İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - merve35

Sayfa: 1 ... 36 37 [38] 39
556
Kitap ve Roman Özetleri / EROİNLE DANS_CANAN TAN
« : Aralık 12, 2008, 05:12:42 ÖS »
 Kitap Adı : EROİNLE DANS
 Yazarı : CANAN TAN
Türü : ROMAN

Konusu:

Eroinle Dans, yalnızca bir eroin öyküsü değil. Sigara ve içkiyle başlayıp esrar, kokain, sakinleştirici ya da uyarıcı haplarla süren, uzun, upuzun bir yolun son noktası eroin.
Merak, macera arayışı, çarpık ilişkilerin yaşandığı arkadaş çevreleri, rastlantı sonucu içinde bulunulan topluluğa uyum çabaları, bu konulara en uzak duran kişileri bile nasıl da içine çekebiliyor. Romanın iki kahramanı Eylül ve Dünya’nın başına gelenler de bunlardan farklı değil.
Eylül, ailesinin biricik prensesi el bebek gül bebek büyütülmüş en iyi okullarda okutulmuş pırıl pırıl bir genç kız. Yolundan sapmasını haklı çıkaracak hiçbir dayanağı yok. Ancak, çok güçlü arkadaşlık ve dostluk bağları bazen bataklığa sürükleyebiliyor insanları. Eroinle Dans, hem güçlü bir arkadaşlığı, hem de böylesine güçlü bir arkadaşlığın sonuçlarını anlatıyor.
 
 

557
Kitap ve Roman Özetleri / Maria_Emine Senlikoglu
« : Aralık 12, 2008, 05:06:19 ÖS »
Kitabın adı:Maria
Yazarı:Emine ŞENLİKOĞLU


konusu:

Hıristiyan bir genç kızın Müslüman bir gençle tanışarak İslâm' ı öğrenmesi ve doğru yolu bulması anlatılıyor bu romanda. Yazar iki gencin duygusal iletişiminin yanı sıra dini toplumsal sorunlara özellikle Avrupa'da yaşayan Müslümanların sorunlarına da değiniyor eserinde.


Emine Senlikoglu, Maria romanini anlatiyor

Maria’nın yazılış hikayesiyle bir kitap olur aslında.
1992 yılında Almanya’da tanıştım romanın kahramanıyla. Çok yaşlıydı ve orta derecede Türkçe biliyordu. Bana Mustafa Kemal’in beraber yaşadığı Fikriye’nin arkadaşı olduğunu, verem olduğu için Mustafa Kemal tarafından Almanya’ya gönderildiğini, Fikri’ye tedavi görürken Mustafa Kemal’in evlendiğini, Fikriye’nin Almanya’da gazetede okuyunca dayanamayıp Türkiye’ye geldiğini ve sonrasını anlattı. Babasının ve Mısırlı sevdiğiyle arasındaki dizi dizi olayları da.
İnanamadım. Notlarımı almayı da ihmal etmedim. Uzun zaman geçti aradan. Ben bu olayı unutmuştum. Bir gün eski eserler müzesinde bir konuda araştırma yapıyordum, birde baktım 1930’ların 40’ların gazetelerinde Fikriye. İnanılır gibi değildi. Türkiye’de hiç yazılmamış, televizyona çıkarılmamış bir olay. Ve Maria’nın anlattıkları tamamen doğru. Hemen romanı yazdım. Benden yıllar sonra Can Dündar Fikriye’nin belgeselini yaptı.
Reklamında Türkiye’de ilk kez medyada yayınlandığını daha önce bu konuyu hiç kimsenin yazmadığını söylüyordu. Tabi yıllar önce Maria’yı okuyanlar bu ifadeye şaşırmışlardır. 2006’da da bir başka medya organı aynı şeyi yaptı. Fakat hâlâ kimse farkında değil Fikriye olayını detaylarıyla romanlaştıran ilk kalem benim kalemimdir. Maria’da çok ilginç olaylarda var. Böylece romanlaştı.
Dönemin Fatih Cumhuriyet savcısı ifademi aldı. Fakat benim hiç bir şey uydurmadığımı, delillerimi devlet kütüphanesinden elde ettiğimi ispat ettim. O yıllar, bizim, Mustafa Kemal’e hakaret ettiğimiz iddia ediliyordu.
Bu roman çok tutuldu. Hâlâ baskıya devam ediliyor. Maria’nın şahsiyeti okuyucuyu çok etkiledi. Önce beni etkilemişti, yazarken çok zevkle ve heyecan duyarak yazdım. Yalnız bir hata yapmışım, Maria’nın anlattıklarına sadık kalmak adına hep kötü Hıristiyanlar yer aldı Maria’da.
Yıllar sonra bu hatamı farkedip aynı kitabın girişinde Müslümanlara düşmanlık yapmayan Hırıstiyanlardan özür diledim. Ötekilerden ise ölümüne özür dilemem.
Velhasılı Maria’nın yazılış hikayesi Maria ile tanışmamızla başladı. Bana bu olayı anlatırken, ikide bir vayy demek yıllar sonra bir Türkle karşılaşmak ve hayatımı, anlatmak varmış kaderimde.” derdi.
Bir Türk gencine âşık olan Maria’nın Türkiye’ye gelip Türk genci arayışıyla renklenen romanı özellikle gençler çok sevdi ve Müslümanlar üzerine kurulan tuzaklardan azda olsa haberdar oldu




558
Kitap ve Roman Özetleri / Empati -Adam Fawer
« : Aralık 12, 2008, 05:00:39 ÖS »
Kitabın Adı:Empati
Yazarı:Adam Fawer

Konusu:

Yaşamınızın kontrolü sizde değil!
Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.
Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.
Bu kitabı kapatabilirsiniz.
O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.
Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.
Ne isterseniz yapabilirsiniz.
Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.
Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun okadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz.
Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.
Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.
Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.

559
Kitap ve Roman Özetleri / Olasılıksız _Adam Fawer
« : Aralık 12, 2008, 04:58:23 ÖS »
kitabın adı: olasılıksız
yazarı:Adam Fawer
Türü:Dünya Edebiyatı-Roman

konusu:

Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?
Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz?

560
Kitap ve Roman Özetleri / Anna Karenina - Lev Tolstoy
« : Aralık 12, 2008, 11:31:06 ÖÖ »
kitabın adı:Anna Karenina
Yazarı :Lev Tolstoy
Türü :Roman



konu:
Romanın başlangıç cümlesi:

“ Happy families are all alike; every unhappy family is unhappy in its own way.

(Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.)
 ”
 


Roman 19. yy da Rusya'da sosyetede yaşanan ilişkiler etrafında kurulmuş. Kocasına ihanet eden bir kadının yaşadıkları ve bu yasak ilişkinin getirdikleri, aşkına karşılık bulamadığı için depresyona giren bir kız ve bu kızın depresyondan kurtulurken değiştirdiği düşünceleri ve onu seven başka birisiyle başladığı yeni bir hayat romanın temel kurgusunu oluşturuyor. Bunun yanı sıra romanda yapmacık ilişkiler irdeleniyor, köy hayatı ve şehir hayatı hem ilişkiler hem de insanlar düzeyinde anlatılıyor. Çalışma, üretme, resim, yetenek.... ve hayatın bir çok unsuru farkedilmesi hiç de kolay olmayan yönleriyle gözler önüne seriliyor.


561
Hikaye ve Yazılar / mutluluğun sırrı
« : Aralık 12, 2008, 11:21:35 ÖÖ »
Günün birinde bir tüccar oglunu ,mutlulugun sırlarını ögrenmesi için , o zamanın en
bilge alimine gönderir. Tam kırk günlük bir yürüyüşten sonra, çölleri aşarak , bir
tepenin başında duran yaşlı alimin Sarayına varır.Genç adam bir tapınakla
karşılaşacagını sanmıştır ama o vardıgı yer kalabalıkların girip çıktıgı , küçük
bir orkestranın melodiler çaldıgı, yörenin en zengin sofralarıyla donatılmış
masalar vardır.Alim herkesle teker teker ilgilenip konuşmaktadır, iki saatlik bir
bekleyişten sonra sıra genç adama gelir.Alim, gencin anlattıklarını dikkatlice
dinledikten sonra mutlulugun sırrını açıklamasına zamanının olmadıgını söyler
ve bu esnada sarayı gezmesini ve iki saat sonra tekrar gelmesini söyler.Ama der:
-"Senden bir ricam var , lütfen sana verecegim bu kaşıktaki yagı da dökmeden etrafı
gezmeni istiyorum" der. Genç adam tüm sarayı merdivenlerden inerek ve çıkarak
dolaşır ve iki saat sonra tekrar Alimin yanına gelir.
Alim: "Nasıl yemek odasındaki İran halısını, on sene zarfında yapılmış mükemmel
Parkı, kütüphanemdeki muhteşem perdeleri gördünmü " der.
Genç adam utanarak , göremedigini , bütün dikkatini kaşıga ve yagı dökmemeye
verdigini söyler. Yaşlı Alim, ondan tekrar sarayını gezmesini ve bütün
güzelliklere dikkatlice bakmasını söyler.Genç tekrar elinde kaşıkla , bu defa etrafa
daha iyi bakarak sarayı gezer.Alimin yanına geldiginde , bütün gördüklerini
bir bir anlatır.
Alim:"Kaşıkdaki yaga ne oldu" der.
Genç adam kaşı a baktıgında , bütün yagın döküldügünü görür.

Alim:"Sana bir nasihat vermem gerekirse".
Alim: "Mutlulugun sırrı, Dünyanın bütün güzelliklerine bakarken o kaşıktaki yagı
hiç unutmamakta ve dökmemekte gizlidir." der...

562
Hikaye ve Yazılar / beş önemli ders
« : Aralık 12, 2008, 11:18:40 ÖÖ »
'' Birinci önemli ders..."
Size hizmet edenleri hep
hatırlayın..
Bir pastanın uc otuz paraya satıldığı günlerde 10
yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu.. Çocuk
sordu: "Cukulatali pasta kaç para?.."
"50 cent!.."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha
sordu:
"Peki dondurma ne kadar.."
"35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla..
Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu.
Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki.. Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim lütfen" dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaslar temizleyecekti. Bos dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 centlik bahşiş duruyordu..


İkinci önemli ders..
Onemli olan vermektir..
Yillar once hastanede calisirken, agir hasta bir
kiz getirdiler.
Tek yasam sansi bes yasindaki kardesinden acil kan nakli
idi. Kucuk oglan ayni hastaliktan mucizevi sekilde kurtulmus ve kaninda o
hastaligin mikroplarini yok eden bagisiklik olusmustu. Doktor durumu bes
yasindaki oglana anlatti ve ablasina kan verip vermeyecegini sordu. Kucuk cocuk
bir an duraksadi. Sonra derin bir nefes aldi ve
"Eger kurtulacaksa, veririm kanimi" dedi.
Kan nakli ilerlerken, ablasinin gozlerinin icine
bakiyor ve gulumsuyor-du. Kizin yanaklarina yeniden renk gelmeye baslamisti,
ama kucuk cocugun yuzu de giderek soluyordu.. Gulumsemesi de yok oldu.
Titreyen bir sesle doktora sordu:
"Hemen mi olecegim?.."
Kucuk doktoru yanlis anlamis, ablasina vucudundaki butun kani verip, olecegini sanmisti.

Üçüncü önemli ders..
Yağmurda otostop!..
Bir gece vakit gece yarısına doğru Alabama
otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan
yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. Gecen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60 li yıllarda bir
beyazın bir zenciye hem de Alabama da yardıma kalkışması pek olağan
şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir
taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi.
Verdim. Bir hafta sonra kapım calindi. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu
adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda..
"Gecen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç
yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.
Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin
sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının bas ucuna zamanında
ulaşmayı başardım.
Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardim eden sizi ve
başkalarına karşılık beklemeksizin yardim eden herkesi kutsasın!..
En iyi dileklerimle, Bayan Nat King Cole."


Dördüncü önemli ders..
Yolumuzdaki engeller..
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun
üzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?.
Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasip saraya girdiler. Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi. Halkindan bu kadar vergi aliyor, ama yollari temiz tutamiyordu. Sonunda bir koylu cikageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya
sarildi ve ikina sikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde
kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak
uzereydi ki, kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu Acti. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral.
Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir..

Beşinci önemli ders...
Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını
dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi:
"Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adi nedir?.."
Bu herhalde bir çeşit saka olmalıydı. Kadını yerleri silerken hemen her gün
görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.
50 lerinde falan olmalıydı.
Ama adini nerden bilecektim ki!.. Son soruyu
yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Sure biterken bir öğrenci, son sorunun test
sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu.
"Tabii dahil" dedi, hocamız.. "İş yaşamınız boyunca insanlarla
karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar.
Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve`Merhaba demeniz gerekse bile.."
Bu dersi hayatim boyunca unutmadım. O hademenin adini da.. Dorothy idi.''

563
Hikaye ve Yazılar / Anı Yaşamanın Önemi
« : Aralık 12, 2008, 11:15:38 ÖÖ »
Bilge bir insan son anlarını yaşadığı hasta yatağında yatarken, öğrencileri etrafına toplanmış, bir isteğinin olup olmadığını sorduklarında, tüm öğrencileri hayretler içinde bırakan şu cevabı vermiş: -Bana bir tabak pasta getirir misiniz? Pasta getirilir, pastayı yer ve öğrenciler bilge insanın ağzından çıkacak son mesajı beklerken, o; - Pastanın tadı çok nefisti, der ve gözlerini yumar. Öğrenciler, buna hiçbir anlam veremezler... Durumu bir başka bilge insana aktardıklarında o, şu açıklamayı yapmış: Aslında hocanız size muhteşem bir mesaj iletmiştir. O da, dikkatinizi yaşadığınız ana çekmek. Ne geçmişin acılarına, ne de geleceğin kaygılarına yoğunlaşmadan yaşadığınız anın tadını çıkarmaya, yediğiniz pastanın zevkini çıkarmaya dikkatinizi çekmiştir, der. Birçok insan geçmişte yaşadıklarının veya gelecekte yaşayacaklarının arasında gidip gelmekten bugünü yaşayamazlar. Tedirgindirler, aceleci olurlar, panik halini yaşarlar, bir koltuğa iki karpuzu almaya çalışırlar. Zamanlarını verimli kullanamazlar. Bu halleri, beyin hücrelerini tahrip etmeye kadar götürür. Hatta bu insanlar, "Bir olayın kötü yönlerini düşün, iyi olunca sevinirsin" gibi bir felsefeyi de benimsemiş durumdadırlar. Yaptıkları hatalar, yaşadıkları başarısızlıklar, gösterdikleri beceriksizlikler, üzüntüler onları öylesine meşgul eder ki, "Ben aslında daha önce de pek başarılı olamadım" gibi geçmişte yaşadıklarını düşünüp dururken zaman akıp gider ve bugünü değerlendiremezler. Zamanın verimli bir şekilde kullanılamamasından dolayı da başarısızlık doğal bir sonuç olacağından "Ben biliyordum böyle olacağını " diyerek kehanette bulunurlar. Oysa insan "Ne ekerse onu biçer." Ancak bunda öylesine aşırıya kaçmışlardır ki, geleceğin olumsuz sonuçlarını daha şimdiden yaşamaya başlamışlardır bile. Ama nedense korktukları hep başlarına gelir. Temel’in muz fıkrası örneğinde olduğu gibi. Temel bir gün yolda yürürken muz kabuğuna basıp düşmüş; birkaç gün sonra yine aynı yolda on metre ilerisinde bir muz kabuğunu görünce "Hay Allah, yine düşeceğim..." demesi gibi. Sınava hazırlanan öğrencilerin de "Başarılı olamazsam..." diye olumsuz düşünüp, bu düşündüklerinin gerçekleşmesi gibi. İşte bu durumdaki öğrenciler, sınava hazırlanırken bütün güçlerini kullanırlar. Belki çok çalışırlar, belki de çalışmayı çok isterler. Ancak akıllarından geçen "Ya kazanamazsam..." düşüncesi onların tüm umutlarını kırar."Zaten kazanamayacağım" düşüncesine o kadar inanırlar ki çalışma konusunda isteksizleşebilir, hatta baştan pes edebilirler. Tüm bunların sonunda, bu öğrenciler ve bu insanlar potansiyellerinin çok altında başarı gösterirler. Çünkü var olan potansiyellerini kullanma fırsatını bulamazlar. Geçmişi yeniden yaşayamayız. Gelecek çok uzakta, onu göremeyiz. Eğer geleceği değiştirmek istiyorsanız bugünü değerlendirin ve değişimi hayallerinizde değil "bugünde" gerçekleştirin. Çünkü ancak "bugün" denetimimiz altındadır ve bizler sadece denetimimizde olan şeyleri değiştirebiliriz. Ne geçmişin acılarını ne de geleceğin kaygılarını yaşamak... Bugünün tadını, yaşadığımız anın zevkini çıkarmak...

564
Hikaye ve Yazılar / IKI KUM TANESININ ÖYKÜSÜ
« : Aralık 12, 2008, 11:12:08 ÖÖ »
Günün birinde bir çölde iki kum tanesi karşılaşmış ve birbirlerini çok
sevmişler uzun bir süre çok yakın olmuşlar. Birbirlerini yanlarında,
canlarında olarak sevmeyi öğrenmişler. Derken bir rüzgar çıkmış kum
tanelerinden biri yerinde kalırken diğeri biraz uzağa savrulmuş. Çok
uzak değillermiş ama yinede göremiyorlarmış birbirlerini. Sevgileri hiç
azalmamış yine sevmeye devam etmişler. Birbirlerine ulaştırabildikleri
sesleriyle, haberleriyle yaşıyorlarmış ve artık görmeden seslerinde
sevmeyi öğrenmişler.

Bir gün biri diğerine "sevdamız sonsuza erişmesi için aynı anda bir
dilek dileyelim" demiş. Ikisi de aynı anda bir dilekte bulunmuşlar ve
tam o sırada bir fırtına çıkmış. Bu kavuşmamız, sevdamızın sonsuza dek
sürmesi olabilir diye ikisi de kendilerini fırtınaya bırakmışlar.
Gözlerini kapayıp fırtına dindiğinde sevdalarının yanı başında olmuş
olmayı arzulamışlar. Fırtına o kadar kuvvetliymiş ki o güne kadar
yıllarca yerlerinden kıpırdamayan kumlar bile başka yerlere
savruluyorlarmış.
Fırtına günlerce sürmüş kum taneleri de oradan oraya savrulup durmuşlar.
Ikisini de bir sabırsızlık sarmış. Fırtına durmuyor aksine artıyormuş.
Fırtına dinmek bilmedikçe onlarda sabırla sevmeği öğrenmişler. Günler
geçmiş sonunda fırtına durmuş gözlerini açtıklarında ikisi de başka
alemlerde bulmuşlar kendilerini. Bu fırtınanın onları birleştireceğine
o kadar inanmışlar ki birbirlerini yanlarında bulamayınca yüreklerinde
derin bir acı hissetmişler ve acıyla sevmeği öğrenmişler. Kendilerine
birazcık geldiklerinde ikisi de bu fırtınayla başka başka yerlere
savrulduklarını anlamışlar. Biran ölmek istemişler ama sonra
birbirlerini hiç görmeden,mesafelere, engellere rağmen sevmeği
öğrenmişler. "Eskisi gibi bağırsakta sesimiz ulaşmaz ki birbirimize"
demişler. Ikisi de yeni yerlerinde kimseyle konuşmamışlar ve yıllarca
hep susmuşlar. Hep yeni bir fırtına ümidiyle birbirlerine ihanet
etmeden beklemişler. Böylece umutla sevmeği öğrenmişler. Yıllar geçmiş ama

sevgileri hiç geçmemiş.
Birbirlerinden hep umutlu olarak yaşamışlar. Bir gün ikisi de
birbirlerinden habersiz aynı anda gözlerini kapamışlar ve kavuşmak için
yeniden fırtına çıkmasını dilemişler. Beklemişler beklemişler ama
fırtına bir türlü çıkmamış. Kendilerini tüm benlikleriyle fırtınaya
bırakmak için oldukları yerde dönmüş durmuşlar ama hepsi nafile küçük
bir rüzgar bile çıkmamış. Sonunda durmuşlar ve gözlerini açmışlar.
Sevdiklerinin, sevdalarının, yıllarca beklediklerinin tam karşısında
durduklarını görmüşler ve hemen ikisi de yıllar önce diledikleri dileği

anımsamışlar.
Dilek şöyleymiş "Allah'ım bizi birbirimize her şeyiyle sevmeği
öğrendiğimizde kavuştur. Öğle kavuştur ki sevdamız sonsuza erişsin."
Sonunda anlamışlar ki birbirlerinden çok uzaklarda geçirdiklerini
sandıkları yılları aslında birbir yanı başlarında geçirmişler.
Dileklerinin kabul olması için yılların geçmesi gerektiğini öğrenmişler
çünkü onlar sevmeği her şeyiyle öğrenmeği dilemişler.

Dilekleri kabul olmuş umutla, sabırla, acıyla, yakında, uzakta...her
şeyiyle sevmeği öğrenip birbirlerine kavuşmuşlar.

Sevmeği bildikten sonra mesafeler, acılar, yıllar, aylar...asla sevdayı
söndürmez ama sevmeği bilmedikten sonra yanı başında ki sevdiğini bile
yıllarca göremeyebilir insan...


565
Kitap ve Roman Özetleri / Uğultulu Tepeler_EMİLY BRONTE
« : Aralık 11, 2008, 06:15:10 ÖS »
Kitabın adı:Uğultulu Tepeler
Yazarı:EMİLY BRONTE
Türü:Dünya klasikleri-roman

Kısa özet:

Uğultulu Tepeler, ilk yayımlandığında, dönemin en saygın edebiyat dergisi Quarterly Review’da "onulmaz biçimde canavarca", "isyan ettirecek" nitelikte bir roman olarak değerlendirilmişti. Bugün ise, edebiyat tarihçileri bir başyapıt ile karşı karşıya bulunduğumuzdan eminler. Earnshaw çiftliğine getirilen yoksul, sahipsiz çingene çocuğu Heathcliff ile çiftliğin güzel kızı Catherine arasındaki tutku, uğultulu tepelerin laneti gibi dolaşır ortada; duygularıyla oynanan Heathcliff sevgilisinin soylu ve varlıklı Edgar Linton ile evlenmesi üzerine, her iki aileden de öç almaya kalkar. Uğultulu Tepeler, genç yaşta öteki kardeşleri gibi veremden ölen Emily Brontë’nin tek romanı olsa da, Victoria Çağı’nın gerçekçilik arayışı içinde romantik bir aykırılık olarak da tektir.

Uğultulu Tepeler: Ölmeyen aşk.

566
Kitap ve Roman Özetleri / YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ_CANAN TAN
« : Aralık 11, 2008, 06:02:13 ÖS »
 Kitap Adı : YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ
Orjinal Adı : 
Yazarı : CANAN TAN
Türü : ROMAN
 


Konu hakkında kısa bilgi:

Biliyorum, imkansız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime..." demişti Murat. "Çünkü, yüreğim seni çok sevdi!.."

Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını.

"Yüreğim seni çok sevdi
O yürek talan
O yürek yangın yeri
O yürek sen istiyor
Bir tek seni..."

Aslı ile Murat’ın İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü... Herkesin kendinden bir şey bulabileceği kadar gerçek...

567
Hikaye ve Yazılar / DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ
« : Aralık 07, 2008, 11:19:21 ÖÖ »
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.

"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"

568
Şiir / Seni Saklayacağım
« : Aralık 07, 2008, 11:10:39 ÖÖ »
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya..
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım..
Anlayacaksın.
 
Özdemir Asaf
 

569
Şiir / Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?
« : Aralık 07, 2008, 11:07:04 ÖÖ »
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
 
Victor Hugo
 

570
Şiir / Her Şey Sende Gizli
« : Aralık 07, 2008, 11:03:45 ÖÖ »
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
..........
..........

 
 
Can Yücel
 
 

Sayfa: 1 ... 36 37 [38] 39