İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - physico

Sayfa: 1 ... 21 22 [23] 24 25
331


Kuzey Buz Denizi’ndeki buz tabakasının 2040 yılında tamamen eriyeceği öngörülürken, şimdi bu beklentinin 2012 yazı sonunda gerçekleşebileceği savunuluyor.
      Bu yaz hızla eriyen kuzeydeki buz tabakası, yaz sonunda, 4 yıl önceki aynı dönemde sahip olduğu alanın yarısına geriledi. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) iklim uzmanı Jay Zwally, "erime bu hızla sürerse Kuzey Buz Denizi, beklentilerden çok daha yakın bir dönemde, 2012 yazı sonunda buzdan tamamen arınmış hale gelebilir" dedi. Denizdeki buz tabakasının, kapsadığı alanın daralmasının yanı sıra rekor düzeyde inceldiği de belirlendi.
      Henüz geçen yıl, kuzeydeki buz tabakasının 2040 yazı sonunda tamamen eriyeceğinin tahmin edildiği açıklanmış ve bu bile şaşkınlıkla karşılanmıştı.
      Zwally, eskiden kömür madencilerinin, metan gazı sızıntısı olup olmadığını anlamak için madende kanarya bulundurduklarını ve yoğun gazda kanarya ölünce dışarı kaçtıklarını anımsatarak, "Kuzeydeki buz tabakası da küresel ısınmanın kanaryası. Bu kanarya artık öldü" görüşünü savundu.
      AP haber ajansının görüştüğü NASA, Amerikan üniversiteleri ve hükümet kuruluşlarından konuyla ilgili toplam 18 bilim adamının tümü, bu yaz sonunda gelinen erime düzeyini büyük bir şaşkınlıkla karşıladıklarını söyledi. NASA’dan jeofizikçi Scott Lutchke, buzullardaki erimenin hızı değerlendirildiğinde de "yeni bir döneme girildiğinin kesin olarak söylenebileceğini" belirtti.
      Grönland’daki erimenin de oldukça hızlı olduğu tespit edildi. Grönland kara parçası üzerindeki buzullar da bu yaz, yazları kaydedilen ortalama erimeden yüzde 15 daha fazla eridi. Bu oran, 2005’te kaydedilen rekor erimenin de üzerinde oldu. Grönland üzerindeki buzulların tamamen erimesi, dünya deniz seviyesinin 6,6 metre yükselmesine yol açacak.
      Ancak karadaki bu buzulların tamamen erimesinin onyıllar değil yüzyıllar alacağı belirtiliyor.


Kaynak: Milliyet Haber

332
 :D

ZAMAN KİLİTİ 

İnternette dağıtılan ticari programların koruma işlemlerinde ( kilitlerinde) sık sık DLL terimi kullanılmaktadır. Bu tip programlar kullanılmaya başladığı tarihten itibaren XX gün geçtikten sonra program sahibine ödeme yapılmadan tekrar programın kullanılmasına izin vermez.

Koruma sisteminin gizli düzeni oldukça basittir.

1- Program tarafından bize bir seri numarası verilir.
2- Bizden unlock kodunu girmemizi ister, bu kod # ile hesaplanır.
3- İsim, şirket ve diğer maddeler koruma için geçerli değildir.

Burada bize gerekecek bazı bilgiler :

1- Program her yüklendiğinde değişik bir seri numarası tedarik edilir.
2- Kayıt bilgileri bilgisayarın hard diskinde W95 Registry içinde TSF uzantılı dosyalarda saklanır. Bu bilgiler şifrelenmiş olarak hard diskin bazı bölümlerinde depolanır.

Örneğin “ GeoBoy “ V1.3.1 ( zaman kilitli birçok programdan birisi ) adlı programda “ GeoBoy” kelimesi için kayıt bilgilerini aradım, hard diskin bazı bölgelerinde birçok değişik karakter buldum. Bunlar benim girdiğim bilgilerin şifrelenmiş halidir. Fakat bu şifre kırma çalışmamda daha çok DLL ile ilgilendim. Kırma işlemi bittikten sonra programı tekrar kurmak istersek bu eski kayıtları tamamen silmek zorundayız.

Programı hard diskte kurarsak program çalışacaktır. DLL ‘leri aramak için MS-DOS ortamında DIR/S komutunu yazmamız gerekir. Genellikle zaman bilgimiz programımızın yükleme klasöründe veya WIN/SYSTEM klasörü içinde bulunur.

Şimdi internetten aldığım GeoBoy V 1.3.1 adlı programın zaman kilidini kırmaya çalışalım. Bu program NDG software tarafından yazılmıştır. Program çalıştırıldığı zaman, zaman kilidi penceresini görebiliriz. Bu pencereye isim, şirket, ve unlock kodunu giriyoruz.

Şimdi SoftIce ‘ a girelim.

: TASK

HWND yazalım.

: HWND GEOBOY

Şu an bazı edit kutularını arıyoruz ve bulduklarımız aşağıda gözüküyor.


Handle hQueue SZ Qowner Class Name Window Procedure
.............. ............. .... ............ .................. ...............................
052C(2) 0D52 32 GEOBOY Edit 177F:00000BF4*
0508(2) 0D52 32 GEOBOY Edit 177F:00000BF4*
052C(2) 0D52 32 GEOBOY Static 178F:000052FA
0510(2) 0D52 32 GEOBOY Edit 177F:00000BF4*

3 adet edit referansı buldum. Şimdi ilk olarak BMSGging’i deneyelim.

:BMSG 052c WM_GETTEXT

Şimdi windows 95 kernel’ in içine girdim. BD 00 ile pasif duruma getirdim. Şimdi TL32V20 ve DLL’ ye ulaştım. Her bir CALL veya MOV EAX veya MOV ECX veya LEA EAX veya LEA ECX ‘ den sonra adım adım EAX, ECX, EDI, ESI ‘ yı inceledim. En sonunda girdiğim her bilginin (isim, şirket, unlock kod) kayıtlı olduğu DLL adreslerine ve seri numara (her yüklemede tekrar üretilen) ile doğru unlock kodun bulunduğu adreslere ulaştım.

Dikkat edersek, girdiğimiz unlock kodu (örneğin 121212) EBP-14 içinde kayıtlı iken doğru olanı EBP-28 içinde kayıtlıdır. Şimdi MOV ve LEA’ yı kullanarak yaptığım kırma işlemini inceleyelim.

LEA EAX, [EBP-28]
PUSH EAX
CALL 10001D08
ADD ESP, 04
LEA EAX, [EBP-14]
LEA ECX, [EBP-28]
PUSH EAX
PUSH ECX

Burada önemli nokta doğru kodu bulup yanlış olanıyla yer değiştirilmesidir. LEA EAX, [EBP-14], LEA EAX [EBP-28] ile değiştirildi. Bu işlem ile EAX içindeki doğru kod benim girdiğim sahte kodun yerine taşındı.

Program tekrar çalıştırıldığında unlock kod olarak istediğimiz bir sayı girdiğimizde hata vermiyorsa program kırıldı demektir.

333
Düşünce Üzerine!... / GERÇEK ZAMANLA ANLAŞILIRMIŞ, ÇOK DOĞRU!
« : Aralık 13, 2007, 02:23:14 ÖS »

Biraz uzun bi yazı ama güzel bi serüven, okumanızı tavsiye ederim

İsterseniz yazının son paragrafını okuyun ;) daha çok ilginizi çekecektir  :D

GERÇEK ZAMANLA ANLAŞILIRMIŞ, ÇOK DOĞRU!
Bizden 500 ışık yılı uzaktaki bir yıldızda bir gözlemci olsa ve aletlerini dünyamıza, hatta İstanbul’a çevirse, acaba kimi görürdü? Cevap, evrenimizin özellikleri ile tam olarak bağdaşan ve fakat akılları karıştıran şaşırtıcı bir gerçekle örtüşür: Gözlemci, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul surlarına doğru atını sürdüğünü görecekti. Bu görüntü bir hayal, video filmi veya fotoğraf değil, kelimenin tam anlamıyla “gerçek” olurdu! Ucu bucağı olmayan, içinde sonsuz ufukları, her biri birer mücevher tanesi gibi parıldayan yıldızları barındıran kâinatı hep birlikte dolaşmaya ne dersiniz?

    Varsayalım ki, hızlı bir uzay aracına bindik ve yerden saniyede 11 kilometre gibi öylesine bir hızla kalktık ki, bu hızı anlamak ve algılamak bile çok güç! Saniyede 11 km’lik bir hızın önemi şuradan kaynaklanıyor: Eğer bir uzay aracı ya da bir roket bu hızla yerden kalkıyorsa, artık bir daha dünyaya dönmeyecek demektir. Bu öyle yüksek bir hızdır ki, yerçekimi kuvvetinin etkisinden kurtulan araç, dünyanın ve Güneş sisteminin de ötesine geçerek, galaksi kümelerinin arasından süzüle süzüle yoluna devam edecektir.

    Bu hızla 40 saniyede Ankara–İstanbul uzaklığı biterdi. Bu hızla bir saatten biraz fazla bir zamanda Dünya çevresini dolanabilirdik. O kadar hızlı, o kadar hızlıyız ki; ben size geçtiğimiz uzaklıkları 10 misli büyüklükleri ile vereceğim. İlk 10 metrede göreceğimiz sadece evlerin çatılarıdır. 100 metre yukardan oturduğumuz yerin sokağını ve semtin bir bölümünü görür; 1000 metreye geldiğimizde de bazı vahşi kuşlarla selamlaşırız.

    10.000 metrede artık şehirler görülmez, yüksek dağ silsileleri, kıvrım kıvrım akan nehirler, yemyeşil ormanlar göze çarpar. Artık metre birimi yetersiz kaldığından kilometre ölçeğine gerek duyuyoruz. İşte çıktık 100 kilometrelik yüksekliğe.

    Artık bu seviyede atmosfer tabakası görülmüyor. Biraz aşağıda, ozon gazının gün geçtikçe azalan kalınlığına rastlıyoruz. Ozon bizi Güneş’ten gelen morötesi ışınların tehlikelerinden koruyor. 1000 kilometre yukardan dünyamızın görünüşü ne kadar güzeldir! Kutup bölgelerindeki buz dağlarından yansıyan ışığın, okyanusların azgın dalgalarından akseden koyu lâcivert renklerle karışımı ne kadar uyumludur! 10.000 kilometrede dünyamızın yavaş yavaş batıdan doğuya doğru kendi ekseni etrafında döndüğünü fark edeceksiniz. 100.000 kilometre yukarıda ilk astronot Yuri Gagarin’in gördüğü manzarayı siz de şaşırarak, hatta korkarak seyredeceksiniz. Uzay şimdi bu bölgede artık kapkaranlıktır. Nedeni ise çok açık! Her ne kadar uzakta, çok çok uzakta Güneş’i görüyorsak da, onun ışığını ve ısısını fark edemiyoruz. Zira Güneş ışınları; ancak hava içinden geçerken dağılır ve ortalık aydınlanır.

    Burada artık gece–gündüz gibi kavramlar da anlamını kaybederler. Yalnız gece–gündüz değil; yukarı–aşağı, kuzey–güney gibi yönleri de unutmamız gerekir!

    Dış ortamın sıcaklığı ise mutlak sıfır olan –273 dereceye çok yakındır. Ay bütün güzelliği ve gülümserliği ile bize göz kırpar. 1.000.000 kilometreye çıktık. Bu ortamda Ay’ı da bir hayli geride bıraktık. Güneş etrafında kendi halinde dolanıp duran gezegenleri görüyoruz. Kimisi nefes nefese hızlı; kimisi de nazlı nazlı yavaşça yörüngelerinde yol alıyorlar.

    Yerden şimdi 10.000.000 km. uzaktayız; ama Güneş’imize hâlâ ulaşamadık. 100 milyon kilometrede biraz yaklaştık desek de, “Güneş rüzgârları” adını verdiğimiz çok enerjik yüklü parçacıklar önümüzü kesiyorlar! Güneş’teki akıl almaz fışkırmaları, girdapları, yakın uzaya korkunç hızlarla püsküren sıcak alevleri gördükçe, doğrusu, içimizi bir korku kaplıyor. 1 milyar kilometre uzakta olmamıza rağmen, hâlâ Güneş sisteminin dışına çıkabilmiş değiliz.

    Milyar kilometrelerin de artık yetersiz kaldığı uzayın o uçsuz bucaksız ufuklarında kendimizi yapayalnız hissediyoruz. Hızla yol almamıza rağmen 1 trilyon kilometreye şimdi varıyoruz. Güneş’i epeyce arkada bıraktık; ama karşımıza daha yeni güneşler, yeni yıldızlar çıkmadı. Güneş’e de “yıldız” diyoruz. Işık ve ısıyı kendiliğinden yayanlara yıldız deniyor. Oysa Dünya’mızla birlikte Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter gibi gezegenler Güneş’ten aldıkları ışığı yansıttıkları için onlara “yıldız” diyemiyoruz. Şimdi 100.000 trilyon kilometredeyiz. Burası galaksimizin merkezi olarak kabul edilebilir. Galaksi demek yıldız kümesi demektir. Her nedense yıldızlar da tıpkı insanlar gibi uzayda toplu olarak bulunurlar. Güneş’in ve tüm gezegenlerin de içinde yer aldığı bu galaksiye Türkçemizde “Samanyolu” derler. Açık ve berrak bir gecede üstümüzde bir uçtan öbür uca kadar yayılan puslu ve bulanık bir kuşak görürüz. İçinde bizim yıldızımız Güneş gibi 200 milyar Güneş’in yer aldığı bu galaksiyi öyle kolayca terk etmek zor görünüyor. Çünkü artık milyar, trilyon kilometreler de anlamını yitiriyorlar.

    Gökbilim uzmanları, uzunluk kavramını birbirlerine daha iyi anlatabilmek için “ışık yılı uzaklığı” denilen yeni ve anlaşılabilir bir ölçü birimini geliştirdiler. Işığın da bir hıza sahip olduğu ve bu hızın bir saniyede 300.000 kilometre olduğu gerçeğinden hareket ederek, ışığın bir dakikada, bir saatte, nihayet bir gün ve 365 günde kat edeceği mesafeye bir ışık yılı uzaklık adını verdiler. Bu tanımlama ile işler biraz kolaylaşır gibi oldu.

    Güneş’ten sonra Dünya’mıza en yakın bir yıldız (Güneş) vardır. Bu yıldıza astronomi bilginleri “Alfa Centauri” ismini verirler. Sadece güney yarımküreden görülen bu yıldızın ışığı bize tam 4,5 yılda gelir! Bu tarife göre, en yakın yıldızın bizden uzaklığı 4,5 ışık yılıdır. Bu uzaklığı zihnimize yerleştirmek için Alfa Centauri’den 4,5 yıl önce çıkan ışınların “şimdi” bize ulaştığını idrak etmemiz yeter! Veya başka bir anlatımla, bu uzak yıldızda bulunan bir gözlemci “şimdi” dünyaya baksaydı, bizim 4,5 yıl önceki halimizi görmüş olacaktı.

    Uzay yolculuğumuz devam ediyor. Bizden 500 yıl ışık yılı ötede, 1500 ışık yılı ötedeki yıldızların birer birer yanlarından geçiyoruz. Ancak o ünlü deyişle “Ömür bitiyor; ama yol bir türlü bitmiyor!” Eğer uzun çok uzun bir ömrümüz olsaydı, 1.000.000 ışık yılı ötedeki yıldız adacıklarını da görüp, ıssız ve karanlık uzayda sessizce yolumuza devam ediyor olacaktık!

    İşte nihayet bize de en yakın olan bir galaksi göründü. Bu galaksiye “andromedea”” adını veriyorlar. Bize en yakın olmasına rağmen, onun uzaklığı tam 2,5 milyon ışık yılı mesafede.

    İnanır mısınız, artık milyon ışık yılı uzaklıklar da yeterli olmuyor! Milyar ışık yılı uzaklık birimine geçiyoruz. Geçmesine geçiyoruz; ama uzayın bir türlü sınırlarına varamıyoruz. Burada aklımıza şu ilginç fikir geliyor: Uzayda ne kadar uzağa gidersek, zamanda da o kadar geriye gidiyoruz demektir. Bu son derecede açık ve anlaşılabilir bir sonuç. Çünkü nasıl Güneş’in ışığı bize 8 dakikada geliyor ve Güneş bizden “şimdi” 8 ışık dakikası uzakta görünüyorsa; bu, Güneş’le Dünya arasında 8 dakikalık bir zaman farkının mevcudiyetine işaret ediyor demektir. Yani Güneş, “şimdi” sönse, biz onu 8 dakika daha görmüş olacağız! Alfa Centauri de “şu an sönmüş” olsa, biz onu 4,5 yıl daha ışıl ışıl parıldadığını izleyeceğiz demektir. Benzer misal andromedea için de geçerlidir. Bu galaktik sisteme şimdi baktığımız zaman onun 2,5 milyon yıl önceki durumunu görüyoruz demektir. Bir başka anlatımla, bir yıldız kümesi bizden ne kadar uzaksa, bizim zamanımızdan da o kadar “geride” demektir.

    Uzatmadan hatırlatalım. Bizden 10 milyar hatta 12, 13, 14 milyar ışık yılı ötede ve ismine “kuasar” denilen çok enerjik yıldızların (veya yıldız gibi şeylerin) varlığını anlıyoruz. Oralara artık teleskoplarımız ulaşamıyor! Optik sistemlerle değil, radyo sistemleri ile onların varlığını kabul ediyoruz.

    Çok derin, çok uzak, çok ahenkli, çok, çok.. anlamlı bir evrenle karşı karşıya bulunuyoruz!

    Yazımızın sonuna geldik; ama şu güzel dünyamıza nasıl geri döneceğiz diye düşünürken, aklıma geldi, size bir bilmece sormamı ister misiniz?

    Biraz önce bizden 500 ışık yılı uzaktaki yıldızların varlığından söz etmiştik. O uzaklıktaki bir yıldızda bir gözlemci olsa ve aletlerini dünyamıza, hatta İstanbul’a çevirse, acaba kimi görürdü?

    Cevap, evrenimizin özellikleri ile tam olarak bağdaşan ve fakat akılları karıştıran şaşırtıcı bir gerçekle örtüşür: Gözlemci, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul surlarına doğru atını sürdüğünü görecekti. Bu görüntü bir hayal, video filmi veya fotoğraf değil, kelimenin tam anlamıyla “gerçek” olurdu!

    Hepsi iyi hoş da, biz Fatih’i ölmüş biliyorduk!

    Demek ki, ölü veya diri olmak, sadece bir zaman farkının izafi görüntüsünden başka bir şey değildir!

    Bu gerçeğe göre soracağım sorunun cevabını artık siz vereceksiniz, ben izninizle aradan çıkıyorum:

    Bizden 1450 ışık yılı ötede bir yıldız olsa, oradaki bir meraklı gözlemci, Arabistan Yarımadası’na çevirdiği dürbünde gerçek olarak kimi görürdü dersiniz?
      :huh  :yok

334
Düşünce Üzerine!... / DAHİ iNSANLAR ( mutlaka okuyun)
« : Aralık 13, 2007, 02:18:17 ÖS »
Kısa bir süre önce, benden kompozisyon türü bir sınav sorusunun puanlanmasında hakemlik yapmamı isteyen meslektaşımdan çağrı aldım. Meslektaşım fizik sınavındaki bir soruya verdiği yanıt nedeniyle öğrencilerden birine “sıfır” puan vermişti. Öğrenci de “eğer puan yöntemi adil olsaydı, yüksek bir puan alacağını” iddia etmekteydi. Meslektaşım ve öğrencisi sonunda verilen yanıtı, tarafsız bir hakeme puanlatmak için anlaşmaya varmışlardı. Hakem olarak da beni seçmişlerdi. Arkadaşımdan çağrıyı alır almaz, kendisine uğradım ve sınavda sorulan soruyu okudum: “Barometre yardımıyla yüksek bir binanın yüksekliğinin ne şekilde saptanacağını gösterin.” Öğrencinin yanıtı şöyleydi: “Barometreyi binanın en üst katına çıkarırız. Barometrenin ucuna bir ip bağlar ve yukarıdan caddeye sarktırırız. Tekrar ipi yukarı çeker ve ipin uzunluğunu ölçeriz. İpin uzunluğu bize binanın yüksekliğini verir.” Yanıt çok ilginçti, fakat öğrenciye bunun için puan verebilir miydi?. Öğrencinin, soruyu tam ve doğru biçimde yanıtladığından, bu sorudan tam puan almak için güçlü bir nedenle sahip olduğunu anladım. Diğer taraftan öğrenciye tam puan verilecek olursa, öğrenci fizik dersinden yüksek bir notla geçecekti. Yüksek bir not ise öğrencinin fizik dersiyle ilgili davranışları kazandığının göstergesiydi, fakat sorunun yanıtı onun fizik bildiğini ortaya koymuyordu. Bunun üzerine öğrenciye aynı soruyu bir daha yanıtlamasını önerdim. Anlaşmaya vardıktan sonra, öğrenciye soruyu yanıtlaması için 6 dakikalık bir süre tanıdım ve yanıtın içinde onun fizik dersinde kazandığı davranışları ortaya koyması gerektiğini söyledim. Beş dakika geçmesine karşın, öğrenci hiçbir şey yazamamıştı. Başka bir sınıfta dersimin başlamak üzere olduğunu söyleyerek yanıt vermekten vazgeçip, geçmediğini sordum; fakat öğrencini yanıtı: “Hayır vazgeçmedim” şeklindeydi. Bu soruya verebilecek pek çok yanıtı olduğunu, bunlardan en iyisini seçmeye çalıştığını” belirtti. Karıştığım için özür dileyip, soruyu çözmeye devam etmesini söyledim. Bir dakika sonra öğrenci yanıtını verdi: “Barometreyi binanın en üstüne çıkarırım ve çatı katından aşağı eğilerek barometreyi bırakırımBırakır bırakmaz kronometreyle zaman tutmaya başlarım. Barometre yere çarpar çarpmaz kronometreyi durdurur ve S = ½ at2 formülüyle binanın yüksekliğini hesaplarım.” Bu yanıt karşısında, meslektaşıma devam etmek isteyip istemediğini sordum. Meslektaşım öğrenciye hak ettiği puanı vereceğini belirtti. Tam yanlarından ayrılırken, öğrencinin “pek çok yanıtı bulduğunu” söylediğini hatırla*, diğer yanıtlarının neler olduğunu sordum. “Evet, barometre yardımıyla yüksek bir binanın yüksekliğini bulmamın pek çok yolu vardır” dedi . “Örneğin, güneşli bir günde dışarı çıkar, hem barometrenin gölgesini hem de barometrenin boyunu, daha sonra da binanın gölgesini ölçerek, basit bir oranlamayla yüksekliğini bulabiliriz”. “Çok güzel, diğer yöntemlerin nedir?” diye sordum. “Çok basit bir yöntem daha var ki onu siz de beğeneceksiniz. Bu yöntemde barometreyi elimize alır ve binanın merdivenlerinden en üst kata doğru tırmanmaya başlarız. Merdivenleri tırmanırken barometrenin boyu kadar duvar boyunca işaretleyerek ilerleriz. Daha sonra işaretleri sayarız ve işaretlerin sayısı bize barometrenin birimi cinsinden binanın yüksekliğini verir. Bu yöntem doğrudan ölçmeye örnektir”. “Daha karmaşık bir yöntem isterseniz, bunun için barometreyi bir ipin ucuna bağlar ve sarkaç gibi sallamaya başlarsınız. Böylece en alt katta ve binanın en üstünde ‘g’ değerini saptayabilirsiniz. Bu iki ‘g’ değerinin farkından ilke olarak binanın yüksekliği bulunabilir”. Sonunda öğrenci sözlerini şu şekilde tamamladı: “Eğer çözüm için, fizikle bir sınırlama getirmezseniz daha pek çok yanıt bulunabilir.  :D Örneğin, barometreyi alıp alt kattaki kapıcının odasına gidersiniz. Kapıcıya eğer binanın yüksekliğini size söyleyecek olursa barometreyi ona vereceğinizi bildirir ve binanın yüksekliğini öğrenebilirsiniz”.  Peki bu öğrencinin kim olduğunu biliyormuydunuz ?? Fizik biliminin öncüsü   :ok NEWTON  :ok

335
Edebiyat ve Şiir / SEVGİ MESAFE TANIMAZ
« : Aralık 13, 2007, 02:08:23 ÖS »


SEVGİ MESAFE TANIMAZ

Sevdikleriniz sizden kilometrelerce uzakta olsa da yalnız değilsinizdir şu hayatta. Sizi düşündüğünden emin olduğunuz bir yürek varsa asla güçsüz de düşmezsiniz uzaklarda. Hani hep derler ya gözden uzak olan gönüldende uzak olur diye. Yok öle bir şey gönüle dokunmayı bildikten sonra, ister 5 adım ötede ol ister denizler ötede… ikisi de aynı. Sevgi mesafe ile değil, ne kadar içtenlik taşıdığı ile orantılıdır.

Farklı şehirlerde, farklı ülkelerde de olsanız farklı farklı hayatlarda yaşasanız, bazen aynı anda telefonlara sarılırsınız, bazen de aynı anda mesajlar çekersiniz sevdiğinize. Hayatı onunla beraber yüklersiniz omuzlarınıza… Sıkıntılara çareler ararsınız, sevinçlere kutlamalar yaparsınız ayrı ayrı şehirlerde...

Hatta bazen onun canı yanmadan günler öncesinden canınız yanarda siz bile şaşırırsınız rastlantılara. Ama inanırsınız o sizin canınızdaki parçadır çünkü.
Seviyorsunuzdur, seviliyorsunuzdur... Onun ne hissettiğini biliyorsunuzdur.
Radyoda hasret dolu bir şarkı çalar siz şarkıyı değil sevgilinizi dinlersiniz. Otobüste giderken gülersiniz durduk yerde çünkü sevgiliyle paylaşılan bir hatıra gelmiştir hafıza defterinizden önünüze. Keşke sende gelebilseydin ile başlayan buluşmalar anlatılır saatlerce sonra biraz hayıflanılır beraberce. Bir anda fark edersiniz ki oradadır. Zaten hep yanı başınızda. Bazen umulmadık anlarda gözleriniz dolar ağlarsınız. Sırf uzaklardaki sevgili acı çekiyor diye. Bir güvercinin kanadına yüklersiniz içinizdeki tüm sevgi tohumlarını yolarsınız acısını biraz olsun dindirsin diye. Bir buluta yüklersiniz göz yaşlarınızı, her yağmur damlasıyla ağlarsınız onunla. Onun şehrine ait her şeyi araştırırsınız net sayfalarında. Birlikte programlar yaparsınız gerçekleşmeyeceğini bilseniz de hayal kurmakta parayla değil ya kardeşim deyip gülüşürsünüz msn de veya telefonda...

Bazen özleminiz öle sarar ki bedeninizi ona dokunmak, yüzüne doya doya bakmak istersiniz. İlk otobüsle ansızın çıkmak istersiniz karşısına… Uzun zamandır beklediği sevgilisine kavuşan sevgilinin mutluluğunu görürsünüz haylaz bakışlarında... Kum ile suyun kucaklaşması gibidir bu... Bir merhaba ile başlar her şey paylaştıkça bir nehir olur içinden geçer sevgilinin. Sizde kaptırırsınız kendinizi onun sevinç sarhoşluğuna.. Bazen konuşursunuz hiç nefes almadan dakikalardan ne çalarsam kâr diye. Bazen susarken anlatırsınız tüm hissettiklerinizi gözlerinizle. Görmeseniz bile...

İşte uzaklarda sevda böyle bir şeydir. Onun kalbiyle hissetmeyi öğrenirsiniz, tekrarlarla yaşarsınız ayrı şehirlerin inadına...

Çünkü sevdanın kilometre tanımadığını en iyi siz bilirsiniz… Bir de ben…
     :)

336
SANAT / Sanat adına ne varsa "çalışmalarım"
« : Aralık 13, 2007, 02:04:18 ÖS »
Eğer sizlerinde bu şekilde çalışmalarınız varsa burada paylaşabilirsiniz  ;)








337



KEMAL SUNAL VE FİZİK EĞİTİMİ

   Rahmetli,memleketimizin yetiştirdiği nadide komedi ustalarındandı…Allah gani gani rahmet etsin…

           Bizim kuşağın,ilkokul yıllarında sinemada yada bayramdan bayrama TV de   izleme imkanı bulduğu ve gülmekten katıldığı bir komik adam tiplemesiydi Kemal Sunal.

           Şimdilerde en az televizyon izleyenlerin bile hemen her filmini en az üç beş sefer izleme imkanı olmuştur…

Benim bu konuyla ilintili gözlemlediğim:
Kemal Sunal’ın  adının geçtiği yerde insanların hemen mütebessim bir çehreye bürünmesi…

          Otobüs yolculuklarında çok müşahede etmişimdir:Muavin bey videoya Kemal Sunal’ın bir kasedini koyar.Filmin jeneriği sunulurken Kemal Sunal ekranda göründüğünde hiç mizahi bir durum söz konusu olmamasına rağmen otobüste en az beş altı  kişi gülmeye başlar.Eminim sizde çok defa şahit olmuşsunuzdur benzeri bir olaya.

          İş bununla kalmaz tabi.İnsanlar ekrandaki filmi daha önce defalarca izlemiş olmasına rağmen film bitinceye kadar otobüsten kahkahalar hiç ek* olmaz.

           Bunun sebebi:Kemal Sunal şartlanmışlığıdır.İnsanların zihninde “çok komik bir adam” dır zaten o…Yani şuur altnda bulunan “komik adam şartlanmışlığı” dır bunun sebebi.

           Kemal Sunal’ın çok “komik olduğu” kanısı hemen herkeste mevcuttur ve onun espri yapmasına gerek bile yoktur artık.Çünkü o,zaten komiktir…

          Büyük fizikçi A.Einstain “Önyargıyı kaldırmak atomu parçalamaktan daha zordur.” der. Evet ,bence de çok haklı…

          Kemal Sunal’a karşı bir husumetim yok elbette…”Konumuzun fizik eğitimiyle ne alakası var?”diye düşünebilirsiniz.Evet çok alakası var,hatta fizik eğitiminin kalbi burada atıyor diyebilirim.

          Yani fizik dersinin beklide “en zor ders” imajının altında yatan sebep şartlanmışlık ve önyargıdan başka bir şey değildir…

            Bu konuda Kemal Sunal’ın suçu yok elbette…

            Fizik bir çok öğrencinin korkulu kabuslarındandır.Fizik dersi çok zordur ve anlamak mümkün değildir.Formülünü bilsen matematiğini beceremezsin.Yada mantığını bir anlasan gerisi gelir ama mantığını kimse anlayamaz ki.Çünkü mantıksızdır.

           Sürtünmeyi bile ihmal etsen yinede çözümlemen gereken bir sürü fiziksel nicelik vardır.En iyisi FİZİK DERSİNİ İHMAL etmektir!...

           Evet bu kabusları belki sizlerde okul yıllarında gördünüz ve belki hala görüyorsunuzdur…

 

            Esasında durum,Kemal Sunal’ın kinde farksızdır.Evet,nasıl ki Kemal Sunal’ın adının geçtiği yerde tebessüm ediliyorsa,aynen öylede fizik dersinin adı geçtiğinde “Suratlar asılıyor”

             Çünkü hemen aklımıza daha önce karşımıza çıkan ve üstesinden gelemediğimiz “DAĞ GİBİ” fizik soruları gelir.Şuur altında şartlanmışızdır çünkü…

Ve FİZİĞİ İHMAL ederiz.

 

             “Peki ne yapmak gerekir”e gelince :Öncelikle “fizik zordur ve kimse onu anlamaz” İmajını ortadan kaldırmamız gerekiyor.

              Fizik dersi gerçekten zor değildir.Sadece konuların parçadan bütüne doğru anlaşılması ,ve parçaların arasında bağlantı kurulabilmesi gerekir.İşin sonunda birazda matematik gerekir elbette ama işin matematiği:esasında bildiğimiz ve konuştuğumuz fiziksel objelerin harflerle ve sayılarla ifadesinden başka bir şey değildir.

 

               Özetle : Rahmetli Kemal Sunal çok komik bir komedi ustası, fizik dersi ise kolay bir derstir…

338
Bilmece - Bulmaca / Dikkat testleri
« : Aralık 13, 2007, 01:48:54 ÖS »
Aşağıdaki test, 4 sorundan ibaretmiş..

Düşünmeden spontane cevap vermek gerekiyormuş,

 

Soru 1: bir koşuya katılıyorsun, ikinci adamı solluyorsun. Hangi sıralamada yer alırsın?


Cevap:
Birinci sıraya çıkarım dediysen tamamen yanıldın !
İkinciyi sollarsan onun yerini alırsın, yani ikinci olursun.



Ayrıca ikinci soru için lütfen biraz daha az düşün !!

 

Soru 2: Sonuncuyu sollarsan hangi sıralamaya çıkarsın ?


Cevap :
Sondan ikinci dediysen yine yanıldın ! Biraz düşünsene oğlum /kızım ! Sonuncuyu nasıl sollarsın ? Sen onun arkasındaysan o sonuncu olamaz değil mi ?  Cevabı mümkün değil !! Kafa yormak lazım biraz...

 

Hadi bir daha deniyoruz, not tutma ve hesap makinesi kullanma, hemen cevap vermen gerektiğini de unutma !
Ha gayret !!!!

Soru 3:
1000 al
40 ekle
1000 daha ekle
30 ekle
1000 daha
Artı 20
Artı 1000
Ve artı 10

Toplam ne çıkıyor ?


 

Cevap:
5000 ??? Yine yanlış !!!
Doğru cevap 4100.
Aynı hesabı iyi bir hesap makinesiyle tekrar yap...




Bari bu son soruya doğru cevap ver !

Soru 4:
Aylin'in Babasının 5 kızı var :
1.      Çaça
2.      Çeçe
3.      Çiçi
4.      Çoço
5.      ????

Soru: Beşincinin adı ne?
İyi düşün haaa..

 

Cevap: Çüçü??? Yanlıııııııışşş
Aylin   Aylin!!!                 


 :hihi

339
Edebiyat ve Şiir / Çiçek ve Su
« : Aralık 13, 2007, 01:42:47 ÖS »
Çiçek ve Su

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder ilişkileri.
Tabii ki her zaman lazımdır arkadaşlık birbirini tanımak için.
Gel zaman git zaman, çiçek o kadar mutlu olur ki suyun yanında,

 İçi içine sığmaz olur artik ve anlar ki suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek etrafa kokular saçmaya baslar "Sırf senin hatırın için ey su," diye.
Öyle bir zaman gelir ki artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye baslar.
Fark eder ki "Çiçeğe aşık oldum." Ama su da ilk defa asık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek "Acaba su beni sevmiyor mu?" diye düşünmeye baslar.
Çünkü su pek ilgilenmemektedir çiçekle...

Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye.
Ve dayanamaz bir gün, çiçek suya "Seni seviyorum." der.

Su "Ben de seni seviyorum." diye cevaplar.
Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya "Seni seviyorum." der.

Su "Ben de." der.

Çiçek sabırlıdır.
Bekler, bekler, bekler...

Artik öyle bir duruma gelir ki,

çiçek koku saçamaz olur artik etrafa.
Ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

Su da "Sana söyledim ya, ben de seni seviyorum." der.
Ve gün gelir çiçek yataklara düşer.

Hastalanmıştır çiçek artik. Rengi solmuş,

çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artik çiçek,

su da başında bekler öylece çiçeğin yardımcı olmak için.
Ama bellidir ki artik çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek,

suya der ki:
"Seni ben gerçekten seviyorum."

Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır.
Doktor gelir ve muayene eder çiçeği.

Muayeneden sonra söyle der doktor:
"Hastanın durumu ümitsiz, artik elimizden bir şey gelmez."
Su merak eder sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye,

 ve sorar doktora "Hastalığı nedir?" diye,
Doktor söyle bir bakar suya ve der ki

"Çiçeğin bir hastalığı yok dostum,
bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için." der.
Ve anlar ki su artik, sevgiliye sadece "Seni seviyorum." yetmemektedir...

340
Şiir / Sevgili
« : Aralık 13, 2007, 01:35:07 ÖS »

Bir gece yarısı girdin yine aklıma sevgili
Yine seni düşünüyorum
Yine senin için nöbet tutuyorum gökteki yıldızlarla birlikte…
Yine sensizim yine yalnızım sevgili
Onca yıldızın arasında yalnızlık çeken ay gibi….

Yine girdin aklıma sevgili
Yine kanattın yüreğimin her köşesini
Acımaya başladı benim bile bilmediğim köşelerim..
Yine hayalen geldin bana sevgili
Hayalim yine sana gitti
Yine yandım ben sevgili…
Gökte tek başına bizi izleyen güneş gibi…

Yine özledim seni, çok özledim sevgili…
Kışın gül kokusunu özlediğim gibi,
Yine özledim seni, çok özledim sevgili…
Yazın bembeyaz kara hasret kaldığım gibi,
Yine özledim seni, çok özledim sevgili…
Sensiz günlerde sana susadığım gibi….


341
Bilmece - Bulmaca / Şah ve Mat
« : Aralık 13, 2007, 01:32:34 ÖS »
Satrancın ilk kez M.S. 570 yıllarında Hindistanda oynandığıkabul edilir.

Bir rivayete göre, satrancı bulan Brahman rahibi, Şah'a bir ders vermek istemiş. Şah'a "Senin askerlerin, atların, fillerin, kalelerin, vezirlerin olmadığında sen bir hiç sin, hiçbirşey yapamazsın" demiş. Şah'ın alaycı bir şekilde; "Tamam hadi güzelmiş, oyununu beğendim. Dile benden ne dilersen" diyeret alaycı bir şekilde kendisini başından savuşturmaya çalıştığını görünce, Şah'ın hala akıllanmadığını düşünerek;

"Bir miktar buğday istiyorum." demiş. "Size bulduğum bu oyunun birinci karesine bir buğday, ikinci karesine iki buğday, üçüncü karesine için ise dört buğday istiyorum. Böylece her karede, bir önceki karede aldığım buğdayın iki misli buğday istiyorum. Sadece bu kadarcık..."

Şah ise böylesine basit bir istek üzerine sinirlenip, emrindeki askerlerine; "Hesaplayın, hak ettiğinden bir tane bile fazla vermeyin" demiş.

Sarayın kalemdarları hesapladıktan sonra dehşete kapılmışlar.

Neden mi? Buyrun inceleyelim...




1. kareye ---------- 1 buğday
2. kareye ---------- 2 buğday
3. kareye ---------- 4 buğday
4. kareye ---------- 8 buğday
5. kareye ---------- 16 buğday
6. kareye ---------- 32 buğday
.
.
.
64. kareye --------- 9 223 372 036 854 775 808 buğday


TOPLAM ---------- 18 446 774 073 709 551 615 tane buğday

18 kentilyon 446 katrilyon 774 trilyon 73 milyar 709 milyon 551 bin 615

Bu ise, yaklaşık olarak;

1 156 500 000 000 ton buğday demektir.
(1 trilyon 156 milyar 500 milyon ton)

Bu ise bugünkü ölçülerle dünyanın 1500 yıllık buğday üretimine denk gelmektedir.



Bu hikayenin sonunu kimse bilmiyor. Acaba, bu hesaba karşılık Şah onu ödüllendirdi mi?

Yoksa matematiğin altında ezilerek onun kellesinimi aldı?

342
Her Telden / 7 Rakamının Gizemi
« : Aralık 13, 2007, 01:26:14 ÖS »
Niçin 7  ???

Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen
beş gezegen ile güneş ve ayın sayısı nın 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

343
1 Nisan şakasının kökeni nedir?


1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce
Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IX
Charles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine
devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak
nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz
hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar
sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin
parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.

İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar?

Bu konuda iki ayrı açıklama vardır. 1) İnsanların beş duyusunu tatmin
amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiye tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle
tat alma; burunla koklama;eliyle dokurma,ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin
eder anlamını taşır. 2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona
zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için
kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi.
Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için
kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.

Çinliler yiyeceklerini niçin çubukla yerler?

Çinlilerin yemek yeme alışkanlıklarının yiyeceklerini çok küçük parçalar halinde
yemelerinden çubuk kullandıkları anlaşılıyor.Çinde eskiden yalnızca zenginler masada otururlardı.
Halkın çoğunluğu tabakları ellerinde yemek yerlerdi. Bir elleriyle tabaklarını tutar, öteki
elleriyle çubuk kullanarak beslenirlerdi. Hızla artan nüfus yüzünden yiyecek sıkıntısı çeken
çinliler önlerindeki yiyeceği küçük parçalar halinde çoğaltarak yiyorlardı. O zamanlar ağaç
sıkıntısı nedeniyle de tahta kullanımı kısıtlıydı. Masa kullanımı bu yüzden çok zordu. Çubuklar
fildişinden ve kemikten yapılırdı.

Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir?

Bu şarkı"Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerika'lı iki kız kardeşe aittir.
Orijinal adı " Good Morning to All" yani " hepinize günaydın"dır. Daha
sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere
aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

Yapıştırıcılar nasıl yapıştırıyor?

Yapıştırıcıların sağladığı yapışma olayı aslında kimyasal bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Günümüzde imalatçılar yapıştırıcıları sentetik malzemeler kullanarak yaparlar. Yapışma olayında benzer
veya ayrı malzemeden iki madde, bir de yapışkan gerekir. Burada en önemli görev yapıştırıcıdadır.
Yapıştırıcının moleküllerinin diğer iki madde molekülleri ile birleşme eğilimi gösterir bir yapıda olması gerekmektedir.

Mezara niçin çiçek konulur?

İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon'nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının
çiçekten tacçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupada ise M.Ö 2000 yıllara kadar
mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme,
kötaü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan
kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mazarlıklarda kullanılır. Ağacın
yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenherinde siyah
giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayalletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.

Satrançta şah niçin o kadar pasiftir?

Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden
bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri
geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin
Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından
oynanmaya başlanmış, oradan dünyaya yayılmıştır.

İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?

Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır.İşte bu nedenle ilk
insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki
kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.

Akıl ile zeka arasında fark nedir?

Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıkla* çözme yataneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

Dolunay insan davranışlarınıetkiler mi?

İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Eskilerin Ay'ın dönemlerine bağladıkları boş bir inancın günümüze uzanan bir varsayımıdır. Bilim adamlarının yaptıkları bütün çalışmalar bu görüşün boş olduğunu kanıtlamıştır. Ay, dünyadaki okyanusların gel-git denilen suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzdaki suyun oranı , okyanuslardaki su miktarıyla kıyaslanamaz. Yani Ay'ın çekim gücü insanı etkileseydi yalnız dolunayda değil her gün olması gerekirdi. Dolunayda ayın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir. Çünkü gönderdiği ışık miktarı Güneş'in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır.

Niçin gözyaşı dökeriz?

Dünyadaki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlearle ağlar. İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz yaşam tarihindeki evrimin bir sonucudur. Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır. Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır. Bu konuyu ilk inceleyer Darwin'dir. Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır. Ruhsal gözyaşları daha çok protein içermektedir. Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.

Üç yaşından daha önce olanları için hatırlamıyoruz?

Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anıveya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar. Üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar. Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar. Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri,anlayış, seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor, öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını ne yapıldığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.

Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?

Eğerköşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.

Develerin hörgüçlerinde ne var?

Genelde hörgüçlerinde su olduğu ve uzun yolculuklarında bu suyu kullandıkları söylenir ama doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar ayrıca yağ çöl sıcağına karşı koruma görevi de yapar. Develer suya az gereksinim duyarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Soluk alırken havadaki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Su kaybını da dokularından kaybederler, kandaki su etkilenmez.

Çinlilerin gözleri niçin çekiktir?

Yalnız çinlilerin değil, Orta ve Güneydoğu Asya'da yaşayanların, japonların hatta Eskimoların da gözleri çekiktir. Aslında göz yapısı bütün dünyada aynıdır. Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne daha çok inmiştir. Bazı teorilere göre bu kıvrım insanların gözlerini yoğun kar tabakasının, göz kamaştıran ışığından korumak için bir çeşit kar gözlüğü gibi gelişmiştir. Çinde ve öteki bölgelerde her ne kadar yoğun kar yağmıyorsa da onların atalarının buzul çağında kuzeyde yaşadıkları daha sonra güneye indikleri kanıtlanmıştır. Yalnız gözleri değil, burunları da rüzgara karşı korunmak için küçülmüş, burun delikleri soğuğu engellemek için daralmıştır. Ciltleri de koruma amaçlı olarak yağlıdır. Göz kapakları da yağlıdır. Gözü ve iç tabakalarını kara ve buza karşı korur. Yani çekik gözlü değil, düşük göz kapaklı, demek daha doğrudur.

Ateş böceği nasıl ışık saçıyor?

Aslında bu böceğin verdiği ışığın ateşle de sıcaklıkla da bir ilgisi yoktur. Bilimsel adı "Soğuk Işık"tır. Bu ışık olayı, moleküler seviyede kimyasal bir işlemdir. Bazı moleküllerin ayrışarak daha yüksek enerjili hale geçebildikleri ve bu fazla enerjiyi ışığa dönüştürebildikleridir. Ateş böceğinin karın bölgesindeki ışık organında bulunan guddelerden ışık elde etmede rol alan iki ana kimyasal madde üretilmektedir. Fakat onlar da tam olarak ışık vermeye yetmediği için böceğinışık bölgesine yakın solunum organının ışık verme anında burayı oksijenle beslemesi gerekmektedir

Kumaşlar yıkandıktan sonra niçin çeker?

Aslında kumaş ıslanınca lifler şiştiğinden kumaşın az biraz uzaması gerekmektedir. Ama bükümlerin açılarındaki deformasyonun yarattığı çekme kuvveti daha fazla olduğundan sonuçta kumaş boydan kısalır. Kumaş yıkandıktan sonra kurutulduğunda şişmiş lifler eski durumlarına gelirler. Ama kumaş ilk ölçülerine dönemez. Su, yüksek ısı, çalkalama, sabun hepsi kumaşın çekmesini kolaylaştırır. Kumaş birkaç kez yıkandıktan sonra ölçüleri belli bir dengeye ulaşır ve ondan sonra yıkandığında çekmez.

İnsanlar saatlerini niçin sol kollarına takarlar?

Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu saatlerini sol kola takar. Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir. Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamının yanındadır. İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler.

Bir hafta niçin 7 gündür?

Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen
beş gezegen ile güneş ve ayın sayısı nın 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

Niçin otellerin kapıları döner kapıdır?

Döner kapıların tek amacı enerji tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller.

İmdat çağrısı S.O.S 'in anlamı nedir?

Çok kişi "Save our Ship" gemimizi kurtar; "Save our Soul" ruhumuzu kurtar; "Stop Other Signals" diğer sinyalleri sözcüklerinin kısaltılmışı sanır. Oysa hiçbiri değildir. Tamamen telgraf zamanından kalma mors alfabesiyle ilgilidir. İmdat çağrısının çok kolay akılda tutulabilmesi için 1908 de üç çizgi, üç nokta, üç çizgi olan S.O.S seçildi.

Doktorlar niçin dizimize çekiçle vurur?

Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak üstüne atarken doktor dizkapağının hemen altına, kası kemiğe bağlayan tedoma minik lastik bir çekiçle vurduğu zaman bacak ileri fırlar. Bu reflekste baldır kaslarındaki duyu sinirleri kasın genişlemesine tepki verir ve yeni sinir sinyalleri oluşturarak kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini omuriliğine iletirler. Omirilik ise bu basınca dayanabilmesi için kasların kasılması gerektiğini bildirir, bacak tekrar geri hareket eder. Refleks, beyin denetiminden geçmeksizin, yani beyin devrede olmadan doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleşmektedir. Diz kapağı refleksi omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren önemli bir tanı yöntemidir.

Tükenmez kalemin dolmakalemden farkı nedir?

Kalemin tarihi yazınınkinden de eskidir. İlk insanlar sivriltilmiş çakmak taşlarıyla duvar resimleri yapmıştır. Mürekkepli metal kalemler Romalılar tarafından biliniyordu. Tükenmez kalem adı ile bilinen bilye uçlu kalemin ilk modeli 1880 yılında yapılmıştır fakat rağbet görmemiştir. Uçakların gelişmesiyle gündeme tekrar gelir. Uçaklar 2-3bin metreye çıkınca hava basıncı oldukça azalır. Dolmakalem mürekkebi basınç nedeniyle dışarı akarak kağıdı ya da giysiyi lekeler. 2.Dünya Savaşı'nda askeri uçaklarda kullanılan tükenmez kalem sonradan yaygınlaşmıştır. Tükenmez kalemlerde mürekkep kağıda pirinç uçtaki yuvaya yerleştirilmiş minik bir bilye aracılığıyla aktarılır. Fakat dolmakalemin özelliği seçkin ve yazıyı kaliteli kılmasıdır.

Radyonun sesi açılınca pil daha çabuk mu biter?

Pille çalışan portatif radyolarda sesin yüksekliği pilin ömrünü etkiler. Radyo açık, sesi kapalı durumu ile sesin sonuna kadar açık durumu arasındaki fark pillerin ömürlerinin kısalmasına neden olur. Ses sonuna kadar açıldığında pillerden çekilen akım yüzde 30 artmaktadır. Bu durum, küçüğünden büyüğüne, pille çalışan ve ses yükselticisi olan bütün radyo, teyp, volkmen vb. için aynıdır.

Horozlar niçin sabahları erkenden öterler?

Sabah güneş doğarken ötmek yalnız horozlara özgü değildir. Kulağa en çok
horozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasıdır. Kuşların büyük çoğunluğu
da aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu ötüşü sürdürürler
ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabah saatleridir. Horoz ve kuşların sabah gün
doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır

Evlerimizdeki sinekler kışın nereye gidiyor?

Sineklerin her türü kışın ortadan kaybolur. Havaların ısınmasıyla birlikte ansızın ortaya çıkarlar. Sinekler ısıya
karşı çok hassastır. Güneş bulutun arkasına girdiği zaman oluşan ısı düşmesinden etkilenirler. Kış günlerinde yaşama şansları yoktur. Ölmeden önce yumurtalarını toprağa veya kuytuya gömerler. Lavra ve yumurtalar soğuktan etkilenmez. Yaz sıcakları başlayınca yumurtalar çatlar ve yine sinekli günler başlar.

Termos nasıl sıcağı sıcak, soğuğu soğuk tutuyor?

Tek nedeni vardır, vakum.Yani boşluk.Bir termosta içiçe geçmiş iki kap vardır.Dıştaki metal bir kap olup içteki
genellikle bir cam şişedir.İkisinin arasındaki hava ise boşaltılmıştır.Tam olmasa da üreticiler tarafından elde edilebilen tama yakın bir boşluk vardır.Vakumlu bir ortamda hava molekülleri de ılmadığından ısı iletilemez.Cismin ısısı başlangıçta ne ise o halde kalır.İçerden dışarıya, dışardan içeriye ısı geçişi olmaz.Böylece termosa konan sıvı sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk kalır.

Kuşlar nasıl konuşabiliyor?

Her insan ağzıyla konuşur ama konuşabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir. Beyinde oluşan düşünceler dilimize ve dudaklarımıza aktarılır. Hayvanlar bu nedenle konuşamaz. Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrardır. Sesleri ezberler ve taklit ederler. Kuşların ses organları memeli hayvanlardan farklı olarak gırtlakta değil göğüs kafeslerinn dibinde, karın boşluğunun derinliklerindedir. Kuşların doğasında ses taklit yeteneği vardır. Doğayla içiçe yaşarken diğer kuşların seslerini
taklit ederek bir çeşit iletişim sağlarlar.

Kediler balık ve sütü niçin severler?

Kedilerin sudan hoşlanmadığı bilinir. Ama aslında kediler çok iyi yüzerler. Hava şartlarından dolayı ve de tembelliklerinden suya girmeyi sevmezler. Evkedisinin balık sevmesinin yanında kuşlara ve farelere olan düşkünlüğünün nedeni evcilleştirilmeden önce Mısır'da Nil vadisinde balık, kurbağa, küçük kuş ve fareleri avla* yaşamış olmasıdır. Zaten eski Mısırlılar kedilerifare avcıları olduğu için evcilleştirmişlerdir. Günümüzde kedinin kuzey Hindistan ve Güneydoğu Asya'da yaşayan türleri ırmakların kenarlarında balık avla* yaşamaktadır. Patileriile balıkları sudan dışarı atar, gerekirse suya tamamen girerler. Eski Mısır'da kedi bakıcıları onları ekmek ve sütle beslemişlerdir. Kedilerin süt zevkinin de Mısırlı bakıcılarının yarattığı beslenme alışkanlığından kaynaklanmaktadır.

Bardaktaki buzlar niçin birbirlerine yapışırlar?

Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üstüste duran buzların herbiri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir.Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışcasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.

344
Her Telden / ÜNİVERSİTE OKUMAK ŞART MI?
« : Aralık 13, 2007, 01:23:11 ÖS »
HAYATTA BAŞARILI OLMAK İÇİN ÜNİVERSİTE OKUMAK ŞART MI?

“Maalesef sizi çok şaşırtacak şeyler söyleyeceğim.” Diyordu dünyanın ikinci zengin adamı Lawrence Larry Ellison, Yale Üniversitesi’nin 2000 yılı mezuniyet töreninde; “ben dünyanın ikinci, zengin adamıyım, çünkü üniversiteden terkim. Bill Gates , o da üniversite terk ve dünyanın en zengin adamı. Paul Allen, oda üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Başka örnekler var.  Mesala Michael Dell , o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Üzgünüm çok geç kaldınız...”    Ellison, dünyanın en iyi üniversitelerden birini bitirmenin heyecanı içindeki öğrencileri şoklamaya devam ediyordu; “sizi maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek.

Dünyanın en zengin adamları üniversiteyi hayatın olmazsa olmaz kuralı görmemiş ve terk etmiş olmanın ezikliğini duymak bir yana üniversite okumayı bile vakit harcama olarak görüyor.

Üniversite tutkusunun takıntıya dönüşmesi daha çok biz üçüncü dünya ülkelerin mahsus bir tutum.  (2002 ağustos haftalık dergi.)

alternatif  meslek edinme yollarını kullanmak gerek. Özellikle piyasanın ihtiyacı olan meslek kursları (sistem müh, stilist, modelist, kalıpçı, bilgisayar programcılığı, bilişim teknoloji teknisyenliği, etkin iletişim yöntem ve teknikleri, etkin pazarlama teknikleri, web uygulamaları, tasarım, turizm ve yönetici asistanlığı vb)   hem iş garantisi hem hem yüksek ücretler ile üniversite kazanamayanları yada hayallerini gerçekleştirmek isteyenleri bekliyor. 

 
A.K.Ü.  P h y s i c

345
Her Telden / Haftada en az yirmi saatiniz var...!
« : Aralık 13, 2007, 01:21:38 ÖS »
Haftada en az yirmi saatiniz var...!

 

 

Bir hafta 168 saattir.

Bunun 56 saati uykuyla geçer.

Okul ve dershane 40 saatinizi alır. Yemeğe 14 saat,

Televizyon izlemeye 10 saat gider. Konuşmaya yaklaşık 10 saat,

Gereksiz işlere de 8 saat ayırsanız,

10 saat boyunca ne yapacağım diye düşünseniz bile

 

size ders çalışmak için 20 saat kalır.

20 saat de gerektiği gibi çalışıldığında başarılı olmak için yeterlidir.

 ;)

Sayfa: 1 ... 21 22 [23] 24 25