Gönderen Konu: “Gül” olmasaydı  (Okunma sayısı 3069 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı aksaa

  • VIP Üye
  • *
  • İleti: 2745
  • Rep Gücü : 231
  • Cinsiyet: Bay
  • ...:::AKSAA:::...
    • Profili Görüntüle
    • http://www.aksaa.org
“Gül” olmasaydı
« : Mayıs 12, 2009, 01:14:49 ÖÖ »



Gül olmasaydı, alemler yaratılmazdı... Rahmet yüklü hidâyet bulutları, Âdemoğlunun yüreğinde karar kılmazdı... ALLAH (c.c.), hakkıyla anılmaz; Kur’ân, gerçek mânâsıyla anlaşılmazdı… Hilâl’in ışığı yanmaz, zifirî karanlıklar aydınlanmaz, gurûbu olmayan şafaklar ufka dayanmaz ve insanlık İslâm şerefiyle bahtiyâr olmazdı...

“Gül” olmasaydı,
Hira Dağı Cebel-i Nûr olurken, gecelere bürünmüş Mekke semâları uyanmazdı gül yüzlü bir sabaha… Serâ da, süreyyâ da âyet âyet dokunan yeni bir diriliş muştusuyla tekbir almazdı bir daha… İnsanlar, semâvî sevdâlarla serfirâz olmak, vâhyin emsâlsiz güzelliklerinden feyz almak için yol bulamazdı en kutlu felâhâ… Medine’den yayılan İlâhî dâvet, bütün dünyayı kuşatmazdı… Aşkın mi’râcına çıkan gönüller, aklın verâsına ulaşıp secdekâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı,
“Müjdeleyici”, “davetçi”, “şahit” ve “uyarıcı” olarak gönderilen Hâkikât Güneşi (s.a.v.) ufkumuza doğmazdı… Dînin, duânın ve ibâdetin nûru sînelerimize sağanak sağanak yağmazdı… Kâinata dar gelen Rabb-i Rahîm’in aşkı yumruk kadar bir kalbe sığmazdı… Yürekler “ALLAH” nidasıyla dalgalanmaz, diller her nefeste şükrederek Hakk’ı anmaz, gönüller Muhabbetullah aşkıyla alev alev yanmazdı... Ve insanlık, sevginin bütün kapıları açtığından hiçbir zaman haberdâr olmazdı...

“Gül” olmasaydı,
O’nu gören gözler “Sahâbî” sayılmaz, “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir” hadîsi duyulmaz, Hz. Ebûbekir (r.a.) “Sıddîk” unvânını almaz, Hattab oğlu Ömer (r.a.) adâlet timsâli “Ömerü’l-Fâruk” hâline gelmez, Hz. Osman (r.a.) “Zinnûreyn” diye çağrılmaz ve “İlmin kapısı” Hz. Ali(r.a.)’nin kılıcı da “Zülfikâr” olmazdı...

“Gül” olmasaydı,
“Hayra davet eden” sonçağrıyı işitemez, “Çöle İnen Nûr”un hâlesi olmaya gidemezdik... Sevdâ yaylasından Mevlâ’ya ulaşan yolun bidâyetinin de, nihâyetinin de O’nun “İz”inden geçtiğini idrâk edemezdik… İç âlemimizde çözülmeyi bekleyen binlerce buzulun, kalbimizi neden mesken tuttuğunun ve nasıl çözüleceğinin sırlarını asla çözemezdik… Yüreğimizdeki kin ve nefret dağlarını hâk ile yeksan etmeyi, nefsanî arzuları dizginlemeyi, kalbimizi işgal eden buzulları îman ateşiyle eritmeyi “Gül” olmadan katiyyen öğrenemezdik… Kalplere ‘Gül Cemresi’ düşmeden dünyamıza bahar gelmez ve cennet-âsâ baharların getirdiği yemyeşil bir sevdânın nûru yüreğimizi gönül hâline getirmezdi… O’nun kâinata can veren muhabbeti olmasaydı; gözyaşlarında dalgalanan rahmet ummanları gönül sahillerimize vurmaz, duâlar kıyâma durmaz, seher vakti âşıkların “Hû, Hû”lara karışan “Âmin”leri duyulmaz ve yürekler İlâhî aşka giriftâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı,
“Ölmeden evvel kendimizi hesaba çekmeyi”, “ölümle uyanmadan önce” Müslüman olarak yaşamayı, “ALLAH (c.c.) için sevmeyi ve ALLAH (c.c.) için buğzetmeyi”öğrenemezdik… “İnsana teşekkür etmeyen, ALLAH’a şükredemez” kıstasını idrak edemez, ”Mahlûku sevmeyen, Mâbudu sevemez”, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” ölçüsünü öğrenemez, “Din kardeşliğinin kan kardeşliğinden daha önemli olduğunu” bilemezdik… Böyle olunca; “Ebâbil Kuşları”nın aşkına meftûn olan mâhur düşlerimiz hüzzama döner, hayatımız hüsrân denizinde boğulur, umutlarımız karanlığın girdabında kaybolur, kelâmın tahtı devrilir ve“Âlemlere Rahmet” olan“En Sevgili”ye “Yâ Muhammed cânım arzular Seni” ikrârımız aslâ âşikâr olmazdı...

“Gül” olmasaydı,
Kullar, “Sırât-ı Mustakîm”i bulamaz, yıllar “Asr-ı Saadet”i bilemez, yollar Kıble’de karar kılamazdı... Dünyaya köle olup irtifa kaybedenler, gurur ve kibirde zirveye çıkanlar, Gayyâ kuyularından kurtulamazdı… Nefse tutsak olan duygular yüzünden onlarca parçaya bölünen yürekler; “bir kızıl goncaya” dönene kadar kanasa bile, gönüller bir türlü gül bahçesine dönemezdi… Ve “Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi ” diyen çile harmanları “Aşk-ı Hakîki”den nasip almaz, gönüller aşk ile tâcidâr olmazdı...

“Gül” olmasaydı,
Ay’ın yüreğine değen O Şefkatli El’in mübârek parmağıyla, mehtabın titreyen gamzesi ikiye bölünmezdi…Î’lây-ı Kelîmetullah aşkına yelken açıp, gönül fethi için sefere çıkanların, zamansız mekânlara ve mekânsız zamanlara yaptığı sır dolu yolculuklar bilinmezdi… Mâverâ aşkıyla düşlerine kanat vuranların gönül seccâdeleri, müjdeli şafaklara serilmezdi... Gözler, “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı”nı görmez, “her zorluğun yanına bir kolaylık” varmaz, her hüznün içine bir huzur girmezdi… Tefekkür, tezekkür, tenevvür, tekemmül ve tevekkül el ele vermez; ayrılık vuslata, zayıflık tâkate, ölüm hayâta bestekâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı,
Beşeriyetin kanayan yaraları gül yaprağıyla sarılmaz, yetimlere, öksüzlere, mazlumlara ve mağdurlara merhamet edilmez, insanlara müşfik davranılmazdı… İnsanların hayatında firkat içinde yeni bir firkat kıyama durur, gözbebeklerine en kasvetli hüzünler oturur ve amel defterlerinde günahkâr gölgelerin nabzı vururdu… Katran siyahı küfür gecelerinden, îmanın âsûde iklimine varılmazdı… Karanlığın kalbine nûrânî imzalar atılmaz, Hilâl’in hükmü kalmaz, Kıble’yi kimse bilmez ve gecenin siyah perçemlerini aydınlatan ay yüzlü sevdâlar efsûnkâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı,
İlmi farz, tefekkürü ibâdet telâkki eden bir mukaddesâta sırtımızı dönerdik… Biz; gül diye dikenleri dermeyi, umut dağıtmak yerine hazan bahçelerinde gazeller toplamayı şiâr edinirdik…Gül rengi diye ateşlere sarılırdık… Hazan sarısına dönerdi hayallerimiz… Yürekler sevdalanmaz, gönüller yanmaz, kışta gelenler baharı soluklamaz, kul ölümsüzlük şerbetini yudumlamaz, hâl ehlinin cümle ek** Yasak Kelime Kullandınızi aşk ile tamamlanmaz ve ehl-i dil, dildâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı,
İnsanlığın gördüğü en muhteşem inkılâb gerçekleşmezdi... Ruhumuz, Mâverâ’ya kanat çırpmaz, kalbimiz “ALLAH” aşkıyla çarpmazdı...

“Gül” olmasaydı,
Azgın tufanlar içinde âciz kalan bîçâreler, çâresizliğe göğüs geremezdi... İnsanlar ebedî barış ve kurtuluş menzîline eremezdi... Hayırlar fethedilmez, şerler defedilemezdi… Gönül tellerimize dokunan mızraplar ferâhnâk nağmeler veremezdi… Ruhların ölümden vâreste olduğunu, kışın bahara, gecenin nehâra, vefâtın dirilmeye bir beste olduğunu anlayamazdık... Bâkî olanı unutup, fânî olanlar için “âh etmeye” devam ederdik… Canlar cânı”nı bilemez, “Ballar balı”nı bulamazdık… İstikbâlimizde “Gül” yüzlü bahar, bakışlarımızda “Gül” mushaflı nazar, kalbimizde ‘Gül Yüzlü Yâr’ ve gönlümüzde “Vâreden”in aşkı vâr olmazdı…

“Gül” olmasaydı…


<br /><br />