muslihiddin Musa avlusuna toplamış delileri, koca taş dibekte, baharat dövdürmekte. Selam verip beklerler. Merkez Efendi, dövülen baharatı alır, balla, şekerle kaynatarak macun yapar. Hastane kapısında bekleşen hastalara teker teker dağıtır. Artanını da İstanbul'dan gelen konuklara verir:
Alınız, bu macunları, tiz saraya götürünüz, Valide Sultan'a yedirirseniz bir şeyciği kalmaz. Gerçekten de Ayşe Hafsa Sultan, macunları yedikten sonra, şifa bulur. Derdinden kurtulur, Merkez Efendi'yi de İstanbul'a çağırır.
O gün bugündür, bu şifalı macunlara "Mesir Macunu" denir. İçerisinde, 41 çeşit baharın bulunduğu bu macunlar ince kağıtlara sarılarak halka dağıtılır. İstek çok olunca, bunun yılın belirli bir ayında Sultan Camii minarelerinden atılması gelenek halini alır. Her yıl Manisa'da, nisan ayının son haftasında yapılan Mesir şenliklerinde bu geleneğe uyularak, macunlar hazırlatılır ve minarelerden atılır. Binlerce insanın kapıştığı bu macunların her derde deva olduğu inancı, bugün de halk arasında yaygındır. Türbesi İstanbul’da adını taşıyan caminin bahçesinde olup, Manisa halkına yarayan Merkez Efendi’nin dağıtılan şifâlı mesir macununun terkibi ise; anason, hindistancevizi, hindistan çiçeği, çivit, çöpçini, çörekotu, dar-ı fülfül, hardal, tohum, havlican, hıyarşenbe, kakule, kalbarda, karabiber, karanfil, kebabe, kimyon, kırımtartar, kişniş, Iimontuzu, iksir, mailleziz, meyanbalı, portakal kabuğu, ravend kökü, safran, sakız, sarı hajile, sinameki, şamlı, şeker, rezene, tarçın, tarçın çiçeği, teke mersini, tiryak, udülkahar, vanilya, yenibahar, zencefil, zerde çöp, zulumdur. Mesir Macunu nelere kâdir değildir?
Her ne hikmetse Merkez Efendi yaptığı macuna Manisa’nın ayrı bir efsanesi olan o kocaman kocaman taneli, uzun uzun kehribar renkli üzümlerinden koymamış. Öyle bir efsane ki; Saba Melikesi Belkıs Sultan, İzmir'in Kadife Kale'sinde yazlık sarayını kurduğu zaman, Manisa çevresinde bir geziye çıkmış. Bir koruluktan geçerken boynundaki gerdanlık bir çalıya takılmış, taneleri her yöne saçılmış. Neden sonra olayın farkına varan Belkıs Sultan, yemyeşil vadilere seslenmiş: -- Gerdanlığımı bulun. Yoksa yeşilliklerinizi kurutur, her tarafı çöle çeviririm.... Vadiler, asma dallarıyla donanmış. Belkıs Sultan'ın gerdanlığı salkım salkım üzüm, tadına doyum olmayan üzümlerin vatanı Manisa olmuş. Böylesine ayrıcalıklarla dolu bir kent Manisa. Osmanlı Devrinde ise adı Saruhan Eyaletidir demiştik. Bir de tarihten şunu öğrendik: Varlığın bol olduğu yerde eşkıyalık çok olur. Hiç bir şeyden çekmedi Saruhan Eyaleti eşkıyadan çektiği kadar. Hele ki; 18. ve 19. yüzyıllarda Saruhan’da eşkıyalık, daha önce 17. yüzyılda Celâli ayaklanmaları eyâletin belini öyle bir büktü ki; bugün bile izleri sürmektedir. Sancak beylerinin Aydın veya İzmir’de oturup mütesellimleri vasıtası ile Saruhan’ı idare ettikleri bir devirdi bu yüzyıllar. Kanun ve mevzuuata aykırı hareket edenler veya suç işleyenler, zarar görenler tarafından adlî makamlara şikâyet ederek, kayıp olan haklarının geri alınması talebinde bulunuyorlardı. Bu durum karşısında tayin olunan mübaşir ve memurlar suçluları mahkemeye çağırıyorlardı. Mahkemeye gelenlerin duruşmaları yapılıyor, suçlu görülürse cezalandırılıyordu.
Eğer mahkemeye gelmezlerse zorla mahkemeye getirmek için peşlerine güvenlik güçleri (inzibat) takılıyordu. Bu durum karşısında suçlular ya saklanıyor, ya da dağların yollarını tutuyorlardı. Eğer mevsim müsait ise dağlara, değilse ve takip ediliyorlarsa kale ve kulelere, yahut bölünerek yataklarına saklanıyorlardı. Böyle bir durumda eski uygarlıklardan kalma lahitler dahi eşkiya yatağı vazifesi görüyordu. Bu arada eyalet ve sancakları idare eden Dirlik sahiplerinin maiyetlerine “kapu” adı veriliyordu. Paşanın kudreti kapusunun çokluğu ile ölçülürdü. Paşaların tayinlerinde kapuları kıstas olarak alınır, zengin eyalet ve sancaklara “mükemmel kapulu” paşalar atanırdı. 17. yüzyıldan sonra bu nizam bozuldu ve gelirleri daha az olan eyalet ve sancaklar verilmeye başladı. Bu yüzden paşalar kapularının bir kısmını bırakmaya mecbur oldular yahut aynı kadro ile gittiler. Her iki halde de, paşadan ayrılanlar bir kapu buluncaya kadar, paşa ile gidenler paşanın parasını çıkarmak için gayr-ı meşru şekilde hareket ediyorlardı. Yani kapular eşkıya oldular. Daha sonra bu eşkiyalığa bölükbaşıları ve sekbanlar da katıldı. Leventler biz de varız dediler. Yalnız bu leventler denizci değil, otorite yaratmak için halktan toplanan adamlardı. Medrese talabeleri “bizim neyimiz eksik” dedi ve Manisa dağlarında eşkıya padişah oldu. Çok sert önlemler ve uygulamalara rağmen 200 yıl devam eden bu serüvenin sonunda ortalık sakinledi.
Bu sakinlik 15 Mayıs 1919 da Yunan’ın Manisa’yı işgaline kadar sürdü. Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine dayanılarak 15 Mayıs 1919'da bölgede Yunan işgali başladı. İşgal sırasında Manisa merkezde İstihlâs-ı Vatan, Cemiyet-i Müderrisîn, Demirci'de Müdafa-i Hukûk-u Osmânî, Gördes'de Hareket-i Milliye Teşkilatı, Kırkağaç'da İstihlâs-ı Vatan, Kula'da Redd-i İlhak, Soma'da Müdafa-i Hukuk ve Turgutlu'da Müdafa-i Hukûk-u Osmâni adlı cemiyetler kurularak Yunan işgaline karşı Manisa halkı mücadele verdi. Lokal olarak dağda kalmış olan eşkıyanın çoğu “efe” unvanı ile Kuruluş Savaşına katıldı.
30 Ağustos 1922'deki Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin zaferle sonuçlanması üzerine Fahreddin Paşa komutasındaki kolordu İzmir'e doğru ilerleyerek Yunan direnişini kırdı. İzmir'e doğru kaçan Yunanlılar ve yerli Rumlar kenti ateşe verdi, günlerce süren yangında tarihin Manisa'ya kazandırdığı büyük kültürel mirasın önemli bir kısmı işte o zaman yok oldu. Ne ev kaldı, ne han ne hamam, ne konak ne de saray. Harman yerlerinden dikili tek bir ağaç kalmayıncaya kadar yunanlılar ve yerli rumlar yaktılar. Üç yıl boyunca hiç öldürmedikleri gün 100 atamızı şehit ettiler. Yaklaşık üç yıl Yunan işgalinde kalan şehir 8 Eylül 1922 tarihinde kurtarıldı. Bir ay sonra Ekim 1922 de şehri ziyaret edenler şöyle diyeceklerdi:
Halen şehrin üzerinden dumanlar çıkıyordu. Halkımız kılıçtan, tüfekten geçirilmişti. Köyler bomboştu. Herkes öldürülmüştü. Bir veya iki kişinin kurtulmasına bir mucize gözü ile bakıyorduk...
1923'de Saruhan adıyla vilayet olan şehrin adı, 1927 yılında Manisa olarak değiştirildi. Son olarak bu dolu dolu yaşanmış yüzyıllardan günümüze gelen nesiller Manisa’ya gittiğiniz zaman sizi karşılayacaktır. Bunların dışında başlıca Selçuklu ve Osmanlı eserleri Ulu Cami ve külliyesi (XIV. Yy), Muradiye cami ve külliyesi (XVI. Yy), Sultan Cami ve Külliyesi (XVI. yy ), Ivaz Paşa cami (XV. Yy) Hatuniye Cami ve külliyesi (XV. Yy) dir. Bütün bir Anadolu, Türk milletinin hikayesinin özetini okumak için yolunuzu Manisa’dan geçirin

41
EGE BÖLGESİ / Manisa'nin Il Olmaya Aday Ilçesi Salihli
« : Aralık 10, 2007, 12:35:58 ÖS »
Osmanlı Öncesi Salihli
Salihli'nin tarihini anlatmaya Antik Sarder (SART) kenti ile başlamak gerekmektedir. Sardes/Sart Gediz havzasında, Sart Çayı kıyısında ve Bozdağ'ın batısındaki tepelerin kuzey yamaçları üzerinde Meles adlı bir kral tarafından kurulmuştur.
M.Ö.1750-1200 yıllarında Hititler döneminde Şardes'in de içinde bulunduğu bölge ASSUWA olarak anılmaktadır. Sardes'in bu dönemde köy mü kasaba mı yoksa saraya bağlı bir şehir mi olduğu bilinmemektedir. M.Ö.1200-1000 yılları arasında önemli bir yerleşim merkezi olmakla birlikte özellikle M.Ö.7-6 yüzyıllarında büyük gelişme göstermiş, Lidya devletinin başkenti olmuş ve büyük önem kazanmıştır.
Endüstriyel buluşlar, para, ülkeler arası hicret, lirik şiir-müzik felsefe-astronomi-coğrafya ve heykelcilik M.Ö.6 ve 7. Yüzyıllarda Sardesle başladı ve gelişti diyebiliriz. Sardes Lidya Devleti sona erdikten sonra da önemini korumuş, Persler döneminde Satraplık merkezi, Romalılar zamanında eyalet merkezi, Bizans döneminde ise Theme merkezi olmuştur. Dünya ticaret yollarının değişmesi sonucunda Bizans imparatorluğunun son zamanlarında önemini yitirmiştir.
1075 yıllarında Selçuklu Türkleri Sardes'i aldılar. O günden sonra da Sart diye anılmaya başlanıldı. Sart 1098 yılında Haçlıların desteği ile Bizans'ın eline geçti ise de 1313 yılında Germiyanoğulları'nın komutanı Aydın Bey tarafından kesin olarak Türk egemenliği altına alındı.
16. yüzyıldan itibaren de Salihli Sart'ın işlevini yüklenmeye başlamış ve onun yerini almıştır. Salihli tarihinin Salih Dede adlı kişinin eski Salihli'nin doğusunda bugünkü Kocaçeşme Mahallesi'ndeki hanı ile başladığı inanılmış ise de bunun doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Salihli'nin güneyindeki Bozdağ eteklerindeki tepelerde ve Çakallar deresinde eski devirlerden kalma mezarlar bulunmaktadır. Son olarakta M.Ö.6. Yüzyıla ait olduğu anlaşılan bir tümülüs mezar bulunmaktadır. Mezarlar genellikle yerleşim merkezleri çevresinde bulunduğuna göre bugünkü Salihli'nin güneyinde antik bir yerleşim merkezi bulunduğu kesindir.
Bugünkü Salihli İlçesine ait ilk kayıt 1518 yılına aittir ve Veled-i Salih/Salihoğlu köyü olarak anılmakta ve Sart kazasına bağlıdır. 1535 tarihli ve Aydın Livasına bağlı İzmir-Çeşme-Atasluğ- Tire-Birge-Güzel-hisar- Sultanhisar- Kestel- Bozdoğan- Arpaz- Yenişehir- Alaşehir- Sart kazaları kurasının tımarlarını havi mufassal defter kayıtlarında da Veled-i Salih/Salihoğlu adlı bir köyün varlığını teyid etmiştir.
- SALİHLİYİ İLK KURAN AİLELER -

Mustafa Oğulları- Aydın Oğulları
Sinan Fakihoğulları- Bahsayiş Oğulları
İskender Oğulları- Şahmelik Oğulları
Yusuf Oğulları- Bedir Oğulları
İlyas Oğulları- Turgut Oğulları

Osmanlı Dönemi Salihli
Salihli adına kaza olarak (Kaza-ı Sard maa Salihli) ilk defa 1831 yılında yapılan nüfus sayımında köy olarak ise 16. Yüzyıl arşiv kayıtlarında rastlanmaktadır. Salihli köyünün varlığına ait ilk belge, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (istanbul)'ndeki 148 sıra numaralı, 935 H./1528-1529 M. tarihli Aydın livasına bağlı kazaların nüfus, hasılat ve tımarlarını havi mufassal defterdeki kayıtlara aittir. Bu defterde Aydın sancağı Sart Kazasına bağlı Veled-i Salih adlı bir köyün adı geçmekte ve köyün14 haneyi (vergi nüfusu) barındırdığı belirtilmektedir.
Veled-i Salih (Salihoğlu) köyü ile ilgili ikinci önemli kayıt Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (Ankara) arşivinde bulunan 144 numaralı 981 H /1573-1574 M. tarihli Aydın mufassal tapu defterindedir.Defterde nefer ve 9 haneden oluşan Karye-i Veled-i Salih adlı bir köyden söz edilmektedir. Yıllık vergi geliri 1550 akçe olan köyde buğday, arpa, nohut, pamuk, börülce, susam,keten,kendir gibi ürünlerin yetiştirildiği yazılıdır. Yine aynı defterde Sart'ta 54 nefer, 6 çift 5 yarım çift, 30 bennak, 10 mücerrit kişiden söz edilmekte köyde 2 değirmenin var olduğu ve buğday, arpa, börülce, susam, nohut, bakla, burçak, yonca,ekildiği anlatılmaktadır.
16. Yüzyıla ait bu iki Osmanlı arşiv belgesinde adı geçen ve Aydın Sancağı Sart kazasına bağlı olan Veled-i Salih adlı bu köy büyük bir olasılıkla bugünkü Salihli kentinin ilk çekirdeğidir. Köyün kuruluşunu da Salihlu (Salihler) adlı Yörük topluluğunun gerçekleştirdiğinden kuşku duyulamaz. Bu isme Saruhan ve Aydın sancakları dışında daha birçok sancak kazalarında rastlanması, büyük ve etkili bir topluluk olduğunu göstermektedir.
Salihler Yörüklerinin yerleşmiş oldukları yere isimlerini vermiş olmaları nedeniyle 16. ve 17. yüzyıl kayıtlarında Salihli'nin bulunduğu bölgede birkaç Salihli köyü daha bilinmektedir. Ancak bu köylerin Saruhan sancağı içinde kalışı ve Sart kazasına bağlı olmayışları, bugünkü Salihli'nin çekirdeği olmayacakları varsayımına kesinlik kazanmıştır.
Sonuç olarak Salihler Yörük topluluğunun yazılı belgelere göre bugünkü Salihli yerinde 16. Yüzyıl başlarında yerleşik hayata geçmiş olduğunu ve bir köy kurduklarını söyleyebiliriz. Şimdilik köyün, dolayısıyla Salihli'nin kuruluşunun 1528 yılı olarak kabul etmekle beraber, bulunacak belgelerle, bu tarihin daha da önceye inebileceğini belirtmek gerekiyor.
17. yüzyılda Salihli'ye ilişkin belgelerin yetersizliği yüzünden bir açıklama getirilemiyor. Yalnızca tahmin olarak Evliya ÇELEBi'nin Alaşehir'den Sart'a gelirken Bozdağ eteğini izleyen yolculuğu sırasında (1673) gördüğü "Mamur köyler" den birisinin Salihli olabileceği ileri sürülmektedir.
18. yüzyılda da Salihli'nin nasıl bir yapıya sahip olduğu konusunda herhangi bir kaynağın bulunmayışı veya bulunamaması üzücü bir durumdur. işte bu yüzdendir ki Salihli'nin kuruluşu bir anlamda geçmişi en son 19. Yüzyılda tarihlendirilmiş, belleklere çok yeni bir yerleşim olduğu yerleşmiştir.
Salihli'nin 19.Yüzyıldaki gelişmesini, gerek nüfus,gerekse işlevsel yapı olarak pek çok eserde bulmak olağandır. Bu yüzyılda Sart'ı gezmeye gelen gezginlerin bir kısmı Salihli'ye de uğramışlar, bazıları Salihli üzerinden Adala, Alaşehir gibi değişik yönlerde yolculuklarına devam etmişlerdir.
Salihli, 1831 yılındaki ilk Osmanlı nüfus sayımında Aydın sancağına bağlı, Sart ile birlikte bir kaza kimliğine sahip bulunuyordu. Sart'ın o tarihe kadar Aydın Sancağının bir kazası olduğunu biliyoruz. Bu sayımda Salihli ile birlikte anılması, Sart'ın yönetim işlevinin zayıfladığını göstermektedir. Salihli'nin büyüdüğünü ve kaza merkezliğini devralmaya hazır olduğunu ortaya koyması, kentin 19.Yüzyılın ilk yarısında böyle büyümesinin ve tanınmasının en büyük nedeni, burada çarşamba günleri kurulan pazarın etkisi olmasıdır. Salihli'nin 19. Yüzyıldaki yaşamında yönetsel merkezlilik dışında meydana gelen diğer olgu da, kasabadan demiryolu hatlarından biri olan İzmir kasaba demiryolu,1866 yılında tamamlandıktan sonra, bu hattın Alaşehir'e kadar uzatılmasına karar verilmiş 1875 yılında Salihli'den de demiryolu geçirilerek hizmete açılmıştır.
Turgutlu'dan Alaşehir'e uzatılan bu hattın Salihli'den geçirilmesinin nedeni, bu yerin kervan yolu üzerinde bulunmasına bağlanmaktadır. Böylece aynı yol üzerinde daha önceleri develerle yapılan yük taşımacılığı, demir yolunun gelmesiyle yerini trene bırakmıştır. Kervan sahipleri zarara uğradıklarından dolayı uzun süre demir yolunu kabullenememişler, hatta onu sabote yoluna gitmişler, en sonunda develerini satmak zorunda kalmışlardır.
İşte Salihli 19. Yüzyıl sonlarında, bu iki büyük değişikliğin etkisiyle ayrıca pazarının büyüklüğü ve bir uğrak yeri olması nedeniyle adını duyuran bir kasaba haline gelmiştir.
Salihli'nin bilinen yakın tarihinde her zaman varlığına tanık olduğumuz Rumlar, 20. Yüzyılın başlarında Ege bölgesi yerleşim merkezlerinde olduğu gibi kentin demografik ve ekonomik yapısında önemli bir yer işgal ediyorlardı. Orada terzilik, kunduracılık, değirmencilik şeklindeki ticari faaliyetlerle uğraşan Rumların 1922 öncesinde 2000-2500 kişi oldukları tahmin edilebilir Rumların bugünkü Atatürk İlköğretim okulunun olduğu yerde kiliseleri, Keskiner İşhanı'nın arka tarafında da okulları vardı. Oturdukları yerler Mithatpaşa Caddesi'nden demiryoluna doğru uzanıyordu.
Kentte Rumlar dışında Ermeni ve Yahudi nüfusu da bulunuyordu. Ancak Ermeniler çok azdı (80-85 kişi kadar). Yahudiler ise daha kalabalıktı (200-300 kişi kadar) ve bugünkü Dibek Caddesi üzerinde havraları ve devlet hastanesinin arkasında da mezarlıkları vardı.
Kurtuluş Savaşı Döneminde Salihli
Yunanistan 15 Mayıs 1919 günü İzmir'e asker çıkarmasının ardından Menderes vadisi yönünde Aydın, Gediz vadisi yönünde Manisa'ya ilerlemeye başladı.
Bu ilerleyişe karşılık bölgesel direnişler kendiliğinden oluşmaya başlamıştı. Bunun akabinde işgale karşı birleşme fikri doğmuştu. Balıkesir, Akhisar, Salihli ve Denizli'deki savunma hareketlerinin başında bulunanlar Alaşehir kongresinde bir araya geldi.Salihliyi bu kongrede Zahit Molla liderliğinde bir heyet temsil ediyordu. Bu sıralarda Bandırma'dan gelen Bandırma ve Manyaslı direnişçiler Salihli direnişçileri ile birleşti ve bu birleşimin başına Ethem Bey (Çerkez Ethem) geçti. Bunların dışında ayrıca Poyrazlılar ve Osman Ağalar ayrı bir güç teşkil ediyordu. 24 Haziran 1920'de işgal edilmiştir. Kanboğazı - Gölmarmara - Pazarköy - Kemerdamları ve Bintepeler'de şiddetli çatışmalar yaşandı.Uzun süren çarpışmaların ardından milletin iradesi galip geldi ve Salihli özgürlüğüne kavuştu.

Ulu Önder Atatürk Salihli ziyaretinde halka hitaben şu konuşmayı yapmıştır;
"Gösterdiğiniz hissiyata teşekkür ederim. Buraya kadar bu kadar erken gelmekle hakiki hissiyatımızı izhar (gösterme) şevkiyle olduğunu anlıyorum.Bundan fevkalade bahtiyarım. Bende size karşı aynı hissiyatla mütehassısım.
Muhterem Ahali: Çok zulüm ve çok elem gördünüz. Fakat artık bunlardan ebediyen kurtuldunuz. O kara günler artık tekerrür edemez. Çünkü milletini intibah (uyanma) ve teyakkuzu (uyanıklık) pek büyüktür. Bundan sonra memleketimizi kati halasa (kurtuluş) isa i (ulaştırma) için pek kuvvetli ve esaslı tedbirler ittihaz eylemek icap eder. Bu tedbirlerin en mühimi ve en birincisi ilim ve irfan orduları teşkil edeceklerdir. Bu itibarla atiye (geleceğe) ehemmiyetle bakabiliriz.
Muhterem Ahali: Biliyorsunuz ki, hayatımızı, istikbalimizi, namusumuzu kurtaran Misaki Millilerimize olan itimad-ı taamımızdır (tam bağlılık). Millet ve milletten doğan ordumuz bu Milli Misaki süngülerle tahakkuk ettirmiştir. Bunu siyaseten ifade ettirmek için heyeti murahhasımız Lausane (Lozan) da faaliyette çalışmaktadır.
Memleket dahilinde çalışırken, diğer taraftan hemen karşımıza çıkması muhtemel düşmanları yere sermek için daima mühayya (hazır) bulunmalıyız. Bu millet üç buçuk seneden beri çok fedakarlık yapmıştır. İcap ederse bundan sonra da hayat ve namusu için daha çok fedakarlık yapacaktır."

42
ByKuS.TUBE / SuSTuM..
« : Aralık 05, 2007, 05:59:33 ÖS »
SuSTuM..
[youtube=425,350]tsqGemeKHFM[/youtube]

43
ByKuS.TUBE / SaNa aSiGiM..
« : Aralık 05, 2007, 05:48:31 ÖS »
Olmadigin Her Yer Gurbet Askim
Sana Asigim..

[youtube=425,350]nJs_MsIybcg[/youtube]


44
ByKuS.TUBE / Seninle Başladım, Bitsin Seninle...(Süper şiir)
« : Aralık 05, 2007, 05:46:59 ÖS »
[youtube=425,350]LFIyNwtQmDM[/youtube]

Seninle başladım, bitsin seninle...

Ve gün be gün, ben seni düşünürüm.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili.

Rüzgarlara ezberlettim türkülerimi,
Ben hep uzaklara türkü yazarım

Sılamsın, sevdamsın, sabır taşımsın
Kalemim adından başka ad yazmaz
Bu kütükte başka bir ad okunmaz
Narına nuruna kurban olduğum
Seven sevdiğinden asla yakınmaz

Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yarim yok.
Sen benim herşeyimsin ey sevgili

Ben rol gereği aşık değilim
Deme bu garibin benimle işi ne...

Aşkım beni teşhir eder, Sesim içime saklanır
Aklanırsa adım, seninle aklanır.

İstersen durmadan adres değiştir,
Gözlerimi bağlasalar da bulurum seni.
Ben, türkülerde tanıdım Fizan'ı, Yemen'i
Anlasam ki sesim sesine değmiştir,
Bütün gemileri yakar gelirim.


Bu bir taahhüttür; sına beni..
En deli rüzgarların önüne sür, bulut-bulut,
Bir yerde yanlış yaparsam adımı unut.
Son kurşunu kendime sıkar gelirim.

Bir et kemik torbası değilim ben
Bir hasar raporu değil yazdığım
Bir aşk mektubudur ey sevgili,
Kızıl-kıyametten önce...

Ve görmek için bakmaya gerek yok
Her dilde güzeldir senin adın

Meydanlar sarsılır sen ortaya çıkınca
Yeter ki görecek göz, göz olsun.

Velhasıl uzun sözlere hiç gerek yok
Dil hicâbından lâl olmalı seni anarken
Ey benim tabibim, tacidarım
Gündönümüdür ben seni bekliyorum

45
ByKuS.TUBE / Yinede Sen Dedim!!
« : Aralık 05, 2007, 05:42:00 ÖS »
Cok süper amatör bir $arki..
[youtube=425,350]owiXAP5jdcI[/youtube]

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 15