İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - crazygirl

Sayfa: [1] 2
1
Her Telden / Uzaktan sevişme cihazı geliyor....
« : Nisan 23, 2009, 12:56:26 ÖS »
Ayrı çiftlerin tensel özleminin gidermelerini sağlayacak bir cihazı deneyecek çiftler aranıyor.

İskoçya’nın Moray kentinde kurulu teknoloji laboratuvarı Distance Lab, Japon sanatçı Tomoko Hayashi ile birlikte geliştirilen ve ayrı düşmüş çiftlerin birbirlerinin vücutlarında ışık hüzmesi gezindirmelerini sağlayan Mutsugoto adlı cihazı denemek için 3 çift aradığını açıkladı.

Cihazı geliştirenlerden Stefan Aganamolis, gönüllülerin Ağustos’ta düzenlenecek Edinburg Sanat Festivali’nde seçileceğini ve ayrı düşen çiftlerden birinin 800 km uzakta olmasını umduklarını belirtti.

Cihazın SMS ve e-mail dışında çiftlerin birbirleriyle yakınlaşmak için iletişim kurmalarına olanak tanıyacak şekilde tasarlandığı belirtiliyor. Eşler kilometrelerce ötede yatakta uzanırken, çiftlerin her birinin tepesine yerleştirilen bir kameranın gördüğü dokunma hassasiyetli bir yüzük takıyorlar.

Uzaktan sevişme hedefini güden bilgisayarlı görme sistemi, kullanıcının vücudunda gezdirdiği yüzüğün hareketlerini izliyor ve cihaz aynı anda uzaktaki eşin vücuduna ışık hüzmeleri veriyor.



2
Magazin / Oğlum, 'Seksi anne' imajına alıştı...
« : Nisan 19, 2009, 11:34:04 ÖÖ »


Vücudumun kontrolü bende
 
Hande Yener'le Cihangir Olivya Cafe'de buluştuk. Son albümü 'Hayrola'yı, 19 yaşına gelen oğlunu, sevgili Romeo'su Kadir Doğulu'yu, ve daha bir sürü şeyi konuştuk. İşte başlıyor...


En baş belası soruyla başlamak istiyorum. 150. defa evlendiğin haberini okudum... Doğru mu, senden duyabilir miyim?
Yok, doğru değil. Herhalde albüm çıktığı için, gündemde olduğum için... Bir iki gün de yoktum. Öyle bir yakıştırma olabilir.


Son albümün 'Hayrola' çıktı, mutlu musun?
Etkisinden çok mutluyum. Müzik adına mutluyum tabii ki ama kendimizi huzursuz hissetmemiz ve negatifleşmemizden dolayı evrenin etkilediği her şeyden ben de nasibimi alıyorum. Çünkü müzik yaptığınız zaman insanların keyifli olduğunu hissetmek çok başka, mutsuz olduğunu hissetmek çok başka. İyi şeyler olmasını umut ediyorum bundan sonra. Keşke daha güzel, daha pozitif bir dünyada olsak diyorum bazen.

Uzaktan bakınca aslında 'kendi havasında bir kız' gibi görünüyorsun. Gündemle toplumla bu kadar da yakından ilgili olduğun pek de akla gelmiyor...
Dünyayla ilgilenmeye çalışırım. Haberleri izlerim, gazete okurum. Görmemek, kaçmak mümkün değil. Ve mesleğimle ilgili bütünleştirebileceğim bir şeyler varsa, sadece konuşanlardan değil icraat yapanlardan olmayı tercih ediyorum. Şarkılarımda paylaşmaya, gördüğüm şeyleri yansıtmaya çalışıyorum. Esprili bir şekilde tabii... Maneviyatın çok daha önemli olduğunu, aslında paranın zaman olduğunu düşünüyorum. O yüzden bunları simgeleyen açılımlar, anlatımlar var 'Hayrola'da...

Albüm fotoğrafları şahane... '5 yıl boyunca bu vücudu yapmaya çalışmıştım' demişsin. Nasıl bir 5 yıldı, neler yaptın? 
Egzersiz yapmayı çok önemsememiştim önceleri. Gençliğimin verdiği enerjiyle 'fit duruyorum' hissiyle sermayeden yedim. Bir gün geldi ki, bedenim yorulmaya başladı. Ben de mecbur, egzersizlere başladım. Belli bir yaştan sonra sporu huy edinmek çok zor. Halbuki onun da 3 öğün yemek gibi mecburi olduğunu, güzel ve zevkli bir şey olduğunu fark ettiğiniz zaman her şey basit gelmeye başlıyor.

HERKES ESKİYİ YENİLİYOR
Günde kaç saat, haftada kaç gün?
İlk zamanlar çok fazlaydı. Bir saat koşuyordum, bir saat egzersiz yapıyordum. Bazı günler 45 dakika ağırlık... Ne gerekiyorsa yapıyordum. Çünkü yapmam gereken çok şey vardı. Daralmam hem de üstüne kas yapmam gerekiyordu. Daralma süresi uzun oldu. Sonra kas yapmak daha da zor.

İyi başarmışsın, bacaklar falan... Hatta 'futbolcu bacağı' gibi yakıştırmalar var...
Topuklu ayakkabılarla dışarı çıktığımızda biliyorsun baş belasıdır onlar ve 'eve gidelim' dedirten bir acıdır o. Ve bunların hiçbiri olmamalı sahnede. Yorulmamalıyım. Yani iki saat topuklu ayakkabılarla konserde ayakta durup dans etmek... Seyirci bile yorulabiliyor çoğu zaman. Şimdi çok rahatım, çok memnunum. Vücudumun kontrolü bende. Bedenimi çok iyi tanıyorum artık. Yine de istediğim boyutta değilim ama şu fotoğraflara uygun olduğumu düşünüyorum. Bunların içine yakışabilmek, o kostümleri taşıyabilmek için belli bir vücut duruşunuzun olması gerekiyor gerçekten.

Fotoğraflar sebebiyle bolca benzetilme durumların var. Madonna, Björk, Lady Gaga derken şimdi de Katy Perry ve Dita Von Teese'e benzetiliyorsun. Nereye varacak bunun sonu?
Zaten bizde benzetme hastalığı var. Bir şeyi gördüğü an birisi 'aa evimdeki kaktüse benziyor' diyebilir. Bu bir alışkanlık. Önce alışkanlıklardan kopmak gerekiyor. Ama file çorap bir tek Madonna'ya aitse onu bilemem eğer öyle düşünüyorlarsa... 50'lilerin modasını uygulayan birçok sanatçı var, biz de öyle yaptık. Bir sene önce de Christina uyguladı. Yani herkes evirip çevirip sonuçta eskiyi yeniliyor. Ben de bunu uyguladım.

KİMSENİN EKMEĞİYLE OYNAMAM
'Aklımı bu işle bozmuşum. Birazcık can damarıma basıldığında havlayabiliyorum ama ısırmıyorum' diyorsun... Eleştirilere karşı da böyle mi tavır alıyorsun?
Kimsenin hiçbir zaman ekmeğiyle oynamam. Bu mümkün değil. Uyuyamam. Vicdanım rahat etmez. Hiçbir zaman böyle hislerim olmadı ama kaliteli bir iş yapmaya çalışırken eleştirilmem de beni çok şaşırttı. Kaliteyi düşürsem, eleştirmekte haklı olabilirler ama yükseltmeye çalıştığım zaman da sistemle böyle bir çatışma dönemim oldu. O dönemlerde de cevap verdim, hakkımı korudum. Ben bu yola baş koyduğumu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bu çok uzun bir yolculuk. Ölene dek yapmak istiyorum.

Eski Hande Yener'i özleyen hayranların var. Sen eski Hande Yener'i nasıl buluyorsun, nasıl görüyorsun onu? 
Bugünleri yapmak isteyen Hande olarak görüyorum hep. Daha iyisini yapmalıyım, daha iyi bir aranjör bulmalıyım. Beni daha iyi yansıtan bir duruşum olmalı, durumları vardı. Birçok kişiyle çalıştım ama o noktalara bir türlü ulaşamadım onlarla. İçimdeki 'ben'e, tam yapmak istediğim şeye...

Elektronik müziğe bu tutkun nasıl başladı? Yani kimin ya da kimlerim müziğiyle tutuldun elektriğe?
(Gülüyor) Aslında 80'lerden beri bu sound duyuluyor, Micheal Jackson... İlk o kullanıyor. Sonra birçok kişi. Bizdeki aranjmanlara baktığımda hepsinin tek kalıpta olduğunu gördüm. Kemanlar, klarnet... Sonra solist girer, nakaratta herkes coşar. Ondan sonra ara nağmede herkesin seveceği melodi yapılır gibi bir sistem var. Oysa dünyada yok böyle bir müzik tarzı. Ben genele bakarak, dünyaya bakarak yapmaya çalıştım müziğimi.

KADİR, TATLI BİR NARSİST
'Romeo' şarkının bu kadar tutmasını neye bağlıyorsun? Acaba herkesin kendi Romeo'sunu bekliyor veya onun peşinde olması olabilir mi?
Hepimiz çok duygusalız. Ama o kadar gömmüşüz ki onu bir yerlere... Bir anda hani eski şarkıları severiz ya samimiyetinden dolayı, bence o samimiyet yakalandı orada. Ve çok güncel bir altyapıyla yakalandı. Benim için çok büyük bir mutluluk oldu tabii. Doğru yolda olduğumu bir kez daha hissettirdi. Öyle ki köylere, kasabalara kadar girdi o parça. Ve benim bugüne kadarki bütün albümlerimde en çok konser yaptığım albümüm o. 'Nasıl Delirdim' albümü... Bütün fikirleri değiştirdi aslında, istisnalar kaideyi bozdu (gülüyor).

E iyi ki delirmişsin o zaman...
İyi ki delirmişim, iyi ki delirtmişler (gülüyor).

'Romeo'nun zaten malum kime yazıldığı... Şimdi 'Narsist'i de gene sevgiline yazmışsın. Bir de ulu orta çıkıp söylüyorsun 'Bunu ona yazdım, iyi ki yazdım' diye. Riskli değil mi? Şımarmaz mı?
Bence herkeste her duygu var. Şımarıklık da var, kibir de, narsistlik de. Belki kötü hissetmek de, iyi hissetmek de var. Bunun dengesi bence çok mühim. Yok varsayıp, bastırdığımız zaman bir gün bir yerde çıkıyor mutlaka. O yüzden de güzel bakarak anlatmaya çalıştım narsisti. Çünkü bir insan, güzelliğinin farkında olup bunu hem bilip hem de bastırabiliyorsa, güzel bir dengedir o. Kadir de öyle bir insan. Güzelliğini hem farkında hem de hava atmıyor. O yüzden de tatlı bir narsist. Öyle anlatmaya çalıştım.
n O yüzden pohpohlamakta sakınca görmüyorsun?
Onun dengesi zaten kurulu. Bazen de dengeyle oynamak iyi oluyor. Yani hayata reyting veriyor (gülüyor).

MÜZİĞİMİN ESKİYECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM AMA YAŞLANACAĞIMI BİLİYORUM
İşle aşk, hele de para kasa mevzuları birlikte yürüyorsa çok sevimsizleşmeye müsait olabiliyor hayat... Sevgiline mi çok güveniyorsun, kendine mi? Nedir bu cesaret yani?
Her şey çok açık. Her şey çok ortada. Zaten benim gibi o da parayı sevmiyor. Para bizim için sadece ihtiyaç. O yüzden de yaratıcılık ve iş aşkının verdiği heyecan ilgilendiriyor bizi. Görsel ekibimi kurmak, müzik ekibimi kurmak 10 yıl aldı. Şu anki albüm yaptığım firma Avrupa Müzik'te çalıştığım insanların hepsi teknolojiyi çok iyi biliyor, öngörüleri çok yüksek, vizyonları çok açık ve ileriye bakarak devam ediyorlar ve beni gerçekten itiyorlar. O yüzden de böyle bir ekiple olduktan sonra bunlar teferruat.

Peki, müziğinin eskimesi mi, yaşlanmak mı seni daha çok korkutur?
Müziğimin eskiyeceğini düşünmüyorum. Ama yaşlanacağımı biliyorum (gülüyor). Eskiden hayatı ikiye bölüyorduk 'Yaş 35, yolun yarısı' denirdi. Şimdi ben 3'e bölebileceğimizi düşünüyorum. Hatta zaman koymaya falan gerek yok. Tabii 50-60'lara geldiğimiz zaman bilmiyorum ne olacak? Mümkün olduğu kadar dinç olmaya çalışacağım ama hani yaşlanmayacağım falan da diyemem. Dinç olmaya çalışacağım.

İngiltere'de bir plak şirketinden bir teklif almışsın bu son şirket değişikliğini yapmadan önce. Kimden aldın?    Ya da aldın mı?
'Romeo' ile ilgili bir görüşme oldu. Şu an onun sözleri bir kısmı İngilizce bir kısmı Türkçe olarak düşünülüyor. Ama tabii orada işler çabuk olmuyor. Zaten kriz birçok şeyi durdurdu. Görüşmeler devam ediyor. Yani şu an flört halindeyiz. Avrupa'da ya da dünyada bir şeyler yapmayı çok çok arzu ediyorum. Sesimizi duyurmak, yaptığımız müziği duyurmak istiyorum.

OĞLUM, 'BUNLARI SEN Mİ YAZDIN?' DİYOR...
19 yaşında bir oğlun var. Nasıl buluyor şarkılarını?
Bu son albüm özellikle 'Deliler', 'Narsist', 'Hayrola' falan şok geçirdi tabii. Çünkü yan odasındayım, yani geceleri o uyuyor ve biliyor ki ben sabahlara kadar çalışıyorum. Sonra kayıt dinletiyorum. İnanamıyor. 'Bunları sen mi yazdın' diyor. Çünkü ben de benim yazdığımı düşünmüyorum artık zaten. Yani o tamamen bir akım, anlatmak istediğin şey çıkıyor. Tabii ki yön veriyorum daha esprili çıksın, daha modern bir ağızla çıksın diye. Öyle de çıkıyor. Yani ben 18 yaşındayken 'Deliler' gibi bir şey dinleseydim beni çok etkileyebilirdi o yaşta diye düşünüyorum.

Peki, kız arkadaşlarıyla tanışıyorsun, anne taş! Rekabet oluyor mu?
Valla kızlar da taş (gülüyor). Çok güzeller. Herkes kendine has güzel. Sıfır makyaj. Çok havalılar, çok bakımlılar. Biz o yaşta ne bileyim kaşımızı bile almazdık (gülüyor). Onlar daha bilinçli ve 18 yaşındaki kız sanki 25 gibi. Ama tabii konuştuğunuz zaman anlıyorsunuz daha küçük olduğunu. Ve ilişkileri çok saf, masum. O çok hoşuma gidiyor, çok mutlu ediyor beni. Öyle dejenere bir ortamı, bir arkadaşlığı hiçbir zaman olmadı.

Sahnedeki seksliğin onu rahatsız ediyor mu?
Şov olduğunun farkında. Yani hiç kimse o gözle takılmıyor sahnedeyken. Onu gözlemleyebiliyorum. Hepsi bir şov. O yüzden daha ileriye gitmem gerektiğini desteklediklerini de görüyorum. O tür görsellere yurtdışından çok alışık gözleri gençlerin. Onlara tuhaf gelmiyor.

SEVİM GÖZAY

3
Şiir / KENDİSİNİ UNUTMUŞ
« : Nisan 18, 2009, 12:08:53 ÖS »
KENDİSİNİ UNUTMUŞ

Bütün aşkların kitabı elinde
Sevilmemiş yinlerin balosuna gitti.
Öylesine kalabalıktı ki,
Sevdiğini anlamadı.
Bütün kapıların anahtarı elinde
Öpülmemiş dudakların balosuna gitti.
Öyle aydınlıktı ki,
Öptüğünü anlamadı.
Işıklarla örtünmüştü çıplaklık,
Renklere uzandı susamış,
Beyazlıklar arasında kayboldu bakışları.
Gözleri yaşamıyordu artık.
Şekilleri çağırmaya gitti, kandıracak.
Elleri aranıyor tutamıyordu.
Elleri, elleriydi kurtaracak,
Artık yaşamıyordu.

Bir yanda gelen o dinmeyen aydınlık,
Aldıkça alan.
Bir yanda giden bir noktaydı karanlık,
Ellerinde başlayan, gözlerinde biten.
Bağırdı, kan gibi aktı sesi,
Aşamadı dişinin duvarından.
Elinde bütün aşkların kitabı,
Anlatıyordu aldanan aydınlıklarından.
Elinde bütün kapıların anahtarı,
Ve unutulmuş bir duvarda, kendi kapısı...
Varamadı.
Ora öyle karanlıktı ki.
Öldüğünü anlamadı.

özdemir asaf

4
Şiir / SAAT 4 YOKSUN!!!
« : Nisan 18, 2009, 12:07:44 ÖS »
SAAT 4 YOKSUN!

Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...
(...)
Kitap okurum
İçinde sen varsın
Şarkı dinlerim
İçinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım,
Karşımda sen
(...)
En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk
Henüz büyümedi
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim
En güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür
O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Evde mi, sokakta mı?
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir mi, hey gülüm
Beyaz kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi
O şimdi ne yapıyor
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor
(...)
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir
Her kara günümde onu bana
Tıpış tıpış getiren sevgili
Canımın içi ayaklar
Ve ne düşünüyor, beni mi?
Yoksa ne bileyim
Fasulyenin neden
Bir türlü pişmediğini mi?
Yahut insanların çoğunun neden böyle
Bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor
Şu anda şimdi, şimdi
(...)
Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...


Nazım Hikmet
     

5
Şiir / AYSEL GİT BAŞIMDAN ...
« : Nisan 18, 2009, 12:05:45 ÖS »
AYSEL GİT BAŞIMDAN

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.

Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...

ATTİLA İLHAN

6
Birleşmeden ayrılma’ magazin dünyasının baskın karakteri hâline geldi. Ölümüne sevenler, aşklarını üç günde öldürüyor. Yıllar süren ‘flört dönemi’ de artık yetmiyor. Yoksa, ihanete uğrayan annelerimizin kadim yöntemi intikam mı alıyor?

Magazin dünyasının en önemli karakteri nedir?’ sorusuna, hiç düşünmeden, üstelik doğru olan şu cevabı verebiliriz: “Bugün biriyle beraber olan ünlünün, yarın diğeriyle olması.” Bu karakter, o kadar baskın hâle geldi ki, gazetelerin magazin sayfalarında her gün ‘ayrılma-birleşme’ hikâyeleri okuyabiliyoruz. Hafta boyunca yaşanan bu hikâyelerin ayrıntılarını ise hem haftalık magazin dergilerinde, hem de televizyonların pazar programlarında görmek mümkün. Konunun medyaya yansımasında aslında şaşılacak bir durum yok. Çünkü, yaygın kanaat şu ki, medya ve magazin dünyası birbirinden besleniyor. Hatta birçok ünlünün gündeme gelmek için magazin medyası ile danışıklı skandallara imza attığına inanılıyor artık. Zaten öyle olmasa, bu haberler yansıtılırken işin tabiatında bulunan hüzün de biraz olsun hissedilir. Ama öyle olmuyor, olay tamamen ‘çalsın sazlar, oynasın kızlar’ havasında veriliyor.

İşte burada, “Madem öyle, magazin dünyasını ve medyayı kendi hâline bırakalım.” diyebilirsiniz. Ama iş o kadarla sınırlı kalmıyor, bu kesimin ve haberlerin etkilediği kitleyi düşündüğünüzde mesele toplumsal boyut kazanıyor. İstatistiklere bakıldığında kısa sürede birleşip ayrılan çiftlerin sayısının her gün arttığını görebiliyoruz. Hadi magazin dünyasını anladık, kendi hâlinde yaşayıp giden gençlerin ‘maymun iştahlılığına’ ne demeli? Bunu ‘magazin dünyasındaki televole ilişkilerin etkisi’ne bağlamak ne kadar açıklayıcı olabilir? Ya da ‘birleşmeden ayrılmak’ bu yüzyılın bir hastalığı mı?

Bu soruların cevabını, “Magazine konu olan kişiler, nispeten daha narsist (kendi benliğine hayran)...” görüşünün sahibi Prof. Dr. Nuri Bilgin’e sorduk. Bilgin, hem ‘şöhretlerin’ birlikteliklerinin (veya evliliklerinin) kısa sürmesinin altında yatan sebepleri anlattı hem de önemli tavsiyelerde bulundu.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Bilgin, ‘magazine konu olan kişiler’ tabirini kullanarak bunları, ‘öne çıkmayı, sevilmeyi seven, egosu şişkin, benlik inancı çok yüksek kişiler’ olarak tanımlıyor. Elbette tüm sanatçıları aynı kategoriye dâhil edip hepsini yargılamıyor: “İçlerinde istikrarlı yaşayanlar; ilişkileri, evlilikleri normal olanlar da vardır.” Bilgin, kişiler arasındaki çekim gücünü anlatırken kişileri bir araya getiren ya da ayıran sebebin bilinmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Burada sosyal psikologların tartıştığı iki tezi hatırlatıyor. Yani, birlikte olan kişiler birbirlerine benzer kişiler midir, yoksa birbirini tamamlayan mıdır? Sosyal psikologlar, mutlu ve düzeyli bir evlilikte ‘benzerlik’ veya ‘tamamlayıcılık’ üzerinde duruyor. Kimi benzerliği, kimi tamamlayıcılığı önemli buluyor. Prof. Bilgin’e göre, evliliğin başarılı sürdürülebilmesi için benzerliklerin yanında tamamlayıcı yanların da olması gerekiyor… “Genelde, bazı konularda benzerlik, hem ilişkinin başlaması hem de devamı açısından etkili faktör.” derken, ‘benzerlik’ten kastını şöyle izah ediyor: “Kültürler, inançlar, değerler, toplumsal kurallar ve ilgilerde benzerlik olması gerekiyor. Halk bunu ‘Davul dengi dengine çalar’ sözüyle ifade ediyor. Bu ifade, kişilerin birbirine uygun olanı bulduklarını vurguluyor. Buna karşılık tamamlayıcılığı savunanlar, bazı kişilik özelliklerinin benzer değil, tamamlayıcı olmasının daha uygun olacağında ısrar ediyor. Halkın, buna da uygun bir sözü var: ‘Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.’ Tencere ve kapak gibi düşünürsek, burada tamamlayıcılık da var.”

Diyelim ki çiftlerden biri konuşmayı çok seviyor, öteki de severse olmuyor. Birinin dinlemeyi sevmesi lazım. Biri hâkim karakterliyse, diğerinin nispeten daha uysal, ikinci planda kalmaya veya tâbi olmaya yatkın rolde olması gerek. Bu kişilik özellikleri, eğer birbirini tamamlar nitelikte ise daha başarılı oluyor. Bunun dışındaki alanlarda benzerlik ön plana çıkıyor. Zevklerde, hobilerde, boş zaman faaliyetlerinde benzerlik olmalı. Kadın tiyatroya gitmek isterken, erkek sinemaya gitmek isterse; birisi açık hava faaliyetlerini, pikniği, kıra gitmeyi, öteki mağazaları gezmeyi severse uyuşamıyorlar. Böyle durumlarda zevklerin benzer olması gerektiğine dikkat çekiyor Bilgin: “Birisinin kafasındaki erkek imajı ile diğerinin kafasındaki kadın imajının örtüşmesi lazım.”

‘Magazine konu olan ünlüler’in yaşantılarına değinen Bilgin, bu kişileri nispeten ‘narsistlik’le niteliyor. Bu insanlar ön planda olma, kendilerini merkeze koyma ihtiyacı duyuyor; birbirinden çok kendilerini seviyor, sadece kendilerinden bahsedilmesini, kendilerinin sevilmesini istiyorlar. Bu durum problemli mi? İkisi de ön planda olmak isteyen iki insan bir arada nasıl yaşayabilir? Hâkim olmak isteyen iki insan nasıl uyum sağlayabilir? Bilgin’in cevabı şöyle: “Narsist yapıdaki iki kişi de kendisinin beğenilmesini istiyor. Diyalektik bir ilişki meydana geliyor. Birinin beğenen, öbürünün beğenilen olması gerekiyor. İkisi bir arada oluğu zaman biri konuşurken diğerinin geri çekilmesi lazım. Kişilik özelliklerinde tamamlayıcılık olmalı. Çoğu zaman bu da yok. Benzer bazı konularda tamamlayıcı olacaklar. Sevgi, saygı yalnızca değerlerin bir parçası.”

Magazin dünyasından, sosyal psikologların savunduğu ‘benzerlik, tamamlayıcılık tezi’ne geri dönen Bilgin, görücü usulüyle evliliği örnek olarak anlatıyor: “Görücü usulü evliliğin, kentsel ortamda yaşayan ve okumuş gençlik açısından baktığımızda başarılı olması şaşırtıcıdır. Benzerlik ve tamamlayıcılık açısından değerlendirdiğimizde anlaşılırdır.” Bilgin, görücü usulü evliliklerde annenin oğluna kız aramaya kendi çevresinden başladığına dikkat çekiyor. Adayı kendisine benzer insanlar arasından seçiyor. Kültürel özellikler ön plana çıkıyor. Bunların sosyo-ekonomik gelir düzeyleri, anne-baba, kadın-erkek modelleri, günlük hayat tarzları benziyor. O sebeple görücü usulü evliliklerde isabet kaydedildiğinin altını çiziyor.

Buna karşılık aşka dayalı evlilikler, beklendiği ölçüde başarılı olmayabiliyor. Bilgin’e göre, magazin dünyasında ve üniversitelerde, insanlar çoğu zaman farklı sosyokültürel çevrelerden gelmekle birlikte, birbirini sınırlı bir ortamda tanıyor. Öğrenciler, sadece okul ortamında, kafeteryada, sinemalarda, kampüs alanında birbirini tanıyor. Hayatın gerisindeki hâllerini bilmiyorlar. Benziyorlar mı, benzemiyorlar mı? Değerleri uyuşuyor mu, uyuşmuyor mu? Bunlar havada kalıyor. “Aşk evliliklerinin başarısız olmasının sebeplerinden biri bu olabilir.” açıklamasını yaparken, görücü usulünde bunu ailelerin ayarladığına dikkat çekiyor: “Âşık olarak evlenenler başlangıçta birbirini sunuyor. Sunarken de denetimli sunuyorlar. Aslında her kişi vitrinini sunuyor. Genelde ilişkiler böyle başlıyor. Kadın mutfağa gitmekten hoşlanır mı, yemek yapar mı, yemek yaparken erkeğin ne yapmasını ister? Tüm bunlar dikkate alınmıyor.” Fakat Prof. Bilgin, herhangi bir evlenme tarzını tavsiye etmiyor: “Kişilerin eşlerini nasıl seçecekleri, kendi tercihlerine kalmıştır.”

Yeni sosyal yapılanmada kadının erkekte ‘güven verici’ özellik aradığını ifade ediyor Bilgin. Eskiden uyuşmazlık olduğunda kadınların kaderine razı olduğunu hatırlatıyor. Bağımsızlığı, ekonomik güvencesi artan kadınlar, doyumsuzsa ve bu sürecek gibi gözüküyorsa, daha kolay riske girebiliyor. ‘Ayrılalım’ diyebiliyor. Eskiden böyle yapamıyordu. Uzun süreli ilişki arayanlara da şu tavsiyelerde bulunuyor: “Birbirlerini fiziksel olarak algılamakla olmaz. Bunun arkasında hangi konularda benzer ve farklı olduklarına bakmalılar. Kişilik özellikleri konusunda birbirlerini tamamlayıcı, yaşam tarzları bakımından da benzer olmalılar. Hayat tarzları her şeyi kapsar, tutumları, değerleri, davranışları, normları, kuralları, insanlar arası ilişkileri... Böyle olmazsa uzun süreli ilişkiler zor.”

http://aksiyon.com.tr/images/aksiyon.gif

7
Şiir / ....EY HAYAT....
« : Nisan 16, 2009, 08:56:08 ÖS »
....EY HAYAT....

yaşam bir ıstaka,
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
hani tutulur dilin
konuşamazsın!..

tırmandıkça yücelir dağlar.
sen mağlupsun,sen ıssız.
ve kalbinde kuşların gömütlüğü,
tutunamazsın…

eloğlu sevdalardan dem tutar.
aşk büyütür yıldızlardan.
yasak senin düşlerin,
dokunamazsın...

birini sevmişsindir,geçen yıllarda.
açık bir yara gibidir hâlâ.
hâlâ ne çok özlersin onu,
ağlayamazsın...

yolunda köprüler çürür,
sesin,sessizlik sanki bir uğultuda.
savurur hayat kül eyler seni,
doğrulamazsın!..

yapayalnız bir ünlemsin,
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.
herşey çeker ve iter,
anlatamazsın...

yaşam bir ıstaka,
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.
sesinde çığlıklar boğulur ama,
bağıramazsın…

sonra vakt erişir,toprak gülümser sana.
upuzun bir ömrün ortasında.
ne hayata ne ölüme,
yakışamazsın!

yazdırmalısın mezar taşına:
ey hayat!sen şavkı sularda bir dolunaysın.
aslında hiç olmadım ben bu oyunda,
ömrüm beni yok saysın…


YILMAZ ODABAŞI

8
Şiir / BİR FOTOĞRAFA ...
« : Nisan 16, 2009, 08:54:24 ÖS »
BİR FOTOĞRAFA

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

NAZIM HİKMET

9
Şiir / YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR...
« : Nisan 16, 2009, 08:50:59 ÖS »
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR



Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol BEHRAMOĞLU

10
ByKuS Muhabbet / Çikolata Aritmetiği Geliştiriyor...
« : Nisan 11, 2009, 12:26:29 ÖS »
Northumbria Üniversitesinde beyin, performans ve besin merkezinin yöneticisi Profesör David Kennedy'nin liderliğinde yapılan araştırma, çikolatada bulunan flavanol maddesinin, çok yüksek miktarda alındığında aritmetiği geliştirdiğini gösterdi.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan araştırma çerçevesinde, 30 kişiden, 800 ile 999 arasında rastgele bir sayıdan üçer üçer geriye saymaları istendi. İçinde yüksek miktarda flavanol bulunan sıcak kakao içenlerin hesaplamayı, içmeyenlerden daha hızlı ve doğru yaptığı görüldü.

Araştırmacılar, sıcak kakao içenlerin, bir saat boyunca durmadan bu işlemi yaparken yorulmadıklarını da kaydetti.

Öte yandan araştırmada aynı grubun, bir sayıdan yedişer yedişer geriye sayması istendiğinde aynı başarıyı gösterememesinin nedeni, bunun, beynin biraz daha farklı bir bölümüne ihtiyaç duyulan daha zor bir işlem olması şeklinde açıklandı.

David Kennedy, çikolatanın, zihinsel açıdan zorlayıcı görevlerde faydalı olabileceğini belirtirken, araştırmaya katılanlara toplam 500 miligram flavanol verildiği belirtildi.

Beyne kan akışını artırdığı ve en yüksek miktarda siyah çikolatada bulunduğu bilinen flavanolu, sebze ve meyveler de içeriyor.

(AA)

11
Şiir / BİR GÜN ANLARSIN
« : Nisan 08, 2009, 02:26:49 ÖS »
BİR GÜN ANLARSIN

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN...

12
Şiir / BEŞİNCİ MEKTUP...
« : Nisan 08, 2009, 02:24:37 ÖS »
BEŞİNCİ MEKTUP

Ayrilik diye bir sey yok.
Bu bizim yalanimiz.
Sevmek var aslinda, özlemek var, beklemek var.
Simdi neredesin? Ne yapiyorsun?

Günes çoktan dogdu.
Uyanmis olmalisin.
Saçlarini tararken beni hatirladin, degil mi?
Öyleyse ayrilmadik.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

Zamani hatirlatan her seyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
Ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafi yasantimizin.

Bir çocugun önce dogmasini bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konusmasini, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasini,
Kanunlara saygi göstermesini,
Insanlari sevmesini, aldanmasini, aldatmasini bekliyorlar.

Ve sonra ölümü bekleniyor insanoglunun.
Ya o? Ya o?
Insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarindan saygi ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yasamaktan.

Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artik.
Aradiklarinin çogunu bulamamis,
Beklediklerinin çogu gelmemis bir insan olarak
Göçüp gidiyor bu dünyadan.

Iste yasamak maceramiz bu.
Yasarken beklemek, beklerken yasamak
Ve yasayip beklerken ölmek!

Özleme bir diyecegim yok.
O kömür kirintilari arasinda parlayan bir cam parçasi.
O nefes alisi sevgimizin, kavusmalarimizin anlami.
O tek güzel yönü bekleyislerimizin.

Insanligimiz özleyislerimizle alimli,
Yasantimiz özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadi var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere degismem.
Bir isigi var, bir rengi var seni özlemenin, anlatilmaz.

Verdigin bütün acilara dayaniyorsam;
Seni özledigim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özledigim içindir.
Yasiyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özledigim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki!...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN...

13
Hikaye ve Yazılar / net te tanışan iki sevgili...
« : Nisan 08, 2009, 02:18:26 ÖS »
Nette tanışan iki genç arkadaş olurlar. zaman içinde sıkı bir dostluğa dönüşen beraberliklerini zedelememek için hiçbir zaman birbirlerini görmemeğe, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.

ısimlerin, şekillerin olmadığı sadece ruhların derinliklerinden gelen en samimi duyguların dile getirildiği zaman ve mekan unsurlarından soyutlanmış bir birliktelik içinde sürer dostlukları.

ve bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlık olmuşlar. yazışmadıkları gün hatta saat olmamaya başlamışlar. adeta nefes alış gibi doğal bir bütünleşme, isim takamadıkları bir aşk gelişmiş içlerinde. tüm beşeri sıfatlardan sıyrılmış, bambaşka bir halmiş bu.

aradan geçen zaman zarfında, artık kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarına inandıkları gün; tanışmaya ve evlenmeye karar vermişler.

ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanıdıkları bir sahilinde buluşmak üzere anlaşmışlar.

hanımın elinde kırmızı güller ve dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme olacakmış. erkek ise hiçbir alamet taşımayacakmış.

nihayet beklenen gün gelmiş. genç erkek sözleştikleri yere yaklaştıkça kalbi duracak gibi oluyormuş. ışler biraz değişmeye başlamış kalbinde. ya çok çirkin bir kadınsa sevdiceği, ya kör, topal ya da………… ise. biraz hata yaptığını düşünür gibi olmuş ama çabuk savmış bu kendine ve aşkına yakışmayan düşünceleri zihninden.

karşıda elinde bir gül tutan ve sağa ,sola bakınan hanımı görmüş. ıçi hop etmiş fakat dudaklarında beliren düş kırıklığını biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almış ve son derece kararlı adımlarla hanımın yanına yaklaşmış.

annesi yaşında hatta daha da yaşlı, saçları pamuk gibi bembeyaz, yüzü yaşadığı yılların derin izleri ile buruşmuş fakat dudaklarında güzel bir o kadar da şaşkın bir tebessümle kendine doğru yaklaşan genç erkeğe bakıyormuş. gözleri bin bir soru ile kıpırdıyor, yorgun gözkapakları arada bir feri kaçmış gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yaşlı kadın gözlerini genç erkeğin bakışlarına kilitlemeye çalışıyormuş.

zihninde çeşit, çeşit zıt fikirlerin koşuştuğu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hıçkırıkla,

"merhaba aşkım. nasılsın." dedi.

kadere teslim olmuştu. söz vermişti. biliyordu her şey olabilirdi. bir an gözlerini kapadı ve yazışmalarını hatırlamaya çalıştı. onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasıl olmuştu da bu yaşı geçmiş hatunun kaleminden dökülebilmişti. bir türlü inanamıyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydı.

yaşlı kadının elinde tuttuğu kırmızı güller aldı ve tarif edilemeyen bir duyguyla onları öptü. sonra elini uzattı ve,

"hadi kalkmana yardım edeyim aşkım. buradan uzaklaşalım. " dedi.

olanları anlamsız gözlerle seyreden yaşlı kadın dudaklarını araladı ve,

"ey oğul, ben yıllardır bu kelimeyi unutmuş anan belki ninen yaşta bir kadınım. neler oluyor anlayamadım ama o gülleri elimden niye aldın. onları bana şu ilerde oturan genç kız verdi. birini bekliyormuş, burada buluşacaklarmış. gelirse benim tarafımdan bu gülleri ona verir misin demişti. ben de o genci bekliyordum. yoksa o sen misin?"

genç adam bir an soluksuz kaldı, boğazında düğümlenen hıçkırık ve karmakarışık duygularla yaşlı kadının işaret ettiği yöne baktı. bir çift sevgi ve minnettarlıkla parlayan yeşil göz kendisine gülümsüyordu. telaşla yaşlı kadının ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek işaret edilen tarafa koşmaya başladı. genç kız da ayağa kalkmış onu bekliyordu.

"seni izledim. şayet gülleri almayıp geri dönseydin sessizce buradan uzaklaşacaktım. seni doğru tanımışım aşkım."






Alıntıdır..

14
Magazin / milli piyango gibi kadınım:)))))))))))
« : Nisan 08, 2009, 12:08:25 ÖS »
 

 
Bülent Ersoy, mutlu bir birlikteliği olduğunu söyledi.


Bülent Ersoy, bir ay aradan sonra Maltepe Pınar Restaurant’ta tek gecelik program yaptı. Sahneye mekânın solisti Gökhan Sezen’le birlikte gelinliği andıran kostümle çıkan Ersoy, mutlu bir birlikteliği olduğunu söyledi.

 Ersoy, “Evlensem farklı bir kıyafet giyerim. Ama evlenmeyi düşünmüyorum. Çok mutluyum. Güzel bir beraberlik yaşıyorum ama evlenmeyi düşünmü-yorum” dedi. Ersoy, evlenme teklifi alıp almadığı sorusuna da “Ne teklifi olmaz benim gibi bir milli piyangoya teklif mi gelmez?” diye yanıt verdi. Geçen yıllarda parmağındaki bir mücevherle uçak alabileceğini açıklayan Ersoy, “Mücevherlerim benim tutkum. Yaşam biçimim, aşkım... Hayatımda en değer verdiğim şeylerim mücevherlerim... Gece kuyumcu açtırdığım da olmuştur ” diye konuştu.

BEN DE KÜRTÇE SÖYLEYEBİLİRİM

Ajda Pekkan'ın Kürtçe şarkısının ardından, İbrahim Tatlıses'in de albümüne Kürtçe şarkı koymasını değerlendiren Ersoy, 'Kürtçe söylemek yasak değil. Devlet eliyle kanal kuruyorsunuz, sonra da Kürtçe söylenmesine karşı çıkıyorsunuz. Kanunlara saygılıyız. Ama zaten bir yasak yok. Ben de albümüme koyabilirim' dedi.

15
Komik Karikatürler / penguen den seçmeler:)))))))))
« : Nisan 07, 2009, 12:08:58 ÖS »


































Sayfa: [1] 2