İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - P.u.S.u

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 15
31
Genel Kültür / Alman (Avrupa) Kültür Tarihi
« : Haziran 05, 2009, 06:51:56 ÖS »
Alman Kültür Tarihi
Vikipedi, özgür ansiklopedi


Türkiye'de kullandığımız Alman Kültür Tarihi kavramı Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. Bu kavram Almanya'da daha çok "düşünce tarihi" olarak anlaşılırken bizde Almanca eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarında Türk tarihini bilen öğrencilere Alman edebiyatı ve Alman dili öğretilirken tarih boyutu ön plana çıktığı için Alman tarihini öğretmenin bir aracı olarak işlev görmüştür ve görmektedir.
Almanların Kültür Tarihini Avrupa'nın kültür tarihinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü Avrupa'nın merkezinde bulunan bu ülke, tarih boyunca İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya ile birlikte Avrupa'nın, dolayısıyla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden birisi olmuştur. Ayrıca, herhangi bir Avrupa ülkesini (kültür) tarihi ancak diğer ülkelerle ilişkisi içinde anlaşılabilir. Bu nedenle burada anlatılanlar Avrupa Kültür Tarihi olarak da görülebilir.
Aslında Alman Kültür Tarihi bugünkü Almanya'nın siyası sınırları tarafından belirlenen alandan çok daha büyük bir alanı kapsar. Düşünce tarihi açısından Almanca konuşulan ülkeler olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre birbirleriyle çok yakın ilişkiler içindedir. Ayrıca, Almancanın Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşayan birçok azınlık tarafından da kullanıldığı göz önüne alındığında "Alman Kültür Tarihi" kavramının neredeyse bütün Avrupa'yı kapsadığı ileri sürülebilir. Bu nedenle bu maddede kullanılan "Alman" kavramı Almanca konuşulan bütün ülkeleri ve azınlıkları kapsamaktadır.

Alman Kültürünün Tarihsel Kökenleri

Antik Kültür
Batı kültürünün, dolayasıyla Alman kültürünün de ilk kaynağı Antik kültürdür. Antik dönem ise Yunanistan ve Roma Dönemlerini kapsar. Yunanistan düşünsel ve felsefi açıdan belirleyiciyken Roma Dönemi hukuk ve devlet yönetimi açısında belirleyici olur.

Yunanistan
Yunan kültürünün ilk kaynakları Homer'e kadar uzanır (M.Ö. 800). Homer yazdığı Ilyada ve Odisse adlı destanlarında Antik Yunan kültürünü oluşturur. Homer, dönemin insanları tarafından da bir öğretmen olarak görülür. Kültürel gelişmenin bu ilk aşaması aristokrat tavır tarafından belirlenir. Destanlardan sonraki aşamada trajedi öne çıkar. Aichilos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan oyunlar aracılığıyla siyasal ve dinsel dünya düzeni kavranmaya çalışılır. Avrupa kültürünün temelini oluşturan felsefe işte bu koşullar altında ortaya çıkar. Yunan filozofların en önemlililerinden birisi de Sokrat'tır ve gerçeğe ulaşmak için "sorgulama" yöntemini kullanır. Dönemin önemli filozoflarından Aristoteles (Aristo) ve Platon (Eflatun) da kendi anlayışlarınca düşünsel dünya düzenini kavramak isterler. Platon'un diyalogları sayesinde düşünce, özgürlük, ölümsüzlük, akıl, eros, yasa ve siyasal düzen gibi felsefenin temel kavramları şekillenir. Aristoteles ise varlık alanlarını gözönüne almak suretiyle felsefeyi sistematik hale getirir. Yunan felsefesi insan aklının önemini keşfeder ve bilimin insan için öneminin farkına varır.
Felsefeyle birlikte, hatta onunla içiçe gelişen bir diğer alan da Sofistlerin retorikPolislerdir. Polis, bütün kültür, edebiyat, bilim ve siyaset sanatının merkezidir. Polisler arasında ise Atina özellikle Perikles döneminde öne çıkar. Atina'nın tarihinde neredeyse bütün siyasal sistemler ortaya çıkar, hatta günümüz eşit haklara sahip vatandaşlık anlayışının (demokrasi) temel ilkeleri de orada oluşmuştur. sanatıdır. Hitabet sanatı olan retorik, kamu yararına olmak üzere gençlere bilgi ve deneyimlerin aktarılma bir aracı olarak kullanılır. Eğlencelerde, toplantılarda ya da mahkemelerde yapılan konuşmalarda demokratik yaşam biçimlerinin izleri görülür. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yeri

Roma
Antik Roma Döneminde düşünsel alanlardan çok uygulama alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. Romalılar dünyayı kavramaktan çok, geniş kapsamlı bir devlet düzeni oluşturmayı düşünce sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bu nedenle Batı dünyasındaki hukuk ve adalet kavramları zamanla Roma döneminde oluşmuştur.
Dönemin düşünsel ve kültürel merkezi, tarihi çok eskilere dayandığı için "Roma aeterna" (ebedi Roma) diye adlandırılan Roma kentidir. Roma giderek büyüyen bir dünya imparatorluğunun merkezi olmuştur. Böylece, tarihsel gelişimin belirleyicisi olarak kavimler ya da kentler ya da ülkelerin ötesinde, bünyesinde birçok topluluğuimparatorluk düşüncesi ortaya çıkmıştır. barındıran
Romalıların devlet yönetimindeki becerisi sayesinde ticaret ve ekonomi gelişmiş, düşünsel alanda yapılan karşılık alışverişler sonucunda Antik uygarlığın geniş çerçevesi oluşmuştur. Bugün bile Roma kentlerinde Romalıların caddelerin ve su yollarının ne kadar başarıyla inşa edildiğini görmek mümkündür. Limanlar ve deniz fenerleri ile deniz ulaşımının güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Gümüş ve altının değişim aracı olarak kullanılması pazar ekonomisinin gelişmesini sağlamıştır.
Böylesine büyük bir imparatorluğun ayakta kalabilmesi için belirli siyasal ve dinsel kuralların uygulanması gerekir. Uzunca bir süre Roma vatandaşları kırsal özellikler tarafından belirlenmiştir. Ama Roma vatandaşları kendilerini res publika (toplum) içinde özgür bireyler olarak görür ve Antik Kültür kapsamındaki dünyada içsel ve dışsal barışı (pax Romana) korumayı en önemli görevi sayar. İşte bu düşünce bütün çalkantılı Roma dönemi boyunca sabit kalmış ve kültürel gelişmede sürekliliği sağlamıştır.
Roma kültürü Yunan kültürü üzerinde şekillenir, hatta öyle ki Helenistik dönemde Roma'da Latince yerine Yunanca konuşulmaya başlanmıştır. Ama daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan Vergil, Cicero, Tacitus gibi büyük şair, yazar ve tarihçiler Latinceyi sanatsal düzeye yükseltmiştir.

    Bu nedenle: vatandaş toplumunun en önemli bağı yasa olduğuna göre, hukuk ise yasalarda eşitlik anlamına geldiğine göre, vatandaşların koşulları eşit değise vatandaş toplumu hangi hukukla sağlanabilir? Eğer vatandaşların varlıkları eşitlenmek istenmiyorsa, vatandaşların yetenekleri birbirine eşit olamayacağına göre, aynı topluluğa ait vatandaşların en azından hakları birbirine eşit olmalıdır. Eğer vatandaşların hukuksal birliği değilse devlet nedir o halde? (Cicero, De re publica)

Hıristiyanlık
Avrupa kültürünü derinden etkileyen bir din olarak Hıristiyanlık tarihsel olarak kendisinden önce gelen Musevilik ile birlikte kavranmalıdır, çünkü Eski Akit'i de içinde barındırır. Avrupalılar Hıristiyanlık ile Antik kültürden çok farklı bir dünya anlayışıyla karşılaşır. İnsanın kaderinin tanrının elinde olduğu bilinci... Bütün tek tanrılı dinler gibi Hıristiyanlık da insanlığın tarihinde tanrının müdahalesini görür; yani tarih suçlar ve bağışlamalardan ibarettir.
Kutsal kitaplardan oluşan ve Eski Akit'i de kapsayan Yeni Akit kitapların kitabı, yani İncil olarak adlandırılır. İncil, kutsal kitaplardan birisi olmasının yanı sıra kültür tarihi açısından dünya edebiyatının önemli belgelerinden birisi olarak da görülebilir. Nazaretli İsa'nın hayatı ve yaptıkları Hıristiyanlık için din anlayışında önemli bir dönüm noktasıdır. Hıristiyanlar İsa için sadece bir peygamber değildir, hakkındaki bilgiler din hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle, İsa hakkındaki bilgiler artıkça yorumlar da çoğalır ve tanrının oğlundan sosyal devrimciliğe kadar uzanan farklı yorumlar getirilir.
Hıristiyan tanrı anlayışındaki ödünsüzlük mutlaklık ve evrensellik düşüncelerini engeller. Hıristiyanlığın dünya anlayışı, dünya üzerindeki olaylardan insanları sorumlu tutar. Bu nedenle Hıristiyanlık kendi anlayışına uygun olarak dünyayı biçimlendirmeye çalışır ve mevcut otoriteye teslim olmadıkları için Hıristiyanlar ilk başlarda Roma İmparatorluğunda takibe uğramışlardır.
Hangi tabakadan olursa olsun diğer insanlara duyulması gereken sevgi, topluluk oluşturmada itici güç olmuştur. Antik kültürün aksine acı ve ölüm düşüncesi, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile etkisinin son bulmadığı göz önüne alınarak kutsanma ve kurtuluş olarak görülür. Bu nedenle ilk yüzyılda ortaya çıkan ve bugün de kutlanan Hıristiyan bayramları (Noel, Paskalya, Pantkot) İsa'nın yaşamı ile ilgilidir.

Cermen Kültürü
Cermenler hakkındaki ilk bilgilerimiz bize bir Roma tarihçisi olan Publius Cornelius Tacitus tarafından verilmiştir. Tacitus yazdığı Germania adlı eserde Germenlerin yaşayış biçimlerine ve Avrupa'daki nerede yaşadıklarına dair zengin bilgiler vermektedir.
Bugünkü Almanların dedeleri olan Germenler, bundan 2000 yıl önce Ren Nehrinin batısında yaşıyordu. Germenler, savaşçı ve barbar bir kavimdi. Genellikle avcılık ve basit ziraatla geçinirlerdi. O çağda Romalılar Orta Avrupa'ya düzenli ordular göndererek buraları istila etmek istiyorlardı. Germenler Romalıların bu istila hareketlerini durdurabilmek için onlarla bir çok savaşlar yaptılar ve Romalıları yenerek Orta Avrupa'yı almalarını önlediler. Daha sonra Romalılar zayıflamaya yüz tutunca, Germen kabileleri sel gibi Roma'ya akmaya başladılar. Bunun bir sebebi de Hunların Avrupa'ya yayılmaya başlamalarıdır. Roma İmparatorluğu topraklarını işgal eden Germen kabileleleri Romalıların geleneklerini, kültürlerini ve hatta dinlerini benimsediler. Yalnız Ren ile Elbe nehirleri arasına yerleşmiş olan asıl Germenler kendi dillerini geleneklerini koruyabildiler. Büyük Karl (Şarlman) zamanında Saksonlar, Büyük Karl'ın 800 yılında papa tarafından Roma İmparatoru ilan edilmesiyle zorla Hıristiyan yapıldılar.
Cermenler, Kavimler Göçü sonucu İ.S.6.yy.'a kadar Almanya'nın ilk sakinleri olan Keltlerle, Ortaçağ boyunca da Doğu Almanya'daki Slavlar ile karışarak Alman halkını oluşturmuşlardır.

Başlangıç Dönemi (1150'ye kadar)

Romalılar Dönemi
Roma’nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. Güçlü kalelerle korunmasına karşın sınır hiçbir zaman ticareti ve insanları engellemedi. İS 50’de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi.Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma’ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı. Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150’de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167’de İtalya’ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa’ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251’de İmparator Decius’u öldürdüler. Yaklaşık 280’de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370’e kadar sınırını korudu. Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa’daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma’yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350’de Ulfilas’ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma’nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes’in Got diline çevirisini yaptı. Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376’da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378’de Vizigotlar Adrianopolis’te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens’i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma’ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika’da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya’ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410’da Roma’yı yağmaladılar. Roma İmparatorluğu’nun hala Avrupa’da önemli bir güç olması Hunlardan kaçan Germenleri barış istemeye yöneltti; 418’de Vizigotlar bile Galya’ya yerleştirilmeyi kabul etti. Bu dönemde Germen kabilelerinde bir ‘ulus’ bilinci yoktu; dolayısıyla da birbirlerine karşı kullanılabiliniyorlardı.Yaklaşık 450’ye kadar Hun korkusu Roma’nın hiç değilse Vizigotları, Frankları ve bu 439’da Galya’ya yerleştirilen Burgonları kendi savunması için seferber etmesine olanak verdi. 435’te Attila’nın ölmesinden ve Hun imparatorluğu’nun parçalanmasından sonra ise Roma bu diplomatik silahını yitirdi. Ayrıca toprak kayıplarıyla gelirleri azaldı. Koşulların yardım ettiği Germenler zamanla Roma’dan bağımsızlaştı. 470’lerde Galya’nın güneybatısında Vizigot, güneydoğusunda Burgonya krallıkları kuruldu. Kuzey’de Clovis Frank Krallığı ‘nı kurdu, Kuzey Afrika Vandalların, İspanya’nın bir bölümü Suevlerin denetimindeydi. 489-493 arasında Ostrogotlar İtalya’yı fethetti. Tuna boylarına Gepid ve Lombard krallıkları egemen oldu. Böylece Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı. Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi. Böylece Batı Roma İmparatorluğu’nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak ortaçağ Avrupa’sını biçimlendirecek yeni bit aristokrasinin doğmasını sağladı.

Karolinler İmparatorluğu
476’ da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren’in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor,aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti. İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış,bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya’daki Ostrogot kralları da Alpler’in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı. Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya’da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotların liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis’in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya’yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya’daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı.Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya’daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey’de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler’de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.

Frank-Cermen İmparatorluğu ve Büyük Karl (Şarlman)
Şarlman (Karl I.Grosse) Frank ve Lombard kralıdır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir. Şarlman'ın babası Frankların kralıydı. Öldüğünde krallığın topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdı. Şarlman kardeşinin ölümüyle krallığın tek hakimi oldu. Ayrıca Lombardiya ve Saksonya'yı da kattı. Batıda Endülüslerle doğuda ise Avar ve Macarlar'la çarpışarak ülkesinin sınırlarını genişletmiştir. Şarlman 800 yılının noel günü Papa III. Leon tarafından Roma İmparatoru ilan edilmiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 843 yılında Verdun Anlaşması ile Almanya, İtalya ve Burgonya'da kurulan ve 1806 yılında Napolyon Savaşları ile yıkılan Orta Avrupa'da 963 yıl hüküm sürmüş olan bir imparatorluktur. Bu imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Lüxemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Belçika, Hollanda'nın tamamını ve Polonya, Fransa ile İtalya'nın bir kısmını kapsıyordu. İmparatorluk çöküş dönemine girdiğinde Voltaire "Kutsal Roma İmparatorluğu artık ne kutsaldır, ne Romalıdır ne de imparatorluktur." demiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun yöneticilerinin hepsi Almandı. Bütün Kutsal Roma İmparatorları katolikti. Ama soylu aileler ve üst seviyelerdeki devlet görevlilerinin çoğu Almanca konuşmayan ırklara mensuptu. Ülkede sadece Almanca] değil Slav dilleri, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca da konuşuluyordu. Büyük sayılarda dini azınlık gruplar bulunmaktaydı. Bunlar; Yahudiler ve Ortodokslardı. Ayrıca imparatorluk Protestanlığın ortaya çıktığı ülkedir. Büyük Otto'nun 2 Şubat 962'de taç giymesinden sonra, bu imparatorluk Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını resmen devralmış oluyordu; "Romanorum İmperium" terimi ancak Konrad II döneminde kullanılmaya başlandı. Friedrich I, imparatorluk unvanının Sancta Ecclesia karşısındaki kutsal niteliğini vurgulamak amacıyla "Sacrum İmperium" kavramını getirdiyse de (Besançon diyeti,1157), bu terim krallık belgelerine ancak 1254'te girdi. Nihayet, "Nationis Germanicae" nitelemesi, Almanların imparatorluk üzerindeki ulusal haklarını belirtmek için 15. yüzyılda kondu, ama tam anlamıyla 17. yüzyılda yaygınlık kazandı.

Kronolojik olarak:

    * I. Alman İmparatorluğunun Kuruluşu
    * Orta Çağda Almanya (1150-1450)
    * Yeni Çağa Geçiş (1450-1648)
    * Mutlakiyet ve Barok Dönemi (1648-1770)
    * Aydınlanma, Devrimler ve Alman Milliyetçiliğinin Doğuşu (1770-1850)
    * Ulusal Alman Devletinin Oluşması (1850-1871)
    * II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)
    * 1. Dünya Savaşı (1914-1918)
    * Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)
    * III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)
    * 2. Dünya Savaşı (1939-1945)
    * Savaş Sonrası (1945-1989)
    * Almanya Federal Cumhuriyeti
    * Demokratik Alman Cumhuriyeti
    * Yeniden Birleşme (1990)
    * Bugünkü Almanya (1990'dan beri)

32
Genel Kültür / Ynt: Popüler Kültür
« : Haziran 05, 2009, 06:50:57 ÖS »
Popüler Kültür

Popüler Kültürün Tarihsel Süreçte Ortaya Çıkışı

Yakın zamana kadar popüler kültür tarihi çoğu tarihçiye bir hayli karmaşık gelmekteydi. Sıradan insanların gerçekten bir kültüre sahip olup olmadıkları ya da o kültürün bir tarihe sahip bulunup bulunmadığı gibi sorular, tarihçilerin çoğu için içinden çıkılmaz ve kolay yanıtlanamaz nitelikteydi. Siyasal tarihçiler, kralların ve devlet adamlarının yaşamlarını ele alırken kültür tarihçileri de seçkin konumdaki sanatçıların ve aydınların yaşamını incelediler. Oysa köylünün, hizmetçinin, balıkçının, dilencinin, hırsızın değerleriyle tutumlarıyla pek de ilgilenen olmadı. Kültür tarihi genelde küçümsenmektedir. Ancak son yıllarda, tarihçilerin bu alana katkılarını yoğunlaştırdıkları söylenebilir. Yeryüzünde yaşayan geçmiş kuşakların gerçekten hoşlandıkları popüler kültür ürünlerini en doğru şekilde keşfedebilmek açığa kavuşturabilmek günümüzde hala yanıtlarını beklemektedir. Kaynak sorununun büyüklüğü tarihçinin, ilgilendiği döneme ve bölgeye göre değişmektedir. Çalışma konusu 1950'lerin Avrupa’sı ise fazla bir sorun yok demektir. Çünkü o dönemde İsveç nüfusunun % 90'ı, İngiltere nüfusunun % 70’i Fransa nüfusunun % 70'i okur yazar durumdadır. Aynı şekilde 19.yy İngiltere’sinin popüler kültürünü incelemek, 17.yy İngiltere halkının kültürünü incelemekten daha kolaydır. Öte yandan bir ortaçağ popüler kültür tarihçisi kendi yönteminin elverişliliğine inansa bile, bunu savunmada büyük güçlüklerle karşı karşıyadır. Çünkü onun yapıtında eksik taşlar oldukça fazladır.
Erken dönem modern Avrupa'ya özgün çalışmalar; dönemin köylüsünün, esnafının, imajları, mitleri, ritüelleri, değerleri, tutumları gibi yaşam kesitleri üzerine yapılan irdelemelerden oluşmaktadır. Söz konusu dönemin insanlardan çoğu okuma yazma bilmiyordu ve sözlü bir kültürel geleneğe sahiptiler. Onlar hakkında doğrudan bilgi edinmek kolay değildi. Tarihçiler genellikle yazılı belgeler üzerinde çalıştıklarından çoğunluğu okur yazar olmayan sözlü geleneğe sahip insanların kültürü üzerinde çalışanlar için bu belgeler aracı bir işleve sahiptirler. Bu da bizim popüler kültürü yabancı gözler aracılığıyla görmemiz demektir. 16. ve 17.yy.da köylüler, özellikle köylü kadınlar arasında çok yaygın olan büyü ve günah çıkarma gibi deneyimler o dönemin popüler kültür tutumları ve değerleri için oldukça önemli bir kaynak oluşturabilir. Belgeler ne denli eksik olursa olsun, kaynaklar ne denli az güvenilir olursa olsun yine de ele geçen gerek yazılı gerek yazılı olmayan kaynakların sunduğu olanaklar zorlanarak popüler kültür incelenmiştir. Kaynaklara duyulan güvensizlik yalnızca popüler kültür tarihçilerine özgü bir sorun değildir. Genelde tüm tarihçiler bütün bu sorunlarla karşı karşıyadır. Bu nedenle popüler kültürü dolaylı ve muğlak yaklaşımlar biçiminde de olsa bu konu ile uğraşılmıştır. Yazılı kaynakların tümüyle değersiz olduğu da söylenemez kuşkusuz. Ancak onların büyük ölçüde gerçekliklerinden çarpıtıldıkları da kesindir.
Popüler kültür tarihine ilişkin birkaç muğlak yaklaşımdan söz edilebilir. Bunlardan biri, sosyal anlamdaki muğlaklıktır. Bu yöndeki muğlaklık esnafın, köylünün, yani sıradan halkın değerlerinin ve tutumlarının soylular, papazlar veya hukukçular gibi onların dışındaki kesimlerin tanıklığına başvurularak incelenmesinden kaynaklanmaktadır. İkincisi popüler sanatı kaynak olarak kullanan yaklaşımdır. Burada çeşitli tahta süslemeler, resimler, ikonlar, kaşık çatal testi gibi eşyalar, sandalyeler, masalar, elbiseler, yatak örtüleri vb. üzerinde yapılan analizlerden söz edilebilir. Popüler kültüre üçüncü yaklaşım ise kronolojik anlamdaki belirsizliğe dikkat çekmektedir. Buna geriye bakış yöntemi adı verilmektedir. Geriye bakış yönteminin tarihçiye yararlı olabilmesine olanak verecek ölçüde yeterli bir kültürel sürekliliğin varlığından söz edilebilir. Buna karşın söz konusu yöntemin kullanımında büyük bir dikkat gerektiren, yeterince bir kopukluk ve kararsızlık olduğu da ortadadır. Geriye bakış yönteminin bir başka belirsiz yaklaşımı olan karşılaştırma yöntemiyle güçlendirilmesi mümkündür. Erken dönem modern Avrupa'nın popüler kültürünü anlayabilmek kolay iş değildir. Onun ancak dolaylı yollardan, aracıların bulguları yeniden gözden geçirilerek sık sık da anoloji biçimindeki yorumlara başvurularak anlamak olanaklıdır. Ayrıca popüler kültürün tarihini yazabilmek için arkeoloji, folklor, ikonografi ve sosyal antropoloji gibi disiplinlere gerek duyulmaktadır. Bunların yanı sıra farklı yerlerin, farklı dönemlerin, farklı toplumsal grup ve sınıfların karşılaştırılmasında; köylüye, esnafa, yani sıradan halka toplumun öteki kesimlerinden gelen aracıların gözüyle bakan yazılı kaynaklara da gerek vardır. Bu nitelikteki yazılı belgeler ne denli çarpıtılmış olursa olsunlar sözlü gelenek hakkında bize çok şey vermektedirler.[44]

1. Ortaçağ Öncesi
Popüler kültür, egemen insan, bağımlı insan olgusunun ortaya çıktığı andan itibaren varolmuştur ve bağımlı insanların egemen çevrelere başkaldırmaksızın hizmet görmelerini sağlamada kullanılmıştır. Mısır, Sümer, Asur ve Roma'da sulama kanallarının yapılması ve sık sık onarılması, kentlerin etrafındaki surlar ve hisarların yapılması, ticari ve askeri amaçlar için önemli güzergah ve kavşaklardaki dinlenme ve bakım merkezlerinin korunmasına; gerekli tesislerin yapılması, bunların işler durumda tutulması, çok uzaktaki kışlaların, limanların, surların, dalgakıranların, barınakların, tekne bakım yerlerinin yapılması için, buralara yakın yörelerden büyük miktarlarda insanlar getirilmişti. Bunları kontrol altında tutabilmek için oluşturulan ara tabakaların yanı sıra toplanan kalabalıklar dolayısıyla oralarda; çerçiler, çalgıcılar gibi çeşitli hizmet erbabından oluşan bir de eğlence endüstrisi oluşmuştu. Bunlar, oralarda toplanan işgücüne günün yorgunluğunu unutturacak eğlenceyi sunuyorlardı. Kendilerine söz geçiremeyecekleri bir dünyanın en alt düzeyinde yaşayan kalabalıklara ise, kendilerine sunulan eğlenceyi tüketmek ve zengin bir düş dünyasına sahip olmak kalıyordu. Bunu aştıklarında ise dolaysız bir biçimde zor ile yönetiliyorlardı.
Popüler kültürün en alt tabakaların düş ve fantazyalardan oluşan yaşamı, ortaçağda da değişik şekillerde devam etmiştir Popüler kültürün ortaçağdaki görünümü 13.yy.dan itibaren Avrupa'da yeniden başlayan kentleşme ve gelişme süreciyle daha da belirginleşmiştir. Fakat bu dönemde popüler kültür esas itibariyle toplumun genelinde gezginci satıcıların sattığı kötü, baskılı çoğu yerlerde topluluk olarak dinlenen, uzunluğu sekizle elli sayfa arasında değişen ve üst sınıfların okuduğu romanların basitleştirilmiş biçimleri olan kitaplara dayanmakta idi. Seçkinlere seslenen edebiyata ait kitapların bazıları kentlerdeki basımcılar tarafından ele alınıp yeniden işlenmekte böylece popüler kültürün yada folk kültürünün otantikleştiğinden de önemli ölçüde yoksunlaştırılmış bir edebiyat türü oluşturulmaktaydı. Bu tür kitapların birçoğu bahçe işlerine, dini öykülere, günlük hayattaki görgü kurallarına, pratik sorunlara ilişkindi. Bir bölümü ise ortaçağ masalları ya da azizlerin hayatını anlatan şeylerdi. Ortaçağdaki popüler kültür, teknolojisi, üretim biçimi ve etkinlikleri bakımından içinde hala folk kültürü öğelerini de bulundurmaktaydı.
Halk kültürü ile yüksek kültür arasındaki ayrım kendini en fazla ortaçağda hissettirmiştir. Ortaçağda yüksek kültürü yaşayan aristokrat sınıf, emekten bütünüyle soyutlanmıştı. Çünkü halk kültürünün kaynağını, halkın hayatı yani emeğin ve biçimlendiği törenler ve ifade tarzları oluşturuyordu. 16. ve 17. yy.da geleneklerinin
batının sosyo ekonomik gelişmesinde yaşanan önemli dönüşümler, endüstrileşme ve modernleşme yüksek kültür, düşük kültür arasındaki ayrımı elbette ortadan kaldırmayacak ama, düşük kültürü besleyen folk kültürü kentleşme olgusuyla beraber kentlerde popüler kültüre dönüştürecektir. Böylece, hem yüksek kültür hem de popüler kültür modernleşmeyle birlikte farklı bir etkileşim sürecine girer.

2. Sanayi Toplumlarına Geçiş ve Popüler Kültürün Doğuşu
Teknolojinin gelişimi, endüstrileşme, sanayi toplumuna ve giderek kitlesel üretim ve tüketimin kitlesel iletişimin önemli belirleyicileri olduğu kitle toplumuna geçiş, kültürün maddi üretim araçlarını değiştirmiştir. Kültürün yitirilmesi hiçbir zaman mümkün değildir, ama maddi üretim araçlarındaki değişim toplumun o güne değin bildiği, yaşadığı hayat tarzının da değişmesi anlamına gelmektedir; üstelik modern dönem, yaygınlaşan meta fetişizmi ile hayatımızı şoklara dönüştürmekte, geleneksel yaşam biçimimizi yıkıp yok etmektedir. Geleneksel yaşam tarzlarını yıkan bir modernleşme sürecinde bu sürecin şoklarını, yumuşatmak için yeni yaşam biçimleri geliştirilir.
Modernleşmenin kabaca 16.yy başlarından 18.yy başlarına kadar uzanan ilk evresinde, insanlar modern hayatı yeni algılamaya başlamışlardır. Onlara neyin çarpmış olduğunu anlayamazlar henüz. Umutsuzca yarı kör, uygun sözcükleri bulmak için çırpınırlar, deney ve umutlarını paylaşabilecekleri modern bir kamu ya da topluluğun ne olduğu konusunda pek fikirleri yoktur. Modernleşme öncesinin folk kültürü ile içinde bulundukları durumu ifade edemezler. Folk kültürünün anlatı formu olan masalın doğrulayacağı realiteler değişmiştir. Böylece batının batılaşmanın gerçekleştiği 16. ve 17. yy.dan itibaren Avrupa ülkelerinde folk kültürünün, daha gelişkin, daha orijinal, (döngüsel, yinelenmeci hayat anlayışı ile sınırlı olmayan) yeni bir kültürün serpilip geliştiği ve ortaya popüler kültür dediğimiz, kentli yaşamdan kaynaklanan üretim koşulları folk kültüründen çok farklı bir kültürün çıktığını görürüz.
Modernleşmenin ikinci evresi 1789'ların büyük devrimci dalgası ile başlar. 19.yy.ın toplumu siyasal ve ekonomik alanda büyük dönüşümler yaşamakta, içinde bulunduğu devrimci atmosferi hissetmekte ama aynı zamanda modernleşmenin sancılarını duymaktadır. Modern olmayan dünyalarda yaşamanın ne olduğunu da hatırlamakta veya bilmektedir.19.yy.ın adeta iki ayrı dünyada biçimlenen hayatı modernleşmeye karşı bir tepkiyi ve heyecanı birlikte getirirken K. Marx “İçinde yaşadığımız atmosfer her birimizin sırtına kırk bin okkalık bir güçle bastırıyor, ama hissedebiliyor musunuz?” diye soruyordu. Modernleşme olgusu başlamıştır ve Marx'ın bu baskıyı hissettirme çabası, hayatın çeşitli alanlarında zaten ortaya çıkmaktadır. Modern insan tipinin belki de en önemli özelliği sınırsız bir tüketici olmasında yatmaktadır. Bu özellikten kaynaklanan ve insanın birey olarak düşünülmesini gerektiren modern ideolojinin, insanın toplum içindeki yerini geleneklere, statülere veya ait olunan toplumsal gruba göre belirlendiği bir toplumda varlık bulamayacağı açıktır.
Modern olmak, bir anlamda artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir. Modern, radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırır. Modernite, önce insanı daha sonra insanın dünyasını etkiler. Endüstrileşme ise bugün moderniteye geçişin koşullarından biri olarak kabul edilmektedir. Aletten makineye geçişle, emek süreci doğrudan üretici insana değil, makineye bağlanmıştır. Kapitalizm, feodal toplumun üretkenliği olan esnaf üretimini demode hale getirdikçe, o üretim-tüketim sürecinin ortaya çıkardığı hayat tarzı da demode olmakta, bambaşka ihtiyaçlar kendini hissettirmektedir. 19.yy.da gündelik hayat, modernleşme sürecinin daha önceki aşamalarına göre oldukça farklı bir biçime kavuşmuş, geleneksel toplum yapısı pek çok kurumuyla değişime uğramış, adeta parçalanmıştır.Metaların kitlesel üretimi, insan ilişkilerinin de şeyleşmesini getirmektedir. Geleneksel hayat tarzı yıkılırken, imgeler nesneler de metalaşmışlar, algılarımızın nesneleri olmuşlar, fantazyalarımızın materyalize olmuş biçimlerine dönüşmüşlerdir. İnsanın, bütün ilişkileri gibi, eşya ile olan ilişkisi de değişmiştir. Benjamin bu değişimi oldukça karamsar sözlerle ifade eder. “Eşya sıcaklığını yitiriyor. Her gün kullandığımız nesneler sessizce ama kararlı bir şekilde bizi izliyor. Onların yalnızca açık değil, gizli dirençlerini de kırabilmek için günbegün ağır işçilik yapmamız gerekiyor. Bizi ölesiye donduramayacaklarsa soğukluklarını, kendi sıcaklığımızla telafi etmek, kan kaybından ölmeyeceksek sonsuz bir hünerle dikenleriyle başa çıkmak durumundayız.” Benjamin gibi bir grup düşünür değişimi açıklamaya çalışırken, sıradan insanlar oldukça yorucu geçen bir günün sonunda gündelik hayatlarının acılarını, yorgunluklarını hissetmelerini azaltacak “eğlenceler” arıyorlardı. Böylece teknolojiye dayanan eğlence biçimlerine geçilmiş, serbest zaman düzenlemeleri değişmiş ideoloji düzeyindeki düzenlemeler devletin arkaya çekilmesiyle birlikte sivil toplumun çok değişik kesimlerinde işletilmeye başlanmıştır. Popüler kültür de bunlardan biri olarak ortaya çıkmıştır.

3. Seçkinci Kültürün ve Eğlence Sanayinin Doğuşu
Rönesans’la birlikte, boş zamanın artması ve bilginin yeniden egemen olması, seçkinci bir kültür yarattı. Bu kültürün tam karşıtı olan folk kültürü, hem seçkinci kültürden, hem de kendi formlarından aldığı bazı özellikleri, kentleşmekte olan çalışanların oyalanmasına, yani eğlenmesine olanak sağlayacak biçimlere soktu. Kitle halinde üretime geçilmesiyle bu kültür kitle kültürü niteliğine bürünmeye başladı. Rönesans sonrası, 1970'lerde folk öğesi taşıyan eğlenti biçimleri gelenekselliklerini korumaya devam ederlerken, egemen sınıflar, “yüksek” sanatı tüketerek boş zamanlarını harcıyorlar, çalışan sınıflar ise eğlenerek ve avunarak uyku ile çalışma arasında kalan zamanlarını tüketiyorlardı. Eğlence sanayinin ilk tohumları bu dönemde atıldı. Kentte panayır kumpanyalarından evrimleşen ve sanatsal kökeni eski Yunan'daki tiyatrodan alan gösteriler her yanı kapladı. Daha sonra bu tür eğlenceler Brecht'in Aristotelesçi tiyatro dediği türe doğru evrimleşecekti. Özellikle tiyatronun yaygınlaşmasıyla sahne gösterileri, seçkin sanat yapan kumpanyalarla avan takımına seslenen kumpanyalar olmak üzere ikiye ayrıldı.
Rönesans ile birlikte, sanat ve popülerlik arasındaki ayrım gittikçe hızlandı. Bu süreçte, hem “yüksek” sanat ürünleri popülerleştirilip yaygınlaştırılıyordu, hem de özel popüler ürünler yaratılıyordu. Montaigne 'e göre, folk ve özgün sanat kendiliğindenlik ve hakikat karşısında dürüst kalabilme özellikleri yüzünden bir güzellik yaratırlar. Bu iki eğlence biçiminin ortasında folk sanatını aşağılayan, yüksek sanata yeteneği olmadığı için varamayan, bir yığın zavallının yarattığı yapıtlar yer alır. Montaigne 'e göre bu ürünler oyalama eğlendirme ürünleridir ve asıl bunlardan sakınılmalıdır. Eğlencenin ve popüler kültürün manipülatif etkisini, Pascal insanın içindeki şeytansı içgüdü olarak görmektedir. Montaigne insanı öz olarak “iyi” kabul etmektedir. Bu durumda en doğru olan insandaki haz alma güdülerini en iyi biçimde doğurmaktır. Haz ilkesini reddetmenin ( bireyi kaçışa ve yanılsamaya götürse bile) bir anlamı yoktur. Amaç, Montaigne'ye göre, insanlara verilebilecek kültürel eğlenti ürünlerinin olumlu niteliklerini yükseltmededir. Pascal ise, dinsel bir çerçeve ile insanın öz olarak “kötü” olduğunu kabul eder. Eğlence ve kaçış kurtulunabilir dürtülerdir. İç benliğimizi kavrayış yetisi bu iki şeytansı dürtüyü yok edebilir. İç benliğimizi kavrayış yetisini ancak eğlenceden uzaklaşabilerek sağlayabiliriz.
Dinsel hiyerarşinin, Pazar ekonomisi kurallarına göre yeniden biçimlenmesi, eğlence olgusunun sanayileşmeye doğru evrimleşmesi ve eğlence merkezlerinin kentlerde yoğunlaşması bireylerin boş zamanlarında hangi biçimde eğlenebileceklerinin başkaları tarafından ( eğlence girişimcileri) belirlenmesine yol açtı. Eğlence, artık bir kar aracı olduğu sürece izin verilebilir bir olay olmuştu. Artık tartışılan, bireyin eğlenebilmesinin dinsel kurallara uyup uymadığı değil, sanatın bir meta durumuna getirilip tüketilenin izleyiciyi aldatıp aldatmadığıydı.
1800 yılıyla birlikte eğlence sanayinin büyük atılımlara başlaması, özgün sanatın durumu ve geleceği üzerindeki kuşkuları arttırdı. Goethe'ye göre, artık sanatı tüketmek isteyenler edilgenlikleriyle, yaratıcı olmamalarıyla ayırt edilmektedir. Goethe bu oluşumu, zamanın kitle iletişim araçlarının bir suçu olarak görme eğilimindedir. Goethe ile birlikte eğlence tartışmasına üç yeni öğe girmiştir: Eğlence içindeki gizli olan manipülatif etkinin farkına varılmıştır. Sanatçı ile toplum arasındaki ilişki ticari bir iş ilişkisine dönüşmüştür ve özgün sanatın yaratıcısı ile kitlenin istedikleri arasında bir uyuşmazlık baş göstermiştir.
Popüler kültür olgusu, ister eğlencenin ahlaksallığı, ister değişik toplum katmanlarının değişik sanat ürünlerini tüketmesi önerisi, ister eğlencenin sanayileşmesiyle birlikte ticaretinin sorgulanması başlığı altında tartışılır olsun, tarihsel bir olgudur. Her dönemde, dönemin üretim biçimi olanaklar çerçevesinde dağıtım, yayım ve kullanım amaçlarının yapısının belirlediği sınırlar içinde; bir özgün sanat bir de kitlelerin beğendiği sanat olmak üzere var olagelmiştir. Özgün sanatın tanımı kolaydır fakat kitle kültürü içinde yer alan sanatın tanımı oldukça güçtür.

4. 19.yy.da Toplumsal Alandaki Değişiklikler ve Popüler Kültürün Yeni Bir Görünüm Kazanması
Popüler kültürün bugünkü konumunu kavrayabilmek için 19. yy.da toplumsal hayattaki değişikliklere bir göz atmamız gerekmektedir. 19. yy başlarına gelindiğinde sanayi devrimi ilk sonuçlarını vermişti. Feodal dönemin orta sınıfı olan tüccarlar devleti de arkalarına alıp, sanayi burjuvasını oluşturmuşlardı. Feodal dönemin küçük toprak sahibi, topraksızın, işsiz güçsüzü ile binlerce küçük, bağımsız, imalatçı ustası ücret karşısında emeğini satan işçi durumuna gelmişlerdi. Artık bu insanların üretimini yaptıkları malların üzerinde veya üretim sürecinde söz söylemeye hakları yoktu. Endüstri devrimiyle işini kaybedenler feodal dönemin sadece esnafı zanaatkarı olmadı. Sermaye ve teknoloji kısa sürede tarıma da yöneldi. Toprak birikimi yoluyla işletmeler yeniden büyük boyutlarda örgütlendiler. Buna ayak uyduramayan küçük toprak sahibi çiftçilerin bir kısmı yaşamlarını sürdürebilmek için yeni patronlarının hizmetine girdiler. Bir kısmı da kentlere yöneldi. Sonuçta orta çağın küçük kentleri yeni dönemin işsiz insanları için, birer sığınak oldu. Kentlerin nüfusu giderek büyümeye başladı, en çok büyüyenler ise sanayileşmenin ve endüstrileşmenin en yoğun olduğu kentlerdi.
Kentler, artık modern yaşamda ekonomik değerlerin en çok üretildiği yerler olmuştu. Bir kısmı da kısa sürede metropol durumuna geldi. Bugün kimilerinin ortadan kalktığını, parçalandığını ileri sürdüğü kitle toplumunun oluşması da aynı gelişmeler sonucunda oldu. Popüler kültür işte bu kesimin tüketimine sunulan kültürdür. Popüler kültürün işlevlerini ve özelliklerini anlayabilmek için, 19. yy.dan itibaren kentlileşen ve kitleselleşen kalabalıklar içinde yitip giden insanın dünyayı nasıl anlamlandırdığını bilmek gerekmektedir.
Endüstri toplumuna geçişle birlikte iletişim ve ulaşım teknolojisi de içinde yer almak üzere üretim işlemlerinde kullanılan teknoloji gitgide daha rafine ve verimli teknolojilere dönüşmekteydi. Fakat maddi kültürdeki bu gelişmelere karşın, tinsel kültürü teknolojinin bu gelişmesine uygun duruma getirmek zorlaşıyordu. Daha açık bir anlatımla, yeni teknolojik gelişmeler verimliliği arttırırken bunun gerektirdiği iş gücüne ilişkin eğitim, denetim ve iş uygulayımı disiplininin kitlelere benimsetilebilmesi gerekiyordu. Bu ise ancak, insanlara yeni teknolojiler sayesinde artan verimlilikten daha yüksek oranda bir pay sağlanarak, yeni koşullarının uyumlarıyla daha yüksek bir standartta yaşama kavuşacakları umudunun verilmesiyle olanaklıydı. Kısacası “çok çalıştırıp, az tüketimle yetinmeye yönelten” inanışın yerine, işçileri ve emekçi katmanları orta sınıfın alt kesimlerinin yaşamına özendirmek gerekiyordu. Kentlerde; vitrinler, bulvarlar, reklamlar, cafeler oluşmuştu. Yeni kent yaşamında toplumsal ilişkilerin anonimleşmiş olmasından da yararlanarak reel yaşamın dışındaki saatlerde özenilen katmanlardaki insanların kimliğinin edinilmesi alt kesimler için mümkün ve çekici olmaya başlamış, bunların oluşturacağı fantazya kolaylaşmıştı. Yavaş yavaş oluşturulan tüketim ideolojisinde metaların ömrünü kısaltmak artık moda yoluyla oluyordu. Kitlelere tüketimin zevk ve mutluluk olduğu inancının benimsetilmesinin giderek tüketim yoluyla bireyi toplumsal gerçeklerden karşısına da yarayacağı anlaşılmaya başlanmıştı. Tüketimin yaşamla ilgili olarak böylelikle çok yönlü anlam kazanması çağdaş insanı yarışmacı ve gösterişçi kültürel düzenlemelerin etkisiyle başkalarından geri kalmayacak şekilde tüketimin nimetlerinden yararlanmaya yöneltmiştir.Çağdaş insan için artık yaşamak, tüketimle eşanlamlıydı. Ne kadar çok tüketilirse, o kadar dolu ve doygun yaşanacağına inanılıyordu. Metalara yüklenen bu anlam, insanlara iş yerindeki konumunu unutturmaya yarıyordu.

5. Yabancılaşan ve Edilgenleşen Yeni İnsan
19. yüzyılın ortalarına doğru teknolojideki gelişmeler hemen hemen üretimin her aşamasına yayılmıştı. Üretimdeki bu mekanikleşme çağdaş insan için eski üretim
tekniklerindeki ilişki biçimlerinin yıkılmasına yol açmıştı. İşçi, artık eskiden olduğu gibi üretimini yaptığı bir malın her aşamasında ona egemen değil, üretimin sadece bir aşamasında yeni teknolojinin kendine yüklediği görevi yapıyordu. Bunlar birçok kereler çalışma hayatının sonuna kadar bir vida sıkmak, bir kol çevirmek gibi rutin ve tekdüze işlerdi. Yaşam artık tıpkı makinenin başında üretimini yaptığı meta üzerinde bir kol çekmekle, bir işlem yapmak gibi şoklarla algılanabilir olmuştu. İnsan gitgide insansal değerlerinden uzaklaşmaya ve gitgide kendisine yabancılaşmaya başlamıştır.
Öte yandan bir edebiyat türü olarak da sentimentalizm yaygınlaşmıştır. Sentimentalizm, değiştirilmekten umut kesilmiş bir toplum karşısındaki yenik bireyin, kendisinin değiştiremediği toplumsal yaşamdan edindiği edilgin benliğinden kaynaklanan yok etme, yıkma, onu dışa vurarak kendini acındırma, kendini olumsuzlaştırmadır. Bu yeni edebiyat, hissi roman türü ve kadın dergileri ile yeni toplumda sosyal anlamda güçsüzleşen toplumsal kesimlere bu durumun verdiği acıları hafifletmek için bir çare gibi görünmeye başlamıştır. Yani toplumsal yaşamdan etkilenen ilk sınıf olan orta sınıf kadınımı yönelik yazılarda bu dönemde kadın dergilerinde yer almıştır. Eski ekonomideki yerini yitiren kadının yeni statüsü kocasının başarısının vitrini ve kocasının yaşam nedeni haline gelmek olmuştur. Ayrıca bununla kalmayarak, değişik ve yeni bir edebiyatın ortaya çıktığı bu ilk alanın ilk sürekli müşterileri de bu kadınlar olmuşlardır.
Bu yeni edebiyat türünde tarihsel konular da sentimentalist bir yaklaşımla işlenmekteydi. Tarihi konular, tarih bilimine göre değil, içinde yaşanılan toplumsal koşulların insanına göre tarihsizleştirilmiş, tarihten kaçırılmış, uzaklaştırılmış, içindeki öyküleri gerçek olmayan edilginleştirilmiş bir ruhla yazılmış, duygusal yanı abartılmış, diğer yanları ise bütünüyle bir tarafa bırakılmış bir kurgulamayla geniş kitlelere sunuluyordu. Yeni edebiyatın aile romanları ile toplumsal yaşamda yeni bir kadın tipi yaratılmaya çalışılıyordu. Bu romanlarda; kadın kahramanlar üretici olmaktan çıkmış, üstelik bunu da üzüntü ile karşılamayan dişice giyinmeyi, dişice görünmeyi amaçlayan tipler haline gelmişlerdir. İdeal kadın, cinselliğin ve dişice giyinmenin gizini fark etmiş olan ideal eştir. Bunun karşılığında kadının, kocası sayesinde, komşusunu çatlatacak kadar zengin bir gardırobu vardır. Bir anlamda kadın, kendisinin neler yapabildiğini ve yapabileceğini göstermek yerine, bir başkasının onun için neler yaptığını, yapabileceğini gösteren edilgin bir insan türüne dönüşmüştür. Bir süre sonra, kapitalist gelişmenin artmasıyla birlikte reklamcılıkta olağanüstü bir şekilde büyümüş ve yukarıdaki anlayışı en üst düzeye çıkararak, metaların satımı için kadın bedenini alabildiğine kullanmaya başlamıştır. Ne var ki, erkek karşısında ikinci sınıf ve edilgenleştirilmiş bir insan durumuna getirilen kadın, reklamcılığın yanı sıra, iletişim araçlarınca da aynı amaçla alabildiğine sömürülmüştür. 1850'lerden itibaren de natüralizm, kadını, kadınsılığını daha kaba saba derinliksiz bir biçimde anlatmaya başlamıştır.
Yeni dönemle birlikte, bağımlı sınıf ve kesimler iş yerlerindeki çalışmalarına toplumsal bir önem ve değer kazandıramadıkları için gerçek dünyalarına destek olacak daha derin bir fantazya oluşturabilecekleri başka alanlar ararlar. Yeni kent yaşamında ev, gerçekleştirilemeyen yaşamın merkezi olmuştur. Alt kesimin üst kesimlere öykünerek döşediği evindeki eşyalara, kullanım değerinin de üzerinde bir anlam veriyorlardı. Yeni dönemin insanı kendini kapattığı bu iç dünyasında düşlerle, kendisini gerçek yaşamına katlanabilecek bir kişiliğe kavuşturacak illüzyonlarla yaşamaktadır. Böylece işine değer veremeyen bu yeni dönemin insanı işini, bu yeni dünyasındaki fantazyalarını yaşayabilmek için katlanılması gereken bir dünya olarak algılıyordu.
Bugün geçmişe göre çok daha rafine bir şekilde “eğlence endüstrisi” yada “bilinç endüstrisi” tarafından üretilen popüler kültürün “mamul” fantazyaları vardır. Ticaretleşen ve pazara çıkan kültürün “iyi gişe yapan”, “iyi satış yapan” ürünleri bunlar olmaktadır. Popüler kültür işte burada işlev görmektedir. Reel yaşamı, fantazyada da tekrarlayarak, reel yaşamın sürdürülmesini kolaylaştırmakta; reel yaşamın yerine başka türlü bir yaşam olabileceğini düşünmenin yollarını tıkamakta, bu kırgınlıkları hafifletmekte, varolanı benimsemenin acısını, utancını hafifletmektedir. Yeni dönemin insanı kileselleşmeyle beraber bir kimlik bunalımına düşmüştür. Çalışma hayatındaki önemsiz konumuna karşın evini üst sınıflara öykünerek döşediği yeni yaşamının merkezi kabul etmiştir. Alt kesimlerin üst kesimlere özenerek aldıkları eşyalara kullanım değerlerinin de üzerinde bir anlam verildiği görülmüş, yeni insan, metaları eski dönemin dinsel ikonlarının yerine geçirmiştir. Dış dünyayı bu yeni ikonları aracılığıyla anlamlandırmaya başlamıştır.
Çağdaş insanın hızlı gelişmeler karşısında içine düştüğü umutsuzluk ve sıkıntı, gelip geçici ve fazlaca değerli sayılmayan popüler kültür ve onun ikonolojisine gereksinme duymasına neden olmuştur. Yeni dönemle birlikte çağdaş insanın yeni yapısına uygun yeni ikonları da olmuştur. Çağdaş ikonlar hem görünüşte özgün, hem de kitlesel olarak üretildikleri için tıpatıp benzerlerinin her yerde bulunabildiğinden dolayı hem yenidirler, yada yeni olarak kabullenirler, hem de değişken dünyamızda biçim ve değer yönünden hızla eskirler ve ömürsüz olurlar. Bu nedenledir ki çıktıkları gün ölümsüz gibi görünen bir çok ikon, umulandan da daha kısa bir süre içinde ölmüşlerdir, yerlerine yenileri geçmiş, yada eski ikonlar yıllar sonra başka bir kuşağın yaşamında “çağdaşlaşarak” yeniden canlanmışlardır. Modern insanda, hızlı bir değişim içindeki dünyayı ancak; anlık, yüzeysel, keskinleştirilmiş ve basitleştirilmiş ikonlar aracılığıyla algılayabilir duruma gelmişlerdir.
Çağdaş ikonlarla yeni bir kimlik edinmeye çalışan, kimlik bunalımı içindeki çağdaş kitle toplumu insanı kendisini TV dizilerindeki karakterlerle, sinema yıldızlarıyla özdeşleştirmektedir. Bennett’e göre, TV dizilerindeki kahramanlar uçmakta, sıradan insanları öldüren silahlar karşısında bu insanlara bir şey olmamaktadır. Çağdaş insan, bu gösterimleri gerçek saymasa bile, yaşamını bu dizilerdeki karakterlerin onun adına yaşadıklarına inandığı düşsel yaşam deneyimleri aracılığı ile yaptığı algılamalara dayanarak anlamlandırmaktadır. Bu anlamlandırma işleminde fantazya ile gerçek iç içe girmekte, ikisi arasındaki fark eriyip azalmakta, yaşanan hayat karşısında mantığa bağlı olan "görünene inanma" ile arzulara bağlı olan "inanma" arasındaki mesafe ve farklılık ortadan kalkmaktadır.

33
Genel Kültür / Ynt: Popüler Kültür
« : Haziran 05, 2009, 06:50:21 ÖS »
Popüler Kültür

Popülerin en klasik anlamı halka ait olandır. Fakat günümüzde bu kavram "bir çok kişi tarafından sevilen veya seçilen" anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamla popüler kavramı yönetici etkinliklerin (örneğin müzikle­rin, tv programlarının, seçimlerin, parlamenter demokrasinin, temsil sisteminin ve tercihlere dayanan kararla­rın) kabul damgası oldu. Popülerin bu egemen kulla­nılışı yeni alanlara taşınarak, yeni ifade biçimleri veri­lerek ve toplumsal sistem için yeni dayanak rolü sağlanarak devam etti: Örneğin popüler tv programı, popüler film yıldızı, popüler sporcu ve genel olarak popüler ve pop kültür gibi.

Popüler kültürün "en çok tercih edilen" bağlamın­da ele alınmasıyla karşımıza en yaygın ve yanlış olan popüler kültür tanımı çıkar: Popüler kültür modern toplumda devam eden "halkın" kültürüdür. Nasıl ki fabrikada çalışan işçinin "bizim fabrika" dediği yer onun değil, fakat onun varoluş biçiminin belirlendiği yer ise, popüler kültür ürünlerini satın alıp kullandığı ve "benim" dediği için, popüler kültür o sınıfa ait ol­maz. Halk olarak adlandırılan serbest kölenin yaşam tarzı onun belirlediği, onun biçimlendirdiği ve onun değiştirdiği bir yaşam tarzı değildir; o yaşam tarzı onunla vardır, onunla yaratılandır, ama onun özgür iradesinin ifadesi değildir. Dolayısıyla popüler kültür hal­kın kültürü değildir. Popüler kültür geniş iş bölümü etrafında kurulan kapitalist mal üretimi, pazarlaması, dağıtımı ve tüketimi biçimlerine dayanan bir kültürdür. Bu biçim olmayınca, örneğin teknolojik çoğaltma, seri üretim, tv veya basın olmayınca, bu araçlara dayanan böyle bir kültür biçimi de olmaz.

Popüler kültür egemen toplumsal ve ekonomik ilişkileri destekler, haklı çıkarır ve sürüp gitmesinde yardımcı olur. Kitle üretimi yapan pazarın ekonomik, siyasal ve bilişselliğinin ifadesi olan kitle kültürünün somut şekillerinden biridir. Kitle kültürü tekelci kapitalizmin hem mal hem de imajlar satışını yapan, uluslararası pazarın değişmelerine ve gereksinimlerine göre biçimlenip değişen, önceden yapılmış, önceden kesilip biçilmiş, paketlenip sunulmuş bir kültürü anlatır. Kapitalizmin kendi için üretirken ve yaratılan zenginliği kendine ayırırken, kitleleri ücretli köle olarak kullanarak "kitleler için" yaptığı üretim ve bu üretimle gelen "kimlik, duyma, hissetme, yaratma, bugününe, geçmişine ve geleceğine bakma biçimi, kısaca yaşama yoludur." Bu bağlam içinde popüler kültür, pazar tarafın­dan pazarda tüketim için "sipariş edilen, ısmarlama" kitle kültürünün en çok kullanılan ürünlerini, bu ürün­lerin tüketilmesini ve bu ürünleri teşvik eden düşünce­leri ve duyarlılıkları anlatır. Örneğin son zamanların en popüler pratikleri ve bu pratikleri destekleyen düşünceleri arasında özelleştirme, demokratikleştirme, post-modernlik, esnek üretim, küreselleşme, yerelleşme ve deregulasyon yer almaktadır. Bilişsel bağlamda, popü­ler kültürde anlamlar ve zevkler aktif bir şekilde top­lumda üretilir ve dağıtılır. Bu üretim ve dağıtımın en planlı yanı endüstriyel faaliyetlerin kendisidir ve gü-dümlenmiş yanı ise çeşitli örgütlü yapılardaki kişiler arası ilişki ve iletişimdir.

Popüler kültürde, aynı zamanda, sürekli kalıcılıkla değil, sürekli değişimle sermayenin ve sermaye sisteminin sürdürülebilirliliği gerçekleştirilir: Müzik alanında, popülerlik her hafta değişen "top 40" içinde olma ve bunları dinlemedir. Giyimde popüler olan şey mevsimlerle değişen modayla gelen güdümlü kültürel yaşamdır. Yeme ve içmede Pepsi ve Coca Cola; Marl-boro ve Winston; Pizza Hut ve Pizza King; McDonalds ve Burger King arasındaki özgür seçim için tüketici kazanma mücadelesi ve bunun bireysel özgürlük, zevk ve tercih olarak sunulmasıdır.

Popüler kültür aynı zamanda alınıp satılan mal ve malı içeren ve malla gelen, mal hakkındaki ilişkidir. Malın üretimiyle ve dağıtımıyla ilgili ilişki özel mülkiyet yapısına ve ücret politikalarından geçerek zengin­liklerin yaratılması ve yoksun bırakılmasına dayanır. Malın tüketimiyle ilgili ilişki promosyon, reklam, statü ve değer, satın alma, kullanma, atma yoluyla gerçek­leştirilen "ürünün pazarlama ve tüketimi" ve dolayısıyla yeniden üretimi koşullarının yaratılmasıdır. Sadece tüketmeye dayanarak, "halka istediği veriliyor" demek veya popüler kültür empoze edilmeyen, halkın kendini ifade eden, halkı ve yaşadığını anlatan bir kültürdür" demek, (a) akıllının minareye hazırladığı kılıfı satışı, yani sahtekarlık, (b) cehaletin bilgiçlik taslaması, yani geri zekalılık ve (c) sermayenin çıkarına hizmet eden ciddi bilinç yönetimi anlamına gelir. Popüler kültürün ideolojisi özel teşebbüsün sunduğu yapış biçimini meşrulaştınr ve evrenselleştirir.

Popülerin yaratılmasında, aynı zamanda diğer po­ülerler kullanılır: Popüler spor; popüler sporcu ve sanatçılar; popüler fikirler ve ideolojiler; popülerleştiril-miş anneler ve kaynanalar; popüler televizyon ve televizyon programlan; popüler magazin ve dergi kahra­manları; popüler seks ve seks ilişkileri, popüler politikalar bunlardan bazılarıdır.

Popüler kültür bir "çabuk kullanım ve hızlı tüketim" kültürüdür. Bu tür kullanım ve tüketim popülerin üretiminin ilk safhasından son kullanım ve atma safhasına kadar her aşamasında vardır. Böylece kitle üretiminin kalıcılığı ve sürekliliği garanti edilir. Popüler olan kullanılarak paketlenmiş popüleri, tüketiciler alır ve popüleri boğazlarına, saçlarına, yüzlerine, midelerine, üstlerine, ayaklarına "uygulayarak" malın ve bilincin popülerleştirilme sürecini tamamlarlar. Tüketici eğer popülere katılmazsa veya kazara popüleri yakalayamazsa popüler bir şekilde tedirgin edilir ve kendini tedirgin hisseder; huzursuz olur. Ancak popülerini eksik etmeyen tüketici gülümseyerek hem popülerle kendini bulur hem de popüler olanın satışına katılır. Bu satışta kendi vücudu ve kendi ruhu en önde gelen taşıyıcıdır. Popüler siyasal, ekonomik ve kültürel pazarda emeğiyle üretime ve dağıtıma katılan ve bölü­şümden ona verilenle serbest köleliği garantilenen in­san, popüler olmayan kendine kendi olarak bakmak­tan korkar; kendini kendinden çalan popülerlere kurtarıcı olarak sarılıp kimliğini ve kendini bulup rahatlar. Bu yolla kendinin sandığı "önemli kendi" olur insan. Bunu her gün sürekli yapmak zorundadır.

Popüler pazar madde bağımlı duruma gelmiş popüler kullanıcıyı özgürlük mitleriyle besler. Böylece kitle üretimi yapan endüstriyel yapıda insan materyal ürünleri, bu materyal ürünü yaratan üretim biçimi ve ilişkilerine uygun bilinci taşıyarak yaratır, işte bu, egemen, dolayısıyla popüler olandır. Dolayısıyla, popüleri popüler yapan güç ekonomik ve ideolojik güçtür. Bu güç de, sermayenin emeğe bağımlılığı biçimini anımsatacak şekilde halka bağımlıdır.

Popüler kültür ücretli maaşlı köleliğin işsiz bırakma, çalıştırma, ezme ve ezdirme pratiğidir: Popülerdir, çünkü egemen olan ve her gün tekrarlanan odur. Bu kültürün üretim kararında serbest kölelere verilen popüler seçenek, bir işte çalışma veya işsiz kalmadır. İşsizlik çok olmasına ve her gün tekrarlanmasına, yani en popüler yaşam tarzı olmasına rağmen popüler değildir. Bol bol yaşandığı ama tercih edilen yaşam tarzı olmadığı için mi dersiniz? Ücretli kölelik herkesin her gün en az sekiz saat katıldığı temel ilişki biçimi olmasına rağmen popüler olarak nitelenmez. Hatta adından bile bahsedilmez. Zorunlu olarak tercih edildiği ama sevilmediği için mi dersiniz? Dolayısıyla, popüler olanı tanımlayan yaşanılan niceliksel çokluk değil, gündeme getirilen işlevsel niceliksel çokluktur.


Popüler kültür kapitalist ekonomik ve siyasal pa­zarın en çok satan kendisidir. Modern ve uygar olarak kendini pazarlamasıdır. Popüler kültür eğer bayağı, basit, gaddar, kaba, aşağı seviyede ise, bu onu üreten bir yapının bayağılığını, aşağılığını, kabalığını, gaddarlığını ve basitliğini anlatır.

Popüler kültür sermaye düzeninin "friendly fas-cist" zorbalığının medyadan ve kişiler arası ilişkilerden geçerek kendini demokratik olarak satmasıdır. Saçına A firmasının Y ürününü sürmelisin, K marka parfümünü kullanmalı, ruju sürmeli, gömleği ve pantolonu giymelisin, çünkü ona "sen değersin" demek, bunları yapmazsan değer kazanamazsın demektir. Bu popüler faşizm arkadaşlar arasında konuşularak, hayranlık ifade ederek, yüceltilerek ve markayı diğer insanların gözüne kaka kaka kullanarak giyerek yaygınlaştırılır. Bu "friendly faşizm" popüler kültürel pratiklere katılmayanı bakışla ve sözle hor görerek kendi gibi kullanmayan ve tüketmeyen üzerinde baskı kurar; aynı anda kendini doğru, çağdaş, iyi ve haklı olarak tanımlar. Daha kötüsü benzerliği heceleyen popüler kültürün bu "friendly faşist" bireyi o denli geri zekalılaştırılmıştır ki, popülerin düşüncesi ve davranış kalıplarıyla standartlaşmış maymun olduğunun farkında bile değildir; aksi­ne popülere katılmayı özgürlük, özgür tercih, "ben istediğimi ve sevdiğimi yapıyorum" olarak niteler ve örneğin Tarkan'ın Özgürlük Türküsüyle farkında olmadan köleliğini yeniden üretir.

Popüler kültürde kıymetsiz olan şey "mal almayan" ve mal almayarak popülere katılmayandır. Bunun başta gelen nedeni elbette satış ve kitle üretiminin yeniden yapılması zorunluluğudur. Diğer önemli ne­den de popülerliğin tanımını yapan güç merkezindeki kaymadır: Dün, popüleri (halk ozanını, halk öyküsü­nü, halk ağıtını) günlük pratikleriyle üreten ve tanımlayan güç halktı. Bugün popüleri üreten ve tanımlayan güç, popüler adı altında mal ve bilinç satışı yapan mo­da, soda, oyuncak, turizm, kültür ve eğlence endüstrileridir. Yani dünün halkının bilinciyle, bugünün popüler kültürü taşıyıcı halkın bilinci arasında ciddi fark var­dır.

Popüler kültür kendi materyal temelini yansıtır. Meyvenin çürüğünü el çabukluğuyla müşteriye satan semt pazarındaki satıcıyı çok geride bırakacak kadar sahtekar ve dolandırıcıdır. Heterojenlikten, SEN' in SEN olduğundan bahseder. Aslında sen sana baktığında, SEN senden geçerek oluşan tüketim ve moda kültürünün standartlaşmış ve homojen yapısını görürsün. Standartlaşmada SEN standart oldukça sensin.

Popüler kültür mekanik ve elektronik çoğaltmayla niceliksel fazlalık ve niteliksel yoksulluğun kültürüdür. Bu yoksulluktan geçerek kapitalist pazar yapısı materyal zenginlik elde eder ve güç kazanır.

Popüler (ve post-modern) kültürün popülerliği, çok uluslu şirketlerin egemenliğini heceler: Popüler ve post modern ile post emperyalizmin ve sömürünün bilim, sanat, müzik, siyasal yollarla satışı yapılır.

Popüler kültür aynı zamanda egemenlik ve mücadele alanıdır. Bu alanda hem köleliğe gönüllü katılarak egemenliğin gerçekleşmesi sağlanır hem de egemenliğe karşı mücadele verilir. Hem egemen popülerlik hem de karşıtı, hem şimdi hem de yarınlar için yaşanan şimdinin popülerliği, egemenliği ve mücadelesidir. Popülerle egemenlik karşıtını güncel niceliksel tekrarlamalar ve yenilemelerle ezerken hem kendini sürdürür hem de karşıtı kendini yenilemeye zorlar. Yani ege­menlik ve mücadele, statik koşullarda değil, statikleştirilmişin günlük işleyişindeki dinamik ilişkiler düze­ninde verilir. Dolayısıyla hem egemenlik hem de mü­cadelede, aynı anda, sürdürebilirlilik ve yaygınlaşma amaçlı kendini perçinleme ve yenileme gereği duyulur.

Ne yazık ki popüler kültür alanı günümüzdeki koşullarda kaybedilmiş bir mücadeleye işaret eden işgal ve gasp edilmişliği anlatır. Popülerin gaspından önceki popüler kültür ezilenlerin daha iyi dünya umutlarının, bu yönde direnişlerinin ve mücadelelerinin ifadesiydi. Köroğlu destanı, Çakırcalı Mehmet Efe hikâyesi, Anadolu ağıtları, ağalara, paşalara ve devlete karşı direnen yoksulların ve haksızlığa uğrayanların dağa çıkış ve sevgililerini kaçırış öyküleri, sendikalaşma, grevler ve öğrenci hareketleri gibi. Artık küresel pazarın egemenliğinde popüler kültürde muhalefet bile sınıf egemenliğinin işlevsel parçası hâline dönüştürüldü. Popüler kültür, kitle iletişim araçlarıyla yönetilen kitle kültürü içinde çökertildi.

34
Genel Kültür / Popüler Kültür
« : Haziran 05, 2009, 06:50:01 ÖS »
Popüler Kültür

Popüler kültür, kitle kültürünün somut şekillerinden biridir. Kitle kültürü tekelci kapitalizmin hem mal hem de imajlar satışını yapan, uluslararası pazarın değişmelerine ve ihtiyaçlarına göre biçimlenip değişen, önceden yapılmış, önceden kesilip biçilmiş, paketlenip sunulmuş bir kültürdür. Kapitalizmin kendi için üretirken ve gasp ederken, bu amaçla, kitleleri ücretli köle olarak kullanarak “kitleler için” yaptığı üretim ve bu üretimle gelen “yaşamı yapma yoludur.”
Bu anlamda, popüler kültür pazar tarafindan pazarda tüketim için “sipariş edilen, ısmarlama” kitle kültüründe, en popüler ürünleri ve tüketimleri anlatır.
Popüler kültürde, son zamanların en popülerleri, siyasal ve ekonomik yönetim alanında, örneğin özelleştirme, demokratikleştirme, post-modernlik ve deregulasyondur. Bu tür popülerlik kalıcılık ve süreklilik arayan bir karaktere sahiptir. Popüler kültürde, aynı zamanda, sürekli kalıcılıkla değıl, sürekli değişimle süreklilik aranır.
Popüler kültür kullanım ve tüketim kültürüdür: Kullanım ve tüketim popülerin üretiminin ilk safhasından son kullanım safhasına kadar her safhada vardır. Popülerin yaratılmasında, diğer popülerler kullanılır.
Sosyal, kültürel ve ekonomik çöküntülerin yaşandığı dönemlerde gemilerinin batmaya başladığını hissedenler, sıklıkla popüler kültüre yönelirler.

35
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:48:22 ÖS »
ADIGE BAYRAĞININ TARİHÇESİ

Adıgeler ve tüm Kuzey Kafkasyalılar, 19. yüzyıl başlarına kadar milli bir bayraktan yoksun ve bir devlet anlayışına sahip olmadan yasamlarını sürdürdüler. Ancak, eski zamanlardan beri bayrak niteliği taşımamakla birlikte her kabile ve aile çeşitli renk ve biçimlerde bezden yapılmış değişik flamalara yaşamlarında yer veriyorlardı. Özellikle düğünlerde ve at yarışlarında, derece alan delikanlılara, ödül olarak verilmek üzere, genç kızların kendilerinin hazırladıkları bu flamaları armağan ediyorlardı. Büyük yarışmalarda ise bu ödüllere ilaveten her kabile başkanı, o kabileyi temsilen derece alan gençlere, kendi sembolleri olan flamayı veriyorlardı. Sürgün sonrası Anadolu'ya yerleşen Çerkes ailelerinin kızlarının pek çoğunda o günlerin anısına dikilmiş, bu tip flamalar yıllar boyu sandıklarda saklanmış, hatta bu yüzden 1920'li yıllardan sonra gizledikleri bu flamalar yüzünden, dönemin yöneticileri tarafindan, "Çerkes Bayrağı taşımak, Çerkeslik yapmak" suçlamalarıyla çeşitli baskılara maruz kalmışlardı.

Adıgelerin ilk bayrakları hakkında somut ve yazılı hiçbir belgeye rastlanamıyor. Bu konuda 19.yüzyıl başlarından itibaren Avrupalıların, genellikle, İngilizlerin ortaya koydukları bazı yazılı belgelerden bilgi ediniyoruz. Diplomat, tüccar, yazar, gezgin ve hatta ajan olarak Kafkasya'ya gönderilen kişilerin Çerkesler hakkında yazdıkları eserlerde, Adıge Bayrağı hakkında da bilgilere rastlıyoruz. Bazı kitapların kapaklarında yer alan Adıge Bayrağı'nın önceleri 7 yıldızlı, daha sonraları da 9 yıldızlı olanlarına rastlanıyor. Bayrakların ortak özellği ise renklerinin yeşil ve üzerlerine serpiştirilen yıldızların da sarı renkli olması. Fakat bu bayrakların hangi kabileyi veya kabileleri temsil ettiği ve de hangi tarihte kullanıldığı belirtilmemiş. 1830'lu yıllardan sonradır ki Adıge Bayrağı'nın doğuşuna ait detaylı bilgilere erişebiliyoruz. İngiliz politikacılarından, fakat o dönemde küçük bir devlet memuru olan, gerçek bir Çerkes dostu David Urquhart; İngiltere Hükümeti'nin de yardım ve isteklendirilmesi sonucu 1834 yılının Haziran ayında Kafkasya'ya gelir. Amacı Çerkesleri tanımak, gerekirse ve mümkün olduğu nispette Çerkeslerin Ruslara karşı sürdürdüğü özgürlük savaşımında onlara politik ve somut askeri yardımları sağlamada yardımcı olmaktır. Tsemez'de (Novorossisk) karaya çıkan, oradan da Anapa'ya giden Urquhart, Adıgeler tarafından çok büyük bir ilgi ve sevgi gösterisiyle karşılanır. Anapa'da onuruna düzenlenen bir kurultayda -ki bu kurultay Aguy ovasında düzenlenmiştir- tüm Çerkeslere seslenerek, Ruslara karşı başarılı olmak için tek bir bayrak altında, Çerkes birliğinin kesinlikle kurulmasının gerekliliğini önerir. Urquhart bayrağın rengi, amblemi vs. hakkında Çerkeslere bilgi aktardığını, sonradan yazdığı anılarında dile getirir. Bu arada o dönemde Adıgelerin lideri durumunda olan Zaniko Sefer Bey'in de onayı ile 12 kabileyi temsilen 12 kişilik geçici bir hükümet kurulur.

Urquhart'ın Kafkasya'dan ayrılmasından 3 yıl sonra 6 Mayıs 1837 tarihinde, bu kez, yine İngiliz S.James Bell ve gözlemci Longworth'un hazır bulunduğuu ünlü Adhanekum (Adakum, Atakum, Atakhum diye de geçer) kurultayında, ipekten yeşil renkli, siyah iki ok ve üzerinde 10 kabileyi temsil eden 10 adet sarı yıldızın yer aldığı Adıge Bayrağı dalgalanmaktadır. Havidko Mensur'un (Havdiko, Havudukue diye de geçer) liderilğinde ve bütün Adıge kabilelerinin temsil edildiği, 1000 delegenin katıldığı bu Adıge tarihinin büyük kurultayinda bilinen ilk resmi bayrak kullanılmıştır. Bundan bir yıl sonra ise 1838 yılında, Batı Kafkasya'daki 12 kabile, 3 liderin başkanlığında birleşir ve yeşil yüzey üzerinde 3 siyah ok ve 12 yıldızlı tarihi Adıge Bayrağı'nı milli bayrak olarak kabul ederler. İşte bugün Adıge Cumhuriyeti'nin Maykop'taki Parlamento binasında dalgalanan bayrak budur.


Adıge Bayrağı'nda yer alan renkler, yıldızlar ve oklara gelince: ipek kumaşın yeşil rengi Kafkasyanın dağ ve ovalarını; siyah 3 ok dönemin en yetenekli ve ünlü üç ailesini (Zaniko, Aytekçiko, Boleteko aileleri), siyah renk ise düşmana ölümü, sarı yıldızlar da bütün yaşamları açık havada, kır ve dağlarda geçen ve gökyüzündeki yıldızlara bakarak uyuyan kahramanların yer aldığı 12 bölgeyi temsil ediyordu. Bu 12 bölge; Natukhay(Nathkoç), Şapsuğ, Abedzah, Ubıh, Bjedugh, Temirgoy, Abhaz, Hatukay, Mahoş, Besleney, Brakiy, Karaçay, ve Kabardey'den oluşur.

Bu 12 bölgeden Abedzah, Mahoş ve Bjedughlar Ruslarla barış antlaşması imzalamış olduklarından, Kabardey ve Abhazya da Rus işgalinde bulunduğundan, birliğe ancak o bölgelerden, diğer Adıge kabileleri arasına sığınanların temsilcileri ile birlik antlaşmasına katılmışlardır. Kabardey'in temsilcisi Besleniyko Aslan, Abhazya'nın ise Rustem Pe idiler. Her bölgenin genel kurulları sonucu seçilen delegeleri Zaniko Sefer'in yanında yer alıyor, bunlar arasından da askeri komutanlar, elçiler ve hakimler seçilerek işbaşına getiriliyorlardı. Zaniko Sefer hem genel başkan, hem de dışişleri ile diplomatik çalışmaları yürütüyordu.

İzzet Aydemir Çuşha'nın bu yazısı Nart Dergisi'nin 4. sayısından alınmıştır.

36
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:47:37 ÖS »
ADIĞE (Çerkes) ATASÖZLERİ
(Atasözü dilin kanadıdır)


1. Horoz ötmese de, gün doğar.
Адакъэр мыlуэкlи, нэху щын къанэркъым.
Атакъэр мыІоми нэфыр шъынкІэ къанэрэп.
2. Adığe atı, Adığe erkeğinin yarısıdır.
Адыгэшыр Адыгэлlым и щlылъэныкъуэщ.
Адыгэшыр АдыгэлІым изыкІылъэныкъу.
3. Ecel, eşikten daha yakındır.
Ажалыр бжэщхьэlум нэхърэ нэхъ благъэщ.
Хьадэгъур пчэшъхьаІум нахьи нахь благъэ.
4. Tanrının vermediğini, peygamber verir mi?
Тхьэм къуимытар, и лlыкlуэм къуитын?
Тхьам къыуимытыгъэр, илІыкІом къыуитына?
5. Adığe her zaman Adığe’dir.
Адыгэр сыт щыгъуи Адыгэщ.
Адыгэр сыдигъокІи Адыгэ.
6. Ahmet’in bal küpü dolu.
Ахъмэт и фор изщ.
Ахъмэт ишъоур из.
7. Ördek yüzmeye alıştırılmaz.
Бабыщыр есыкlэ ягъaсэркъым.
Бабыщыр есыкlэ агъасэрэп.
8. Kepçe tutana, dokuz siyah köpek ümit besler.
Бэлагъыкlыр зыlыгъым хьэ къарибгъу щогугъу.
БэлагъыкІэр зыlыгъым хьэ къарибгъу щэгугъы.
9. Dağa yumurtayla vurmak.
Бгым джэдыкlэкlэ еуэн.
Бгым кІэнкІэкІэ еон.
10. Kartalı takip edersen dağa, kargayı takip edersen kötülüğe gidersin.
Бгъэжыр уи пащэмэ, къуршым урешэ, къуанщlэр уи пашэмэ lейм ухуешэ.
Бгъэжъыр уипашэмэ къушъхьэм урешэ, къолэжъыр уипашэмэ lаем уфешэ.
11. Kartal çok kanat çırparsa, kanadı kırılır.
Бгъэр куэдрэ уэмэ, и дамэр мэкъутэ.
Бгъэжъыр бэрэ омэ, итамэ мэкъутэ.
12. Zenginin dedikodusu yapılırken, fakirin lambası yanar.
Бейм и гугъу ящlурэ, тхьэмыщкlэм и уэздыгъэр мэс.
Баем игугъу ашlызэ, тхьамыкlэм иостыгъэ мэсты.
13. Arı çiçeğe konar.
Бжьэр гъэгъам лъатэ хабзэщ.
Бжьэр къэгъагъэм тетlысхьэ хабзэ.
14. Kuşun eti, et suyudur.
Бзум и лыр, и лэпсщ.
Бзыум илыр илэпс.
15. Düşmanına arkanı dönme.
Бийм уи щlыб хумыгъазэ.
Пыим уикlыб фэмыгъаз.
16. Uzaktaki akrabadan yeğdir, yakın komşu.
Благъэ жыжьэ нэхърэ къуэш гъунэгъу.
Благъэ чыжьэм нахьи къош гъунэгъу.
17. Sığın doğduğu yere döner.
Бланэ щалъху йокlуэлlэж.
Бланэр зыщалъфыгъэм екlолlэжьы.
18. Yedi kez ölç, bir kez kes.
Блэрэ къэпщи зэ пыупщl.
Блэрэ къэщи зэ пыупкl.
19. Yılanı üşüdü diye koynuna alma.
Блэр пlыщlащ жыпlэу уи гуфlакlэм думыгъэтlысхьэ.
Блэр чыlэ лlагъэ пlоу уигушlуакlэ
дэмыгъэтlысхь.

37
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:46:23 ÖS »
Müzelik Elbiseler

Kafkaslıların giysilerinin her birinin gerek işlemecilik gerekse görsel zenginlik açısından sanat eseri olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Hazar Denizi nden Karadeniz e kadar uzanan Kuzey Kafkasya, dünyada dillerin ve lehçelerin en yoğun olduğu bir yöredir. Burada yaşayan halklar ortak bir kültürü paylaşır. Erkeklerin eskiden günlük, şimdilerde ise sahne ve tören giysisi olan çerkeska bu ortaklığın simgesidir. Kadın elbiseleri kapalıdır ama dekoratiftir.
1925-1926 yıllarında etnograf B.A. Kuftin Kuzey Kafkas giysilerinden oluşan zengin bir koleksiyonu Sovyetler Birliği Halkları Müzesi ne teslim etmiştir. Bu giysiler 1948 de Devlet Etnografya Müzesi ne nakledilerek korumaya alınmıştır.

Çar ın imrendiği elbiseler

Kafkasya daki Kuban ve Elbruz bölgelerindeki arkeolojik bulgular arasında çıkan taşlardan kabartma ve oymalar, duvarlara çizilmiş erkek ve kadın figürleri; mezarlar ve kurganlarda yapılan incelemeler Kafkas giysilerinin ilk biçimini MÖ. 5. yüzyılda almaya başladığını, MS. 19. yüzyılda ise gelişimini tamamladığını gösteriyor.
Yaşamlarını dağlarda ve dağ yamaçlarında sürdüren bu insanların giysilerindeki en önemli özellik sade ve kullanışlı olmasıdır. Bakıldığında farklılık göze çarpmamaktadır. Giysiler sahip oldukları bu fonksiyonel ciddiyetin ötesinde vücudu da düzgün göstermekte, hareketlere doğallık ve özgürlük kazandırmaktadır. Bu nedenlerle Kafkas elbisesinin benzerleri 19. yüzyılda Rusya da Kazak kökenli süvarilere Çar tarafından askeri üniforma olarak giydirilmiştir.

ERKEKLER ZARİF VE CİDDİ GİYİNİRDİ

Erkekler ev yaşamında iç gömlek, pantalon ve beşmetten (gömlek) ibaret olan sade giysileri, dışarıda ise üzerine "çerkeska", kalpak ve yumuşak çizme giyerlerdi.

Çerkaska nın hikayesi

1917 Sovyet İhtilali nden önceki Çarlık döneminde Kafkas erkeklerinin, bel kısmına kama takılan "çerkeska" adlı ulusal giysilerini günlük yaşamlarında giymeleri yüzlerce yıl öncesinden gelen bir töreydi. Devrimden sonra getirilen yeni yasalarda ateşli ve ateşsiz silah taşımak yasaklandı. Kamasız olamayacağı için Çerkeska da günlük yaşantıdan çıktı. Yalnızca gösteri ve törenlerde görülür oldu.
Araştırmalar çerkeskanın ilk aşamalarda el tezgahlarında üretilmiş ev çuhasından yapıldığını göstermektedir. Bu dönemde kollar ana parçaya doğru açı oluşturacak biçimde, koltukaltı kısmında hareketi engellemeyecek şekilde dikilir, çerkeskanın ön ve arkası tek parça kumaştan, dizin epey altına kadar uzun yapılırdı. Giysi vücudu bele kadar tamamen sarmaktaydı. Belden aşağı kısımların hareketini kısıtlamayacak ve doğallık kazandıracak bir etek şeklinde yapılmıştı. Dağlılar 18. yüzyıldan başlayarak barutluklar (hazır) kullanmaya başlamıştı. İlk önce bele takılan barutluklar, atış sırasındaki kullanışsızlığı nedeniyle göğse takılmaya başlamış ve böylece çerkeskanın oluşumu tamamlanmıştı. 19. yüzyılda sonlarında artık son biçimini alan çerkeskanın "hazır"ları da içi tüfek mermisi alacak şekilde ceplere yerleştirilen sert ve dayanıklı ağaçlardan yapılmıştır. Üzeri altın, gümüş ya da kemik kapaklarla süslenerek giysiye özgünlük kazandırılmıştır.

18. yüzyıldan günümüze kalpak
Bugünkü şekline 18. yüzyıl ortalarında kavuşmaya başladığı sanılıyor. İklim, töre ve zamana göre çeşitlilik arzediyor. Çeçen-İnguş ve Dağıstanlılarda geniş uzun tüylü ve yüksek biçimlidir. 19. yüzyıl sonlarında batıda Adıge ve Abhazlardan bütün Kafkasya ya yayılan kısa tüylü, zarif biçimli "kubanka" günümüze kadar gelmiştir.

Andi nin zarif yamçıları

İlk çıkış yeri ve zamanı kesin olarak bilinmemekle beraber fakat Rusya ve Kafkasya da en zarif en güzel yamçı Dağıstan ın en dağlık yörelerinden olan Andi bölgesi civarında üretilir. Toprak ve hayvancılıkla uğraşan Kafkasyalıların yamçıyı hava değişikliklerinden korumak, rüzgar, yağmur ve toza karşı kullandıkları biliniyor.Yamçı binicinin yanı sıra atı da korur. Özellikle keçi kıllarından dövülerek yapılır. Genellikle siyah olur. Dış kısmındaki kıllar doğal haliyle bırakılırken içi keçeleştirilir. Pelerin biçiminde topuklara kadar uzun yapılır. Boyun kısmında gümüşten yapılan tutturucular vardır.

Terbiye edilen çizmeler

Günlük olarak iş yapılırken, boğa derisinden elde terbiye edilerek yapılan kalın ve sert bir ayakkabı giyilirdi. Ayağı vurmaması için içi ot doldurulurdu. Ayak bileğine kadar yapılan bu ayakkabı çarığa benzer, bileğe ve bacağa altından dolaştıkları kayışlarla bağlanırdı. 19. yüzyılda Rus edebiyatına giren "Kafkas çizmesi" yumuşak olup, ayak parmaklarını sıkmazdı ve siyah deriden yapılırdı. Tabanları bazen yumuşak köseleden olurdu.

Kamanın kalitesi gurur konusuydu

Dağlı giysisini tamamlayan en önemli aksesuar kuşkusuz bele özel biçimde takılan "kama" dır. Kafkasyalı için estetiği ve kalitesi gurur konusudur. Sapı altın, gümüş işlemeli olup, her iki yanı keskindir. Kın süslemeleri apayrı bir güzelliktedir. Kafkas kaması ve kılıcı dünyanın çeşitli müzelerinde yerini almıştır.
Bele sıkıca bağlanan kemerin birkaç işlevi vardır. Kemere takılan toka ve çengellere barutluk, kılıç ve yağdanlık asılırdı. Kama ise göbeğin hemen altındaki kemerin orta tokasına sapı ile kınının birleştiği noktadan sıkıca bağlanırdı

Çobanların ayrılmaz parçası başlıklar (Şarkhon)
Siyah, kemik rengi, kahverengi ya da griye çalan renkli çuha veya özel olarak deve tüyünden yapılır. Başı yağış ve rüzgardan korur. Hazır vaziyette iken üçgen biçiminde, kenarları uzun su-işi, kordela, kaytan veya sim sırma işlidir. Dağlardaki çobanların devamlı yanındadır.

KADINLARIN ZERAFET TERCİHİ
Kafkas kadın giysileri dış görünüşleri ile tam bir zerafet ve asalet ömeğidir. Biçimi yüzyıllarca bozulmadan korunabilmiştir. Dağlı kadınlar giyimlerine özen gösterir ve vücutlarını korurlar. Küçük yaşlardan başlayarak ince belli ve dik orantılı vücutlarını korumaya çalışırlar.

Göznuru kaftanlar

Vücudun üst kısmına tam oturan bu giysi, bele takılan kemerin aşağısında önden açık ve yere kadar uzun dikilir. Giyside oluşturulan mükemmel kompozisyonda, göğüsteki üçgen şeklindeki açıklıktan gümüş, altın ya da pirinçten yapılmış maden düğmeler, kemerin aşağısındaki açıklıktan ise içlik görünmektedir. Kaftanlar genellikle koyu vişne, kırmızı, koyu mavi, koyu yeşil, siyah kadife, ipek ya da atlas gibi kumaşlardan dikilir. Üzerlerinde omuz ve kemer altından başlayarak etek uçlarına kadar uzanan altın, gümüş sırma şeritlerle bezenmiş motifli süsler bulunur. Kol yanları çok değişik modellerle yapılır. Üzerindeki süslemeler altın, gümüş simlidir.
Kaftanın bel altındaki kısmının geniş ve yere kadar, kollarının bol ve uzun oluşu rahatlık, zenginlik ve soyluluğu simgeler. Dağlı kadınların giysileri sosyal yaşantılarının içine girmiş olan terzilik hünerlerinin birer ürünüdür. Dikiş tekniği üstün beceri, süslemeleri göznuru, altın gümüş işlemeciliği sanat ürünüdür.
Bu denli değerli giysiler kuşaktan kuşağa saklanmak suretiyle aktarılır ve halk arasında kimde nasıl bir giysi olduğu bilinir. İçlikler ise kaftanın içine giyilir ve uzun ya da kısa kollu olabilir. Yuvarlar dik yakalıdır. Kaftanın altından üçgen şeklinde görünen göğüs kısmında altın, gümüş vb. madeni düğmeler vardır. İki ya da tek parça olabilir. İki parçalı olan bluz, tek parça olanı ise kaftan biçiminde olabilir; ancak önü kapalı olur. İçliğinde belin altında, kaftanın açıklığından görünen kısmı altın gümüş sim sırma işlemelidir ve yere kadar kaftan boyunca uzanır.

Süslemecilik harikası kemerler ve kepler
Kaftan üzerine takılan kemer Kafkas süslemeciliğinin bir harikasıdır. Bele sıkıca takılan kemerin çok değişik modelleri vardır.
Keplerin ise değişik biçimleri vardır. Üzeri altın gümüş sim sırma ve inci işlemelidir. Başa dik olarak giyilir. Değişik renkli ama genellikle beyaz ipek kumaşlardan olur. İçleri saçaklıdır.

38
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:44:42 ÖS »
Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864
Kafkasya, kuzeyiyle ve güneyiyle tarih boyunca stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Bu nedenle de sürekli saldırılara ve işgallere sahne olmuştur. Esas itibariyle dağlık bir ülke olan Kafkasya’da yerleşim yerleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmıştır. Yüksekliği fazla olan bu dağ silsilesi, bölgedeki insanların tarihlerini, kültür ve karakterlerini başkalarından farklı kılmıştır.
Askeri açıdan büyük ölçüde savunma imkanı sağlayan dağlar, kültür ve etnik bakımından bölünmüş bir coğrafyanın doğmasına sebep olduğu gibi Kafkasyalıların birleşmesini de önleyen bir faktör olmuştur.
Esas konumuza geçmeden önce üç kavramın anlamını bir daha hatırlayalım.
GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.
SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.
SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.
İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı. İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.
Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır. 1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.
İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir. Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder.
Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar. Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar. Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi. Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen, “kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...” metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir. Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.
ÇAR I.PETRO-1722 : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”
PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”
GRAND DÜK MİCHAEL: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”
KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”
M.İ. BENYUKOV: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”
KONT YERDOKÜMOV’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)
Rus Tarihçi SULUJİYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”
Rus Tarihçi ZAHARYAN: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”
Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."
KONT LEV TOLSTOY: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”
Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”
Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”
JAN KAROL: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”
HAKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S. “Adegeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”
Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:
GRAND DÜK MİCHAEL: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”
Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”
Rus İ. DZAROV : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”
Rus St.PETERSBURG GAZETESİ : “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”
Fransız Gazeteci A. FONVİLL: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”
Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”
Rus Araştırmacı A.P.BERGE: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”
Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar GAZETELERİ: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”
İng.Elçi LORD NAPİYER: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”
İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”
İng. Konsolos R.H.LANG: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”
Lord PALMERSTON 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”
Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :
PINSON: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”
Prof. Kemal KARPAT: “Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır.
Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor...”
NEDİM İPEK: 1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır.
Gelenler stratejik yerlere yerleştirildi. Çanakkale ve Marmara’da Müslüman erkek azalmıştı. Oraya yerleştirildi. İstanbul’da yakın yerlerde, Suriye ve Filistin’de reisleri şehir merkezine alınıp diğerleri dağınık yerleştirildi. Geleneksel şeflerin otoriteleri kırıldı. Zamanla yerli ahaliye karışıp gittiler.
ABDULLAH SAYDAM: Osmanlı’ya göçlerde çekici etkenlerden çok itici etmenler ön plandadır. Rusların ele geçirdikleri yerlerdeki Tehcir politikası, hiç değişmeden devam edip gitmiştir. Yapılan baskı ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler Rusya’nın zulmünden kurtuluş olarak görülmüştür. Osmanlıda sırf insani açıdan kapılarını açmıştır. 1.000.000-1.200.000 Kırım ve Kafkaslı geldi.
SÜLEYMAN ERKAN: Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor.
Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi.
Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır.
Ermeni, Pontus soykırımlarını parlamentolarına taşırken bilimsel olarak apaçık olan ÇERKES SÜRGÜNÜ’nün aynı ilgiyi görmemesi üzücüdür.
Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor.
1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür.
FAHİR ARMAOĞLU: II. Aleksandre sadece Kafkasya’daki özgürlük hareketini söndürmekle kalmadı. Çerkesleri kendi topraklarından sürmesinin nedeni onların yenilmesi olduğu kadar Rus olmayanları planlı bir şekilde Ruslaştırmadır. Nikolay İLMİNSKİ’nin fikir babası olduğu PAN-SLAVİZM’in devreye konduğu tarihlerle Çerkeslerin sürülüşü aynı tarihtir. Bu politika üç aşamalıdır.
Rusya’ya karşı savaşan ve destekleyenleri savaş suçlusu sayıp sürmek,
Kovulanların topraklarını Ruslara ve Rus Kazaklarına vermek,
Rus olmayanları da Ruslaştırma politikası izlemek. (20.yy. Siyasi Tarihi-Süleyman)
OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi.
Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)
Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı.
Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.
Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.
Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.
Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi. Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.
Kaynak: Nart Dergisi Mayıs - Haziran 2001

Çerkes Sürgünü
Prof. Dr. Kemal Karpat

39
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:43:53 ÖS »
Çerkeslerde Giyim Kusam

Kafkaslilarin giysilerinin her birinin gerek islemecilik gerekse görsel zenginlik açisi ndan sanat eseri oldugunu söylemek abartili olmaz. Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan Kuzey Kafkasya, dünyada dillerin ve lehçelerin en yogun oldugu bir yöredir. Burada yasayan halklar ortak bir kültürü paylasir. Erkeklerin eskiden günlük, simdilerde ise sahne ve tören giysisi olan çerkeska bu ortakligin simgesidir. Kadin elbiseleri kapalidir ama dekoratiftir. 1925-1926 yillarinda etnograf B.A. Kuftin Kuzey Kafkas giysilerinden olusan zengin bir koleksiyonu Sovyetler Birligi Halklari Müzesi'ne teslim etmistir. Bu giysiler 1948'de Devlet Etnografya Müzesi'ne nakledilerek korumaya alinmis tir.

ERKEKLER ZARIF VE CIDDI GIYINIRDI

Erkekler ev yasaminda iç gömlek, pantalon ve besmetten (gömlek) ibaret olan sade giysileri, disarida ise üzerine 'çerkeska', kalpak ve yumusak çizme giyerlerdi. Bas giysileri üç türlü idi; ipek takke, yün külah ve kalpak. Deriden yapilmis ‘suruk’ dedikleri güzel çizmeler ve ayakkabilar giyerlerdi. Kemer, deri veya ipekten yapilirdi. Erkekler kemerlerine silahlarini ve edevatlarini asardi. Altin ve gümüsten halka halinde kemerler de yapilirdi. Süs ve taki cinsinden bayanlar, altin ve gümüs küpe, yüzük, bilezik, bronz taç, gerdanlik; erkekler de yüzük takardi.

KADINLARIN ZERAFET TERCIHI

Kafkas kadin giysileri dis görünüsleri ile tam bir zerafet ve asalet ömegidir. Biçimi y üzyillarca bozulmadan korunabilmistir. Dagli kadinlar giyimlerine özen gösterir ve vü cutlarini korurlar. Küçük yaslardan baslayarak ince belli ve dik orantili vücutlarini korumaya çalisirlar.Bayan kiyafetleri daha çok farklilik arzederdi. Yapilis tarzi erkek kiyafetlerine benzer, gömlek ile fase denen gögüs kismi islemeli miflonlu pardesüden olusurdu. Ayakkabi az farkla erkek ayakkabisina benzerdi. Elbise için fabrika mamülü farkli kumas ve bezler ile ipek kumaslar kullanilirdi. Ayakkabilarini sahtiyan, yünlü kumas ve deriden bizzat kendileri yaparlardi.

Kuzeybati Adigeleri biyik, bazilari da sakal birakirlardi. Saçlarini kaziyip tepede ve sol kulaga yakin bir tutam saç birakirlardi. Tras biçagini hep yanlarinda tasirlardi. Bayanlar saçlarini yapardi. Bir mezarda taç seklinde örülmüs bayan saçi bulunmustur.

Topragin bereketi ve havanin güzelligi sebebiyle Çerkeslerin ve Kafkas kabilelerinin bedenleri son derece gelismis olup bünyeleri sikintiya çok dayaniklidir. Sportif uzuvlari güzel bir görünüm arzetmektedir.

Kabileden kabileye modelde farklilik göstermesine ragmen genellikle tüm Kuzey Kafkas halklarinin giysileri ayni model idi. Giysiler çogunlukla yünden örülürdü.

17. Asirda Adigeler kirmizi elbise giyerlerdi. 2. Yarida ise siyah yayginlasti. Ipek, yün ve benzerinden mamul tsey (kaftan) giyerlerdi. Ayakkabiyi deriden, kumastan, örme ipten, islenmis deriden yaparlardi. Suruk dedikleri bir nevi çizme giyer, içine ot koyarlardi. Erkek kiyafeti kesinlikle silahli olurdu. Sadece psi ve workler degil biraz varlikli insanlar da zirh ve migfer giyerlerdi. Kafanin iki yaninda saç birakilir, örülürdü. Abazalar saçlarini uzatir, Kabardeyler saç ve sakali tras ederlerdi. Dagistanda sakali olmayana itibar edilmezdi.

Bayan kiyafeti genellikle ayri olmakla beraber erkek giysisine benzedigi noktalar da bulunurdu. Bas giysileri çok farkli idi. Inguslarda kuryari yünden örülür, külahin ucu sivriltilip öne dogru bükülürdü. Asetin kizlar esarptan baska yuvarlak küçük sapkalar da giyerdi. Adigeler ipek veya kumastan mamul altin ve gümüs süslemeli küçük sapkalar giyerdi. Gerdanlik, yüzük ve bilezikler, altin, bronz, bakir, gümüs gibi farkli madenlerden yapilirdi. Saçlar Adigelerde en iyi süslenirdi. 1634te Adigey;de bayanlar saçi açik gezerdi. Terkede yasayan Adige kizlar 1638;de ikili örgü yaparlardi. 1669da 7-8 örgü yapildigi görülmüstür. Kadinlar ellerine kina yakardi. 17-18. Asir bayan mezarlarinda ahsap veya kemik tarak, ayna, yüksük, igne vs. özel esyalar bulunmustur.

1861 öncesinde giyim kusam dag bölgelerinde ayni kaldi ama vadilerde biraz degisiklik göstermeye basladi. Fabrika dokumasi kumaslar kullanilmaya baslanmakla beraber dag bölgelerinde elde yapilan iç ve üst giysilik kumaslar da kaliteliydi. Koyun derisinden sapka, kürk, pantalon vs. yapilirdi. Keçe yamçi ihtiyaçtsan fazla üretilip satilirdi. Kabardey, Dagistan ve Çeçen yamçilari daha çok tutulurdu. kullanilirdi. Daglarda keçi kilindan, ovalarda ise deve yününden yapilmakta olan sharhon (baslik) ile az islenmis kaba deriden yapilan suruk (çizme) çok yaygin kullanilmaktaydi. Fantazileri de yapilan bu çizmeleri zenginler iyi sahtiyandan yaptirirlardi. Bunlarin fabrikasyon üretimini yapan atelyeler de kurulmuttu.

Mezdog Adigelerinde de kiyafet genelde muhafaza edilmistir. Ancak, degisik halklardan olusan bu yerlesim biriminin etkileri olmus ve metal para süsü, kisa kol, Rus etegi, pek siki takip edilmeyen esarp kullanimi vb. degismeler vuku bulmustur. Kabardey;de büluga ermis kizlar için fes zaruri idi. Atalik adeti tamamen, misafirperverlik ve hoh kismen kayboldu. Kan davalari siddetini kaybedip, düsman taraflar daha kisa zamanda baristirilir oldu.

Ölü içn kadeh kaldirarak hoh söyleme adeti gelisti. Adigeler Mezdog Kabardey den küçük aileler halinde göçtüler. Mezdoga gelen akraba gruplar bulusup büyük kabileler olusturdular (winagoe zekhes). Ticaret ve para gelistikçe aile yeniden küçülmeye basladi.

Çoçuklarina müslüman adlari vermelerine ragmen vaftiz esnasinda degistiriliyordu. Çok önem verilen vaftiz için Mezdoga giderlerdi.

13-15. Asirlarda bölgeyi dolasmis olan yabanci gezginlerin anlattigina göre; psiler ve werkler disindaki erkekler altin ve gümüs süsleme kullanmazdi. Belereçinska yakin bir yerde bulunan beylere ait bir mezarda ince ipek bulunmustur. çamasirin üstüne besmet dedikleri kisa pantolon giyerlerdi. Üst kisma halat denen bir çesit hirka giyilirdi. Anilan mezarda keçi derisinden mamul kürk parçasi da bulunmustur. Bas giysileri üç türlü idi; ipek takke, yün külah ve kalpak. Deriden yapilmis suruk dedikleri güzel çizmeler ve ayakkabilar giyerlerdi. Kemer, deri veya ipekten yapilirdi. Erkekler kemerlerine silahlarini ve edevatlarini asardi. Altin ve gümüsten halka halinde kemerler de yapilirdi. Süs ve taki cinsinden bayanlar, altin ve gümüs küpe, yüzük, bilezik, bronz taç, gerdanlik; erkekler de yüzük takardi.

Bayan kiyafetleri daha çok farklilik arzederdi. Yapilis tarzi erkek kiyafetlerine benzer, gömlek ile fase denen gögüs kismi islemeli miflonlu pardesüden olusurdu. Ayakkabi az farkla erkek ayakkabisina benzerdi. Elbise için fabrika mamülü farkli kumas ve bezler ile ipek kumaslar kullanilirdi. Ayakkabilarini sahtiyan, yünlü kumas ve deriden bizzat kendileri yaparlardi.

1961 öncesinde erkek kiyafetleri asagi yukari ayni idi, hep ayni cinsten giyiniyorlardi. Erkek kostümü pisnet (gömlek), çerkeska, yamçi, baslik ve Ruslar papaha dedigi kalpaktan olusmaktaydi. Çerkezkanin haziritl diye isimlendirilen kursunluklari vardi. Barut kullanimindan önce yaldizlanmis kemikten veya gümüs süsleme malzemelerinden süs olarak yaparlardi. Süslü Çerkeskalar merasimlerde giyilirdi. Tüccarlar çogalmaya baslayinca demir atelyeleri de gelisti ve silahlari (kiliç, kama, rovelver vb.) kalite kazandi.

Erkeler yamçinin altina zirh gömlek giyer, baslarina üstü sivri veya kubbe seklinde migfer takarlardi. Egri uçlu kiliç ve düz kama kullanirlardi. Bunlarin kabzasi haç seklinde olurdu. Migfer ve kiliçlarda Arapça veya farsça yazilara rastlanirdi. Ok ve ok ucu yapimi, koruma gereçlerinin tasidigi önem sebebiyle oldukça gelismisti. Yayin tutacak yeri kemikten yapilirdi. Zirhi delen çelik uçlu oklar yapilirdi. Mizrak ve topuz pek az kullanilirdi.

Savasirken zirh ve migfer giyerlerdi. 17. Asirda Adige ve Dagistanlilar metal kalkan, Inguslar da ahsap üstüne deri geçirilmis yuvarlak kalkan kullanmislardir. 17. Asirda haziritl dedikleri fiseklikler ok yerine fisekle doldu. Yaylar çok özenerek yapilirdi. Oklarin boyunun bir metreyi geçtigi olurdu. Bu çagda erkeklerin çogunun tüfegi ve tabancasi olmustu. Ama ok ile yay da kullaniyorlardi. Derbent, Terek, Temruk, Sucukkale vs. yerlerde toplari vardi. Kilici ustaca kullaniyorlardi. 18. Asirda ucu egri kamalar yayginlasmaya basladi. Her erkekte deri kin içinde biçak, çakmak tasi, kapanan tras biçagi ve ahsap veya kemik barutluk bulunurdu.

40
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:42:37 ÖS »
Thamateler
Çerkes toplumsal yapısında Thamate önemli bir yere sahiptir. Thamateler toplumsal düzenin doğal temsilcileridir. Thamate eğlenceyi, düğünü, toplantıyı, herhangi bir elçi grubunu temsil eden ve yöneten kişidir. İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya adlı kitabında Rus şairi Puşkin'in thamateler için "Davranış olarak demokrat kalben aristokrat" dediğini kaydediyor. Thamate seçimi
Thamateyi cemiyetteki fertler seçer. Thamatenin toplantıyı yönetebilecek kabiliyete ve bilgiye sahip olması, çerkes adetini çok iyi bilmesi gerekir. Thamate seçiminde yaş çok önemli olmakla beraber yöneticilik kabiliyeti yüksek, toplum içinde belli bir ağırlığı olan ya da savaşlarda kahramanlık göstererek öne çıkmış, doğal bir saygınlık kazanmış hatta asalet sahibi soylu gençler tercih edilebilir. Bütün toplantılarda cemiyetin thamatesi erkekler arasından seçilir. Bayanlardan thamate seçilmez. Fakat bayanların da kendi aralarında seçtikleri thamateleri olabilir. Bu kişi bayanların davranış ve hareketlerinden sorumludur. Ancak bütün toplantıyı organize eden sorumlu kişi erkek olmak durumundadır.
Yetki ve sorumlulukları
Toplantıda olan ve olacak olan tüm hadiselerin sorumlusu ve hakimidir. Cemiyet içerisinde hiçbir şekilde düzensizlik ya da kargaşa çıkmasına müsaade etmez. Kurallara aykırı hareket eden kişileri uyarır.

Toplum ve thamatenin elçisi
Pşerah

Thamate ile topluluk arasında iletişimi sağlayan pşerahlar vardır. Sayıları cemiyetin büyüklüğü ile orantılıdır. Pşerah denilen kişiler daha çok cemiyetteki meselelere hakim olan yetenekli küçük yaşta olanlar arasından seçilir. Eğer cemiyet az sayıda kişiden oluşuyorsa bu iş için bir kişi yeterlidir. Fakat cemiyetin sayısı kalabalıksa sayısı ikiye üçe çıkabilmektedir. Pşerahın görevi thamate tarafından alınan bütün kararları topluluğa, topluluğun isteklerini de thamateye bildirmektir. Yani bir nevi thamatenin yardımcısı konumundadır.


Derleyen: Fehim Taştekin

Kaynak:Kafkas Vakfı

41
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:42:07 ÖS »
Adıgelerin eski dinleri ve İslam'ın Kafkasya'ya girişi

Adıgeler Kuzey Kafkasya halklarından olup, tarihin bilinen en eski devirlerinden günümüze kadar Kuzey Kafkasya'nm orta ve batı kesimlerinde yaşayan ve Adıge dilini konuşan otohkton halklardan birisidir. Batılılar onların ülkelerine Circassia, kendilerine de Circassien derler. Osmanlı kaynaklarında diğer Kafkas halkları ile birlikte Çerkes-Çerakis tabiri kullanılmaktadır. Araplar ise bunlara Şerkes-Şerakis adını verirler.
Adıgeler bilinen en eski tarihleri içinde hiç bir zaman dinsiz bir dönem geçirmemişlerdir. Tarih boyunca üç önemli dine mensup olmuşlardır. Bunlar eski dinleri, Hıristiyanlık ve Müslümanlıktır. Eski Adıge dini, üç ana grupta incelenebilir. Birincisi inançlar, ikincisi ibadetler, üçüncüsü de ahlaktır. Bunların dışında büyü, sihir, tılsım, fal vb. batıl itikatlar ve kutsal tasavvuru içinde ele alınabilecek tabiattaki çeşitli varlıklarla ilgili kültleri (dağ, ağaç vs.) sayabiliriz.
Tanrı Tha
Eski Adıge inançlarından en önemlisi hiç şüphesiz bütün dinlerde görülen Yüce Tanrı inancıdır. Adıgeler Tanrı'ya "Tha" ismini verirler. O kainatın yaratıcısıdır, bütün mukadderat elindedir, kullarına acıyan, bağışlayan, merhamet eden, sağlık veren ve aynı zamanda cezalandırandır. Tha'ya yüklenen bu sıfatlar, tevhid inancının izlerini taşır. Adıge inançlarında Tha'nın dışında başka tanrılar da mevcuttur. İkinci derecedeki tanrı, Tha'nın insanları terbiye vasıtası olan Yıldırım ilahı Şıble'dir. Bu ikisi dışında başka tanrılar da görülür.
Ahiret, cennet, cehennem, ceza, mükafat, ruhun ölümsüzlüğü, yeniden dirilme, melek, şeytan, cin eski Adıge inançları içinde yerini alır.
İbadet figürleri
Eski Adıge dininde ibadet de önemli bir yer tutar. Adıge ibadetleri dans ve müzik eşliğinde bir takım figürler icra edilerek mabet olarak kullandıkları "kutsal koru"larda yapılırdı. İbadeti Thamade yönetirdi. Diğer dinlerde görülen oruç, kurban, dua vb. ibadetler eski Adıgelerde de mevcuttu. Doğum ve ölüme çok önem verilir, bu iki olayla ilgili yapılan törenler en önemli dini görevlerden sayılırdı.
Bütün bunlar dünyadaki diğer benzer ilkel dinlerde olduğu gıbi dinin ilk kaynağının ilahi olduğu ve tek tanrı inancından, çok tanrı inancına geçildigi şeklindeki tezi desteklemektedir. Çünkü eski Adıge inançların da Tha merkezi bir konumdadır ve herşeyin yaratıcısıdır.
Vı Abıgeba?
Adıgeler üstün ahlaka önem verirler. Adıgeliği insanlıkla bir tutarlardı. Birisi yanlış ve hatalı bir iş yaptığında "Vı Adıgeba?" (Adıge değil misin?) derlerdi. Ahlaki umdeler ferdi ve sosyal hayatın tamamını düzenleyen şifahi kanunlar bütünü Khabze'nin içinde yer alırdı. Khabze kutsal sayılır ve ona uymayanlar Thamadeler kurultayı tarafından cezalandırılır.
Eski Adıge dinini bu şekilde özetledikten sonra Kuzey Kafkasya'nın İslamiyet'le tanışmasına geçebiliriz. İslamlık döneminden önce Kuzey Kafkasya'da Hıristiyanlık görülse de hiç bir zaman başarılı olamamıştır.
Bugün Abhaz ve Osetler'in bir kısmı ile Mezdok bölgesi Kabardeyleri hariç Kuzey Kafkasya'nın tamamı Müslümandır. Diaspora'daki Kuzey Kafkas kökenlilerden ise sadece Basklar Hıristiyan olup diğerleri Müslümandır. Çünkü Hıristiyanlık Kuzey Kafkas halklarının ruhuyla bağdaşmamıştır.
İslam'ın gelişi
İslamiyet Kuzey Kafkasya'ya Hz. Ömer dönemi fetihleri sırasında, İran'ın fethinden sonra Dağıstan bölgesinden girmiştir. Hicri 7. asırda Kuzey Kafkasya'ya giren İslam orduları Hazarlarla uzun süren savaşlar yapmak zorunda kalmışlardır. Bu dönem içinde Dağıstan ve Çeçenistan bölgeleri ve Orta Kafkaslar'ın bir kısmı İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. Sonraki yıllarda toplu olarak müslümanlaşma hız kazanmıştır. Hanefi ve Şafii mezhebi yaygındır. Ayrıca Müridizm hareketi olarak bilinen Nakşibendilik halk tabakalarının İslamlaşmasında ve Ruslara karşı yapılan savaşlarda büyük roller üstlenmiştir.
İslamiyet Kuzeybatı Kafkasya (Çerkes-ya)'ya doğuya göre biraz daha geç tarihlerde girebilmiştir. Bu bölgede 13.yüzyıllarda başlayan İslamlaşma Osmanlı ve Kırımlıların çalışmaları ile ancak 18.yüzyılda tamamlanabilmiştir. Kuzeybatı Kafkasya'nın İslamlaşmasında en önemli görevlerden birisini de İmam Şamil'in naibi Muhammed Emin yerine getirmiştir.
İslamiyet'in dünyanın en çok etnik unsurunun bir arada yaşadığı Kuzey Kafkasya'da yerleşmesi bazı önemli sonuçları doğurmuştur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Halk Hıristiyanlık'la karışmış çok tanrılı eski dinlerinden ayrılıp fıtrat dini olan İslam'la şereflenmiştir.
2- Kuzey Kafkas halklarının etnik mozayiği, İslam kardeşliği çatısı altında pekişmıştir.
3- İslamiyet'in bölgeye girmesiyle İslam coğrafyası son derece jeopolitik ve stratejik önemi olan bir ülke kazanmıştır.
4- Yüzyıllar boyunca Ruslar'a karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarına İslamiyet güç kazandırmış, dirençlerini artırmış ve sıcak denizlere inme politikasını uygulamada Rusları yorgun düşürmüş, böylece İslam dünyasının Kuzey cephesinden parçalanıp dağılmasına engel olmuşlardır.


Kaynak:Kafkas Vakfı

42
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:41:24 ÖS »
Çerkeslerde toplantı geleneği

Çerkeslerde toplantı yapmak için çok vesile ve neden vardır. Bir köyden diğer bir köye gidildiğinde ya da o köye dışarıdan bir misafir gelmişse gençler hemen bir araya gelirler.
Bir düğünün bitiminde gençler toplanarak böyle bir ortamın oluşmasına sebep olabilirler. Yine kendi aralarında böyle toplantıları önceden planlayabilirler. Muhabbet toplantıları fonksiyonel açıdan bir çok amacı gerçekleştirmektedir. Bu tür toplantılarda bir çok Çerkes genci birbirleri ile tanışma imkanı bulur. Aynı sülaleden olan kişilerde birbirini tanımış olur. Aynı yaş grubundan toplanıp tanışan bu kişiler böylece eğlenme şansını yakalar. Birbirlerini tanıyan genç kız ve erkekler aradıkları vasıflan taşıyan kişilerle kaşen olarak daha sonra evlenebilme imkanını bulurlar.
Toplantı düzeni
Toplantıda insanlar dağınık bir şekilde oturamazlar. Herkes konumuna göre oturması gereken yerde oturmak durumundadır. Oturma sisteminde kızlar ve erkekler ayrıdır. Karışık oturmazlar. Toplantıda hiyerarşik yapılanmanın getirdiği farklı statü ve rollerin olması fertleri istediği gibi davranmaktan alıkoyar. Herkes örf ve adetlere göre oturma düzeni alır. Thamatenin sağında ve solunda birer yardımcı bulunur. Bu kişiler ev sahibi olmaması kaydı ile gelen misafirlerden birisi olabilir. Bunlar en az thamate kadar topluma etki edecek konumdadırlar. Eğer bu cemiyet düğün, nişan türü bir cemiyetse thamatenin sol tarafına yaş sırasına göre erkekler, sağ tarafına yaş sırasına göre bayanlar oturur. Bayanların thamatesi de cemiyetin thamatesinin sağ yanında oturur. Yaş sırasına göre de diğer bayanlar da sağ tarafta yer alırlar. Diğer cemiyetlerde ise sağında ve solunda erkekler oturmaktadır.
Gösterilen her davranışın belirli kuralları vardır. Fakat buna rağmen bu tip toplantılar çok eğlenceli ve faydalı olur. Bu tür toplantılar yeni iştirak etmeye başlayan gençler açısından da eğitim merkezi sayılır. Burada habzenin yani örf ve adetlerin uygulamalı olarak öğretilmesi bağlanır. İnsanlar birbirine kaynaşır. Kızlar ve erkekler arasında arkadaşlık kurulur. Bu tip toplantılar belirli yaş gruplarına ayrılmıştır. Kızlar ve erkekler kendi yaş gruplarının toplantılarına katılırlar. Her yaş grubunun toplantısı ayrı olmaktadır.
Eğlenerek tanışma
Bütün toplantılar başlarken tanışma faslı vardır. Cemiyette kişileri tanıştırma görevini thamatenin isteği üzerine pşerah yerine getirir. Cemiyet kalabalık ise herkesi tek tek tanıştırmak yerine değişik bir ortam hazırlanarak herkesin birbiriyle tanışması sağlanır. Bu daha ziyade vakit geçirici oyunlarla olur. Bu oyunlar cemiyetteki insanların birbirleri ile tanışmasına ve etkileşim kurmasına vesile olur. Oyunu pşerah başlatır. Mesela çapşı denilen bir oyun vardır. Pşerah cemiyetteki kişilerin herhangi birisini kaldırır. Kaldırdı kişinin eline vurur. Eline vururken de kendi ismini, kabile ismini ve boy ismini söyler. Yine o kişi de aynı şekilde başkasını kaldırır. Bu şekilde oyun süresince bir tanışma olur. Fakat cemiyette Çerkez olmayan bir kişi varsa o kişi sadece bulunduğu konum itibariyle tanıştırılır.
Habzenin kesin kuralları
Muhabbet geceleri habzenin kesin kurallarına göre şekillenir. Bu kurallara uyulmadığı taktirde thamate araya girer ve kuralların uygulanmasını sağlar. Kurallara uygun hareket etmeyen kişiler ise diğer fertler tarafından uyarılır. Bu nedenle bu toplantıda serdedilen her davranış kurallara uygun olmak durumundadır. O gecede hiç kimse keyfi olarak odadan dışarı çıkamaz. Dışarı çıkmak istediği taktirde thamateden izin alır. Thamate izin vermişse dışarıya çıkabilir. Birisi herhangi bir durumda dışarı çıkıyorsa orada bulunan herkes çıkarken ayağa kalkar. Aynı şekilde dışarıdan içeriye gelindiğinde de aynı şey geçerlidir. Bu durum Çerkes kültüründeki saygı unsurunun etkinlik göstergesidir.
Bir kompliman geleneği Pseluh
Çerkeslerin her vesile ile yaptığı toplantılar, gençlerin kendilerini göstermesi ve kabiliyetlerini sergilemesi için birer fırsattır. Böyle eğlencelerde birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler sanki evleneceklermiş gibi birbirlerine iltifat ve ilanı aşk ederler. Çeşitli şakalar yaparlar. Bazen aynı kıza bir kaç genç birlikte iltifat ederek eğlenceyi artırır. Kızlar da gençlerin bu iltifatlarına uygun şakalar yaparlar. İltifatlarla birlikte yapılan tüm şakalaşmalara pseluh denmektedir. Pseluh işin gayri ciddi boyutudur. O cemiyetle sınırlıdır. Pseluk zahiren gayri ciddi gibi görünse de bu kanaat yanıltıcıdır. Bütün eğlence ve şakalar birtakım yaptırımlara haiz olan habzenin kesin kuralları ile sınırlıdır. Gelişigüzel bir biçimde pseluk yapılmaz. Saygısızlık yapmak karşısındaki kişiyi en ufak bir şekilde rencide etmek yasaktır. Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.
Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar dahi sırf o geceye ya da bir kaç geceye mahsus olarak kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş vakit geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi meth edici ve övücü sözler söyler.
Misafirlerin durumu
Bu cemiyetlerde misafir olan kişiler, çok önemli bir mazeretleri olmadıkça diğer kişiler topluluğu terk etmeden o ortamı terkedemezler. Toplantı bitene kadar o ortamda bulunmak durumundadırlar. Çünkü diğer kişiler daha ziyade o gece onlar için toplanmıştır. Bu nedenle onların toplantıyı terkedip gitmeleri saygısızlık sayılır. Aynı kural misafir ve ev sahibi dışında ev sahibinin arkadaşları için de geçerlidir. Bunların cemiyeti terkedip gitmesi de misafirlere karşı bir saygısızlık olarak nitelendirilir.
Oyunlar
Çerkes gençlerinin düğün gibi toplumsal aktiviteler vesilesiyle tertip ettiği toplantılarda çeşitli oyunlar oynanır. Oyunlar hem cemiyetteki insanların birbirleri ile tanışmasını sağar hem de toplantının eğlenceli geçmesine sebep olur. Bu oyunlar folklorik ve dans türü oyunlar değildir.
Eğlenceye yönelik olan ve herkesin iştirak ettiği oyunlardır. Oyunu pşerah başlatır. Oynanan oyunların bazılan şunlardır.
Çapşı: Bu oyun birbirinin eline vurarak tanışmayı sağlayan oyundur.
Aykan: Pişerah kalkar. Başka birini de kaldırır. İkisi de eliyle birbirinden habersiz olarak bir, üç ya da beşi göstermek durumundadır. Oyunun kurallarına göre üç biri, beş üçü, bir de beşi yenmektedir. Bu durumda yenen sayılan eliyle gösteren kişi diğer kişinin eline hızlı ya da yavaş olarak vurmaktadır.
Eş Seçme: Oyunun başında herkes ikişerli olarak eşleştirilir. Daha sonra pşerah kalkar, sırayla herkese eşinden memnun musun diyerek sorar. Eğer memnunsa, memnun olduğu için eline havluyla vurulur. Memnun değilse eline vurulmaz ve eş olarak kimi istediği sorulur. O da orada bulunan herhangi bir kişiyi eş olarak tercih eder. Bu durumda tercih ettiği kişinin eşine eşini veriyor musun diye sorulur. Eğer verirse eline vurulmaktan kurtulur. Eşini vermeyi kabul etmezse eşini isteyen kişinin taktir ettiği sayı kadar (daha önceden bir limit belirlenir) hızlı yada yavaş şekilde eline vurulur.
Yüzük Oyunu: Bu oyunda bir yüzük saklanır. Bir kişi kaldırılır ve kaldırılan kişiden yüzüğü bulması istenir. Bunu da diğer kişilerin tarifleri ile yapar. Yüzüğü arayan kişi diğer kişilerin verdiği ipuçlarına göre yüzüğün kimde olduğunu bulur.
Bu oyunların yanısıra daha farklı oyunlarda oynanmaktadır. Bu oyunlar kişilerin hem birbirleriyle tanışmasını hem de etkileşim ve iletişim kurmasını sağlar. Kişiler çapşı denilen oyunla çok kısa bir süre içinde birbirleri ile tanışma imkanı bulur. Aykan denilen oyunda bunun hemen akabinde gelir. Bu oyunda da en fazla bir dakika kadar süre içerisinde birbirleriyle konuşma imkanı sağlanmış olur. Onlar da eğer iletişim kurmak isterlerse bu fırsatı değerlendirmeye çalışırlar. Eş seçme oyununda ise eşini vermemenin cezası vardır. Kişiler eğer eşlerine bağlı iseler eşlerini vermezler. Bağlı değillerse eşlerini değiştirirler. Eşine ne kadar bağlı ise o kadar cezaya tahammül eder. Bu bağlılığı hem karşısındaki kişiye hem de topluma yansıtmış olur. Bunun gibi diğer oyunların oynanmasında da bir takım incelikler ve faydalar vardır. Bu tip oyunların yanı sıra toplantılarda maniler, güzel sözler, şarkılar vs. söylenir. Bir çok değişik konular konuşulur.


Not. Bu yazı Jabagi Baj'ın "Çerkesya'da Sosyal Yaşayış ve Adetler" adlı kitabı ile Zeynep Durgun'un "Çerkeslerde (Adıgeler) Kaşenlik Adeti ve Sosyal Değişme" adlı tez çalışmasından yararlanılarak derlenmiştir. (Fehim T.)

Kaynak:Kafkas Vakfı

43
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:38:47 ÖS »
PSİHALİVE
ÇERKEZLERİN MEŞHUR YEMEĞİ


(tarifinide ben vereyim bari,görenlerin canı istemiştir)

İÇ MALZEMESİ
5-6 patates büyük boy
2 soğan büyük boy
tuz kırmızı toz biber
Patatesleri haşlayın ve ezin, soğanları sıvı yağda kavurun. hepsini beraber karıştırın. İçine tuzunu kırmızı biberinide atın ve soğuması için bekleyin. (mutlaka soğuması gerekli)


MALZEMELER
4 yumurta
2 su bardağı su
tuz ve aldığı kadar un


YAPILIŞI
Beraber sert bir hamur yoğurulur. Hamurdan fındık büyüklüğünde parçalar kesilir ve merdane ile küçük yuvarlaklar açılır. içlerine patatesli harçtan koyulur ve kapatılır (çok güzel kapatılması gerekiyor yoksa pişerken patatesler içinden fırlar) kapatılan mantılar bir sofra bezinin üzerine dizilir biraz kurutulur. Büyük bir tencerede su kaynatılır içine tuz atılır, mantılar teker teker içine atılır çok fazla olmamak şartı ile haşlanır. Çok haşlanırsa parçalanıyor. Diğer ocakta 3 yemek kaşığı kadar tereyağını eritin içine kırmızı toz biber ekleyin pişen mantıları kevgirle ocaktan alıp tepsiye dökün üzerinede tereyağından gezdirin. bu işlemi mantılar bitene kadar tekrarlayın. En üstünede 4-5 diş sarımsağı dövün haşlama suyundan 3-4 kaşık üzerine ilave edin mantıların üzerinden dökün.

44
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:37:52 ÖS »
PSİHALİVE
ÇERKEZLERİN MEŞHUR YEMEĞİ


Ben Çerkez degilim ama her zmaan yiyebilecegim bi yemek. Her çerkez bu yemeği bilir ve sever... Hamurdan yapılır ve içine genellikle patates konur. Özel sos ve yagı hazırlanır. Üstüne dökülür. Bununla da yetinmeyen - resimde görüldüğü üzere- yogurtla da deneyebilir. Ayrıca istek halinde sarımsak sosu da kullanılabilir... Her şekli ayrı bi güzeldir.. Gençler arasında bir davet söz konusu olduğunda ev sahibi gencin bazi psıhalıvelerin içerisine muzip bir şeyler karaladıgı kagıtlar sıkıştırması da adettendir burada öle bişey gormedim ama zamanında yapılan bişeymiş Bu kagıtlardan nasibini alan herkesle metnin mahyetine uygun olarak dalga geçilir He bu arada Psı : Su - Halıve: Hamurla yapılan her yemegin genel adıdır. Sulu denmesinin nedeni suda kaynatılmasından ileri gelmektedir. Of suan olsada yesek hem de açken(
Kusura bakmayın Burası Site Mutfagı degil ama sizlerle Paylaşmak istedin.Saygılarımlaaa.

45
Genel Kültür / Ynt: Çerkez Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:37:09 ÖS »
ADIĞE VE ABAZA DİLLERİ

Murat Papşu

Adığece ve Abazaca, Vubıhça ile birlikte Kafkas Dilleri'nin Kuzeybatı Kafkas grubunu oluşturur. Dilbilim literatüründe "Abhaz-Adığe Dilleri" olarak da anılır. Batı literatüründe Adığece için sıklıkla "Çerkesçe" terimi kullanılır. Adığece, Abazaca ve Vubıhça'nın bugün artık var olmayan tek bir anadilden türediği kabul edilir. Adığe, Abaza ve Vubıh dillerinde dilbilimcilerin ilgisini çeken en belirgin özellik ünsüzlerin zenginliği ve ünlülerin çok az olmasıdır.
Kafkas-Rus Savaşı'ndan ve sürgünden önce, 19. yüzyıl ortalarında Kafkasya'da bu üç Kuzeybatı Kafkas dilini konuşanların sayısı, çoğu Adığe olmak üzere 1,5-2 milyon civarında tahmin ediliyor. Bugün Adığece Kafkasya'da yaklaşık 600 bin, Abazaca ise 130 bin kişi tarafından konuşuluyor. Kafkasya'dan 4-5 kat fazla nüfusun yaşadığı diyasporada ise (Türkiye, Ürdün, Suriye, İsrail, Avrupa ükeleri, ABD) dilin kaç kişi tarafından ve ne oranda konuşulduğu konusunda kesin bilgi yoktur. Vubıhça, konuşan son kişinin, Tevfik Esenç'in 1992'de ölümüyle artık ölü bir dil olmuştur. Vubıhların tamamı Türkiye'de yaşamaktadır ve uzun zamandan beri Adığece'yi ya da Abazaca'yı anadil olarak benimsemişlerdir.


Adığece
Adığece'nin Batı (Ç'ahe) ve Doğu (Şhağ) (veya Kabardey) olmak üzere iki lehçesi vardır. Batı lehçesi Abzah, Bjeduğ, Çemguy ve Şapsığ ağızlarından oluşur. Doğu (Kabardey) lehçesinin ise Büyük Kabardey, Besleney, Mozdok ve Kuban ağızları vardır. Bu iki lehçe Sovyet ve Rusya dilbiliminde akraba fakat ayrı iki dil kabul edilir ve Batı lehçesi "Adığey dili", Doğu lehçesi de "Kabardey-Çerkes dili" olarak adlandırılır. Batı lehçesi Adığey Cumhuriyeti'nde, Doğu (Kabardey) lehçesi de Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetlerinde resmi dildir. Yazı ve edebiyat dili Batı Adığe lehçesinde Çemguy ağzı, Doğu Adığe lehçesinde ise Büyük Kabardey ağzı üzerine kurulmuştur. Bu ayrımdan dolayı küçük farklılıkları olan iki ayrı alfabe vardır. Batı Adığe alfabesinde üçü işaret olmak üzere 64 harf, Doğu Adığe alfabesinde de üçü işaret olmak üzere 59 harf vardır. Batı Adığe alfabesi 1938'den beri, Doğu Adığe alfabesi de 1936'dan beri kullanılmaktadır ve Rus-Kiril harfleri esas alınarak hazırlanmıştır.

Abazaca
Abaza dili ve lehçeleri konusuna girmeden önce bu halkın adı konusundaki terminoloji karışıklığını açıklamak gerekir. Türkiye'de ve Ortadoğu ülkelerinde genel olarak Abaza adıyla bilinen halk esas olarak üç gruptan, buna bağlı olarak dil üç ana lehçeden oluşur:

1. Tarihi anavatanları Abhazya'da yaşayan Apsuvalar; 2. 13-14. yüzyıllarda Abhazya'dan Kafkas Sıradağları'nı geçerek kuzeye, Adığeler'in arasına yerleşen Aşuvalar; 3. Eskiden dağlık bölgelerde yaşayan, daha sonra (17-18.yy.) Kuzey Kafkasya'nın düzlüklerine inerek yerleşen Aşharuvalar.
Türkiye'de genel olarak Abaza adıyla bilinmelerine karşın, bu ad Kafkasya'da ve literatürde sadece Kuzey Kafkasya'da (Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde) yaşayanlar, yani Aşuva ve Aşharuva grubu için kullanılmaktadır (Rusça'da Abazin). Ayrıca Aşuvalar için Osetler Tapanta, Adığeler (Kabardeyler) Bashağ, Nogaylar da Altıkesek Abaza adlarını kullanırlar. Abhaz ise Abhazya'da yaşayan ve kendilerini Apsuva olarak adlandıran gruba Gürcülerin verdiği ad olarak bilinir.
Sovyetler döneminde Abhazya'da Apsuva ve Kuzey Kafkasya'da Aşuva (Tapanta) lehçeleri ayrı ayrı yazı ve edebiyat dili haline getirilmişlerdir. Aşharuva ise yazı ve edebiyat dili olarak Aşuva (Tapanta) lehçesine dahil edilmiştir; Aşuva ve Aşharuva lehçeleri birlikte Abazaca olarak anılmaktadır. Bugünkü Rusya dilbiliminde Abhazca (abhazskiy yazık) ve Abazaca (abazinskiy yazık) iki ayrı dil kabul edilirler ve alfabeleri farklıdır. Dilbilimcilerin çoğu tarafından ise aynı dilin lehçeleri olarak görülürler.
1936-1938 yıllarında Latin temelli alfabeler yerlerini genellikle Kiril temelli alfabelere bırakırken Abhazya'da Abhazca (Apsuva lehçesi), Stalin ve Beria'nın Abhazya'yı Gürcüleştirme politikasının sonucu olarak Gürcü alfabesine uyarlandı. Bu alfabe 1953'te Beria ve Stalin'in ölümüne kadar kullanıldı. Fakat 1940'ların ortasından itibaren Abhaz okulları Gürcü okullarına dönüştürüldüğü ve Abhazca yayınlar engellendiği için bu alfabeyle çok az şey yayınlandı. 1954'den itibaren, bir komite tarafından hazırlanan Kiril temelli alfabe kabul edildi. Bugün hala kullanılan bu alfabede 62 harf vardır. Yazı ve edebiyat dilinin temeli nispeten basit fonetik sisteme sahip Abjua ağzıdır.
Rusya Federasyonu'na bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nin beş resmi dilinden biri olan Abazaca (Aşuva lehçesi) için genel olarak kabul edilen ilk alfabe 1933 yılında Kubina-Elburgan ağzı esas alınarak Latin temelli olarak hazırlandı. 1938'de bugün kullanılan Kiril temelli alfabeyle değiştirildi. Alfabede üçü işaret olmak üzere 68 harf vardır.


Kaynaklar:

Chirikba, Viacheslav; Distribution of Abkhaz Dialects in Turkey, Proceeding of the Conference on Northwest Caucasian Linguistics, 10-12 October 1995, İstanbul (edited by A.Sumru Özsoy), Novus forlag, Oslo.
Hewitt, George; Encyclopedia of the Languages of Europe (edited by Glanville Price).
Turçaninov G.-Tsagov M.; Grammatika Kabardinskogo Yazıka, SSCB Bilimler Akademisi, Moskova-Leningrad 1940.
Genko A.N.; Abazinskiy Yazık - Grammatiçeskiy Oçerk Nareçiya Tapanta, Moskova Nauk, 1955.
Yazıki Narodov SSSR, IV. Tom, Akademiya Nauk SSSR.
Adığebze Psalhalhe - Slovar Kabardino-Çerkesskogo Yazıka, Moskova 1999.

Kaynak:Kafkas Vakfı

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 15