İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - 3ng1n

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10
16
Bilim Haberleri / Plastikler tarlada yetişecek!
« : Haziran 21, 2009, 04:52:13 ÖS »
ABD'li bilim adamlari, bitkiden plastik elde etmeyi basardilar.

Bilim adamlarinin cevre icin bir donum noktasi olan bu arastirmasi sayesinde, gelecekte kullandigimiz plastikler tarlada yetisecek.

ABD Missouri Universitesi'nde yapilan calisma, kirlilik yaratmayan, yenilenebilir plastiklerin, petrol bazli bazi plastiklerin yerini alabilecegini ortaya koydu. Missouri Universitesi Disiplinlerarasi Bitki Grubu (MU Interdisciplinary Plant Group) Biyokimya Docenti Brian Mooney, bitkilerden plastik elde etmenin yeni bir fikir olmadigini belirterek, "Bitki nisastasindan ve soya proteininden yapilmis plastik, petrol bazli plastiklere alternatif olarak kullanildi. Su an yeni ve heyecan verici olan ise plastik yetistirmek icin bitkilerin kullanilma fikri" dedi.

Missouri Universitesi bilim adamlari, cok sayida molekuler teknik kullanarak uc bakteri enzimini model bitkisi, Arabidopsis Thaliana'nin icerisine uyguladilar. Bitkiden iki adet enzimi birlestirdiklerinde organik bir polimer urettiler. Polyhdroxybutyrate-co-polyhydroxyvalerate veya PHBV olarak bilinen bu polimer; market posetleri, soda siseleri, tek kullanimlik jiletler ve catal bicak takimlari gibi pek cok urunu uretmek icin kullanilabilen esnek ve sekil alabilen bir plastik. Ustelik bu plastik, cevreye atilsa bile dogal yollarla su ve karbondioksite ayrisabiliyor.

Ayni zamanda Missouri Universitesi, Christopher S. Bond Life Sciences Center'da, Charles Gehrke Proteomics Center'in da Mudur Yardimcisi olan Money, arastirma ile ilgili olarak, "Bu enzimin PHBV uretmek icin bitkinin en uygun yeri olarak tanimlanmis olan kloroplasta donusmesi icin bitkileri basarili bir sekilde degistirmis bulunuyoruz" aciklamasini yapti. Bir sonraki asamanin, bu teknigin, bir tur bitki olan 'switchgrass" gibi gercek bitkilerde ise yarayip yaramadigini gormek olacagini belirten Brian Mooney, St. Louis Donal Danforth Bitki Bilim Merkezi'nde ve cevresel teknoloji sirketi Metabolix Inc. Cambridge'te bilim adamlari ile gorusmeler gerceklestirdiklerini de soyledi.

Missouri Universitesi arastirmacilari, buluslarinin geleceginden umutlu. Plastik yetistirmek icin bitkilerin kullanilmasi, cevre acisindan da olumlu sonuclar doguracak. "Yesil" plastikler, karbon ayak izlerini azaltabilecek. Gunluk yasantimizi surdururken, dunyada biraktigimiz iz, cevreye verdigimiz zarar olarak tanimlanabilecek karbon ayak izi, direkt ve dolayli olarak cevreye ne kadar karbondioksit salinmasina sebep oldugumuzu olcuyor. Kuresel isinmanin en buyuk sebebi olarak karbondioksit salinimi gosteriliyor. Gelecekte plastiklerin tarlada bitki olarak yetisebilmesi, petrole olan bagimliligi da azaltacak ve ciftciler icin yepyeni bir ihrac urunu olabilecek.

Turk Plastik Sanayicileri Arastirma, Gelistirme ve Egitim Vakfi (PAGEV) Baskani Selcuk Aksoy, gelecege yonelik bu tarz arastirmalarin, petrol bazli plastiklere alternatif yarattigini soyleyerek, plastigin sundugu avantajlar nedeniyle ilerleyen yillarda da hayatimizdaki yerini ve onemini koruyacagini belirtti.

Aksoy, "21. yuzyilin malzemesi plastikten vazgecmek imkansiz. Gunluk yasamimizdaki pek cok kritik noktada plastik var ve bu arastirmalar plastigin, yeni teknolojiler sayesinde bambaska boyutlarda karsimiza cikacaginin bir gostergesi" dedi.

17
Bilim Haberleri / Türk bilim adamlarının büyük buluşu
« : Haziran 21, 2009, 04:49:46 ÖS »
Türk bilim adamları, günümüzde kesin tedavisi olmayan ve her yüz kişide bir görülen şizofreniye, beyinden fazla miktarda salgılanan ''agmatin'' adlı kimyasalın neden olduğunu kanıtladı.

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Albay Prof. Dr. Tayfun Uzbay ve ekibi, yüksek dozda agmatin verilen farelerde şizofreninin modellendiğini ve hastalığın tedavisinde kullanılan mevcut ilaçların bu modelde hiçbir şekilde iyileşmeyi sağlamadığını belirledi.

Araştırmacılar, ABD'de tarım alanında kullanılan 3 maddenin yeni bir tedavi yöntemi olarak şizofrenide kullanılabileceğini ortaya koydu.
Bilim adamları, tıp literatürüne giren ve patent alan araştırma kapsamında, şizofreniye neden olduğu saptanan maddenin kanda tahlil edilip edilemeyeceğine ilişkin yeni bir çalışmaya da imza attı.
GATA Ocak 2009 Haber Bülteni'nde, ''çalışmanın TÜBİTAK destekli olduğu ve patent alınmasının ardından araştırma sonuçlarının 'European Neuropsychopparmacology ve Journol of Psychopharmacology' isimli dergilerde yayına kabul edildiği'' belirtildi.

ŞİZOFRENLERDE REALİZASYON YAPILAMIYOR

Uzmanlardan alınan bilgiye göre, hezeyanlar ve paranoid düşüncelerle kendini gösteren şizofreni, dışardan gelen uyarılar beyinde realize edilemediği ya da yanlış kodlandığı için, kişi konuya ilişkin doğru bir değerlendirme yapamıyor.

Sağlıklı kişilerde iletişim esnasında kurulan sözlü ya da davranışsal uyarılar, beynin içindeki duygu ve düşünceleri yönlendiren kısımda realize ediliyor ve sinir ağları aracılığıyla beyin kabuğuna iletilerek uygulamaya sokuluyor. Sistem doğru işlemediğinde, uyarı dış katmana hatalı gidiyor ve realizasyon yapılamıyor. Bu nedenle şizofreni hastası ''Bana bakıyor, benimle ilgili planları var ya da beni öldürmek istiyor...'' gibi düşünceler içine giriyor. Bu durumun, ağırlaşması halinde de kişi gerçekte var olmayan kişilerle konuşmaya başlıyor, kendini çeşitli hayallere inandırıyor ve hezeyanlar içine giriyor.

Şizofreni tedavisinde günümüzde kullanılan ilaçlar ise bunları dengeliyor ancak kesin iyileşme sağlamıyor. Hepsinden önemlisi hastalığın nedeni tam olarak bilinmediğinden, kullanılan ilaçların etkisi kişiden kişiye değişebiliyor. Bilim adamlarının öngörüsüne göre, ilaçlar ya bu semptomları bastırıyor ya da onarıyor. Vakaların çoğunda ya ömür boyu ilaca bağımlılık ortaya çıkıyor ya da ilaca rağmen semptomlar devam ediyor. Özellikle hezeyan dönemlerinde intihar oranlarının oldukça yüksek olduğu belirlenen şizofreni hastaları, bu dönemde yakın çevresine de zarar verebiliyor.

PROJE BAŞLATILDI

Çalışmaya imza atan GATA Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Albay Prof. Dr. Uzbay başkanlığında Doç. Dr. Gökhan Göktalay, uzman Dr. Hakan Kayır ile uzman Dr. Murat Yıldırım, alkol-nikotin-eroin gibi maddelerin etkilerini deney hayvanları üzerinde araştırıyor.

Araştırmacılar, yaptıkları çalışmalarla madde bağımlısı yapılan farelerle şizofreni hastalığı arasındaki ilişkiyi ele aldı ve ''Alkol ve madde bağımlılığı ile şizofreninin nörobiyolojik temellerinin araştırılması'' adlı projeyi başlattı.
Projede, araştırmacılar madde bağımlısı yapılan hayvanlarla, şizofreni modellenen hayvanların beyinlerindeki ortaklıkları ve ilaçların madde bağımlılığı tedavisinde kullanılıp kullanılamayacağını, madde bağımlılığı yapan bazı maddelerin de şizofreniyi tedavi edip edemediğini inceledi.

KİMYASAL MADDE VERİLEN FARELER ŞİZOFREN OLDU

Proje kapsamında GATA'lı araştırmacılar, 5 yıl süren araştırmaları sonunda şizofreni modellenen fareler üzerinde yaptıkları incelemelerde önemli bulgulara ulaştı.

Çalışmada laboratuvar ortamında alkolik yapılan farelere ayrı ayrı deneylerde şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar ve beyinden salgılanan ''agmatin'' isimli kimyasal bir madde veriliyor.

Araştırmacılar, deneylerde yüksek dozda agmatin verilen hayvanlarda, şiddetli şizofreni belirtilerini saptadı. Farelerde, şizofreni ilaçları verildiğinde de iyileşme sağlanamadığını ortaya koyan araştırmacılar, agmatinin şizofreni yapabilecek önemli bir etken olduğunu saptadı.
Türk araştırmacılar, bu durumun kullanılan şizofreni ilaçlarında tam başarı elde edilememesinin nedeni olabileceğini de ortaya koydu.
Prof. Dr. Uzbay ve arkadaşları ayrıca agmatin oluşumunu engelleyen ve halen ABD'de tarımda parazit ve mantar öldürücü olarak kullanılan üç kimyasal maddenin veya buna benzer kimyasalların toksisite değerlendirmeleri yapıldıktan sonra şizofreninin tedavi edilmesinde denenebileceğini de öngördü.

Bu kapsamda Uludağ Üniversitesinde yürütülen ''Kan analizi ile agmatin tayini yapılabilir mi?'' çalışmasının sonuçlanmasıyla da hezeyan dönemlerindeki şizofreni hastalarında agmatinin artıp artmadığı araştırılabilecek.

Öte yandan, şizofreni tanı ve tedavisinde çığır açacak olan buluşa ilaç firmalarının da ilgi göstererek klinik araştırmalar için kaynak aktarması, altyapısı uygun araştırma merkezlerinde klinik öncesi ve sonrası faz çalışmalarının yapılması gerekiyor.

PATENT ENSTİTÜSÜ NE DİYOR?

Türk bilim adamları, bu önemli buluşlarıyla Türk Patent Enstitüsünden (TPE) patent aldı. Çalışmaya Avusturya Patent Enstitüsünden de ''uluslararası incelemeli patent'' verildi.

TPE Başkanı Başkanı Prof. Dr. Habip Asan da Prof. Dr. Uzbay ve ekibinin 31 Ekim 2007'de ''Şizofreni Tedavisi İçin Yeni Bir Farmasotik Bileşik'' başlıklı başvuru yaptıklarını belirterek, patentin 21 Ocak 2009'da yayımlanan Resmi Patent Bülteninde ilan edildiğini bildirdi. Asan, ''Verilen bu patent, başvuru tarihi olan 31 Ekim 2007 tarihinden başlamak üzere 20 yıl süre ile geçerli olacak'' dedi.
Sağlık alanındaki patentin önemini vurgulayan Asan, çalışmanın ''madde bağımlılığı ile şizofreni arasında biyolojik bir benzerlik olması düşüncesi, bu hastalıklardan biri için kullanılan ilaçların diğeri için de yararlı olabileceği fikrinden doğduğunu'' belirtti.
Asan, çalışmayla ilgili şu bilgileri verdi:
''Çalışmada agmatinin morfin ve alkol bağımlılığı üzerine olumlu etkileri göz önüne alındığında şizofreni modelinde de olumlu etkiler oluşturabileceği öngörülmüş ancak agmatinin şizofreni belirtilerine neden olduğu gösterilmiştir.
Buluşun amacı, agmatin ile şizofreni arasındaki bağlantıyı göstermek suretiyle şizofreni tedavisinde kullanılmak üzere yeni bir farmasotik terkip, sözü geçen terkibin farmasotik olarak kabul edilen türevleri ve farmasotik olarak kabul edilen tuzlarını elde etmektir. Buluşun bir diğer amacı ise agmatin ve şizofreni arasındaki doğrusal ilişkiye dayanarak şizofreni tanısı için yeni bir yöntem ve bu yönteme uygun kanda ve beyinde agmatin düzeyini hızlı ve doğru bir biçimde ölçmeye yardımcı olabilecek bir kit veya düzenek geliştirmektir. Bu amaçla, agmatin ve şizofreni arasındaki bağlantıyı gösterir çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

18
Bilim Haberleri / Kadınlar güzelden daha iyi anlıyor!
« : Haziran 21, 2009, 04:48:34 ÖS »
Bilim adamları, erkeklerin güzel görüntüleri beyinlerinin sadece bir tarafıyla algıladıklarını, kadınların ise güzel bir şey gördüklerinde beyinlerinin her iki tarafını da kullandıklarını belirttiler.

Kadınların güzellikleri erkeklerden daha iyi değerlendirdiği belirlendi. Guardian gazetesindeki habere göre yeni bir araştırmada, resim, fotoğraf gibi objelere bakan insanlara yapılan beyin taramasında, güzelliğin sadece bakan kişinin gözünde olmadığı ortaya çıktı.

Buna göre, erkekler ve kadınlar güzel olduğunu düşündükleri bir şeye baktıklarında beyinleri farklı reaksiyon gösteriyor, kadın beyni erkeğinkinden daha faal hale geliyor.

Madrid'deki San Carlos Kliniği'nden bilim adamları, güzel bir resim gördüklerinde erkeklerin beyinlerinin sadece sağ tarafının, kadınların beyinlerininse her iki tarafının da daha aktif hale geldiğini saptadılar.

Bilim adamları, bu farklı tepkinin, kadın ve erkeğin uzamsal bilgiyi işleme yöntemlerinin yanı sıra erkeklerin bir resme bütün olarak bakması, kadınlarınsa küçük detaylara bile dikkat etmesiyle bağlantılı olabileceğini düşünüyorlar.

Proceedings of the National Academy of Sciences'da yazan bilim adamları, gösterilen resimlere her iki cinsin de 3000 milisaniye içinde tepki verdiğini, beynin en çok faaliyete geçen bölümünün parietal lobu olduğunu belirlediler. Erkeklerde ise bu faaliyet sadece sağ tarafta saptandı.

19
Bilim Haberleri / 1.5 milyon yıllık ayak izleri bulundu
« : Haziran 21, 2009, 04:47:26 ÖS »
Modern insanın evrim sürecinin anlaşılması sürecinde önemli bir adım daha atıldı. Kenya'nın kuzeyindeki "ileret" bölgesi yakınında bulunan ayak izleri, insan ırkının 1,5 milyon yıl önce şu anki gibi yürüdüğünü, modern insana benzer bir atanomiye sahip olduğunu gösteriyor.

Kenya'da bulunan ayak izleri, homo erectus'un nasıl yürüdüğüne ilişkin açık ipuçları veriyor.
1.5 milyon yıllık ayak izleri, atalarımızın modern insanınkiyle temel olarak aynı anatomiye sahip olduğunun en eski göstergesi ancak, buluş insan soyuna ilişkin en eski ayak izleri değil.

Şu ana kadar bulunan en eski ayak izleri, 3.7 milyon yıllık. Bu izler 1978'de Tanzanya'da bulunmuştı.

20
Bilim Haberleri / Saniyeler içinde şarj olan pil
« : Haziran 21, 2009, 04:45:12 ÖS »
Amerikalı bilim adamları, lityum-iyon pillerinin daha küçük, daha hafif ve sadece saniyeler içinde dolmasını sağlayacak yeni bir üretim yöntemi geliştirdiler...



Nature dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, ABD'nin prestijli üniversitesi Massachusetts Institute of Technology'den (MIT) Byoungwoo Kang ve Gerbrand Ceder adlı iki araştırmacı tarafından geliştirilen yöntem, ani hızlanma için şok akımın gerekli olduğu hibrit araçlar, cep telefonları veya diğer elektrikli cihazlarda kullanılabilecek.

Yeni yöntem için cep telefonu ve dizüstü bilgisayar gibi tüketici elektroniğinde kullanılan lityum-iyon pillerinin üretim safhasında sadece küçük değişiklikler yapmak yeterli oluyor.

Buluşla ilgili MIT'den yapılan açıklamada, şu anda kullanılan teknolojiyle önemli miktarda enerji depolayabilen ancak şarj süreci saatler süren lityum-demir-fosfat (LiFePO4) pillerinin, yeni yöntem sayesinde daha küçük, daha hafif ve daha uzun ömürlü olacağı belirtildi.

Bu metotla üretilen bataryalar ayrıca, hibrit araçlarda ani hızlanmaların gerektiği durumlar için daha uyumlu olacak. Bu sayede, elektrikli araçların büyük ölçekli gelişimini frenleyen belli başlı sorun da yine LiFePO4 bataryaları kullanılmaya devam edilerek aşılmış oluyor.

2 bilim adamının geliştirdiği yöntemde, lityumdan iyonları ve elektronları, bataryayı oluşturan minik boşluklara yönlendiren yeni bir teknoloji kullanılarak, negatif elektrotla (anot) pozitif elektrot arasındaki akım geçişi önemli ölçüde hızlandırılıyor.

Geliştirilen modelde, şu anda 6 ila 8 saatte şarj edilebilen büyük bir otomobil bataryası sadece 5 dakika, bir cep telefonu bataryasının da 10 saniyede şarj edildiği belirtildi.

Gelecek vaadeden bu teknolojinin üretim hakkını iki Amerikan şirketinin satın aldığı bildirilirken, yeni teknolojiyle üretilen bataryaların 2 ila 3 yıl içinde piyasaya çıkabileceği kaydediliyor.

21
Bilim Haberleri / Allah'a inanmak tasa ve stresi azaltıyor
« : Haziran 21, 2009, 04:42:14 ÖS »
Bilim adamları, inananlarla inanmayanların beyinleri arasında bariz farklar olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmaya göre inananlar, daha az hata yapıp daha az strese kapılıyor.

Allah’a inanmak, tedirginliği ve tasayı azaltıp stresi asgariye indiriyor. Toronto Üniversitesi’nden bilim adamlarının çalışmasında Allah’a inananlarla inanmayanların beyinleri arasında bariz farklılıklar olduğunu ortaya koydu.

Asistan Profesör Michael Inzlicht’in araştırmasında, deneklerden beyinlerine elektrotlar bağlıyken Stroop Testi yapmaları istendi. Sık kullanılan bu bilişsel (cognitive) testte, farklı renkte yazılmış renk adlarını okumak aynı renkte yazılmış olanlara göre daha fazla zaman alıyor. Örneğin, “Kırmızı” ve “Yeşil” gibi.

İnanmayanlarla kıyaslandığında, dindar insanların beyinlerindeki ACC (anterior cingulate cortex) bölümünde daha az aktivite saptandı. Beyindeki bu bölüm, bir hata gibi endişe doğurucu bir olayın ardından dikkat ve kontrol ihtiyacı sinyalini veriyor. Dindarlık ve Allah’a inanç arttıkça, ACC, hatalarla ilgili daha az sinyal göndermeye başlıyor ve daha da az hata yapılıyor.

Toronto Scarborough’da araştırma yapan Prof. Inzlicht, “Beynin bu bölgesini, hata yapıldığında ya da belirsizlik hissedildiğinde çalan bir korteks alarmı olarak düşünebilirsiniz” diyor ve şöyle devam ediyor: “Dindar insanların ya da sadece Allah’ın varlığına inananların kendi hataları karşısında belirgin şekilde daha az beyin aktiviteleri oluyor. Hata yaptıklarında daha az tedirgin olup daha az strese giriyorlar”.

Prof. Inzlicht ayrıca dindar kişilerin Stroop testinde, inanmayanlara göre çok daha az hata yaptığını bulguladıklarını söyledi. Araştırmanın sonuçları Allah’a inancın, inananlar üzerinde bir hata yaptıklarında ya da bilinmeyen karşısında sakinleştirici ve huzur verici bir etkisi olduğunu gösterdi.

22
Bilim Haberleri / Kan emici balık bulundu
« : Haziran 21, 2009, 04:39:51 ÖS »
Myanmar'ın kuzey bölgesindeki bir akarsuda bulunan 'Dracula Balığı' bilim adamlarını şaşkına çevirdi.

Danionella balık cinsinin bir akrabası olduğu belirtilen balığa daha önce hiç rastlanmadığı ifade edildi.

Vampir dişli minik balığın keşfi ile 'D. Dracula' diye yeni bir balık cinsi bilim literatürüne sokuldu.

Korkunç görünüşlü sivri dişli balığın sadece 17 milimetre uzunluğunda olması ise bilim dünyasını daha da heyecanlandırıyor

23
Bilim Haberleri / Bilim bu noktayı da gördü!
« : Haziran 21, 2009, 04:37:50 ÖS »
Bilim bu noktayı da gördü. Bilim adamları düşünceyi okumayı başardı...

Kanada'nın en büyük çocuk rehabilitasyon hastanesinde çalışan bilim adamları çok ilginç bir icat. Bilim adamları geliştirdikleri özel bir teknik sayesinde insanların zihnini okuyabiliyorlar.


Bunu yapmak içinse kızıl ötesi ışınları kullanıyor ve beyin aktivitelerini izliyorlar. Beynin ön bölümüne yansıtılan kızıl ötesi ışın, beyin bir tercih yaptığı zaman, tercihinin ne yönde olduğunu sadece topladığı verilere bakarak söyleyebiliyor. Yani bir anlamda beyin okuma işlemi gerçekleştiriliyor.







Bilim adamları cevapları kafalarından okudu!

Konuyla ilgili testler henüz devam ediyor fakat testlerde %80 oranında başarı sağlanmış olması Kanadalı bilim adamlarını doğru yolda olduğunun bir göstergesi. İlk testler deneklerin önüne iki farklı içecek konularak başladı. Deneklere tercih ettikleri içecek soruldu ve onlar yanıt vermeden bilim adamları hangisini seçeceklerini zaten biliyorlardı.


Bu teknik, özellikle konuşma engelli çocukların iletişim kurabilmelerini sağlamak amacıyla geliştirildi fakat devletlerin farklı amaçlarla bu tekniğe sahip olmak için can atacağını tahmin etmek zor değil.

24
Bilim Haberleri / Kuşlar küresel ısınma kurbanı
« : Haziran 21, 2009, 04:30:24 ÖS »
Bilim adamları kuş türlerinin yüzde 75'inin tehlike altında olduğunu bildiriyor.

Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Çağan Şekercioğlu'nun, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerinin hızlı ilerlediğini, iklim değişikliği ve küresel ısınmadan dolayı kaç kuş türünün yok olacağını hesaplayan bilimsel makalesinden bir yıl sonra, 4 Mart 2009'da, Avrupa'nın 122 yaygın kuş türünün yüzde 75'inin iklim değişikliğinden dolayı azaldığını gösteren ve Şekercioğlu'nun tahminlerini destekleyen önemli bir makale daha yayınlandı.

Geçen ay küresel ısınmadan dolayı ABD kuşlarının kuzeye gittiğini gösteren raporla beraber, ekolog, kuşbilimci ve Kuzey Doğa Derneği Başkanı Şekercioğlu'nun geçen seneki bilimsel tahminlerini bir kez daha haklı çıkaran yeni araştırmaya göre, Avrupa'nın en yaygın 122 kuş türünden 92'si, 1980-2005 yılları arasında küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlanan azalmalar sergiledi. Öte yandan, genellikle sıcak iklimleri seven 30 türün ise sayıları arttı. Bu verilerin derlenmesinden oluşan endeks, şu anda iklim değişikliğinin biyolojik çeşitlilik üzerine etkilerini ölçen en güvenilir gösterge. Bu da, amatör kuş gözlemcilerinin topladığı verilerin kuşbilimi için de ne kadar önemli olduğunu gösterdiği belirtildi.

Dr. Çağan Şekercioğlu, yaptığı yazılı açıklamada, İklim değişikliğinden dolayı Avrupa'da sayıları en çok artan 10 kuş türünün Maskeli Ötleğen (Sylvia melanocephala,)Bıyıklı Ötleğen (Sylvia cantillans) ,Arıkuşu (Merops apiaster) ,Bahçe Kirazkuşu (Emberiza cirlus),Kamış Bülbülü (Cettia cetti),İbibik (Upupa epops) ,Sarıasma (Oriolus oriolus),Saka (Carduelis carduelis),Saz Bülbülü (Acrocephalus scirpaceus),Kumru (Streptopelia decaocto) olduğu ,İklim değişikliğinden dolayı Avrupa çapında en çok azalan türler ise şunlar olduğunu belirtti.Su Çulluğu (Gallinago gallinago),Çayır İncirkuşu (Anthus pratensis) ,Dağ İspinozu (Fringilla montifringilla),Söğüt Baştankarası (Parus montanus) ,Kızkuşu (Vanellus vanellus),Benekli Bülbül (Luscinia luscinia) ,Orman Söğütbülbülü (Phylloscopus sibilatrix),Köknar Kargası (Nucifraga caryocatactes) ,Kuyrukkakan (Oenanthe oenanthe),Küçük Ağaçkakan(Dendrocopos minor) olduğunu belirtti.

Dr. Çağan Şekercioğlu, "Bu 122 türden 9'u Türkiye'de yok veya çok ender. 15 tür ise ülkemizde sadece kışın veya göç zamanı görülüyor. Araştırmadaki 98 kuş türü ise Türkiye'de ürüyor ve çoğunluğu sürekli Türkiye'de yaşıyor. Bu 98 türün 70'inde azalma görülürken, 28'inde artış izleniyor. Öte yandan, ülkemizde göçte veya kışın rastlanan 15 türün hepsinde de azalma görülüyor. Bu da, kuzey ve serin iklimlerde yaşayan kuşların küresel ısınmadan daha olumsuz etkileneceğini bir kez daha gösteriyor. Şekercioğlu'nun geçen sene tahmin ettiği gibi, Kırmızıgagalı Dağkargası, Dağbülbülü, Kara Kızılkuyruk ve Dağ Kuyruksallayanı gibi dağlık alanları tercih eden kuşlarda önemli azalmalar var. Araştırmada yer alan ve Türkiye'de düzenli görülen 113 kuş türünün % 75'inde görülen azalma ile, Türkiye ve Avrupa ortalaması tamamen aynı. Bu 122 türün tam 100'ü Kars ve Iğdır bölgesinde KuzeyDoğa Derneği tarafından kaydedildi. Bu türlerin % 75'inde de azalma söz konusu. Ama araştırmada Türkiye verileri yer almadığı için, bu türlerin bazılarının sayılarındaki değişiklikler Avrupa'dan farklı olabilir. Ayrıca bu çalışmanın ülkemizde yaşayan 465 kuş türünün yüzlercesini kapsamadığını da belirtelim. Yine de incelenen kuş türleri ülkemizin en yaygın türlerinden olduğu için, sonuçlar çok önemli.

Dr. Çağan Şekercioğlu, Türkiye'nin sıcak, açık ve alçak kesimlerini tercih eden kuş türlerinde genellikle bir artış olacağını, dağlık, ormanlık ve daha serin yerleri tercih eden türlerde ise bir azalış olacağını tahmin ediyor. Şu anda kuzey bölgelerimizde sadece kışın görülen bazı türlerin giderek azalacağını, ülkemiz sınırlarının güneyinde yaşayan bazı türlerin ise Türkiye'ye yayılacağını düşünüyor. Bazı tarım zararlısı böceklerin artabileceğini, azalan ve artan türlerin ekolojik etkilerini araştırmanın çok önemli oldugunu da vurguluyor.

Türkiye'nin uzun yıllar sonunda bir ay önce Kyoto küresel ısınma protokolüne katılma kararının önemini gösteren bu haberlerin tek güzel yanı, bu çalışmaların temelindeki paha biçilmez bilimsel verilerin çoğunlukla amatör kuş gözlemcileri tarafından toplanmış olması. 109 yıldır Aralık-Ocak arasında ABD çapında gerçekleştirilen "Noel Kuş Sayımı'na", ABD çapında 50,000'den fazla kuş gözlemcisi katılıyor. Bilimsel bir protokolun katı bir şekilde takip edildiği Noel Kuş Sayımı'nda milyonlarca kuş sayılıyor ve toplanan veriler kuşbilimciler tarafından inceleniyor. Benzer şekilde, Avrupa verileri, 20 ülkedeki kuş gözlemcilerinin 1980'den bu yana topladığı veriler. Ne yazık ki bu ülkeler arasında Türkiye dahil her hangi bir Balkan ülkesi yok. Umarız bu yakında değişir. Bu bulgular, gördüğümüz kuşları dikkatli ve sistematik bir şekilde saymanın ve raporlamanın dünya çapındaki önemini birkez daha gözler önüne seriyor.

25
Bilim Haberleri / Dünya 4 derece daha ısınırsa...
« : Haziran 21, 2009, 04:27:41 ÖS »
Dört derecelik bir ısınma, ilk bakışta çok fazla değilmiş gibi görünüyor. Öyle ki bu kadarcık ısınma keyifli bile gelebilir. Ama bakın o küçük fark dünyayı nasıl değiştiriyor?

Dünyamızın 4 derece ısınması durumunda -ki içinde bulunduğumuz yüzyılda çok büyük bir olasılık- insan türü hayatta kalmak için çok büyük bir savaş verecek. Su baskınları, kuraklık, açlık, susuzluk nedeniyle dünyanın büyük bir kısmı yaşanamaz hale gelirken, Kanada, Sibirya, Grönland ve Antarktika’nın batı kıyıları gibi çok az bölge, insan türünün yaşamını sürdürebilmesine izin verecek. En fazla bir milyon kişinin barınabileceği bu dünyada, enerji ve gıda üretimi de zor koşullarda sürdürülecek. Böyle karamsar bir senaryonun yaşanmaması için tek umut, var olan ulusal sınırların ortadan kalkması ve yepyeni bir dünya düzeninin kurulması.

Timsahlar, İngiltere sahillerinde kol gezerken, Saygon, New Orleans, Venedik ve Mumbai gibi kentler sular altında kalacak. İnsan türünün %90’ı yok olacak. Bu bir film senaryosu değil; içinde bulunduğumuz yüzyılda dünyanın dört derece ısınması durumunda ortaya böyle bir tablonun çıkması çok büyük bir olasılık.

Açıkça kimse böyle bir geleceğe sahip olmak istemese de, bugünkü göstergeler daha farklı bir geleceğin mümkün olmadığını gösteriyor. Sera gazı emisyonlarını azaltma girişimlerinin sonuçsuz kalması veya gezegenin iklim geribesleme mekanizmalarının ısınmayı hızlandırma olasılıkları, bilim insanları ve ekonomistlerin yalnızca bu dünyanın geleceğinden değil, giderek artan insan popülasyonunun sürdürülebilirliğinden de kaygı duymalarına yol açıyor. Bugünkü insan sayısının hayatta kalabilmesi için dünyada köklü bir düzen değişikliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar.

Bu arada iyi haber, insan türünün yok olma olasılığının çok düşük olması. İnsan türünün, sayıları birkaç yüz bine düşse bile yeryüzünden silinmesi çok zor. Fakat yaklaşık 7 milyarı bulan bugünkü nüfusu devam ettirmek gerçekten çok ciddi bir planlama yapılması gerekiyor.

‘DÖRT DERECELİK ISINMA NEDİR Kİ’ DEMEYİN!

Dört derecelik bir ısınma, ilk bakışta çok fazla değilmiş gibi görünüyor. Bu, gece-gündüz sıcaklık farkından bile az. Öyle ki bu kadarcık bir ısınmanın keyifli bile olabileceğini düşünebilirsiniz. Böylece kuzeyin soğuk ve karanlık kentlerinden Akdeniz’in sıcak ve güneşli sahillerine taşınmaya gerek kalmaz. Ancak tüm gezegenin ortalama 4 santigrat derece ısınması, çok farklıdır ve bu farklılık insanoğlunun felaketine yol açabilir. Bu ısınma 18.yüzyıldan başlayan insan faaliyetlerinin bedelidir. “Yeni Jeolojik Çağ” olarak tanımlanan bu döneme bazı bilim insanları (Başta Almanya, Mainz’deki Max Planck Enstitüsü’nden Nobel ödüllü atmosfer kimyası uzmanı Paul Crutzen) “Antroposen” adını veriyor. Sıcaklıkta dört derecelik artışın meydana gelmesi de çok zor değildir. 2007 yılında İklim Değişikliği Üzerine Hükümetlerarası Panel’in (IPCC- Intergovernmental Panel on Climate Change) yayımladığı bir rapor, içinde bulunduğumuz yüzyılda 2 ile 6.4 derecelik bir ısınmayı öngörüyor. IPCC’nin eski başkanı Bob Watson’a göre dünya dört derecelik ısınma olasılığına karşı önlemleri şimdiden almalı.

ISINMA KAÇINILMAZ

Daha sıcak bir dünya ile nasıl başa çıkacağız? Bu konuda en önemli faktör, bu aşamaya gelmeye ne kadar süremizin kaldığı ile ilgilidir. Dört derecelik artışın ne zaman başlayacağı ise atmosfere ne kadar sera gazı pompaladığımıza değil, dünyanın ikliminin bu gazlara ne kadar duyarlı olduğuna bağlıdır. Ayrıca bu, iklim geribesleme mekanizmasının ısınmayı hızlandırdığı “geri dönüşü olmayan noktaya” erişip erişmediğimiz ile de ilgilidir. Modeller dünyanın dört derecede “pişmesi”nin 2100 yılında gerçekleşeceğini gösterse de bazı bilim adamları bu noktaya 2050 yılında erişebileceğimizi öngörüyor.

Bu aşamaya geldiğimizde bilim insanları Dünya’da yaşamın kâbusa dönüşmesinden korkuyor. İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden iklim sistemlerinin dinamiği konusundaki çalışmalarıyla tanınan Peter Cox, görüşlerini şöyle dile getiriyor: “İklim bilimciler başlıca iki gruba ayrılır: Biri, sera gazı emisyonunu vakit geçirmeden kesmemiz ve yüksek küresel sıcaklıkları aklımızdan çıkartmamız gerektiğini söyleyen ihtiyatlı bilim insanları. Diğeri ise, ne yaparsak yapalım felaketin kaçınılmaz olduğuna inanan ve her şeyi bırakıp yüksek tepelere kaçmamız gerektiğini söyleyen karamsarlar. Ben orta noktadayım. Değişiklikler kaçınılmaz ve bizler adımlarımızı bu değişikliklere göre atmalıyız.”

SICAK BİR GELECEK NELERE GEBE?

Şu anda hayatta olan insanların bu felaketi yaşayabileceği olasılığını aklımızdan çıkartmadan, mümkün olan en az kayıp ile hayatta nasıl kalabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Böyle bir gelecek bize nelere mal olacak?

Dünya buna benzer bir sıcaklık artışını son olarak 55 milyon yıl önce Paleosen-Eosen Termal Maksimum olayında yaşamıştı. O dönemde suçlunun “klatrat”lar (iki kimyasal cismin kristalsel birleşmesi; bu birleşmede cisimlerden birinin molekülleri, diğer cismin moleküllerinin oluşturduğu kristal örgüdeki atom boşluklarına yerleşir-kimyasal olarak kafeslenmiş ve donmuş metanın bulunduğu geniş topraklar) olduğu düşünülüyor. Metanın derin deniz dibinden serbest kalıp, atmosfere püskürerek 5 gigaton karbon oluşturduğu tahmin ediliyor. Zaten sıcak olan gezegen 5 veya 6 derece ısınınca, buzlardan arınmış olan kutup bölgelerinde tropik ormanlar yetişmiş ve okyanus suları o kadar asidik hale gelmiş ki deniz canlıları kütlesel olarak ortadan kalkmış. Deniz seviyesi bugüne göre 100 metre yükselmiş ve güney Afrika’dan Avrupa’ya kadar olan bölge tümüyle çölleşmiş.

Deniz seviyesinin yükselmesi kıyılarda suların iki metre yükselmesine yol açabilir. Öyle ki eğer Grönland buzul tabakası ve Antarktika’nın bir kısmı erirse bu yükselme daha da fazla olabilir. New York’ta NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nden iklim bilimcisi James Hansen, su seviyesindeki yükselme konusunda şunları söylüyor: “Batı Antarktika’daki buzul tabakalarının bu yüzyıldaki ısınma karşısında direneceğini hiç sanmıyorum. Bu da deniz seviyesindeki yükselmenin en az 1 veya 2 metre arasında olacağı anlamına geliyor. CO2 yoğunluğunun 550 ppm (parts per million) seviyesine (bugün yoğunluk 385 ppm seviyesinde) yükselmesi ise kıyamete yol açacak. Bu da deniz seviyesinin 80 m veya daha fazla yükselmesi demek oluyor.”

HANGİ BÖLGELER ETKİLENECEK?

Dünya yüzeyinin yarısı 30 ve -30 derece enlemleri arasında tropik bölgelerde yer alıyor ve burası özellikle iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler. Örneğin Hindistan, Bangladeş ve Pakistan daha şiddetli muson yağmurlarına maruz kalacak. Bu da bu bölgelerin şimdi olduğundan daha yıkıcı su baskınlarına hedef olacağı anlamına geliyor. Yine de toprak daha da sıcak olacağı için bu su daha çabuk buharlaşacak. Sonuçta Asya büyük bir kuraklığa teslim olacak. Bangladeş’in topraklarının üçte birini kaybedeceği düşünülüyor.

Afrika musonlarının, daha az bilinmesine karşın, daha da yoğun olması bekleniyor. Bu da Sahel Bölgesi’nin �Sahra Çölü’nün güneyinde kıtayı bir ucundan diğerine bölen kuşak- yeşillenmesine yol açabilir. Ancak diğer modellere göre Afrika’daki kuraklık daha da kötüleşecek. İçme suyu sıkıntısı dünyanın her yerinde hissedilecek. Çin’de, güney-batı ABD’de, Orta Amerika’da, Güney Amerika’nın büyük bir kısmında ve Avustralya’da daha sıcak havalar, toprağın nemini buharlaştıracak ve kuraklık başlayacak. Dünya’da bugün var olan çöller daha da genişleyecek. Öyle ki Sahra çölü Orta Avrupa’ya kadar ilerleyecek.

Buzulların erimesi, Tuna’dan Ren’e, Avrupa nehirlerinin kurumasına neden olacak. Benzer etkiler Peru’daki And Dağları, Himalayalar, Karakurum Dağları’nda da hissedilecek. Dolayısıyla Afganistan, Pakistan, Çin, Butan, Hindistan ve Vietnam susuz kalacak.

KARAMSAR BAKIŞ

“Yeterli su garantisine yalnızca yüksek enlemlere çıktıkça sahip olabileceğiz” diye konuşan NASA’da görevli James Lovelock, “Bu bölgede her şey çıldırmış gibi gelişecek. İşte yaşam yalnızca burada barınacak. Dünya’nın geriye kalanı birkaç vahanın bulunduğu koskoca bir çöl olacak” diyor. “Gaia Kuramı”nın kurucusu olan Lovelock, bu kuramıyla Dünya’yı kendi varlığını koruyabilen ve düzene sokan bir organizma olarak değerlendiriyor. Bu durumda gezegenin yalnızca bir kısmında insanlar yaşayabilecekse bu kadar geniş bir popülasyon nereye sıkışacak? Lovelock gibi bilim insanları bu konuda çok da iyimser değiller: “İnsanlar çok güç bir durumda ve önlerindeki bu zorlu evreyi aşabilecek kadar da akıllı olduklarını sanmıyorum. Tür olarak varlıklarını sürdürecekler ama çok fire verecekler” diye konuşan Lovelock, “Bu yüzyılın sonunda sağ kalan insanların sayısı bir milyarı geçmeyebilir” diyor.

İYİMSER BAKIŞ

Almanya’daki Potsdam İklim Değişikliği Araştırmaları Enstitüsü’nden John Schellnhuber gelecekle ilgili daha iyimser görüşlere sahip. Dört derecelik bir ısınmanın çok büyük bir etkisi olacağını kabul ediyor ama insanoğlunun bu felaketin üstesinden geleceğine de inanıyor.

Hayatta kalabilmek için insanların radikal değişiklikler yapması gerekiyor. Schellnhuber topluma jeopolitik açıdan değil, kaynak dağılımı açısından bakılmasının daha doğru olduğunu söylüyor. “Her ülkenin yiyecek, su ve enerji bakımından kendi kendine yetmesi gerektiğine inanmak gibi bir yanılgı içindeyiz” diye konuşan Cox, “Dünyayı daha farklı ve taze bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, kaynakların nerede bulunduğuna bakıp, popülasyonu, yiyecekleri ve enerjiyi, planlamamız gerekiyor. Eğer uzaylılar Dünyamıza inse, Pakistan ve Mısır gibi dünyanın en kurak bölgelerinde pirinç gibi çok fazla su isteyen bitkilerin yetiştirilmesini delilik olarak nitelendirebilir” diyor.

POLİTİKAYI DEVRE DIŞI BIRAKMAK

Doğal kaynaklar üzerindeki çatışmaların, iklim değişiklikleri ile birlikte artması kaçınılmaz. Kaldı ki dünya liderlerinin siyaseti bir kenara bırakarak, kendi serbest iradeleriyle sahip oldukları yetkilerden vazgeçeceklerini düşünmek bile hayaldir. “İnsanoğlunun tek şansı siyasi engellerin üstesinden gelmektir” diye konuşan Mikronezya’da sular altında kalmak üzere olan ada devleti Kiribati’nin Devlet Başkanı Anote Tong, “Bizim için artık çok geç. Halkımızı yavaş yavaş Avustralya ve Yeni Zelanda’ya taşıyoruz. Dünyanın diğer bölgelerinin de benzer bir akıbete maruz kalmasını engellemek için ulusal sınırları ortadan kaldırmak gibi sert tedbirler almalıyız” diyor.

Cox da aynı fikirde: “Hayatta kalmamızın önündeki tek engel ulusal sınırlar ise bu konuda gerekli adımları atmalıyız. Hayatta kalmamız her şeyden önemli.”

İklim modellerinin çoğu gezegenin kuzey ve güney uçlarının daha fazla yağış alacağını öngörüyor. Kuzey yarıkürede Kanada, Sibirya, İskandinavya ve Grönland’ın buzullardan temizlenen kısımları, güney yarıkürede ise Patagonya, Tasmanya, Avustralya’nın ve Yeni Zelanda’nın kuzeyi, Antarktika’nın buzullardan arınmış batı kıyıları insan yaş. uygun görünüyor.

Bir insana gerekli olan yerleşim alanının 20 metre kare olduğunu varsayarsak, 9 milyar insana 18.000 kilometre kare genişliğinde bir alan gerekir. Kanada’nın tek başına 9.1 milyon kilometre kare olduğuna göre ve Alaska, Rusya ve İskandinavya gibi yüksek enlem ülkeleriyle birleştirildiğinde, herkesin yerleşmesine yetecek miktarda toprak bulunduğu sonucu çıkıyor.

Suya erişimi olan bu değerli topraklarda yiyecek üretmek mümkün olabilecek. Dolayısıyla insanlar, yüksekte kalan bu bölgelerde kalabalık kentlerde yaşayabilecek. Ne var ki bu kadar sıkışık ortamlarda yaşam sürdürmek beraberinde birçok sorunu da getirecek. Örneğin salgın hastalıklar kolayca yayılabilecek ve kitlesel ölümlere yol açabilecek.

VEJETARYEN BİR DÜNYA

İnsanların yeni bir yaşam kurduğu bu bölgelerde büyük bir olasılıkla vejetaryen bir dünya kurulacak. Isınma ve asitlenmeye bağlı olarak denizlerde balık kalmayacak. Kümes hayvanı yetiştiriciliği yalnızca çiftliklerden arta kalan bölgelerde görülecek. Hayvancılık da otlak azlığına bağlı olarak yalnızca keçi gibi çöl bitkileriyle beslenen hayvanlarla sınırlı tutulacak. Et azlığı sentetik etlerin üretimini artıracak. Yosun temel gıda maddeleri arasına girecek. Bataklık ve sulak arazilerde tarım yapılması sağlanacak.

ENERJİ ÜRETİMİNDE DARBOĞAZLAR

Yeni kentlere enerji sağlamak için de yaratıcı fikirler yaşama geçirilecek. Afrika, Ortadoğu ve Güney ABD’yi kapsayacak şekilde geniş bir kuşak, güneş enerjisi üretim tesislerine ayrılacak. Yüksek-voltaj doğru akım nakil hatları bu enerjiyi kentlere taşıyacak veya bu enerji hidrojen olarak depolandıktan sonra nakledilecek.

Eğer güneş enerjisi üretim tesisleri Ürdün, Fas ve Libya’da 2010 yılında devreye girerse, 2020 yılında toplam enerji sevkiyatı yılda 55 teravat saate çıkabilir. Bu da 35 milyon insanın evde kullanacağı elektrik gereksiniminin karşılanacağı anlamına geliyor. 9 milyara çıkacak olan dünya nüfusunun enerji talebini karşılamaktan çok uzak olan bu miktarın arttırılması için güneş enerjisi üretim tesislerinin geniş bir alana yayılması gerekiyor. Nükleer, rüzgâr, hidro-enerji, jeotermal ve açık deniz rüzgâr jeneratörleri de devreye girerek, enerji arzına katkıda bulunacak.

ESKİ, YEŞİL DÜNYA UMUDU

Toprak, enerji, yiyecek ve suyu planlı bir şekilde kullandığımız takdirde insan popülasyonunun hayatta kalma şansı artar. Ancak buna yaşamak denirse� Bir kere Dünya’daki biyolojik çeşitlilik azalacak, çünkü pek çok organizma yüksek sıcaklığa, susuzluğa, ekosistemlerinin yok olmasına dayanamayacak veya aç insanlar tarafından avlanacaklardır. Schellnhuber, koşulların bu kadar elverişsiz olduğu bir dünyada insanların eski yeşil dünyalarını geri getirmek için ellerinden geleni yapacaklarına inanıyor: “İnsan türünün hayatta kalması CO2 düzeyini 280 ppm’ye çekmesine bağlıdır. Artan sıcaklık yüzünden ormanları yeniden oluşturamazsak da bazı bölgelerde yeni ağaçlar yetiştirebiliriz. Böylece az sayıda ağaç, yerel iklimi değiştirerek yağmur miktarını arttırmaya yetebilir. Bu da ormanların gelişmesi için uygun zemini yaratır.”

GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTA

Dört derece ısınmış bir dünya ile ilgili en korkutucu senaryo bugünkü dünyamızın koşullarına bir daha sahip olamayacak noktaya gelmemizdir. Daha da kötüsü pek çok model, dört derecelik sıcaklık artışının bir kere meydana geldikten sonra durdurulamayacak hale geleceğini öngörüyor. Daha da sıcak bir dünyada bilim insanları insan türünün akıbeti hakkında hiç de olumlu şeyler düşünülmüyor.

Crutzen iyimser olmaya çalıştıklarını ancak bugünkü verilerin buna izin vermediğini söylüyor: “Gelecek hakkında iyimser düşünmek için karbon emisyonunu 2015 yılına kadar %70 oranında düşürmemiz gerekir. Oysa biz ne yapıyoruz? Karbon emisyonunu her yıl %3 oranında arttırıyoruz.”

26
Bilim Haberleri / Kablosuz modem bebeklere zararlı
« : Haziran 21, 2009, 04:22:48 ÖS »
Diğer TEKNO & BİLİM haberlerini okumak için tıklayınız...

Müftüoğlu, manyetik kirlenmenin ciddi tehlikelerin olduğunu söyledi.

Cep telefonu baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı olup olmadığı tartışmalarından sonra yeni bir polemik daha başladı. Bu kez de Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, kablosuz modemin yaydığı manyetik dalgaların hamile ve 2 yaş altındaki bebekler için zararlı olduğunu iddia etti.

Müftüoğlu, beslenme şartlarının yanı sıra çevrede kullanımı artan manyetik kirlenmeyle ilgili olarak çok ciddi tehlikelerin olduğunu söyledi. Cep telefonu kullanımının ilerleyen zamanlarda sigara gibi yasaklanacağını belirten Müftüoğlu, kablosuz internet ortamının da özellikle küçük yaştaki çocuklar ve hamile kadınlar üzerinde zararlı etkilerinin olduğu yönünde ciddi bulguların olduğunu kaydetti.

Uzmanlar, kablosuz internet ağı olan yerlerde 1,5-2 yaşından küçük çocukları, hamileleri etkilediği konusunda hemfikir. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünden Uzman Dr. Murat Yıldırım'a göre teknolojik gelişmelerin yol açabileceği sağlık sorunlarını tam olarak öngörmek imkânsız. Ancak radyo, televizyon, telsiz verici istasyonları, uydu iletişim sistemleri ve GSM cihazları gibi günlük hayatta sık karşılaştığımız elektromanyetik dalga yayan aletlerin insan sağlığını olumsuz yönde etkilediği konusunda herkes hemfikir. Dr. Yıldırım, "Yapılan araştırmalarda yüksek gerilim hatlarına yakınlık arttıkça çocuklarda lösemi sıklığında artış olduğu görülmüştür." diyor. Başka çalışmalarda da diğer çocukluk çağı kanserlerinde artış olabileceğine dair veriler elde edilmiş olsa bile bu konunun kesinlik kazanmadığını söyleyen Yıldırım, "Yapılan çalışmalar günlük hayatta kullandığımız televizyon, bilgisayar ve cep telefonları başta olmak üzere birçok elektronik aletin yaydığı radyasyonun boğazda kuruluk, gözlerde ağrı ve görme bozukluğu, baş ağrısı, alerji, uykusuzluk, seslere karşı hassasiyet, işitme zorluğu ve yorgunluk haline yol açabildiğini göstermektedir." şeklinde konuşuyor. Yıldırım, özellikle telekomünikasyon alanındaki hızlı gelişmelerin çocukların cep telefonları ile tanışma yaşını düşürdüğü, bu nedenle de mobil telefonların beyin dalgalarında değişikliklere yol açtığı, zihinsel faaliyetleri azalttığı, uyku düzenini bozduğu yönündeki iddiaların kanıtlanmamış bile olsa ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor.

***

Manyetik dalgalardan nasıl korunabiliriz?

Dr. Murat Yıldırım:

Binalar trafolardan en az 100 m. uzakta inşa edilmeli.

Televizyondan en az 1 m. uzakta oturulmalı.

Düşük radyasyonlu bilgisayar ekranı kullanılmalı, LCD ekran tercih edilmeli.

Çocuklar oyun amaçlı bilgisayar kullanmamalı, açık hava alanlarına özendirilmeli.

Halojen ve floresan lambalar okuma lambaları olarak kullanılmamalı.

Çocuk odalarında TV ya da bilgisayar bulundurulmamalı. Bu tür araçların yer aldığı odalarda ve duvarların arkasında çocuk yatağı olmamalı.

On altı yaşın altındaki çocuklara cep telefonu kullandırılmamalı.

Telsiz ev telefonları ve kablosuz modemler yatak odası dışına yerleştirilmeli.

Op. Dr. Ferhan Kulu: Günlük hayatımızda kullandığımız teknolojik cihazların sağlığımızı ne ölçüde etkilediğini tam olarak bilmiyoruz. Bilim adamları elektromanyetik kirlenmenin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili çalışmalar yapıyor. Kablosuz internet (wireless) ortamının özellikle küçük yaştaki çocuklarda ve hamile kadınlarda zararlı etkilerinin olabileceği düşünülüyor. Düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar iyonize edici etki göstermez. Bu tip elektromanyetik dalgalar dokuya çarptıklarında moleküler hareketlerde artışa sebep olur, bu da ısı olarak ortaya çıkar. Non iyonize elektromanyetik etkilere yönelik deneysel veriler oldukça az. Yapılan hayvan deneylerinde bu konudaki çalışmalar devam ediyor. Tedbirli olmak için hamile kadınlar özellikle yatak odalarında bu tür cihazları bulundurmamalı, cep telefonunu kulaklıkla kullanmalı.

27
Bilim Haberleri / Türk bilim adamı,
« : Haziran 21, 2009, 04:18:24 ÖS »
ABD'nin en prestijli bilim yarışmalarından 17. Uluslararası İnsansız Yer Taşıtları Yarışması'nda (Intelligent Ground Vehicle Competition) Türk bilimadamı Mehmet Kemal Kocamaz, 'Warthog' isimli robotuyla birinci oldu.

ABD Savunma Bakanlığı ve otomobil sektörünün öncü firmaları tarafından sıkı şekilde takip edilen yarışmada; 30 robotu geride bırakan Warthog; herhangi bir insanın yardımı olmaksızın engelleri aşma, yol üzerinde alternatif yeni rotalar seçebilme gibi özelliklere sahip. Yarışmada ikinciliği Detroit Üniversitesi, üçüncülüğü ise Princeton Üniversitesi'nden katılan ekipler aldı.

Michigan eyaletinin Detroit kentinde geçtiğimiz hafta düzenlenen yarışmaya kendi kendini yönetebilen robotla katılan Kemal Kocamaz, Delaware Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri doktora programı öğrencisi. Aldığı ödülün yanında; projesinin özel araştırma ödülüyle destekleneceğini ifade eden genç bilim adamı, ''Böyle önemli bir yarışmada ödül aldığım için milletim adına gurur duyuyorum. Benim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu. Televizyondaki robotları yapmak hayal değilmiş." dedi. Robotların geleceğin askerî araçları olacağını ifade eden genç bilim adamı; robotların kısa bir süre sonra kendi kendine ilerleyen, hedefi yok eden bir yapıya sahip olacağına dikkat çekiyor. Kocamaz, gelecekteki ABD ordusuna dair ilginç bir bilgi veriyor: "Savunma Bakanlığı bu tarz porjelere özel önem veriyor. Hedef, önümüzdeki 15 yıl içinde kara ordusunun yüzde 30'unu insansız hale getirmek." 4 kişilik bir ekiple çalıştığını anlatan Kemal Kocamaz, icat ettiği robotunun pratik yararlarını ise şu şekilde sıraladı:

Savaşta sürücü olmadan bir yerden başka bir yere yük ve mühimmat taşıma.

Birkaç donanım eklenerek tabiatta yeni bitki türleri tespit edebilme.

Silah eklenerek düşman ve hedefi yok edebilme.

Ülke sınırlarında belli koordinatlar içinde dolaşıp nöbet tutan ve şüpheli görülen unsurları merkezlere bildirebilme

28
Bilim Haberleri / Deniz dalgalarından elektrik üretiminde sona gelin
« : Haziran 20, 2009, 02:15:44 ÖÖ »
Deniz dalgalarından elektrik üretiminde sona gelindi

Sakarya'nın Karasu ilçesinde kurulan sistemde üretilen elektrikle ilk ampül yakıldı.


Her ikisi de devlet kuruluşu olan Türkiye Elektromekanik Sanayi (TEMSAN) ve Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN) işbirliğiyle kıyı kesimindeki yerleşim birimlerinin elektrik ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla 1,5 yıl önce başlatılan ve uygulaması Karasu'da yürütülen projede mutlu sona gelindi.

Denize yerleştirilen 5 duba ve bir jeneratörden oluşan sistem, dalgaların dikey hareketini elektrik enerjisine çevirerek günde ortalama 5 kilovat saat elektrik enerjisi üretiyor.

Proje danışmanı Hasan Ali Coşkun, projenin ana amacının kıyılarda bulunan sınırsız dalga enerjisi potansiyelini elektrik enerjisine çevirerek, kendi elektriklerini üretmek isteyen tüketiciler, orta ölçekli sanayiciler ve yatırımcılara altyapı sağlamak olduğunu söyledi.

Test çalışmalarında çok olumlu sonuçlar alındığını ifade eden Çoşkun, dalgaların hareketini elektrik enerjisine çevirerek günde 5 kilovat saat enerji üretilebildiğini belirterek, şöyle konuştu:

''Dünyada ilk kez mobil olarak uygulanan sistem başarıya ulaştı. Dünyada şu anda kullanılan sistemler deniz dibine sabitlenmiş sistemlerdir. Bizim sistemimiz ise deniz tabanıyla bağlantılı değil, suyun alçalması ve azalmasından bağımsız olarak enerjiyi problemsiz olarak üretme özelliğine sahip. Gemi trafiğini engelleyen, çok uzun metrajlarla uygulanan dünyadaki örneklerinden çok daha iyi özelliklere sahip bir sistemdir.

Çevreci bir sistem olması, rüzgar enerjisi üretiminde olduğu gibi gürültü ve fiziksel ortamdaki kirliliği olmayan enerji biçimi olması, güneş enerjisi üretimine göre maliyetinin ucuz olması, ilk defa bizim uyguladığımız teknikle mobil enerji santrali olması nedeniyle çok avantajlı bir sistem. Sistem mobil olduğu için dalganın daha çok olduğu bölgelere taşınabiliyor.''

Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünün geliştirdiği bor katkılı neodyum ferrobor mıknatıslarının yeni jeneratör sisteminde kullanılmasının verimi yüzde 95'e çıkardığını kaydeden Coşkun, konvansiyonel jeneratörlerde verimin yüzde 75 ile 88 aralığında olduğunu söyledi.

DENEME ÜRETİMİ BAŞARILI

Projenin sahil kesimindeki yerleşim birimleri için yararlı bir uygulama olduğunu belirten Coşkun, projenin başarıya ulaşmasının sınırsız dalga potansiyelinin kullanımının önünü açtığını kaydederek, şunları bildirdi:

''Ortaya çıkacak uygulamalar birçok yatırımcı kuruluşun portföyünde yer alacak, dolayısıyla uygulamalarda ciddi bir artış görülecek. Bu uygulamanın da yatırımcılar açısından geniş bir zemin bulacağı kanaatindeyiz. Bundan sonra daha sığ bölgelerde elektrik üretimi yapabilecek modeller üzerinde çalışılması için bizim yürüttüğümüz çalışma zemin teşkil edecek. E

nerji Bakanlığı'nın desteğiyle projenin devamında kıyı bölgelerindeki lokal yerleşim birimlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere imalatı programda olan bir proje. Proje şu anda tamamlanmış durumda. Deneme üretimi başarılı bir şekilde sürüyor. Güç arttırımı ve projenin yaygınlaştırılması ve yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesiyle ilgili etapları çalışacağız bundan sonraki aşamada.''

Denizcilik Müsteşarlığının önerisi üzerine pilot uygulamayı Karasu ilçesinde başlattıklarını kaydeden Coşkun, ''İlk yaptığımız prototip santralin gerek duyduğu 8,5 metre minimum derinlik kıyıya 100 metre mesafede elde edilebildiği için bu bölgeyi pilot saha seçtik'' diye konuştu.

Kaynak: AA

29
Bilim Haberleri / İnsanın ruhsal durumunu gösteren saat
« : Haziran 20, 2009, 02:13:48 ÖÖ »
İnsanın ruhsal durumunu gösteren saat

İsviçreli bir firme, İnsanın ruhsal durumunu hissedip tepki gösteren saat üretti.

İsviçreli saat firması Borgeaud, Hindistan'daki yerel astrolojik takvimden, falcılardan ve Hint mitolojisinden faydalanarak ilginç bir projeye imza attı. Borgeaud'un ürettiği saatler, insanın o anki ruhsal durumunu hissedip, yapılması gerekenleri 'alarm çalarak' bildiriyor.

Merkezi İsviçre'nin meşhur saat üretim bölgesi Neuchatel'de bulunan Borgeaud, Hindistan'daki bazı ürünlerinde 'Panchangram' isimli yerel astrolojik takvim ve bazı kâhinlerden yararlanıldığını duyurdu.

Sınırlı sayıda üretilen saatlerin üzerinde küçük bir bölüm bulunduğunu kaydeden Borgeaud yetkilileri, Panchangram'a göre buradaki renklerin değiştiğini ve renklerden değişik anlamlar çıkarıldığını kaydetti.

Saatin tasarımcısı Chitra Subramaniam Duella, Hint basınına verdiği demecinde, "Örneğin bölüm kahverengiye dönüşürse, saati kullanan kişi bir süre sonra bir sıkıntıyla karşılaşabilir" dedi. Duella'ya göre, rengin değişmesinde 'karanlık ruhsal güçler' etkili oluyor ve kişinin üzerindeki kötü enerji geçene kadar renk beyaza dönüşmüyor. Hintli girişimci, herhangi bir 'şanssızlığın' yaklaşması durumunda saatin alarmının çaldığını aktardı.

Söz konusu küçük bölmede, 'Rahu periodu' başladığında ise, saati kullanan kişinin işlerine ara vermesi ve kendisini dinlemesi tavsiye ediliyor. Rahu, Hint mitolojisinde 'güneşi ve ayı yutarak, tutulmalara neden olan şeytan' olarak nitelendiriliyor. Saatin üzerindeki bu özel bölme her gün değişik zamanlarda 90 dakikalık bir vakit aralığında çalışıyor. Renklere göre saati kullanan kişi, kendisini "yeniden düşünme ve kontrol etme" fırsatı yakalıyor.

Firmanın diğer yetkilisi Marc Aeschbacher ise, "Tamamen yeni bir mekanik sistem oluşturduk. Dünyada ilk kez böyle bir saat üretildi" diye konuştu.

19 Mart'ta Hindistan'ın Bangalore kentinde ilk kez gösterilen ve türünün tek örneği olan saatlerin ünlü kişilere, politikacılara ve sanatçılara hazırlandığı, 150'si erkek, 500'ü kadınlar için olmak üzere toplam 650 adet üretildiği açıklandı

Kaynak: Ajanslar

30
Bilim Haberleri / Bilimadamlarından sentetik kan devrimi
« : Haziran 20, 2009, 02:13:03 ÖÖ »
Bilimadamlarından sentetik kan devrimi

İngiliz ve İskoç bilim adamları tıp tarihinde devrime yol açacak bir çalışmaya başladı.


İngiliz ve İskoç bilim insanları, sentetik insan kanı üretme çalışmalarına başlayarak dünyada bir ilke imza attı.

Embriyonik kök hücrelerden sentetik kan üretme çalışmalarının başarıyla sonuçlanması halinde, enfeksiyon riski olmaksızın sınırsız bir kan stoku sağlanacağı bildirildi. Araştırmacılar, kök hücrelerin sınırsız olarak çoğalabilme özelliğinden dolayı, istenildiği kadar kan üretmenin mümkün olabileceğini ifade etti.

Bilim insanlarının, tüp bebek tedavisinden arta kalan insan embriyolarını test edip, doku reddi kaygısı olmaksızın herhangi bir hastaya nakil edilebilen O RH negatif kan grubunu geliştirebilecek embriyoları bulmaya çalışacakları kaydedildi.

İskoçya Ulusal Kan Nakli Servisi'nin yöneteceği proje 3 yıl sürecek ve "Wellcome Trust" vakfı ile "İngiliz Ulusal Sağlık Servisi Kan ve Organ Nakli" kurumu da çalışmaları destekleyecek.

Kaynak: Milliyet

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10