İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - 3ng1n

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10
46
Bilim Haberleri / Gizemli bir gök cismi bulundu
« : Haziran 20, 2009, 01:48:45 ÖÖ »
55 milyon ışık yılı büyüklüğünde, evren 800 yaşındayken var olduğu hesaplanan, bir galaksinin atası olabileceği düşünülen, ne olduğundan emin olunamayan ve bilim insanlarında şaşkınlık yaratan bir gök cismi saptandı.

WASHINGTON - Bilim insanlarında şaşkınlık yaratan gaz topunun, evren 800 milyon yaşındayken oluştuğu tahmin ediliyor. Gök cisminin, bir galaksinin atası olabileceği kaydedildi.

Gök bilimciler, evrenin ilk zamanlarından kalma ve belki de bir galaksinin atası olabilecek gizemli dev bir gök cismi keşfettiler.

Bir uluslararası astronom ekibi tarafından yapılan ve Astrophysical Journal'ın 10 Mayıs tarihli sayısında yayınlanacak araştırmaya göre, Japon efsanesindeki bir kraliçenin adı olan 'Himiko' ismi verilen bu olası devasa gaz topunun, evren 800 milyon yaşındayken var olduğu hesaplandı. Evrenin 13,7 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor.

Astronomlar, birçok teleskopla yapılan bu gözlemde, muhtemel dev gaz bulutu Himiko'nun 55 milyon ışık yılı büyüklüğünde olduğunu belirterek, bu büyüklüğün evrenin ilk zamanları için rekor bir ölçü olduğunu ve Samanyolu'nu oluşturan diskin ışıması kadar genişliğe sahip bulunduğunu kaydettiler.

Bu gök cisminin kendilerini çok büyük şaşkınlık içinde bıraktığını ifade eden bilim insanları, dünyanın en güçlü teleskoplarınca elde edilen mükemmel verilere rağmen, bu gök cisminin ne olduğundan emin olmadıklarının altını çizdiler.

Şimdiye dek keşfedilen en uzak gök cisimlerinden birisi olan Himiko'nun görüntüsünün, bilim adamlarının fiziki özelliklerini anlamalarına izin vermeyecek derecede bulanık olduğu dikkat çekiyor.

Bu gök cisminin, dev bir karadeliğin enerjisinden doğmuş koca bir gaz topu olabileceğini tahmin eden bilim adamları, bu gizemli gök cisminin arka arkaya oluşmuş iki büyük galaksinin çarpışmasıyla meydana gelmiş olabileceğine de dikkat çekiyorlar.

Bu gözlemi yapan uluslararası astronom ekibine başkanlık eden özel bilimsel araştırma kuruluşu Carnegie Enstitüsü'nden Masami Ouchi, "Evrende daha uzağa baktıkça zamanda daha geriye gidilir. Çok şaşırdım çünkü bu kadar büyük bir cismin aynı zamanda evrenin doğuşundan hemen sonra olabileceğini hiç hayal etmemiştim" diye konuştu.

"Big Bang" teorisine göre, evrenin yaratılışının başında önce küçük cisimler oluştu, sonra bunlar daha büyük gök cisimlerini doğurmak için bir araya geldiler.

47
Bilim Haberleri / Maya Kehaneti 2012 de neler olacak?
« : Haziran 20, 2009, 01:41:09 ÖÖ »
NEDEN 2012?



Dünya belirgin bir değişim yaşıyor. Belki Maya'ların 21 Aralık 2012 fenomeni ile de ilişkilendirilebilecek bu oluşumlar şuan bilmediğimiz veya farkında olmadığımız bir olay için zemin hazırlıyor olabilir. Artık biz insanlarda sık sık değişen, alışık olmadığımız hava koşullarına, sellere, ani bastıran şiddetli soğuklara karşı, neler oluyor? Hiç böyle olmamıştı gibi söylemlerle tepkiler vermeye başladık.

Gerçektende neler oluyor dünya'mıza?

Neler olabileceğine bakmadan önce gelin degişimi düşündüren olaylara bakalım.



1- MAYA KEHANETİ

Bu konuyu yazarken amacımız insanları korkutmak ve karamsarlığa sürüklemek değil, şuan pekçok bilim adamının kafasını meşgul eden bir konuyla ilgili sizlerinde haberdar olmanızı sağlamaktır. Felaket tellallığından öte, eğer bir felaket gerçekleşecekse, buna hazırlıklı olmak amaçtır. Çünkü, medeniyetimizi devam ettirmek her türlü amacın üzerindedir. Bireysel düşünmeyi bir kenara bırakıp, toplum olarak ortak değerlerimizi ön plana taşımalıyız. Bu illa bir felaket olacak diye değil, yaşam kalitemizi arttırmak ve gerçekten "torunlarımıza" yaşanabilir bir medeniyet bırakmak içinde gerekli.

Bu noktadan hareketle neden 2012 sorusunun cevabını ele alalım.Aslında tam olarak 21 Aralık 2012 (veya bazılarına göre 22 Aralık) tarihi ve sonrası olarak ifade edilen fenomenin çıkış noktası eski bir Güney Amerika medeniyeti olan Maya'ların kullandığı takvim sistemidir. Özellikle 1990'lardan sonra gelişim gösteren bu konu hakkında en ciddi araştırmalardan birini Amerikalı araştırmacı John Major Jenkins yapmış ve bunu 1997 yılında yayınladığı "Maya Cosmogenesis 2012" isimli kitapta ortaya koymuştu. Şimdi ayrıntılarıyla inceleyelim.

1- Maya Takvimi

Mayalar şaşırtıcı bir astronomi bilgisine sahip bir medeniyetti. Sadece Güneş, Ay ve Mars gibi bugün amatör gözlemcilerin dahi gözlemleyebildiği yakın cisimlerle değil, neredeyse bütün uzak yıldızları, yıldız gruplarını ve bunların hareketlerini gözlemlemişlerdi. Hatta bu gözlemleri sayesinde bir yılı bizim bugün süper bilgisayarlarla hesapladığımız süreden milyonda bir hata payı ile hesaplamışlardı. Zamanı ölçmede hassas hesaplara ulaşmak için döngülerden ve iki ayrı takvimden yararlanmışlardı. Bunların ilki, “kutsal takvim” olarak bilinen ve 20’şer günlük 13 aydan oluşan “Tzolkin” (Gün Sayımı) denen döngüdür. Bu döngü, 13 rakam ve 20 ismin oluşturduğu kombinasyonları içerir ve 260 günlük sürecin bitiş günü “13 Ahau”dur. “Haab” adını taşıyan bir ikinci takvim, bugün bizim kullandığımız güneş takviminin çok benzeridir ve yine 20’şer günlük 18 aydan oluşur. “Uinal” olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün yapar ve Maya zaman ölçümünde buna “tun” adı verilir. Normal güneş yılı için gerekli olan 5 artık gün, 5 tanrının adıyla “tun”a eklenir (aynı Mısır ve Sümer’de olduğu gibi!) Her iki döngünün gün sayıları ancak 52 güneş yılı sonra eşitlenir. Tzolkin ile Haab’ın bitişleri aynı güne denk gelir yani, Tzolkin’e göre 13 Ahau gününde, Haab da sona ermiştir. Ve diğer döngüleri şu şekildedir:

GÜN SAYISI İSMİ

1 Kin

20 Uinal

360 Tun

7200 Katun

144000 Baktun

İşte Mayaların efsanevi “Long Count” yani “Uzun Sayım” dedikleri süreç, 13 Baktun’a eşittir (1.872.000 gün = 5125,36 güneş yılı) Maya tarihinde “başlangıcı” olarak belirlenmiş noktayı bilmezsek, yukarıdaki hesabı yapamayız. Bizim takvim sistemimize göre bu an, İsa’nın doğduğu varsayılan yıldır. Gregoryen takvimimizde biz bu yılı “0” olarak kabul eder ve öncesini, sonrasını buna göre hesaplarız. Mayalarda da bu tarihin başlangıcı 0.0.0.0.0 günü olmalıdır; yani herşeyin başlangıç noktası Arkeolojik bulgular ve Karbon-14 yöntemi yardımıyla yapım tarihi bizim takvimimize göre büyük bir kesinlikle belirlenen birkaç tapınakta (İzapa, Chichen Itza ve Monte Alban’da) Maya rahiplerinin, yapılış tarihini belgeleyen Uzun Sayım tarihleri de bulunmuş ve yanılma payıyla birlikte Milattan Önce 11 Ağustos 3114 tarihi 0.0.0.0.0 noktası olarak tespit eidlmiştir. Ve buna göre 13.0.0.0.0 tarihi 21 Aralık 2012 gününe denk gelmektedir.

ÖRNEK

“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”

“11 baktun, 2 katun, 5 tun, 1 uinal ve 4 kin”



--------------------------------------------------------------------------------

11 x 144.000 + 2 x 7200 + 5 x 360 + 1 x 20 + 4 = 1600224



--------------------------------------------------------------------------------

1 Güneş yılı = 365,242

1600224 / 365,242 = 4381,27



--------------------------------------------------------------------------------

“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”

4381,27 YIL EDİYOR.



--------------------------------------------------------------------------------

2- O günün özelliği nedir?

Maya takviminin 21 Aralık 2012'de bitmesinde ne var diye soruyor olabilirsiniz. Aslında bu tarih tespit edildikten sonra araştırmacılarında kafasına takılan soru buydu. Ve ilk akla gelende, astronomide bu kadar ileri bir toplumun bu tarihide bir astronomik oluşumla ilişkilendirmiş olma olasılığıydı. Bu yönde yapılan araştırmalar bu fikrin doğru olduğunu ortaya koydu.

Bilindiği gibi 21 Aralık tarihi yılın en kısa günüdür. John Major Jenkins, 21 Aralık 2012’de gökyüzünde oluşan astronomik konumların, oldukça sıradışı birleşmelere işaret ediyor. Bunların en önemlisi, gezegenlerin ve Ay’ın üzerinde hareket ettiği, “Ekliptik” olarak adlandırdığımız “tutulum çemberi”nin, tam 21 Aralık günü Samanyolu’nun dünyadan görülen ekvatoral çizgisiyle kesişmesi. Bu kesişmenin, modern astronomik ölçümlere göre "galaksimizin merkezi” olduğu belirlenen noktada (süper karadeliklerden biri olduğu düşünülüyor.) gerçekleşmesi, bu tarihi daha da ilginç kılıyor. Ama daha ilginci, 21 Aralık günü Güneş’in de tam “gündönümü” sırasında bu noktayla aynı hizaya gelmesi. Astronomik deyişle “Gündönümü Güneşi”, Ekliptik ile Samanyolu kuşağının “galaksi merkezi” olduğu belirlenen noktayla aynı hizada kesiştiği koordinata yerleşiyor. Bu birleşim, Mayalara göre, “Güneşler” olarak adlandırdıkları devrelerin beşincisinin noktalandığı anı belirlemekte.Maya kozmogonisine göre, dünyanın geçmişi, 13 Baktun’luk (aşağı yukarı 5125 yıl) devrelerden oluşur ve bunların her birinin bitimi, dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içerir. İçinde bulunduğumuz devre, Mayalara göre beşinci ve son devredir ve 13.0.0.0.0 tarihinde son bulacaktır. Bizim takvimimize göre sözü edilen bu tarih, 21 Aralık 2012’ye denk gelmektedir.

Mayaların bugüne ilişkin öngörüleri,efsaneleri veya kehanetleri ise gerçekten çarpıcı. Buna geçmeden önce bir bilgiyi daha vermek gerekli. İçinde bulunduğumuz galaksi milyonlarca yıldıza sahip olmasına rağmen, galaksimizin merkezi olarak gösterilen nokta yıldız miktarının gayet seyrek olduğu bir nokta. Yaklaşık 25,800 yılda toplam 4 kere (dünyanın presession süresi) galaksi merkezimizle,

1- " A door into the heart of space and time will open" , Zamanın ve uzayın kalbindeki kapı açılacak

2- " The cosmos will be reborn or recreated " , Evren yeniden doğacak, yeniden yaratılacak

3- " We will reach the Zero Point of the process - a moment of collective spiritual birth " , Döngünün sıfır noktasına erişeceğiz, toplu ruhsal doğuş anı

4- “…our basic orientations will be inverted. On the level of human civilization, our basic assumptions and foundation values will be exposed, and we will have the opportunity to embrace values long since driven under the surface of our collective consciousness”

Bizim basit doğamız ters yüz olacak.

Aslında tek önemli tarih 21 Aralık değil 2012 yılı için. Mayaların astronomi birikimlerinde , Boğa takımyıldızındaki Pleiades grubunun ayrı bir önemi var. G Bu yıldız grubunun gökyüzünün tepe noktasından (“Zenith” noktası) geçişi, Mayalar için önemli bir olaydı ve genellikle Tzolkin ile Haab’ın son günlerinin çakıştığı 52 yıllık dönemin sonunda yaşandığı için de fazlasıyla önemsenirdi. Monte Alban’dan İzapa’ya dek birçok kentte, gökyüzünün tepe noktasını gözlemlemek için hizalanmış şaftlara sahip yapılar bulunmuştur. Bu gözlem noktalarında başını yukarı kaldırıp belli bir anda daracık şafttan gökyüzüne bakan gözlemci, yalnızca Zenith noktasını görürdü. Meksika’nın güneyinde, İzapa’nın bulunduğu paralel üzerinde Güneş – Pleiades buluşması, presesyon etkisinden bağımsız olarak her yıl, ilkbahar ekinoksundan 61 gün sonra gerçekleşir. Günümüzde bu tarih, Güneş’in Boğa Burcu’na girdiği 20 Mayıs tarihine denk gelmektedir. Bu buluşma Zenith’te gerçekleşirse? Mayıs 2000'deki gezegen dizilimini hatırlayacaksınız. Ama ondan çok daha önemli birşeyi çoğunluğumuz bilmiyoruz Mayalarca önemli olduğu yeterince vurgulanan gün, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasıdır ve bu astronomik olayın gerçekleşme tarihi de 20 Mayıs 2000’dir. Mayalar, 13 Baktun’un hemen öncesine denk gelen bu astronomik buluşmayı, bir sürecin başlangıcını işaretlemek için kullanmışlardı Ünlü Kukulkan piramidinin tepesinde, doğrudan Zenith’e yöneltilmiş, çıngıraklı yılan kuyruğu biçiminde bir sütun yer alır. Çıngıraklı yılanın kuyruğundaki “çıngırak” işaretleri, Maya kültüründe Pleiades’in simgesidir. Çıngırağın biraz aşağısında, “Ahau yüzü” olarak adlandırılan bir kabartma vardır ve bu da, Güneş’i simgelemektedir. Bir bütün olarak Kukulkan piramidinin tepesindeki şekil, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasına işaret etmektedir yani.

YHIZLANIŞI HİSSEDİYOR MUSUNUZ?

Çağların değişimi başladı...

Kadim kehanetler bunu daha önceden bildirmişti. Yerli gelenekler onurlandırdılar. Dünya içinde gerçekleşen değişimler, uyuma düzenlerinizi, ilişkilerinizi, bağışıklık sisteminizi düzenleme yetinizi ve zamanı algılayışınızı etkilemekte. 2000 sene önce belirtilmiş, bizi bedenimizde olağanüstü değişimleri kabullenmeye hazırlayan bir inisiyasyon yaşıyoruz. Bu değişim şu anda gerçekleşmekte.


Dünyanın rezonansı (Schumann Resonance) binlerce yıldır 7.4 Hz.’di. 1980li yıllardan beri 12Hz’e ulaştı. Bu, bugün yaşadığımız 24 saatin eski zamanda 16 saate eşit olduğunu göstermektedir. Zaman hızlanıyor.


Kutup Değişimi

Bir grup astrofizik ve jeofizik uzmanının, bilgisayar uzmanlarıyla
beraber yürüttükleri araştırma sonucu sıradışı bir olayın 2012'de
başımıza gelme olasılığı olduğunu ortaya koymuş.

Bahsi geçen konu hakkında bilgisi olmayanlar için izah edersem...

Bildiğiniz gibi Güneş'in ortalama 11 yıllık periyodlarda (ve son
zamanlarda yapılan araştırmalarda 180 yıl civarında ikinci bir döngü
daha var) aktivitesi zirveye çıkıyor. Kuvvetli patlamalar ve güneş
lekeleri bu dönemde en yoğun zamanında oluyor. Son zirve dönemi 2000-
2001 yıllarındaydı. Ancak bu dönemden bu yana düşüşe geçmesi gereken
aktivite tam aksine az miktarda bir düşüşten sonra yatay bir düzey
tutturmuş durumda. Yani bir sonraki zirve döneminin çok daha şiddetli
olabileceğine dair bir işaret olabilir.

Bir sonraki zirve noktası ise 2012 yılına denk düşüyor. Yukarıda
bahsettiğim araştırmanın da kilit noktası burası. Eğer bilgisayar
ortamında yapılan teorik modellerin sonuçları doğruysa 2012 yılı
civarında bizi bir Manyetik Kutup kayması bekliyor.

Bu olay ortalama 200,000 yılda bir gerçekleşen, ancak bir önceki
kaymanın 780,000 yıl önce olduğu bilinen bir olay. Mıknatıslardaki
güney ile kuzey'in yer değişmesi olayı kısaca. Ancak bu bir anda
başlasa da, bir günde biten bir olay değil. Manyetik yapının tekrar
dengeye gelmesi ortalama 3000 yıl kadar sürüyor(muş).

Bu olayın nasıl olacağına dair bulgularda, + ve - kutbun, bu olay
başlamadan önce diğer yarı kürede adacıklar mantığıyla bölgeler
oluşturması ve genel manyetik güç kaybı oluşturması, olduğu tespit
edilmiş durumda. Dünya'da ise son 300 yılda genel manyetik kutup %20
oranında zayıflamış durumda. Bu Antartika ve Güney Amerika’da, yani
ozon tabakasının delik olduğu yerde %40 lara kadar çıkıyor. (yani
ozon tabakasının asıl delinme nedeni olabilir)

Fazla uzatmadan sonuçlandırırsam, bahsi geçen araştırma bu olayın
2012 yılında gerçekleşeceğini ortaya koyuyor.

Yani güneş'in aktivitesinin en güçlü olacağı zamanda bir kutup
kayması. Aynı araştırma sonucuna göre bu olay milyonlarca yıl önce
olduğu ortaya çıkıyor.

Güneş aktivitesi zirvesinde ve Manyetik kutup yer değiştirirse ne
olur?

Manyetik kayma demek, dünyanın manyetosferinin, yani manyetik
kalkanının bir süreliğine kapalı olması demek. Güneş'ten veya uzaydan
gelecek her türlü etkiye açık olacağız demek.

Güneş'ten gelen zararlı ışınlar ve kozmik ışınlar direkt dünya
yüzeyine ulaşacak. En basit sonucu milyonlarda kanser vakası.

Diğer olası sonuçlarından biri, dünyanın manyetik alanı etkin
olmayacağından meteor gibi cisimlerinde yönlerinin dünya tarafından
değiştirilemeyeceği, zam tersi çekileceği olasılığı...

Dünyanın yer çekimine etkisi tahmin edilememekle beraber, volkanlar,
depremler vs.. gibi olayların zirve yapacağı tahminlerden biri.

EĞER GERÇEKLEŞİRSE, küresel bir felaket bizi bekliyor demektir... En
kötü senaryoda Tek kurtuluş olasılığı, yüzeyin altında yaşamak veya
başka gezegene gitmek var. 3000 yıl süreyle...


DÜNYANIN DEĞİŞİMİ

Dünyanın kalp atışı kabul edilen bir elektromanyetik rezonans vardır. 1954 ten beri bilinip, ölçülen bu değer, bulucusu Alman fizikçi Schumannın adıyla anılan, Schumann Rezonansı olarak, SR simgesiyle anılır ve Dünya yüzeyi ile 55km. lik atmosfer sonrasındaki iyonosfer arasındaki bölgede ölçülmektedir.
Dünyanın bu kalp atışı, Güneşin düzenli 11 yıllık aktivasyon periyotlarına göre periyodik değişimler göstermesine rağmen, zannedilen o ki güneşin düzen dışı büyük patlamalarından doğan bir değişim geçirmektedir (Mayaların dediği gibi 2012 de kıyamet Güneşten gelecek). Bilim tarafından farkedildi ki bu rezonans, bu kalp atışı dramatik bir biçimde artmakta. Yıllar yılı 7.8 değerini koruyan ve yıllar içerisinde yükselen bu değer, bugün 12 devir/sn ye ulaşmıştır. 13 devir/sn lik değer zero point olarak anılır ve Dünyanın dönmesi bu değere ulaştığında duracak ve Dünya tersine dönmeye başlayacak. Ayrıca Dünyanın manyetik alanı da buna ters orantılı olarak azalmakta ! Son 4000 yıldaki değerler neredeyse son 4 yılda yarıya inmiş durumda !...
Ve bir magnetik tersliğin gelmekte olduğu bildiriliyor. Hatta seller, fırtınalar ve acayip hava şartları bu sebebe bağlanıyor. Ayrıca bu artıştaki hızlanma bizde, 24 saatlik bir günü, 16 saat olarak yaşanıyormuş gibi bir hissediş yaratıyor. Manyetik rezonansın 13 devir/sn. değerine varmasıyla, dönüş yönünü değiştirecek olan Dünyanın, çok uzun yıllar önce de dönüş yönünü değiştirip bugünkü yönünde dönmeye başladığı bildiriliyor. Bu değişim ile Dünya tersine dönmeye başlayıp, Güneşin batıdan doğacağı söyleniyor.
Burada bir saplama yapalım 1959 yılına dönelim ve Bedri Ruhselmana gösterilen vizyonda da söylendiği gibiDünya ekseninin yönünün değişmesi Ayrıca,
Büyük Mutasavvıf Muhiddin-i Arabî ile İnsan-ı Kamîl kitabının yazarı Abdülkerim Ceylî kıyamet anlatımlarında benzer ifadelerle; Kıyametin bir başka alâmeti dahi; Güneşin battığı yerden doğmasıdır Bundan sonra tövbe kapısı kapanır ! Daha önce iman etmemişse, artık bundan sonraki imanı nefse fayda vermez!.. demişlerdir.
Ve bir başka spiritüel mesajda şu ifadeler bulunmaktadır;


Yaşanması mutlak olan bu devreye ermenize az bir zaman kaldığı ve ufkun batıdan gelişini mutlulukla karşılamaya hazırlandığınız bu günlerde; yani yakın olan bu ışık günlerinin arifesinde, insan milletinin hazır olmaya ihtiyacı vardır.


Aslında herşey bir vibrasyon yayma olayı olduğundan, en ince ve yüksek frekanslara doğru gelişen yeniçağ yapısı, kaba, düşük frekanslardan rahatsız eden etkiler almaktadır artık. Ancak, yüksek anlamlı değerlere, frekanslara daha fazla açılındığı için, çevreden gelen ses, renk, koku, manyetik alan frekanslarını daha fark edici, gönül frekanslarına, insan duygularına daha duyarlı, daha yüksek tatminleri arzulayan ve eski kaba tatminlerden artık zevk almayan yeni şuur insanı ortaya çıkmaktadır.
İnsanın titreşimsel olarak farklılaşırken, devamlı bir etkileşim içinde olduğu yeryüzü de titreşimsel olarak değişmekte ve manyetik alanı yeni insana, yeni yüksek frekans yaş. uyumlanmaktadır. Ve yüksek insanın yeni dünyası ortaya çıkmaktadır. Yeni dünyada artık yer almayacak olan ve bunun insandaki karşılığı endişe, korku olan düşük, alçak frekans tır. İşte bu oluş döneminde üzerinde en çok çalışılması gereken de, korku ve endişeye odaklı yaşanmamasıdır

konuyla ilgili çalışan

Yıllardır bu konuyla ilgili çalışan

MOTHER SHIPTON (15. YY.DA YAŞAMIŞ ÜNLÜ İNGİLİZ KADIN KAHİN)


Mother Shipton (Şipton Ana)diyorki:


"Uçaklardan, denizaltılardan, uydu haberleşmesinden, AIDS ten ve 20. Yüzyıldaki kadın-erkek davranışlarına kadar herşeyden bahsettikten sonra,
..Ve insanlığa düşünme zamanı verilecek (20. yüzyıla kadar)


*Sonraki yüzyıl (21.yy.) yaklaşmadan işaretler görülmeyecek;(2007-2010 arası dönem yaklaşmadan alametler görülmeyecek deniliyor 2007-2010 arası volkanik patlamalar ve Büyük depremler) dünyanın alt üst olduğu zamanın geleceği hakkında

(ABD_İNGİLTERE_İSRAİL'in depremle yere batacakları hususu ) İnsan korkuyla titreyecek, o yüzyılda (21.yy.) yaşadığı için.


Yedi gün, yedi gece için, insan korkunç bir görüntü seyrediyor!


İnişler, çıkışlar aklın ötesinde, dağlar kükremeye başlayacak, depremler kentleri yutuyor, karalarda tufan, sel suları karalara saldırıyor. İnsanoğlu, çamur ve batağa gömülüyor. Okyanuslar, kıyıdan yükselecek, eski kıtalar gidecek, yenileri dirilecek, (Atlantis ve Mu kıtaları Atlas okyanusunda ve Büyük okyanusda 2011 den itibaren yer yüzüne çıkacak Avrupa,Afrika ve Asya kıyıları tsunamı dalgaları ile yok olacak.)kızgın canavar göklerden geçecek
Ve uzak bir yerde;
Bazı insanlar, Oh ne kadar az bir grup Dünyada, çok az sayıda insan kurtuluyor. İnsan ırkı yeniden başlıyor. Ve dünyada kısa bir süre geçiyor. İnsan unutuyor ve gülüyor, kendisine dönüyor. İnsan hak ettiği kaderi elde ediyor.

--------------------------------------------------------------------------------

48
Bilim Haberleri / Kriz NASA'yı da vurdu
« : Haziran 20, 2009, 01:37:28 ÖÖ »
Ekonomik sıkıntılar, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı'nın 2018'de gerçekleştireceği Ay görevini ertelemesine neden olabilir.

CAPE CANAVERAL - NASA'nın 2018'de Ay görevi için fırlatmayı hedeflediği Ares V roketinin fırlatılış tarihi sessizce revize ediliyor. ABD'nin Uzay Ajansı, bu tarihi 2020'den sonra bir tarihe çekebilir.

Son birkaç haftadır Kennedy Uzay Merkezi'nde yapılan toplantılarda bir araya gelen ajans yöneticileri, çalışanlara ve iş ortaklarına Ares V roketinin fırlatılma tarihinin erteleneceğini açıkladı. Bu tarihin iki yıl olacağı ifade ediliyor.





NASA, daha önce kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, yapılmış en güçlü roket olacak Ares V'nin 2018 tarihinde Ay'a ulaşacağını açıklamıştı. Bu görevde, Ay'a astronot gönderilmesi ve bir dizi deney yapılması öngörülüyordu.

NASA'nın eski yöneticisi Mike Griffin, geçtiğimiz hafta özellikle George Bush yönetiminindeki Beyaz Saray'ı hedef alan konuşmasında Ares V ve diğer Ay göreveleri için 2015 yılına kadar onaylanmış olan 4 milyar dolarlık bütçenin 400 milyon dolara düşürülmesinden dolayı dert yanmıştı.

Griffin, bir etkinlikte yaptığı açıklamada "4 Milyar dolarlık bu bütçe, Ares V itici roketlerinin ve Altair Ay modülünün geliştirilmesi için harcanacaktı, ancak sadece yarım milyon dolar ile bunun yapılması mümkün değil." demişti.

49
Bilim Haberleri / Teoride varolan molekül üretildi
« : Haziran 20, 2009, 01:36:48 ÖÖ »
Bugüne kadar sadece teoride mümkün olan bir molekül nihayet üretilebildi.

LONDRA - "Rydberg molekülü" diye bilinen bu kimyasal madde, bulunması güç iki atom arasında son derece zayıf bir kimyasal bağ üzerinden geliştirildi.

Nature dergisinde yer verilen bu yeni tür bağın, atomlardan birinin çekirdeğinden hayli uzakta bir elektronun bulunması sayesinde oluştuğu belirtiliyor.

Bu olay, aynı zamanda Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi'nin, elekronların nasıl davrandıklarına ilişkin temel kuantum teorilerini sağlamlaştırıyor.





DOĞRU YER, DOĞRU ZAMAN
Londra'daki UCL Üniversitesi'nden Helen Fielding, bu sayede diğer temel fizik kurallarını test edebilme imkanı bulabilecek olmalarının ilginç bir tecrübe olacağını söylüyor.

1934 yılında Enrico Fermi, eğer bir atomun diğer bir atomda bu tek başına dolaşan elektronu buluması halinde, beraber hareket edebileceğini savunmuştu.

Colorado Üniversitesi'nden fizik teorisyeni Chris Greene " Ama Fermi bu moleküllerin gerçekten oluşabileceklerini tasavvur etmemişti" diyor.

"Biz 70'li ve 80'li yıllarda Rydberg atomuyla bir normal atom arasında bu tür bir güç alanı oluşabileceğini anladık."

Uzmanlar bunun için tahmin edilemeyecek kadar soğuk bir ortam yarattıklarını da ekliyorlar.

50
Bilim Haberleri / Pahalı internette ikinciyiz
« : Haziran 20, 2009, 01:34:49 ÖÖ »
30 ülke arasında, en pahalı geniş bant internet kullanan ikinci ülke olduğumuz açıklandı.

Türkiye'nin satın alma gücü paritesine göre geniş bant internet ücreti en pahalı ikinci ülke olduğu belirlendi. Bilgi Teknolojileri ve Yenilikçilik Vakfı'nın (ITIF), değişik kaynak ve istatistikleri kullanarak hazırladığı “2008 ITIF Geniş Bant Sıralama Raporu” yayımlandı. 30 OECD ülkesini kapsayan geniş bant raporuna göre, satın alma gücü paritesine göre dolar üzerinden aylık en pahalı ücret sıralamasında Meksika 18,41 ile ilk sırada bulunurken Türkiye 15,75 dolar ile ikinci sırada yer aldı

51
Bilim Haberleri / Geç kalkan yol alır!
« : Haziran 20, 2009, 01:33:58 ÖÖ »
Sabah erken uyanmakta güçlük çekenlerin, erken uyanabilenlerden daha dikkatli olduğu ve dikkat durumunun gün içinde arttığı bildirildi.

Belçikalı, İsviçreli ve Fransız bilim adamlarının yaptığı araştırma "erken kalkan yol alır" atasözünün pek de doğru olmayabileceğini gösteriyor. Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, erken kalkanlar ile geç yatanların sabahki verimi benzer, gün sonundaysa geç yatan daha "uyanık" ve daha dikkatli.

Fransız "Le Figaro" gazetesinin internet sitesindeki yayımlanan makalede, insanlarda uyanıklık ve uyku durumu döngüsünün iki şekilde olduğunu belirten araştırmacılar, ilk mekanizmanın kol saati gibi işlediğini, bu mekanizmanın gün içinde "uyan" uyarılarını artırdığını, gece ise "azalttığını" vurguladılar. İkinci sürecinse "kum saatini" anımsattığını ifade eden araştırmacılar, uyku baskısının uyanık olarak geçirilen zamanda arttığı ve uyku durumunda azaldığını belirttiler. Gün içinde bu iki süreç arasındaki zıtlığın uyanıklık ve dikkatli olma seviyesini korumaya yardım ettiği kaydedildi.

Belçika'daki Liege Üniversitesinden Christina Schmidt ve ekibi, uyku ritmi çok bozuk olan kişileri teste tabi tuttu. Sağlıklı gençlerden 16'sı erken kalkıyor, 16'sı geç yatıyordu.

1,5 saat ve 10,5 saatlik uyanıklık durumunun ardından gençlerin beyin işlevine de MR ile bakıldı.

Erken uyananların sabah daha verimli olduğu, ancak uyandıktan sonraki 1,5 saat içinde her iki grup arasında fark kalmadığı belirlendi. Gün sonunda ise geç uyananların daha az yorgun olduğu ve dikkatlerinin arttığı görüldü.

Sonuç olarak araştırmacılar, sabah erken uyananların gün boyunca toplanan uyku baskısından daha fazla etkilendiğini belirttiler

52
Bilim Haberleri / Nefesinizi suda ne kadar tutabilirsiniz?
« : Haziran 20, 2009, 01:33:13 ÖÖ »
BBC Focus dergisi, bu ayki sayısında ılık suda neden nefesimizi daha uzun süre tutabildiğimizi açıklıyor.

Suda nefesimizi ne kadar süreyle tutabiliriz? Suyun soğuk olması nefesimizi etkiler mi? BBC Focus dergisi, bu ayki sayısında ılık suda neden nefesimizi daha uzun süre tutabildiğimizi açıklıyor.

Dergide yer alan habere göre, soğuk suya ani dalış nefes alıp vermemizi hızlandırıyor ve ısınmamız için ekstra ısı üreten kalp daha fazla çalışıyor. Bu da vücudunuzun oksijen ihtiyacını büyük oranda artırıyor ve böylece soğuk suda nefesimizi tutma yeteneğimiz azalıyor.

Bir insan nefesini ılık suda 60 saniye tutabilirken, bu rakam 10 §§C'lik suda en fazla 20'ye düşüyor. Sakin kalmanıza yardımcı çeşitli zihinsel teknikler sayesinde, soğuk suda uzun süre kalsanız da, soğuk şokunun etkisini azaltabilirsiniz.

Soğuk şok tepkisi sadece birkaç dakika sürüyor. Bundan sonra, memelilerin dalış tepkisinin bir parçası olarak kalp hızı normalin altına düşebiliyor. Bu etki gençlerde daha çok kendini gösterir ve çok soğuk koşullarda 30 dakika ya da daha fazla suyun altında kalıp hayata dönen birçok çocuk var.

53
Bilim Haberleri / İnsan beyni ve yapay zeka birleşiyor
« : Haziran 20, 2009, 01:29:27 ÖÖ »
NTV Bilim'in ilk sayısında incelenen, Raymond Kurzweil'in Singularity is Near isimli kitabında dile getirdikleri, insan makine tekilliğinin bir yüzyıl içinde gerçekleşeceği savında.

Teknolojide yaşanan muazzam ilerleme insana, yakın gelecekte yine insanın temel biyolojik özelliklerini değiştirme, yarı insan yarı makine bir nesil yaratma becerisini sağlayabilir."

ABD'li Raymond Kurzweil'in 2005 yılında yazdığı Singularity is Near (Tekillik Yakın) isimli kitabında dile getirdiği bu görüş, insanın kendini biyolojik bir varlık olmaktan çıkarmaya başladığını ve gerek zihinsel, gerek bedensel olarak trilyon kere trilyonlarca daha yetenekli, biyoloji ve teknolojinin karması bir varlığa dönüşmeye başladığını söylüyor.

Yazara göre insanoğlu, 2045 yılında "tekillik" olarak adlandırılan bu aşamaya ulaşacak. Ulaşılacak yeni insan, evreni de kendisine dönüştürecek.

Kurzweil'in kitabında belirttiği, bilim-kurgu camiasında olduğu kadar, bilim insanları arasında da büyük yankı bulan bu bilişsel fantezi ile ilgili daha ayrıntılı bilgiyi NTV Bilim'in ilk sayısında okuyabilirsiniz.

54
Bilim Haberleri / Türk bilimadamları yeni bir canlı türü buldu
« : Haziran 20, 2009, 01:28:46 ÖÖ »
Trakya Üniversitesi (TÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Belgin Çamur Elipek, Adana'nın Pozantı yaylalarında şu ana kadar dünyada varlığı bilinmeyen bir canlı türü keşfettiklerini söyledi.

Canlılar üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Yrd. Doç. Dr. Belgin Çamur Elipek, Adana'nın Pozantı ilçesi yaylalarında çıkan tatlı su kaynağında yeni bir canlı türü keşfettiklerini kaydetti.

Çalışmalarına sağladığı destekten dolayı TÜ Rektör Yardımcısı da olan hocası Prof. Dr. Timur Kırgız'ın soyadını verdiği canlı türünün özellikleri hakkında şu bilgileri verdi: "Niphargus Kirgizi adı verilen tür, sularda yaşayan Amphipoda grubuna ait. Gözü olmayan, sarımsı krem renginde, uzun kuyruklu yaklaşık 2 santimetre uzunluğunda."

Yrd. Doç. Dr. Elipek, türün yeraltında yaşayan bir canlı olduğunu, tesadüfen yeryüzüne çıktığı sırada tespit edildiğini ifade etti. Belgin Çamur Elipek, canlı türü hakkındaki tespitlerini alanın uzmanları olan Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nden Doç. Dr. Murat Özbek ve Slovenya Ljublijiana Üniversitesi'nden Dr. Cene Fiser ile paylaştığını dile getirdi. Görüşlerine başvurduğu bilim adamlarıyla yaptıkları ortak değerlendirmede bulunan canlının dünyada yeni bir tür olduğu konusunda fikir birliğinde vardıklarını kaydetti. Keşfettiği türün bilim dünyasında kabul görmesi için çalışma başlattıklarına vurgu yapan Elipek, bu konudaki bilimsel makalesini hazırlayarak uluslararası bilim heyetine gönderdiğini ifade etti.

Heyet tarafından keşfi onaylanan Yrd. Doç. Dr. Elipek, türle ilgili makalenin uluslararası bilim dergilerinden Zoologischer Anzeiger'de yayınlandığı bilgisini de verdi. Yrd. Doç. Dr. Belgin Çamur Elipek, ayrıca, küresel ısınmanın canlı türleri için tehdit oluşturduğunu, bu yüzden yeni türlerin keşfedilmesinin büyük önem arz ettiğini bildirdi.

Küresel ısınmanın etkilerinin önlenemediği takdirde dünyadaki canlı türlerinin dörtte birinin 2050 yılına kadar yok olacağının öngörüldüğünü belirten Elipek, "Bu nedenle şimdiki mevcut türlerin saptanıp dünyadaki çeşitliliğin ve dağılımın bilinmesi önemlidir." dedi.

| Cihan

55
Bilim Haberleri / İnsan evriminin kayıp halkası bulundu
« : Haziran 20, 2009, 01:28:07 ÖÖ »
BİLİM adamları, Almanya'nın Messel maden ocaklarında bulunan, 47 milyon yaşındaki bir madagaskar maymununa ait fosilleşmiş iskeletin,
insan evriminin ’kayıp halkası’ olduğunu ve bu konuda devrim yaratacak kanıtlar sunacağını açıkladı.

Bilimadamları, ‘Ida’ adını verdikleri 3 ayak
uzunluğundaki Madagaskar maymununa ait fosilleşmiş iskeletin,
maymun ve insanın ortak atası olabileceğini ileri sürdü. 47
milyon yıl önce gölde ölen ‘maki’ türü yaratığın
kalıntılarını muhteşem sunumla gözler önüne seren bilim adamları,
kalıntıların insanoğlunun soy ağacı ve evriminin önemli ‘kayıp
halkası’ olduğunu iddia etti.

Almanya'nın Frankfurt şehri yakınlarındaki Messel taş ocaklarında 1983
yılında keşfedilen Ida'yı bulan kolleksiyoncu, yıllarca duvarında asılı duran
bu fosilin öneminden habersizdi. 2006 yılında tüccarın, Oslo Üniversitesi
Doğa Tarihi Müzesi’nden Dr. Jorn Hurum'un dikkatine getirmesiyle önem
kazandı. Dr. Hurum ve beraberindeki uluslararası ekip, araştırmalarını
derinleştirerek Ida'nın insan evriminin ’kayıp halkası’ olduğu yönünde hem
fikir olduklarını açıkladı.


'DÜNYANIN 8'İNCİ HARİKASI'

Dr. Hurum, kızı ‘Ida'nın adını verdiği fosilleşmiş iskeletin, insanlara ilk bağlantı
ve dünya mirası olduğunu söyledi. Bir başka bilimadamı Dr Jens Franzen ise,
iskelet ‘olağanüstü bütünlüğü'nden dolayı ‘Dünyanın 8'inci harikası’ olarak
nitelendirdi. Dr Jens Franzen, “Ida, bir büyükanne gibi doğrudan ‘ata’ olmak yerine,
daha çok bir ‘teyze’ konumunda. Yüksek primatlar ve insanın geliştiği fakat benim
görüşüm, ’doğrudan olmayan’bir gruba dahil” dedi. 19 Mayıs’tan itibaren ’Natural
History Museum’da (Doğa Tarihi Müzesi) sergilenmeye başlanan Ida'nın, insan
evrimine ışık tutacak en çok bilinen fosilden 20 kez daha eski olduğu vurgulayan
bilimadamları, fosillerin primat aile ağacının insanlar, maymunlar ve maki (madagaskar maymunu)
ile galagolar olarak farklı iki gruba ayrılan insan dışında primatlardan geldiğini kaydetti.
Bilimadamları ayrıca, Ida’nın öne doğru çıkan gözleri ve başparmaklarının insanlarınkine
benzediğini vurguladı.

56
Bilim Haberleri / 9 gizemli melek
« : Haziran 20, 2009, 01:27:27 ÖÖ »
Uriel
 

Hristiyanlıkta, yedi melekten biri olan Uriel, İsa’nın kuzeni John’un katliamdan kurtarılmasında rol oynadı. Mısır’a hicret ettikten sonra, John ve annesi Aziz Elizabeth’in Kutsal Aile’ye katılmasını sağladı. Onların yeniden bir araya gelmesi Leonardo da Vinci’nin ‘Virgin of the Rocks’ (Kayalar Üzerinde Meryem) isimli eserinde resmedilir. Ortaçağ Yahudi mistik geleneklerine göre, Uriel ‘Pazar meleği’ veya ‘Şiir meleği’ olarak da bilinir.

Azrail
 

İslam’da baş ölüm meleği olan Azrail, Hristiyanlık ve Musevilik geleneklerinde de ölüm meleği olarak bilinir. Dünyadaki dört ana yönü izlemek için dört yüzü ve dört bin kanadı olan Azrail’in tüm vücudunun, dünyadaki yaşayan insan sayısı kadar göz ve dillerle kaplı olduğuna inanılır.

Cebrail (Gabriel)
 

Hem Hristiyanlıkta hem de Müslümanlıkta, Cebrail peygamberin dünyaya gelişini haber verir. Müslümanlar Cebrail’in, Kuran indirilirken Allah ile peygamber arasında aracı görevi üstlendiğine ve imanın altı şartından biri olduğuna inanır. Hristiyanlık inancına baktığımızda, Cebrail, Yeni Ahit’te sadece iki defa geçiyor; ‘Tanrı’nın önündeki benim, Cebrail (Gabriel) ’ (Luke 1: 19). Bu da, her ne kadar Cebrail’in daha yüksek sıralarda olması gerektiğini düşündürse de, dokuz baş melek arasında sadece sekizinci sırada yer alıyor.

Metatron
 

Öncelikli olarak Metatron Musevilikle ilgili bir kavramdır. Yahudi mistisizmi Kabala’nın en önemli eserlerinden olan Zohar, Metatron’un İsrail halkını Mısır dışına göç ederken denetlediğini belirtir. Birçok ezoterik gelenekler, bu meleğin Allah’ın sözlerini yazan katip olduğunu, ve genelde iyi bir anlayışa sahip olduğunu ancak zaman zaman tehlikeli olabildiğini ileri sürüyor. Metatron, bildiğimiz gerçekleri kıran yerine yenilerini öne süren bir demircinin çekici ile temsil ediliyor.

Moroni
 

Moroni, Joseph Smith tarafından 1820’lerde kendisine görünen meleğe verilen isimdir. Hıristiyan dini hareketlerinden biri olarak ortaya çıkan ve zamanla bağımsız bir din görünümünde olan Mormonluk 1830 'da NewYork 'ta Joseph Simith tarafından kurulmuştur. Teşkilatın kurucusu Joseph, Moroni adından bir meleğin kendisine vahiy getirdiğini iddia ederek ortaya çıkmış, sonra bazı eski metinlere değişik bir yorum getirerek görüşlerini açıklamaya çalışmıştır. Kendine taraftar kazanmak için 1835 yılında 12 kişiyi misyoner olarak çeşitli ülkelere göndermiştir. Smith kendisinin üzerine Mormon kitabesinin yazıldığı altın levhanın bekçisi olduğuna inanıyordu. Smith, sıradışı karakterlerle yazılan levhayı sakladığı için başka hiç kimse altın kitabeleri göremedi ve kitabe başka dile çevirilemedi. Smith, Moroni’nin kendisine tercüme yapmasını kolaylaştıran herşeyi öğrettiğini, hatta kendisine sihirli bir taş bile verdiğini iddaa ediyor. Mormon teolojisine göre, Smith tercümesini, Mormoni’nin altın kitabeleri alarak cennete gittiğini söyleyerek bitiriyor. 1826’da Joseph Smith dolandırıcılık suçundan Bainbridge’de mahkemeye çıktı.

Choronzon (Koronzon)
 

İnsanların spiritüel deneyimler dediği şeyleri araştırmakta bilimsel metodu kullanmak gerektiğini öne süren Aleister Crowley’in büyülü sistemi ve satanizme kaynaklık ettiği söylenen Thelema’da (‘istencini yap’ fikri üzerine kurulu öğreti) hain Chronzon’un cehennemde oturduğu ve büyücü olma ile gerçek aydınlanma arasındaki son büyük engel olduğu söylenir. Chronzon, Crowley tarafından ‘Çılgın ve tutarsız güçlerin geçici canlı örneklerinin cehennemi işgal etmesi’ olarak tanımlanıyor. Chronzon’un ismi, her ne kadar Aleister Crowley ile ün kazansa da, ilk olarak John Dee’nin kayıtlarında ortaya çıkmıştır.

Seraphim (Serafim)
 

Birçok medeniyet, meleklere inanmış ve onlara çeşitli isimler vermiştir. Serafim, Yahudi ve Hristiyanlık geleneklerine göre en üst düzeydeki meleklerden biridir. İncil sadece belirli kişiliği olan 3 meleğe isim vermiştir. Bunlar, meleklerin prensi olan Michael, diriliş, merhamet, vahiy ve ölüm meleği olan Gabriel ve yeryüzüne inmiş melek olan Satan. Seraphim’in ise, Tanrı’nın tahtını korumakla görevli en üst sıradaki melek olduğu varsayılıyor. Genelde, Tanrı’nın sevgisi ile yandıkları için ‘yanan melekler’ şeklinde de tasvir ediliyorlar. İncil’de, İsa’nın onları altı kanatlı varlıklar olarak gördüğü belirtiliyor.

Inkubus / Sukkubus
 

Sırasıyla erkek ve kadın olabilen bu şeytanlar insanların rüyalarına girerek onlarla cinsel ilişkiye giriyorlar. Bu tip bir karşılaşmanın Arthur efsanesinde yer alan büyücü Merlin’in doğumuna neden olduğu söyleniyor. Ayrıca bu meleklerin çok çekici olduğu ve hayatlarını sürdürebilmek için insanların eşlerinin görüntülerine girerek ölümle sonuçlanabilen evlilik dışı ilişkiye girdikleri varsayılmaktadır.

Lüsifer
 

‘Sabah yıldızı’ anlamına gelen Lüsifer ‘ışık taşıyıcı’ veya ‘parlak seher yıldızı’ olarak da isimlendiriliyor. İncil'in bazı bölümlerindeki benzetişte, bu yıldız kibirle gökyüzünde daha da yükseğe yükselmeye karar verir: 'Tahtımı, Tanrı’nın diğer yıldızları üzerine yükselteceğim' der. Bundan dolayı, yıldız yeryüzüne atılır. Yıldız, Babil kralını temsil eder. Hristiyanlık’ta Venüs gezegeninin referansı olarak İncil’in birçok yerinde geçiyor. Lüsifer ayrıca, ‘şeytanların prensi’ olarak da kabul ediliyor. Sabah yıldızı metaforu sembolik olarak ‘ışık taşıyıcı’nın düşmesini simgeliyor. Sabah yıldızı gün ışığında kaybolurken, şeytan da cennetten düşmüş oluyor.

57
Bilim Haberleri / Atmosfer uzaya savruluyor''
« : Haziran 20, 2009, 01:26:23 ÖÖ »
Dünya atmosferinden her saat yaklaşık 10 ton hidrojen ve 180 kilogram helyum uzayın derinliklerine savruluyor. Küresel ısınma arttıkça kaçış da hızlanıyor.
Dünyayı yaşanabilir hale getiren gazlardan biri olan hidrojen, çeşitli etkenler dolayısıyla yükselerek atmosferin üst katlarına ulaşıyor ve buradan da ''firar'' ediyor.

Güneşten gelen dalgalara bağlı olarak oluşan manyetik otobanlar, özellikle hidrojen ve helyum gibi atomlara kaçış yolu hazırlıyor. Isınan dünya, gaz kaçışlarını kolaylaştırıyor. Öyle ki dünya ısındıkça gazlar genleşerek yer çekimine rağmen yükselmeye başlıyor; moleküllere, atomlara ayrılıyor ve atmosferin üst sınırına ulaşıyor.

Dünya atmosferi, kaçışı engellemek için güneşten gelen ısı enerjisini ya emiyor ya da yansıtıyor. Ancak atmosferin en üst bölümünde hava çok ince ve yer çekimi çok düşük olduğu için parçalar tutunamıyor ve uzayın derinliklerine doğru kayboluyor.

*DÜNYA GÜNDEMİNDEN BAŞLIKLAR İÇİN TIKLAYINIZ...

Atmosferin üst kesiminde hidrojen atomları saniyede 5 kilometre hızla hareket ediyor. Bu hız, dünyanın yer çekiminden kurtulmak için gerekli olan saniyede yaklaşık 11 kilometre hız için yeterli değil. Ancak küresel ısınma sonucu aşağıdan yukarıya daha hızla çıkan hidrojen atomları, ''doğal hidrojen'' atomlarına çarparak onun elektronlarını alıyor ve manyetik alana dirençli ''doğal hidrojen'' atomlarına dönüşüyor ve ekstra hız ve yer çekimine direnç kazandığı için uzaya doğru yol almaya başlıyor. Dünya atmosferindeki hidrojen kaybının yüzde 60-90'ının bu şekilde olduğu öngörülüyor.

Dünya atmosferinden her saat yaklaşık 10 ton hidrojen, 180 kilogram helyum uzaya kaçıyor. Isısal olmayan kayıplarda ise atmosferi oluşturan parçalar birbirleriyle çarpışarak atomların yer çekimi engelini aşacak hızlara ulaşmasına imkan tanıyor. Meteor düşmesi ya da yıldız kayması sırasında da normalde su damlası gibi olan küçük kaçışlar dev kaçış dalgaları haline geliyor.

Uzmanların tahminlerine göre, Güneş, her 1 milyar yılda bir, yüzde 10 daha parlak hale geliyor. Güneş daha çok ısı gönderdikçe atmosfer daha çok ısınacak, genleşecek, dağılacak, daha çok gaz kaçışı olacak. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınları başta okyanuslar olmak üzere tüm su kaynaklarını azaltacak.

NASA, bu konuyla ilgili Mars gezegenine bir araç göndererek o gezegende atmosfer kaybının nasıl olduğunu araştıracak. ''Mars Atmosphere and Volatile Evolution'' (MAVEN) isimli proje gerçekleşirse 2014 yılının sonbaharında ilk veriler alınmaya başlayacak. Mars'ı yaklaşık 4 mil yukarıdan inceleyecek uzay aracı projesinin bütçesi 500 milyon dolar.

58
ABD'li bilim adamları, melodilerin zihni meşgul etmesinin sebebini buldu. Dinlenen şarkının beynin işitsel korteksini doldurduğunu ve parça bitse de beynin uzunca bir süre nağmeyi devam ettirdiğini belirledi. Bu takıntıdan kurtulmak için de 6 pratik çözüm önerdi.

Arabanızla işe doğru gidiyorsunuz ve en sevdiğiniz radyo kanalını dinliyorsunuz. Radyoda, Fikret Kızılok'un 'Bu kalp seni unutur mu?' şarkısı çalıyor. Arabanızı park edip iniyor ve işe başlıyorsunuz. Ancak "Bu kalp seni unutur mu?" bölümü halen aklınızda. Akşama kadar beyninizde bu sözler yankılanıyor, bir türlü kafanızdan atamıyorsunuz. Niçin şarkılar kafanızda ayrılmaz bir şekilde takılıp kalıyor?

Howstuffworks.com isimli sitede yer alan haberde, uzmanlar, suçlunun earworm (insanın aklına takılıp kalan, devamlı tekrar eden melodi, şarkı) olduğunu söylüyorlar. Bunun bir çeşit bilişsel kaşınma ya da beyin kaşınması yaratan duygulardaki parazitik olduğunu belirtiyorlar.

Bir şarkıyı dinlediğimizde, bu şarkı beynin işitsel korteks denilen bölümünü tetikliyor. Dartmouth Üniversitesi'nden araştırmacılar, nesneleri araştırmak için benzer bir şarkının parçasını çaldıklarında, katılımcıların işitsel korteksinin otomatik olarak şarkının kalanıyla ya da diğer sözlerle dolduğunu gördüler. Beyin şarkı sona ertikten uzunca bir süre sonra bile şarkıyı söylemeye devam ediyor. Bunu bozmanın tek yolu şarkıyı kafanızda defalarca tekrarlamak. Maalesef, sivrisinek ısırığı gibi sen ne kadar çok kaşırsan o kadar çok kafana takılıp kalıyor.

Bunun yanında, şarkıların kafamıza takılıp kalmasıyla ilgili başka teoriler geliştiren araştırmacılar, takılıp kalan şarkıların bastırmaya çalıştığımız düşüneceler gibi olduğunu söylüyor. Cincinnati Üniversitesi İş Yönetimi Koleji'ndan James Kellaris, bir araştırma yaptı ve yüzde 99'umuzun bir ya da daha fazla bu tuzağa düştüğümüzü buldu. Kellaris, kadınların, müzisyenlerin, yorgun ve stresli insanların bu kafaya takılmalara daha yatkın olduklarını söylüyor.

Şarkıyı kafamızdan nasıl uzaklaştırabiliriz?

1. Başka bir sarkı söyleyin ya da herhangi bir müzik aleti çalın.

2. Beyninizi oyalayacak bir etkinlik bulun.

3. Şarkının hepsini dinleyin.

4. Beyninizi diğer şarkıdaki melodiyi almak için radyoyu açın ya da CD çalın.

5. Şarkıyı bir arkadaşınla paylaşabilirsiniz.

6. Şarkıyı kafanızın dışında resmedin ve beyninizi buna verdiğinizi düşünün.

Şarkı aklınıza takıldığında herhangi bir sorun yoktur. Ancak olmadığı halde müzik sesi duyarsanız, bir psikoloğa ya da ruhsal sağlık uzmanına başvurun. Çünkü bu, gerçekten çalmadığı halde müziği duymakla kendini gösteren obsesif bozukluk olan endomusia'nın belirtileri olabilir

59
Bilim Haberleri / Sivrisinekler için öldürücü lazer silahı
« : Haziran 20, 2009, 12:59:30 ÖÖ »
Amerikalı bilim insanları, sivrisinekleri öldürecek yeni bir lazer silahı geliştirdi.

Yıldız Savaşları silah programında geliştirilen lazer teknolojisi her yıl 1 milyon insanın ölümüne neden olan sivrisineklere karşı kullanılacak. Bu silah, otomatik olarak sivrisineklere kilitleniyor. Kitle imha silahının İngilizce kısaltması WMD'den esinlenerek, Sivrisinek İmha Silahı (İngilizcesinde aynı kısaltma, WMD) adı verilen silah, ABD'yi nükleer bir saldırıdan korumak üzere hazırlanan Yıldız Savaşları planı üzerinde çalışmış astrofizikçi Lowell Wood'un yardımlarıyla geliştirildi.

Projede yer alan bir diğer astrofizikçi Dr. Jordin Kare, CNN'de yaptığı açıklamada, "Bu silah dakikalar içinde milyonlarca sivrisineği öldürebilecek. Sivrisineklerin yok olması ekosisteme zarar vermeyecek. Çünkü onlarla beslenen canlılar yok. Hiç kimse sivrisinekleri özlemeyecek" dedi.

Sıtma, dişi sivrisineklerin ısırıklarında insanlara geçen parazitler sayesinde yaşamı tehdit ediyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre,sıtma tropikal ve subtropikal bölgelerde yaygın olarak görülüyor ve her 30 saniyede bir Afrikalı çocuğun ölümüne yol açıyor. Her yıl küresel olarak 300 milyon sıtma vakası olduğu ve bunun 1 milyondan fazlasının ölümle sonuçlandığı tahmin ediliyor.

WMD lazer, sivrisinek kanatlarını çırparken çıkan ses frekansını algılıyor. Bilgisayar lazeri ateşliyor, kanatları yanan sivrisinek ölüyor. Projeye Microsoft'un kurucusu Bill Gates de destek veriyor. Bir uzman, köylerin üzerinde bu lazere sahip insansız uçakların devriye gezerek bir gecede milyarlarca sivrisineği öldürebileceğini söyledi.

60
Karıncalar da tıpkı insanlar gibi, iyi bir ev bulmak için "emlakçıya" başvuruyormuş...

Bristol Üniversitesinin araştırmasına göre, bir koloni göçeceği zaman önceden, iyi bir yuvanın nasıl olacağını bilen kaşifler gönderiyor.


"Emlakçı karınca", içgüdüsel olarak yerleşilecek doğru yuvanın neresi olduğunu biliyor ve doğru yuvayı bulduğunda da bu seçimini koloninin diğer üyelerine kabul ettirmeye çalışıyor.


Proceedings Of The Royal Society B [biology] dergisinde yayımlanan araştırmada, minik radyo frekanslı etiket yapıştırılan kaya karıncaları, uzaktaki "iyi" bir yuvayla, yakındaki "kötü" bir yuva arasında seçim yapmaya bırakıldı.


İlk başta "iyi" yuvaya rastlayan karıncalar iç güdüsel olarak bunun en uygun yer olduğunu anladılar ve başka arayışlara girmediler. İlk önce standartların altındaki yuvaya rastlayan karıncalar ise daha iyisini bulmak umuduyla bu yuvayı bırakarak yollarına devam ettiler.

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10